Özlü Hikayeler

aaynaa

başlngc 116 gnc 75 hedef 70
Kayıtlı Üye
22 Temmuz 2014
30.026
28.247
İYİLİKSEVER KADIN
Bir vakit, israiloğullarını ard arda birkaç yıl kıtlık basmıştı. Bu öylesine görülmedik bir kıtlıktı ki çoğu aileler bir kuru ekmeğe bile hasret çekiyorlardı.

işte o sıralarda israiloğullarından bir kadın bir gün evinde, tam bir iki lokmalık kuru ekmeğini ağzına atacağı esnada muhtaç birisi kapısını çalar. !! Ne olursunuz” der. “Açlıktan ölüyorum, bana Allah rızası için bir lokma ekmek.”

En azından bir lokma ekmek diye kapısını çalan muhtaç kimse kadar aç olan iyiliksever kadın, lokmayı tutan elini ağzından geri çevirir ve buyurunuz diyerek kapısını çalana ikram eder.

iyiliksever kadın, yanında küçük çocuğu olduğu halde bu olaydan birkaç gün sonra evinden yakmak için vadiye çalı- çırpı toplamaya çıkar. Fakat başına müthiş bir bela gelir. Sevgili yavrusunu bir kurt kapıp hızla kaçmaya koyulmuştur. Talihsiz kadıncağız acı bir çığlık basarak kurdun ardından koşmaya başlar. Güya kurdu yakalayıp canından çok sevdiği evladını kurtaracaktır. Fakat yakalasa bile kurdun ağzından yavrusunu kurtarması imkansızdır.

Kadıncağız, hızla koşmaktan ve yırtınırcasına ağlamaktan dermanı kesilerek külçe halinde yere yığıldığı sırada, sınırsız kudretiyle her şeyi yapmaya kadir olan yüce Allah (c.c.) Cebrail vasıtasıyla birden onun imdadına yetişiverir. Cebrail (a.s.) hemen kurdun ağzından neye uğradığını anlamayan çocuğu kurtarır ve anasının yanına getirir. Kadın ayılınca da çocuğu kendisine teslim eder. Ve Allah (c.c.) adına şöyle der: “Ey iyiliksever kadın! Evladını kurtarmam dan hoşnut musun? Bu sana, verdiğin bir lokma kuru ekmeğe karşılık, Allah’ın bahşettiği bir lokma derecesinde küçük bir iyiliktir.”
- Tefsir- i Hanefi-
 
SALEVAT-I ŞERİFE
Talebelerinin sayısının on binleri bulduğu rivâyet edilen Muhammed Cezûlî, bir gün bir kuyu başına abdest almak için uğradı. Kuyunun yanında su çekmek için kova ve ip yoktu. Ne yapacağını şaşırmıştı. Bir kız, onun bu hâlini yüksekçe bir yerden gördü ve ona şöyle dedi:

-Sen kimsin ve niye şaşırdın?

Muhammed Cezûlî, onun kova getireceği ümîdi ile kendisini tanıttı ve hâlini bildirdi. Kız bunun üzerine ona;

-İnsanlar seni hayır ve kerâmetle överler. Sen ise kuyudan su çıkarmaktan âciz kaldın ve şaşırdın, dedi ve gelip kuyuya seslendi. Allahü teâlânın izni ile su, kuyudan taşıp dışarıya akmaya başladı.

Muhammed Cezûlî abdest aldıktan sonra kıza;

-Sen bu kerâmete hangi amelin sebebi ile nâil oldun?" dedi.

Kız da;

-Resûl-i ekreme salevât-ı şerîfeyi çok getirmekle ve salevât okumaya devâm ederek kavuştum, diye cevap verdi.

Muhammed Cezûlî, bu duruma hayret ederek; "Acabâ hangi salevât-ı şerîfeyi okumaya devâm etsem?" diye düşünmeye başladı.

O gece, bu düşünceden dolayı uyuyamadı. Bu düşünce içerisinde yatakta yatarken, hanımı yatağından kalktı. En güzel elbisesini giyip, örtüsünü örtüp evden dışarı çıktı. Bunu görünce, hanımının bu saatte nereye gittiğini merak ederek arkasından dışarı çıktı ve onun deniz kıyısına doğru gittiğini gördü. Önünde ve ardında bir arslan ona bekçilik ediyordu. Merakı daha fazla arttı. Hanımı kıyıya varınca denize girdi ve yürümeye devâm etti, sonunda küçük bir adaya ulaştı. Arslanlar denizin kıyısında yattılar. Orada abdest alıp, namaz kılmaya başladı. İbâdetten sonra, yine su üzerinde yürüyerek kıyıya geldi. Arslanlar da kalkarak, biri önde, diğeri arkada yürümeye başladılar. Muhammed Cezûlî daha önce eve gelip, uyuyor göründü. Hanımı, eve gelip elbiselerini değiştirip, yattı. "Hanım bunu her gece mi yapıyor?" diye düşünerek, üç gece onu gözetledi. Hanımının her gece böyle yaptığını gördü.Üçüncü gecenin sabahında, bu durumu hanımına sordu.

Hanımı ona;

-Siz, bu işe şimdi mi vâkıf oldunuz? Uzun senelerdir ben böyle yapıyorum, dedi.

Bunun üzerine Muhammed Cezûlî;

-Acabâ, bu kerâmete ne sebeple kavuştunuz? diye sorunca, hanımı;

-Resûl-i ekreme salevât-ı şerîfe okumayı hiç bırakmadım. Nîmete bu yüzden kavuştum,dedi.

Muhammed Cezûlî;

-Devâm ettiğiniz bu salevât-ı şerîfe hangisidir? diye suâl etti.

Hanımı cevap vermedi. Isrâr edince;

-Bu gece istihâre edeyim, izin olursa, cevap veririm, dedi.

Sabahleyin hanımı;

-Açıkça söyleyeyim, haber vermeye izin yoktur. Ancak salevât-ı şerîfeleri topla, onların içinde varsa, "Vardır" diye haber veririm." dedi.

Bunun üzerine Muhammed Cezûlî, birçok kitaplarda bulunan salevât-ı şerîfeleri topladı ve bir kitap yazdı. Hanımına, yazdığı bu kitabı okuduğu zaman, hanımı; "İçinde birkaç yerde vardır." dedikten sonra;

"Bu kitabı okumaya devâm edenin, Allahü teâlânın rahmetine kavuşacağında şüphe yoktur." dedi.

Muhammed Cezûlî bu eserine; Hayırlara deliller ve nûrların doğuşu mânâsına gelen Delâil-ül-Hayrât ve Meşârık-ul-Envâr ismini verdi.


 
ALLAH RIZASI
Cüneyd-i Bağdadi, birisi ona gelir sorar:
-İhlâsı kimden öğrendiniz?

-Mekke-i Mükerreme'de harçlıksız kalmıştım. Basra'dan para bekliyordum ama gelmemişti. Saçım sakalım çok uzamıştı. Bir berbere girdim.

- Peşin peşin söyliyeyim param yok, dedim,

- Allah rızası için saçlarımı düzeltebilir misin?

Berber o anda mevki sahibi birini traş etmekteydi. Onu bırakıp bana başladı. Adam itiraz etti.

Berber:

- Kusura bakmayınız efendim. Sizi ücreti mukabilinde traş ediyorum. Ama bu genç Allah rızası için istedi, dedi.

Berber dahasını da yaptı, bana harçlık verdi. Aradan birkaç gün geçti, beklediğim para geldi. Ona bir kese altın götürdüm.

- Asla alamam. İnan Allah'ın rızası daha değerli, dedi.
 
Nemrut, hazırlattığı devasa odun yığınında Hz. İbrahim’i (a.s.) ateşe attırır; tam o sırada minnacık bir serçe belirir, ateşin üstünde gagasındaki bir damla suyu alevlerin üzerine bırakır.

Serçeye sorarlar:

“Be hey gafil, bir damlacık su koskoca ateşe ne yapar ki?”

Serçe cevap verir:

“Bir şey yapmayacağını ben de biliyorum ama hiç değilse tarafım bilinsin istedim.”
 
Hz. Davut (a.s.) bir gün dedi ki;

Ya Rabbi! Üzerimdeki nimetlerin en düşüğünü bana bildir.

Allah-u Teâlâ vahyetti.

Ey Davut nefes al! Davut (a.s.) nefes aldı. Cenab-ı Hakk;

İşte! buyurdu, sana verdiğim nimetlerin en küçüğü.
 
Müminlerin emiri Hz. Ömer (r.a.): ‘’Nefsin arzularına gem vurun. Çünkü nefsani arzular, insanı şerrin en kötüsüne götüren bir kılavuzdur. Hakikat nefse ağır ve acı, yanlış olan ise hafif ve hoş gelir. Ayrıca günahları terk etmek, işlenen günahlara tövbe etmekten daha kolaydır.’’ diye buyurmuştur.
 
Abdülkadir Geylani Hazretlerinin oğluna hitabı:

“Ey oğul, bir eline dünyayı, öbür eline ahireti al. İkisini yan yana getir. Bir yere yerleştir. Aralarından çık, Mevla’na yönel!
 
Câbir bin Abdullâh (r.a) anlatıyor:
Rasûlullâh (s.a.v) buyurdular ki:
“Hazret-i Dâvûd’un oğlu Süleyman (a.s)’ın annesi, oğlu Süleyman’a:
“Yavrucuğum! Geceleyin fazla uyuma! Zîrâ geceleyin fazla uyku, kişiyi kıyâmet günü fakir bırakır.” demiştir.”
 
Selçuklu Sultanlarından biri Mevlânâ'yı ziyaret etmek istemiş. Bu ziyaretini gerçekleştirdiğinde ona, saltanatları arasında ne gibi bir farkın olduğunu sormuş.

Hz. Mevlânâ söz konusu soruya şu cevabı vermiş:
"Senin saltanatın gözlerin açık olduğu müddetçe vardır. Oysa benim saltanatım, gözlerimi kapadığımda başlar."
 
Mevlana hazretleri karşılaştığı bir papaza sorar:

“Sen mi büyüksün, sakalın mı?” Papaz cevap verir:

“Ben sakalımdan yirmi yaş daha büyüğüm.”

Bunun üzerine Mevlana, “yirmi yaş senden küçük olan sakalın ağarmış da sen hala karanlıklar içindesin. Yazık değil mi? diyerek muhatabına şefkatiyle derinden tesir eder ve bu kısa sohbet papazın Müslüman olmasıyla neticelenir.
 
ESAS AKIL
Bir akıl hastanesini ziyareti sırasında, adamın biri sorar:
"Bir insanın akıl hastanesine yatıp yatmayacağını nasıl belirliyorsunuz?"
Doktor, "Bir küveti su ile dolduruyoruz. Sonra hastaya üç şey veriyoruz. Bir kaşık, bir fincan, ve bir kova. Sonra da kişiye küveti nasıl boşaltmayı tercih ettiğini soruyoruz. Siz ne yapardınız?", der.
Adam, "Ooo! Anladım. Normal bir insan kovayı tercih eder. Çünkü kova, kaşık ve fincandan büyük."
"Hayır," der doktor, "normal bir insan küvetin tıpasını çeker."
Ders: Akıl, sadece bize sunulanlar dışında çözüm bulmaktır.
 
ÖLÜMDEN KAÇIŞ

Hayvanlarla konuşabilen ve rüzgara, maddeye hakim olabilme yeteneği ile donanmış Peygamber, Hazret-i Süleyman, bir gün Kudüs’te, çadırında arkadaşları ile oturup sohbet ederken, içeriye bir adam girer. O mecliste oturan bir kişiye dikkat ve hayretle bakarak çıkıp gider.

Şaşıran adam, Hazret-i Süleyman’a sorar:

– Bu adam kimdi?

Peygamber cevap verir:

– Azrail’di.

Bu cevabı alan adam müthiş bir paniğe kapılır ve Hazret-i Süleyman’a yalvarır:

– Ya Süleyman, Azrail bana çok tuhaf baktı. Ne olur beni buradan kaçır. Uzaklara gönder.

Arkadaşının ricasını kırmaz gül yüzlü Peygamber. Rüzgar emrindedir ya bindirir rüzgara ve gönderir Hindistan’a. Adam ertesi gün Hindistan’da birden karşısında, bir gece evvelinden gördüğü ve artık tanıdığı Azrail’e rastlar. Başına geleceği anlar ve konuşur:

– Anladım, benim canımı almaya geldin. Yalnız bir sorum var, ona cevap ver öyle al canımı, der. Dün beni Süleyman’ın çadırında görünce neden yüzüme hayretle baktın?

Azrail cevap verir:

– Ben dün senin canını, ertesi gün Hindistan’da almak emir almıştım. Seni Kudüs’te Süleyman’ın çadırında oturur görünce, ‘Bu adam bir günde Hindistan’a nasıl gidecek?’ diye hayret ettim der.

Kıssadan hisse, size tayin edilen vakitten kurtulup daha fazla yaşamanız mümkün değildir.

Ecelden kaçılmaz. Ve ecel, bir gün mutlaka başımıza geleceğine göre ha bugün ha yarın, ne fark eder?
 
İSTANBUL FETHEDİLDİ “ALLAH BİZE FETHİ MÜYESSER EYLEDİ (NASÎB ETTİ)..”
İstanbul fethedildi…
Günlerden Cuma…
Fatih Sultan Mehmed Han, Cuma Namazı kıldırarak hâkimiyetini ilân edecek.
Tekbir alıyor.
Bütün ordu arkasında!
Herkes ulvî bir sesle tekbir alıp, ellerini bağlıyor.
Mehmed, birden selâm veriyor. Sonra bir daha tekbir alıyor. 300 bin kişi bir daha tekbir alıyor!
Sultan, sonra yine selâm veriyor; tekrar tekbir alıp, üç tekbir de namazı kıldırıyor.

Hocası Ak Şemseddin, namazdan sonra talebesi olan Sultan’a:
-“Yazıklar olsun sana! İstanbul’u fethettim diye kibre kapılıp, namazı 3 kere de kıldırırsın!” diyor.

Fatih’in gözleri yaşlı…
Dönüyor hocasına, diyor ki:
-“Hocam eğer bu sitemin olmasa idi, söylemeyecektim. ‘Birinci tekbir de aklıma bir şey girdi. Bu kilisenin yönü Kıble değil, selâm verdim. Sonraki tekbir de yine evham geldi, tekrar selâm verdim; üçüncü tekbiri alırken, Kâbe bütün ihtişamı ile önümde belirdi! Rahatladım ve namazı kıldırdım’…”

Bunun üzerine Ak Şemseddin de Fâtih Mehmed’e şunları söylüyor:
-“Bende, sen bunu anlatmasa idin, asla anlatmaz idim. ‘Sen birinci tekbiri alınca: Eyvah! Buranın yönü Kıble değil; yetiş Allah’ım imdâda!” dedim, sen selâm verdin. İkinci tekbir de yine Allah’a yalvardım, sen selâm verince rahatladım. Sen üçüncü defa tekbir alır iken, Hızır (aleyhisselam) geldi, parmağını Camii’nin duvarına sokup Kıbleye çevirdi ve dedi ki:

“Allah bize fethi müyesser eyledi (nasîb etti)..”
 
HZ. MUSA (A.S.)’IN CENNETTEKİ KOMŞUSU
Hazreti Musa:

— Ya Rabbi! Bana Cennetteki komşumu bildir, diye ilticada bulunmuştu.

Hak Teâlâ Musa Aleyhisselâma:

— Falan yere git! Senin komşun falan yerdeki kasaptır, diye talimatta bulundu.

Hazreti Musa tarif edilen yere gitti, kasabı buldu ve evine misafir oldu.

Kasap akşam eve gelirken yanında bir miktar et getirmişti. Eve geldikleri zaman misafirden izin istedi ve onları pişirdi, bir zembil içinde tavanda asılı olan annesini indirdi, altını kuruladı ve eti parçalara bölerek onun ağzına vermeye başladı. Musa Aleyhisselâm Cennet komşusunun kim olduğunu öğrenmeye başlamıştı, sinek vızıltısı gibi bir sesin geldiğini farkedip:

— Ne diyor? diye sordu.

Kasap annesini yerine astıktan sonra misafire:

— Bu benim annemdir. Ben bunu senelerden beri bu şekilde yedirir, içirir ve bütün ihtiyaçlarını temin ederim. O da bana her zaman: «Oğlum Allah seni Cennette Musa (a.s.)’ya komşu eylesin», diye duâ eder, dedi.

O zamana kadar kendisinin kim olduğunu gizleyen Musa Peygamber, kendisinin Musa (a.s.) olduğunu söyledi ve Cennet komşusunu müjdeledi.

 
HZ. MUSA (A.S.)’IN CENNETTEKİ KOMŞUSU
Hazreti Musa:

— Ya Rabbi! Bana Cennetteki komşumu bildir, diye ilticada bulunmuştu.

Hak Teâlâ Musa Aleyhisselâma:

— Falan yere git! Senin komşun falan yerdeki kasaptır, diye talimatta bulundu.

Hazreti Musa tarif edilen yere gitti, kasabı buldu ve evine misafir oldu.

Kasap akşam eve gelirken yanında bir miktar et getirmişti. Eve geldikleri zaman misafirden izin istedi ve onları pişirdi, bir zembil içinde tavanda asılı olan annesini indirdi, altını kuruladı ve eti parçalara bölerek onun ağzına vermeye başladı. Musa Aleyhisselâm Cennet komşusunun kim olduğunu öğrenmeye başlamıştı, sinek vızıltısı gibi bir sesin geldiğini farkedip:

— Ne diyor? diye sordu.

Kasap annesini yerine astıktan sonra misafire:

— Bu benim annemdir. Ben bunu senelerden beri bu şekilde yedirir, içirir ve bütün ihtiyaçlarını temin ederim. O da bana her zaman: «Oğlum Allah seni Cennette Musa (a.s.)’ya komşu eylesin», diye duâ eder, dedi.

O zamana kadar kendisinin kim olduğunu gizleyen Musa Peygamber, kendisinin Musa (a.s.) olduğunu söyledi ve Cennet komşusunu müjdeledi.

bu hikayeyi herkes okusun ama biz insanlarda o kadar sabır olmuyor ne yazık ki kendimde de
 
HZ.İSA ALEYHİSSELÂM’IN HİÇBİR DÜNYA MALI YOKTUR
Cenab-ı Allah İsa aleyhisselâm’ı fakirlere bir numune olarak göndermiştir. Çünkü İsa aleyhisselâm’ın hiçbir dünya malı yoktur. Fakirliğinden dolayı Allah’a ibadet edemediğini söyleyenler İsapeygamberden ibret almalıdırlar.

İsa aleyhisselâm, bir gün bir adamın parmakları ile sakalını hilâlladığını gördü. O zamana kadar kullanmakta olduğu tarağını o zata vererek kendisi ondan sonra tarak kullanmadı. Yine bir gün bir adamın avucu ile su içtiğini gördü, «Demek ki, benden de fakir kimse varmış» diyerek daima yanında bulundurduğu su tasını o adama vererek ondan sonra su içmek için ellerini kullandı. Bir başka seferinde ise, başını bir taşın üzerine koymuş öyle uyumak istiyordu. Şeytan-ı aleyhilla’ne:

— Ya İsa! Bakıyorum da canının kıymetini ne de iyi biliyorsun, dedi. Bunun üzerine İsa aleyhisselâm başının altından taşı da attı ve öyle uyudu.
 
ZALİM PADİŞAH’IN ÖLÜMÜNE SEVİNEN AZRAİL
Cenab-ı Hak, Azrail (a.s);

-”Ya Azrail!. Bir kimsenin ruhunu alırken hiç üzüldüğün oldu mu? diye sormuş.

Azrail de edeple :

-” Ya Rabbi her şey Sana malum…Yalnız bir kulunun ruhunu alırken çok üzüldüm. Oda bir gemi dalgalar arasında parçalanıp batmıştı. Fakat o gemide kundakta bir bebek vardı.

Anasının ölümü emrolunmuştu, bebeğin annesinin ruhunu alırken çok üzüldüm.

Sonra o bebek bir tahta parçasını üzerinde karaya çıkarak kurtuldu ve öksüz kaldı dedi.

Bu sefer Hak Teala:”Sevinerek ruhunu aldığın bir kimse hatırlıyor musun? diye sual ettiğinde Azrail(a.s)

-Evet Ya Rab!Zalim bir hükümdar vardı. Halk ondan bizar kalmıştı. İşte o zalim sultanın ruhunu kabzederken de sevindim, dedi.

Allah(celle celalühu):

-”Kim olduğunu hatırlıyor musun,o zalim padişahın?

Azrail(a.s):

-”Hayır hatırlamıyorum Ya Rab! deyince,

Cenab-ı Hak şöyle buyurdu:

-”Hani o anasının canını üzülerek aldığın bebek var ya, işte o bebek büyünce o zalim padişah olmuştu!
 
HIZIR VE GELİN
1930’lu yıllar. Rize. Anzer, halkın kendi tabiri ile Ancer. Dünyaca balı ile meşhur olan Ancer. Binlerce poleni ve şifayı içinde barındıran balıyla meşhur Ancer. Yaylacılık yapan Ancerlilerin bir kısmı aşağıya Rize’ye şehre inmemiş, kışlamışlar. Yazdan yığdıkları otlarıyla, mallarını kışdan çıkarıp, bahara eriştirmenin çabası içindeler. Evet hepsinin mal tabir ettiği koyunları, sığırları var, tek tük birkaç tanesinin de kara kovanı var. Şifa niyetine ilaç niyetine küçük bir kavanozu dolduracak kadar balları olurdu çoğunun. O da kış bitmeden tükenir giderdi.

Meryem. Lezgilerin kızı Meryem. Yeni gelin, beyini gurbete Samsun’a göndermiş. O da o kış yaylada kışlamış. Sabaha kadar kar yağmıştır. Tam kürekle yolu açayım deyip, kapıya yönelmekte iken, kapısı çalınır. Kapıyı açar. İhtiyar bir adam selam verir ve:

- Kızım, ben Aşağı Ancerdenim, gelinim aş eriyor, canı bal çekti, Allah rızası için, bir iki kaşık bal verir misin?

Meryem gelin düşünmez bile, Allah rızası değil mi der, dibinde üç dört kaşık bal kalmış olan kavonozu getirir, onun da yarısını ihtiyara verir.

İhtiyar:

- Allah razı olsun kızım, artsın eksilmesin, der.

Meryem, kavanozu koymak için geri döner. Kavanozun ağzını kapatayım derken birde ne görsün, kavanoz ağzına kadar bal ile dolu. Meseleyi anlar, kapıya koşar, kar ile dolu yaylanın uçsuzluklarına bakar. Ne bir insan vardır ne de kar da bir iz. Gelen Hızır’dır.

Aradan üç dört ay geçer, her gün bal yediği halde kavanoz her seferinde ağzına kadar bal ile doludur. Sırrını hiç kimseye açmaz. Yaza doğru beyi gurbetten gelir. Beyine her öğün bal verir. Bal bitmez, hem Ancer balı olacak, bütün kış kalacak birde her öğün kaşık kaşık yenecek, bal bitmeyecek. Beyini merak sarar, sorar, cevap alamaz. Beyi en sonunda:

- Ne olur beni seviyorsan söyle ne oluyor. Bunda bir iş var.

Meryem dayanamaz ve ağzı kapalı kavonozu da alır ve olayı anlatır. Kavanozu açıp işte bak ağzına kadar dolu demek istediğinde bir de ne görsün?

Kavonozun dibinde iki kaşık bal kalmış
 
YALNIZ ALLAH BİLSİN
Büyüklerden bir zat, ahaliden para toplamak istedi, düşmana karşı tedbir almak, bazı mevkileri tamir ve tahkim için… Halk bu parayı vermedi. o büyük zat, bundan mahzun oldu ve ağladı. Geceleyin, yatsı namazından sonra birdenbire bir adam peydahlandı ve o büyük zatın önüne bir kese içinde iki bin akçe bıraktı ve dedi.

- Bu parayı dilediğiniz işe sarfediniz!…

Bu meçhul insan, ebu Amr… O büyük zat parayı kabul ve ona iyi dualar etti.

Sabahleyin o büyük zat, dostlarından ve yakınlarından ibaret bir kjalabalık topladı, keseyi meydana çıkardı ve sevinç içinde:

- Biz, dedi; Ebu Amr hakkında çok ümide düştük. dün gece bana, müslümanların kendilerini düşmana karşı müdafaa etmeleri için iki bin akçe getirdi. Allah iyiliğin karşılığını versin.

Birdenbire Ebu Amr’ın kalabalık içinde doğrulduğu görüldü. Ebu Amr haykırdı:

- Dün gece size verdiğim para anneme aitti. Annem paranın bu işe sarfolunmasına razı değildir. Lütfen bana iade ediniz ki, ben de kendisne vereyim!…

Büyük zat hemen elini keseye atıp Ebu Amr’a uzattı. Ebu amr keseyi aldı, uzaklaştı.

Yine akşam, gece, yatsı namazından sonra… O büyük zat odasında bire köşeye çekilmiş düşüncede… Yine Ebu amr birdenbire peydahlanıyor… Yine elinde aynı kese ve kesenin içinde iki bin akçe… Ebu amr parayı o büyük zatın önüne koyuyor ve fısıldıyor:

- Parayı getiriyorum ve sizden tek bir şey rica ediyorum: Bu parayı o türlü sarfediniz ki, ikimizden başka kimse birşey bilmesin… Onun nereden geldiğini yalnız Allah bilsin….
 
X