OTUZ YIL ÖNCE GEL!!!
SEN Mİ GEÇ KALDIN,
BEN Mİ ACELE DAVRANDIM?
ŞİMDİ GİT…
OTUZ YIL ÖNCE GEL!
Öylesine, sıradan, rast gele, ama en sıcak gün. Seni beklemenin çalkantısı belki bir başlangıç, belki ertelenmiş düşlere uyanmaktı. Yaşamaktı, yaşanamamışlıkları.
Geç de olsa, yanlış da olsa, hata da olsa yaşamaktı!
Ama o gün değil, hemen değil. Ölçülmeli, tartılmalıydı önce. Uygunsa... Ondan da öte, prensipler çiğnenerek, değerler yakıp yıkılarak, onur kırılarak, aşağılanarak belki de!
Kararlı ve tutarlı davranılacaktı bu kez. Her şey göze alınacak, umursanmayacaktı hiçbir şey. Hepsinden de önemlisi, pişman olunmayacaktı, keşke denmeyecekti asla.
Bir kez. İlk olduğu muhakkak. Son mu? Bilinmez!..
Her şey göze alındı. Kararlılıkla çıkıldı yola. Ardından yıllardır yalnızlıkla paylaşılan odaya…
Cahit Sıtkı’dan güçlü istedi ikinci kadehte ilk sevgiliyi. Ve geldi! Hiç beklenmedik bir anda. İlk sevgili değildi gerçi, ama ilk gibi ilginç, ilk gibi beklenmedik. Onun sesiyle, onun yaşıyla.
Yaşanılacak yarım kalan sevgiye, geciken sevgiliye kadeh kaldırılırken indi balyoz masanın tam orta yerine. Ömrün sonbaharının yaşandığını haykırıyordu, sahneden yankılanan ses.
Oysaki öbür kadehi tutan eller, henüz ilkbahar çiçekleri dermekteydi. Artta bırakılanlar onun önündeydi.
Alev alev buz kesti bedeni. Tabakta balık dondu beyniyle aynı anda. Kadehteki rakının alazından, yüreği yandı yüzünden önce. Söylenmese, ağladığını bile fark etmedi.
Ayaklar altında çıtırdayan güz yapraklarına filiz vermek, hayat vermek...
Umut!.. Sahte!.. Gelgeç!..
Görmezden gelindi. Yok var sayıldı gerçeğe inat. Bahar yaşanacaktı zamana inat.
Hançer oldu, kurşun oldu, zıpkın oldu, yumruk oldu zaman, yürekle beyne aynı anda hedef alarak. İsyan etti yürek. Bedense avaz avaz. Yürek acıdı önce, bedense ardından.
Olmadı, olamadı! Utandı! Önce ondan, sonra kendinden. Yakıştıramadı da sonunda.
Tam teslim alırken özlemler alev alev, volkan volkan, dört bir yandan kurşunlar yağdırdı gerçeğin acımasız silahları. Olmadı, olamadı!..
Ve hiç tereddütsüz, iyice inanıldı ki, insan neyse o. Ne kadar uğraşırsa uğraşsın, olmuyor, yırtamıyor büründüğü gömleği, yıkamıyor özenle ördüğü duvarları; değişemiyor kısası! Zaman zaman ufak da olsa, değişimler yaşar gibi olsa da, olmadığını olamayacağını görüyor her defasında.
Daha öncekiler, teşebbüsten öte gidemedi. Kiminde bir adım, kiminde o tek bir adımı bile atamadan donup kalmak. Ya da daha geri gitmekle sonuçlandı hep.
Bu defa başkaydı. İlk kez, kararlı bir adım, ardından koşar adım...
Olmuyor! Olamıyordu! Olmadı işte!
Kusura bakma güzel yürekli genç adam.
Şimdi git. Otuz yıl önce gel!
Ama mutlaka gel. Çünkü beklenen sendin!
Hoş geldin.
Lâkin…
Çok geç geldin be güzelim!..
ÇOK GEÇ GELDİN!..
(Perihan Alkan)