Oslo, çözüm süreci ve hepimizin bilmesi gerekenler

katikula

Guru
Kayıtlı Üye
15 Eylül 2008
34.741
12.324
  • Oslo, çözüm süreci ve hepimizin bilmesi gerekenler
ezgi_basaran_200x200.jpg

EZGİ
BAŞARAN




Bugün kan gövdeyi götürüyor. Siyasi retorik tamamiyle değişti. Düşmanlığın dili en tepedeki yöneticilerin esnafa, konu komşuya kadar yayıldı. Halbuki 1 yıl önce böyle miydi? Değildi. Çözüm sürecine halkın yüzde 70’i destek çıkıyordu. Ne Öcalan ile ne de Kandil ile iletişim kuruluyor diye kıyamet kopmamıştı. CHP ve hatta MHP bile –biraz da pek bir etkinliği olmadığından- ortamı kızıştırmıyordu.

Demek ki: Bugün tamamen başka bir dünyanın iklimini yaşıyor olmamızın Türkiye halkıyla bir ilgisi yok. Türkiye halkı bunu istemedi.Savaş istemedi. Çatışma istemedi ve kendisini yönetenlere ciddi bir kredi açtı. O kredi heba edildi. Yazıklar olsun.

Ama tabii diz dövmenin faydası görülmemiştir. Çalışmaya devam etmeliyiz. Bana göre bugünkü şiddet sarmalından çıkmanın en temel yolu çözüm sürecinin neden çöktüğünü enine boyuna anlamaktan geçiyor. Devlet ile PKK/Öcalan arasında kurulan müzakere/diyalog dinamiği nerede, neden kopuyor?

Çözüm süreci kronolojisini defalarca yazdım, birçok kişi yazdı. Bu kez biraz daha geriye gidelim, istiyorum. Ses kaydının Cemaat tarafından, görüşmeleri dinamitlemek için sızdırıldığına artık şüphe duymadığım Oslo görüşmelerine bakalım.

**

Temel bilgileri gözden geçirelim:

Hem kamuya açık hem de kendi kaynaklarımdan aldığım bilgilere göre Oslo heyeti, dünyadaki kriz çözümleri konusunda uzman bir İngiliz, bir Norveçli ve bir İsveçli’den oluşuyordu. 2008 yılında hem devlet tarafıyla hem de Kandil ile görüşmeye başladı bu heyet. Ardından da tarafları Oslo’da bir araya getirdi. Devlet tarafında işin yöneticisi dönemin MİT müsteşarı Emre Taner ve yardımcısı Afet Güneş idi. Hakan Fidan da bir noktadan sonra hem müsteşar yardımcısı hem de kendi deyimiyle ‘Başbakan’ın (Erdoğan’ın) özel temsilcisi’ olarak görüşmelerde yer aldı. Kandil kanadını Sabri Ok, Adem Uzun, Mustafa Karasu ve Zübeyir Aydar temsil ediyordu. İşte bu bir araya gelişlerden birinin ses kaydı –ki söz konusu kaydın MİT tarafından yapıldığı ama MİT içindeki Cemaat odakları tarafından sızdırıldığı tahmin ediliyor- ortak bir dil ve anlayışın tutturulduğunu gösteriyordu.

Oslo heyetinin yetkilisi o kayıtta şöyle bir girizgah yapıyordu: “Biz iki tarafa da öneride bulunduk, mini bir paket tarzında. Newroz’a doğru iki tarafta da güvenin tekrar tesis edilmesi için bir öneriydi bu. Bu bizim fikrimizde. Ne Türk tarafından ne de Kürt tarafından olumlu yönde herhangi bir teklif aldık. (…) Bu süreç devlet ve PKK arasında müzakereyle sonuçlanmayacaksa eğer bu kadar zorluğa ne gerek var?”

Hakan Fidan, Sabri Ok, Afet Güneş, Mustafa Karasu arasında geçen diyalogların ardından yine aynı yetkili toplantıyı şu sözlerle bitirmişti: “Güzel, evet, her iki tarafı da tebrik etmek istiyorum sürecin bu yönünde trafik ışıkları yeşile dönmüş gibi görünüyor ve her iki tarafında bu eylemsizlik sürecine devam edilmesi gerektiğini düşünmesi bizleri mutlu etti çünkü olumlu bir siyasi müzakere yapmak için bir alan bir zemin teşkil edecek.”

Bu görüşmenin ardından Oslo Heyeti Kandil ve Ankara arasında bir çok kez gel-git yaptı. Süreç 2011 seçimlerine kadar sürdü. Bir protokol hazırlandı ve devletin onaylaması için Ankara’ya götürüldü.

Şimdi bunları aklınızda tutun. Sizi bu bilgilerle o dönemin İmralı’sına götüreceğim.

**

Mezopotamya Yayınları’ndan çıkan ve geçtiğimiz hafta kritik bölümlerini sizlerle paylaştığım İmralı Notları kitabınagöre HDP heyeti, Kamu Güvenliği Müsteşarı ve Öcalan arasında 9 Ocak 2015’te şöyle bir diyalog geçiyor:

Kamu Güvenliği Müsteşarı (KGM): Kandil bu telsiz tiyatrosuna bir son vermelidir. Biz de çocuk değiliz. Telsizle bizim duyacağımız şekilde ‘Yapmayın’ diyorlar. Ama alttan da haber gönderip Cizre’deki gençlere, çocuklara ‘Yapın’ diye talimat veriyorlar. Herkesin bu konuda samimi olması gerekir.

Öcalan: İşte bunun için PKK ile iletişim kanalı önemli diyorum. Müzakerelere bu temelde dokuz kanal açılmak zorunda. Siz de, Kandil de yoğunlaşamıyorsunuz, aynı durumdasınız. Ben yirmi bir sayfalık ilk mektubumda çoğu şeyi ifade etmiştim. Üç protokolden bahsettiğim mektuptur. Dokuz iletişim kanalından biri bile açılmadı. Biri açılsaydı her şey bitebilirdi.

KGM: Bu konuda siz de haksızlık yapıyorsunuz. Siz buradan örgütü yönetiyorsunuz. Buna müsaade ediyoruz. Heyetlerin geliş gidiş imkanlarını da sağlıyoruz. Bunlar hiç yokmuş gibi değerlendiriyorsunuz.

Öcalan: Ben neler olup bittiğini çok iyi görüyorum. Ben enayi değilim. Burada da Oslo’da da Sabri (Ok) ile Zübeyir’in (Aydar) yazdığı bir mektup vardı. O mektubu imzalayarak girdim bu işin içine. Bazen düşünüyorum. O dönem çok saf davranmışım. O dönem o kadar safım ki, benden mektubu alıp okuduğuma dair bir imza istediler. Ben de alıp imzaladım. 2008’in sonu ya da 2009’un başlangıcıydı. Kendimi öylece bu sürecin içine koydum. Ama arkadaşlarım beni yeterince anlamıyorlar. Çocukken benim tarzımla ilgili anam da bana kızıyor, hatta bazen dövüyordu. “Sen kendini bu kadar öne atınca yalnız kalır, zarar görürsün” diyordu. Şimdi düşününce anamın ta o dönemde ne kadar doğru düşündüğünü fark ediyorum.

**

Buraya kadar Oslo görüşmelerinin müzakere sistematiği açısından çok doğru ilerlediğini görüyoruz:

Ortada kriz çözümlerinde deneyimli bir arabulucu ekip var. Kandil ile MİT yüzyüze tartışıp konuşabiliyor. Müzakerede somut bir aşama kaydedildiğinde ise Öcalan’a onay vermesi için götürülüyor. Dünyadaki tüm başarılı örnekler böyle ilerleyip sonuca ulaşmış.

Bakınız çok önemli bir detay: Oslo sürecinin devam ettiği dönemde Cemil Bayık, 1 Haziran 2010’da ANF’ye bir röportaj veriyor ve aynen şöyle diyor: “Silahlı dönemin sonuna geldik.”

Neyin üstüne diyor?

Oslo görüşmelerinde alınan yol, örgütün Avrupa kanadı tarafından Kandil’e iletiliyor ve son tarih olarak 30 Mayıs 2010 verilen ateşkes Bayık’ın bu demeciyle uzatılıyor.

Peki bu kadar ilerlemiş olmasına rağmen Oslo süreci neden nihayete ulaşmadı?

Tam ulaşıyordu ki, 14 Temmuz 2011’de Silvan’a PKK ile ordu güçleri son derece tuhaf bir şekilde karşılaştı ve 13 asker feci biçimde can verdi. PKK bu ‘bu karşılaşmayı’ her zaman bir ‘komplo’, ‘çözüm sürecine saldırı’ olarak yorumladı. Hatta Murat Karayılan son çözüm sürecinde de böyle bir provokatif eylem yapılabileceğine dair Eylül 2013’te şöyle uyarmıştı: “Karadeniz'den, Amanos'lardan kimsenin beklemediği bir şekilde güçlerimizi çektik. Kimsenin bizden beklemediği adımları attık. Ancak, bundan sonra PKK'nın atacağı adım kalmadı. 'Bundan sonra ne olacak?’ sorusuna AKP cevap verecektir. Bizi suçlamak için 2011'deki Silvan saldırısı gibi bir saldırının altyapısı hazırlanıyor.”

Silvan saldırısının üstünden 4 gün geçmişti ki Temmuz 2011’de İran PJAK hareketliliğini öne sürerek Kandil’e saldırdı. Kandil İran’ın bu saldırısının ardında Türkiye olduğunu düşündü.

Ve böylelikle Oslo süreci akamete uğradı.

Hem de çözüme çok yaklaşmışken…

Son çözüm süreci tutanaklarını incelerken de Oslo sürecinin detayları arasında dolaşırken de kaçırılan fırsatları ve taraflar arasındaki çözüm iradesini net biçimde görüyorum. Fakat sonuca bir türlü ulaşılamıyor. Bu çok acı. Ama bir yandan da masanın her an yeniden kurulma ihtimalini düşündürüyor ki, bu da biraz umut veriyor.


http://www.radikal.com.tr/yazarlar/...reci-ve-hepimizin-bilmesi-gerekenler-1507850&
 
X