- 12 Temmuz 2006
- 35.026
- 30.401
- 60
1934 yılı Eylül sonlarının berrak bir gecesiydi.
Kuvvetli ayın altında bembeyaz pamuk tarlaları göz
alabildiğine uzanıyor, köyleri şehre bağlıyan tozlu yollarda
kütlü denilen, tohumlu pamuk hararları yüklü Doçlar,
Şevroleler, Fordlar, yağsız tekerleklerinin gıcırtısı aydınlık
geceyi dolduran öküz, camız arabaları, İnegöl çift atlıları,
yüklü deve dizileri şehre akıyordu.
Deveci Çopur Halil, dokuz deveyi çekmekte olan eşeğinden
yere atladı, kara donunun cebinden Serkdoryan
cıgara paketini çıkardı, bir cıgara yaktıktan sonra çöpü
baş ve şahadet parmaklariyle kırıp fırlattı.
Testekerlek ay ta yukardaydı.
YoI boyunca uzanan meşeliğin hemen gerisinde tok
bir çakal, hazdan gerilmiş sırtıyla yumuşak toprakta debelenmekte,
arada şehvete gelerek, ince ve bembeyaz
dişleriyle ava doğru pavlamaktaydı.
Çakal tekrar pavlayınca, uzaklarda bir köpek gürler
gibi sesiyle havlamağa başladı. Bunun üzerine sağdan
soldan, inceli kalınlı köpek sesleri çoğaldı. Çakal safi
kulak kesilmişti. Böcek çıtırtıları yüklü geceyi huzursuzlukla
dinledi.
Tam bu sırada esen nemli bir rüzgar Deveci Halil'i
içten içe titretmişti ki, karşıda, ta karşıdaki kalabalık meşeliğin
hemen gerisinden kalkan dört insan karaltısına
dikkat etti. Karaltılardan üçü ayrı yönlerde kaybolurken,
dördüncü karaltı yola indi, bir cıgara yaktı.
Şehir uzaklarda bir çizgi, ışıktan bir çizgi gibi gözükmekteydi.
Klevand pamuğunun devşirildiği bu mevsimde tarlalar
insan dolu olduğu için, Deveci Halil aldırış etmediyse
de, geçenlerde şehrin burnunun dibinde çevrilip soyulan
otomobili hatırlayarak, eli kara donunun sağ cebindeki
parlak demirli sustalısına gitti.
Yolun kenarındaki adamın hizasına gelince:
- Selamünaleyküm! dedi.
Kasketi ensesine yıkılı adamın yüzü pek belli olmuyordu.
Makinist kılıklı, uzun boylu, zayıf biri.
- Aleykümselam, Halil ağa!
Cevabını verince, Deveci Halil durdu, eğildi, adamın
yüzünü görmeğe çalıştı.
Beriki:
- Ne o dedi, tanıyamadın mı ne?
Sivri çeneli, uzunca bir yüzdü.
Sesten alan Deveci Halil:
- Vay, dedi. İzzet ustaymış! Ben de belledim ki...
Beriki güldü:
- Ne belledin? Eşkiya mı?
- Olur olur...
- Olsa napardın?
Parlak demirli sustalısını şakırtıyla açan Deveci Halil:
- Habibini şaşırırdım! dedi.
Gülüştüler.
Deveci Halil:
- Bu saatta buralarda ne arıyon? diye sordu.
- Hiç.. Şu karşı çiftliğin bozuk Hanomağını tamir
ettim, piston rektifiyesi..
- Niye? Fabrikadan ayrıldın mı?
Link Silinmiştir.
Kuvvetli ayın altında bembeyaz pamuk tarlaları göz
alabildiğine uzanıyor, köyleri şehre bağlıyan tozlu yollarda
kütlü denilen, tohumlu pamuk hararları yüklü Doçlar,
Şevroleler, Fordlar, yağsız tekerleklerinin gıcırtısı aydınlık
geceyi dolduran öküz, camız arabaları, İnegöl çift atlıları,
yüklü deve dizileri şehre akıyordu.
Deveci Çopur Halil, dokuz deveyi çekmekte olan eşeğinden
yere atladı, kara donunun cebinden Serkdoryan
cıgara paketini çıkardı, bir cıgara yaktıktan sonra çöpü
baş ve şahadet parmaklariyle kırıp fırlattı.
Testekerlek ay ta yukardaydı.
YoI boyunca uzanan meşeliğin hemen gerisinde tok
bir çakal, hazdan gerilmiş sırtıyla yumuşak toprakta debelenmekte,
arada şehvete gelerek, ince ve bembeyaz
dişleriyle ava doğru pavlamaktaydı.
Çakal tekrar pavlayınca, uzaklarda bir köpek gürler
gibi sesiyle havlamağa başladı. Bunun üzerine sağdan
soldan, inceli kalınlı köpek sesleri çoğaldı. Çakal safi
kulak kesilmişti. Böcek çıtırtıları yüklü geceyi huzursuzlukla
dinledi.
Tam bu sırada esen nemli bir rüzgar Deveci Halil'i
içten içe titretmişti ki, karşıda, ta karşıdaki kalabalık meşeliğin
hemen gerisinden kalkan dört insan karaltısına
dikkat etti. Karaltılardan üçü ayrı yönlerde kaybolurken,
dördüncü karaltı yola indi, bir cıgara yaktı.
Şehir uzaklarda bir çizgi, ışıktan bir çizgi gibi gözükmekteydi.
Klevand pamuğunun devşirildiği bu mevsimde tarlalar
insan dolu olduğu için, Deveci Halil aldırış etmediyse
de, geçenlerde şehrin burnunun dibinde çevrilip soyulan
otomobili hatırlayarak, eli kara donunun sağ cebindeki
parlak demirli sustalısına gitti.
Yolun kenarındaki adamın hizasına gelince:
- Selamünaleyküm! dedi.
Kasketi ensesine yıkılı adamın yüzü pek belli olmuyordu.
Makinist kılıklı, uzun boylu, zayıf biri.
- Aleykümselam, Halil ağa!
Cevabını verince, Deveci Halil durdu, eğildi, adamın
yüzünü görmeğe çalıştı.
Beriki:
- Ne o dedi, tanıyamadın mı ne?
Sivri çeneli, uzunca bir yüzdü.
Sesten alan Deveci Halil:
- Vay, dedi. İzzet ustaymış! Ben de belledim ki...
Beriki güldü:
- Ne belledin? Eşkiya mı?
- Olur olur...
- Olsa napardın?
Parlak demirli sustalısını şakırtıyla açan Deveci Halil:
- Habibini şaşırırdım! dedi.
Gülüştüler.
Deveci Halil:
- Bu saatta buralarda ne arıyon? diye sordu.
- Hiç.. Şu karşı çiftliğin bozuk Hanomağını tamir
ettim, piston rektifiyesi..
- Niye? Fabrikadan ayrıldın mı?
Link Silinmiştir.