- 8 Kasım 2014
- 4.973
- 7.240
- 38
-
- Konu Sahibi minnakkelebekim
- #1
Demirtaş ve Erdoğan’ın arasını Cihangir aydınları mı bozdu?
Cemil Bayık HDP’nin Cihangirli marjinallerden uzak durması gerektiğini söylerken ne kastetmişti? Bir sosyal medya geyiği olarak kaldı, çoğumuz, “marjinal”in eşcinsel yerine kullanıldığını düşünerek bunu dağdaki liderlerin homofobisine bağladık, üzerinde durmadık.Oysa bir Cihangir daha var.
Selahattin Demirtaş’ın Cumhurbaşkanlığı kampanyasında HDP, merkez üssünü Cihangir’de entelektüellerin uğrak yeri bir lokanta olarak belledi. Cezayir isimli bu bar-lokanta sahibi Osman Kavala’-nın mekanını partiye bedava açması nedeniyle bütün HDP toplantılarının adresi oldu.Kısıtlı bütçeli küçük bir partinin böyle bir fırsattan yararlanmasında şaşılacak bir şey yok ama kuşkusuz simgesel bir tercihti aynı zamanda.
Cihangir sadece bir semt adı değil; bir kamusal alandan ziyade, homojen bir yarı-aydın tipolojisinin özeti daha çok. Neo-liberal, eski solcu, yetmez ama evet’çi... Bu kodlara daha fazlası eklenebilir ama en büyük özellikleri hep ama hep yanılmış, kitleleri de yanıltmış olmaları.
Selahattin Demirtaş siyasette pırıl pırıl bir figür olarak parladı. Sempatik ve zeki, doğru şeyler söyleyen, güvenilir bir siyasetçi olarak kendini kanıtladı. “Tayyip rüzgarı”ndan sonra siyasetteki ilk fenomen oldu “Selo.”Ve tıpkı ilk dönemin Recep Tayyip Erdoğan’ı gibi o da kendisini ilk olarak Cihangir Cumhuriyeti’nin kucağında buldu. Yılların Cemil Bayık’ı ne demek istiyordu acaba?
Bugün HDP Erdoğan’a karşı muhalefetin en önemli aktörlerinden biri oldu. Demirtaş’ın o kısacık Meclis konuşmasındaki “Seni başkan yaptırmayacağız” sözü anti-Erdoğan cenahının sloganı haline dönüştü.Oysa HDP’den ve Selahattin Demirtaş’tan önce Kürt hareketi yıllarca mücadele ettiği bir davada ilk kez Erdoğan döneminde sonuç almaya başlamıştı. Kürt hareketinin taleplerini en fazla yerine getiren, Kürtçe televizyondan kurslara bu kapıyı açan, hatta “Sayın Öcalan” ifadesini suç olmaktan çıkaran lider Erdoğan oldu.
Daha birkaç sene öncesine kadar Öcalan’ın ev hapsine, iki tabelalı şehirlere, Kürt hareketinin 1984’teki ilk bombadan beri uğruna mücadele ettiği her şeyi elde edebileceği bir sonuca hazırlanıyordu kamuoyu.Sonra yolda birkaç trafik yaşandı: Hiçbir şekilde aydınlanmayan, bir istihbarat zaafı mı yoksa gizli bir büyük oyunun parçası mı olduğunu anlamadığımız Uludere katliamı. Norveç’te PKK’yla devletin yaptığı uzlaşma görüşmelerinin Cemaat tarafından sızdırılıp çözüm sürecinin baltalanması. KCK’ya yönelik yine Cemaat’in orkestra şefliğinde yargı-polis operasyonu.
Pazarlık halindeki iki taraf gidişattan memnun, epey yol alıyordu. Bu durumda bu yol kazalarının tek açıklaması üçüncü bir gücün devreye girip tarihin seyrini değiştirmesi. Eş zamanlı olarak önceleri bütün enerjilerini Erdoğan’ı meşrulaştırmaya adayan Cihangirli yarı aydınların da AKP’yle ve Erdoğan’la yolları ayrıldı. Hatta en tutkulu aşıktan en azılı Erdoğan düşmanlarına dönüşen de onlar oldu. Sebebi AKP İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşçu’nun açıkladığı gibi AKP’nin artık liberallere ihtiyacının kalmamasıydı.
Liberaller kişisel öfkelerini ve Erdoğan’a olan hınçlarını almak için, zaten yıllardır destek verdikleri Kürt hareketiyle fiili işbirliğine girdiler. Selahattin Demirtaş’ın diğer pasif partilerin alternatifi olarak neredeyse ana muhalefet lideri olarak konumlandırılması da aynı döneme denk geliyor. İster istemez merak ediyorum, Erdoğan’dan intikam almak için Kürt hareketi alet mi edildi?
İlginçtir, Cumhurbaşkanlığı’na adaylığı sürecinde HDP’den gelen kulisler hep Demirtaş’ın Abdullah Öcalan’a rağmen aday yapıldığıydı. Öcalan’ın epey itiraz ettiği, sonra taban baskısından dolayı razı olduğunu söyleyen epey insan vardı. Hatırlayın, İmralı’ya giden heyette uzun bir dönem Demirtaş yer almıyordu.
Ne ilginç, çözüm sürecinden yana oldukları iddia eden Cihangir aydınları çözüm sürecini baltalayan MİT kasetini sızdıran Cemaat’in yanında şimdi.
Kürt hareketinin elinde ise koca bir sıfır var. Pazarlık masasından kalktılar, hatta masayı devirdiler.Şimdi sokaklar kan gölü, Türkiye yine bir iç savaşın eşiğine geldi, Kürt düşmanlığı hortladı. Toplumdaki yaygın kanı ise bunun mimarının başkanlık sevdasından vazgeçmeyen gözü dönmüş bir politikacı tarafından başlatıldığı yönünde.
Ben o kadar emin değilim.Erdoğan’ın önünü kesmek Kürt hareketinin asli amacı değildi ki. Dahası, sanki Erdoğan şu anda fiilen başkan değil... Kürt hareketinin Erdoğan’la herhangi bir sorunu hiç olmadı, hatta ondan gayet memnunlardı. Bu rol onlara zorla biçildi, bu rolü oynamak zorunda bırakıldılar, çeşitli oyunlarla bu noktaya itildiler.Bu yaz seçim öncesi yaygın kanı HDP’nin emanet oyları alıp barajı geçerek AKP’yle anlaşacağı yönündeydi. Onlara oy verme potansiyeli bulunan yeni seçmene “Sizi kandıracaklar” uyarıları yapılıyordu. Bütün bu endişeler haksız çıktı. HDP sözünde durdu, kandırmadı. Ama öyle anlaşılıyor ki asıl kandırılan HDP oldu.
http://www.sozcu.com.tr/mobil/home/detay/?post_id=73237&cat_id=12
Cemil Bayık HDP’nin Cihangirli marjinallerden uzak durması gerektiğini söylerken ne kastetmişti? Bir sosyal medya geyiği olarak kaldı, çoğumuz, “marjinal”in eşcinsel yerine kullanıldığını düşünerek bunu dağdaki liderlerin homofobisine bağladık, üzerinde durmadık.Oysa bir Cihangir daha var.
Selahattin Demirtaş’ın Cumhurbaşkanlığı kampanyasında HDP, merkez üssünü Cihangir’de entelektüellerin uğrak yeri bir lokanta olarak belledi. Cezayir isimli bu bar-lokanta sahibi Osman Kavala’-nın mekanını partiye bedava açması nedeniyle bütün HDP toplantılarının adresi oldu.Kısıtlı bütçeli küçük bir partinin böyle bir fırsattan yararlanmasında şaşılacak bir şey yok ama kuşkusuz simgesel bir tercihti aynı zamanda.
Cihangir sadece bir semt adı değil; bir kamusal alandan ziyade, homojen bir yarı-aydın tipolojisinin özeti daha çok. Neo-liberal, eski solcu, yetmez ama evet’çi... Bu kodlara daha fazlası eklenebilir ama en büyük özellikleri hep ama hep yanılmış, kitleleri de yanıltmış olmaları.
Selahattin Demirtaş siyasette pırıl pırıl bir figür olarak parladı. Sempatik ve zeki, doğru şeyler söyleyen, güvenilir bir siyasetçi olarak kendini kanıtladı. “Tayyip rüzgarı”ndan sonra siyasetteki ilk fenomen oldu “Selo.”Ve tıpkı ilk dönemin Recep Tayyip Erdoğan’ı gibi o da kendisini ilk olarak Cihangir Cumhuriyeti’nin kucağında buldu. Yılların Cemil Bayık’ı ne demek istiyordu acaba?
Bugün HDP Erdoğan’a karşı muhalefetin en önemli aktörlerinden biri oldu. Demirtaş’ın o kısacık Meclis konuşmasındaki “Seni başkan yaptırmayacağız” sözü anti-Erdoğan cenahının sloganı haline dönüştü.Oysa HDP’den ve Selahattin Demirtaş’tan önce Kürt hareketi yıllarca mücadele ettiği bir davada ilk kez Erdoğan döneminde sonuç almaya başlamıştı. Kürt hareketinin taleplerini en fazla yerine getiren, Kürtçe televizyondan kurslara bu kapıyı açan, hatta “Sayın Öcalan” ifadesini suç olmaktan çıkaran lider Erdoğan oldu.
Daha birkaç sene öncesine kadar Öcalan’ın ev hapsine, iki tabelalı şehirlere, Kürt hareketinin 1984’teki ilk bombadan beri uğruna mücadele ettiği her şeyi elde edebileceği bir sonuca hazırlanıyordu kamuoyu.Sonra yolda birkaç trafik yaşandı: Hiçbir şekilde aydınlanmayan, bir istihbarat zaafı mı yoksa gizli bir büyük oyunun parçası mı olduğunu anlamadığımız Uludere katliamı. Norveç’te PKK’yla devletin yaptığı uzlaşma görüşmelerinin Cemaat tarafından sızdırılıp çözüm sürecinin baltalanması. KCK’ya yönelik yine Cemaat’in orkestra şefliğinde yargı-polis operasyonu.
Pazarlık halindeki iki taraf gidişattan memnun, epey yol alıyordu. Bu durumda bu yol kazalarının tek açıklaması üçüncü bir gücün devreye girip tarihin seyrini değiştirmesi. Eş zamanlı olarak önceleri bütün enerjilerini Erdoğan’ı meşrulaştırmaya adayan Cihangirli yarı aydınların da AKP’yle ve Erdoğan’la yolları ayrıldı. Hatta en tutkulu aşıktan en azılı Erdoğan düşmanlarına dönüşen de onlar oldu. Sebebi AKP İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşçu’nun açıkladığı gibi AKP’nin artık liberallere ihtiyacının kalmamasıydı.
Liberaller kişisel öfkelerini ve Erdoğan’a olan hınçlarını almak için, zaten yıllardır destek verdikleri Kürt hareketiyle fiili işbirliğine girdiler. Selahattin Demirtaş’ın diğer pasif partilerin alternatifi olarak neredeyse ana muhalefet lideri olarak konumlandırılması da aynı döneme denk geliyor. İster istemez merak ediyorum, Erdoğan’dan intikam almak için Kürt hareketi alet mi edildi?
İlginçtir, Cumhurbaşkanlığı’na adaylığı sürecinde HDP’den gelen kulisler hep Demirtaş’ın Abdullah Öcalan’a rağmen aday yapıldığıydı. Öcalan’ın epey itiraz ettiği, sonra taban baskısından dolayı razı olduğunu söyleyen epey insan vardı. Hatırlayın, İmralı’ya giden heyette uzun bir dönem Demirtaş yer almıyordu.
Ne ilginç, çözüm sürecinden yana oldukları iddia eden Cihangir aydınları çözüm sürecini baltalayan MİT kasetini sızdıran Cemaat’in yanında şimdi.
Kürt hareketinin elinde ise koca bir sıfır var. Pazarlık masasından kalktılar, hatta masayı devirdiler.Şimdi sokaklar kan gölü, Türkiye yine bir iç savaşın eşiğine geldi, Kürt düşmanlığı hortladı. Toplumdaki yaygın kanı ise bunun mimarının başkanlık sevdasından vazgeçmeyen gözü dönmüş bir politikacı tarafından başlatıldığı yönünde.
Ben o kadar emin değilim.Erdoğan’ın önünü kesmek Kürt hareketinin asli amacı değildi ki. Dahası, sanki Erdoğan şu anda fiilen başkan değil... Kürt hareketinin Erdoğan’la herhangi bir sorunu hiç olmadı, hatta ondan gayet memnunlardı. Bu rol onlara zorla biçildi, bu rolü oynamak zorunda bırakıldılar, çeşitli oyunlarla bu noktaya itildiler.Bu yaz seçim öncesi yaygın kanı HDP’nin emanet oyları alıp barajı geçerek AKP’yle anlaşacağı yönündeydi. Onlara oy verme potansiyeli bulunan yeni seçmene “Sizi kandıracaklar” uyarıları yapılıyordu. Bütün bu endişeler haksız çıktı. HDP sözünde durdu, kandırmadı. Ama öyle anlaşılıyor ki asıl kandırılan HDP oldu.
http://www.sozcu.com.tr/mobil/home/detay/?post_id=73237&cat_id=12