Okumak, Konuşmak ve Yazmak

F

ferhoşteyze

Ziyaretçi
  • Konu Sahibi ferhoşteyze
  • #1
İnsan ruhunun düşünmek, okumak, konuşmak ve yazmak gibi birbirinden ayrılmaz dört temel fonksiyonu vardır. Okuma; konuşma ve yazma fiilinden daima önde gider. İnsan önce okur. Okudukça sever ve düşünür. Sevip düşündükçe yine okur.

Okumak bir çağırış ve çağrılıştır; bir davettir. Okunan şey de bir davetiyedir. İnsan bir davetle doğar. Doğum, bir davete geliş, bir gönderiliştir. Dünya ise bir davet yurdudur. Dünyaya doğuş, bu davete katılıştır.

Dünya bir düğüne hazırlık yurdudur. Düğün için gerekli çeyizi hazırlama yeridir. Düğün elbiselerini, kurulacak evin malzemelerini tedarik edip hazırlama yeridir. Bunun için değil midir ki Mevlana, ölüm için düğün gecesi diyor. O düğüne davet şuuru içinde hayat sürmüş. Herkese bu davet şuuruna hazır olmayı hatırlatıp öğütlemiş.

Bu dünyada düğün vaktine, yani ölüme kadar verilen süre, düğün için okuma, konuşma ve yazma ile geçer. Bunların hepsi düğünden sonra verilecek deftere kaydedilecektir.

Herkesin okuması, konuşması ve yazması farklıdır, defterleri de farklı olur. Ortak okumalarla bu farklılıklar bir bütünde birleşir. Bu bütün, ortak bir kültür ve medeniyeti doğurur. Her medeniyetin de ortak bir kitabı vardır. Bütün okumaları bu kitap besler ve yönlendirir. Çağrıların ana kaynağı odur.

Okumak, çağırmaktır; göklerin ve yerlerin kitabına çağırmak. İçten ve dıştan çağırmak... İç çağrı, ruhun kendisine dönüktür. O, yani ruh; kendi maiyetini, yani aklını, kalbini, hayal ve hafızasını, vicdanını, bütün derunî kabiliyetlerini devamlı çağırmak, böylece düğüne hazır tutmakla görevlidir.

"Hazır olun vaktinize, ecel vardır gelir bir gün... Ecel vardır bilirsin, niçin gafil olursun..." diyen ruh, düğüne hazırlık şuurunu sürekli uyanık tutan ruhtur. Kalbi, sevmekle; aklı da düşünmekle ecel vaktine hazır olmaya çağıran bu ruh, sürekli bir okuma içindedir. Sanki o, kutsal kitabın oku emrini hep duymak ve duyurmakla görevlidir.

Okumanın mecburi neticesi konuşmak ve yazmaktır. Çağrılan her şey ve herkes bir misafirdir, bir davetlidir. Madem çağırdınız, o sizin çağrınıza uyup geldi, siz de onu, bir yere konduracaksınız. O, sizin gönül yurdunuza konacak, misafir olacak. Siz de onun... Çünkü, her çağrıya verilen karşılık, aynı zamanda bir karşı çağrıdır. Çağrılan da çağıranı çağırır. Davet edilen de davet eder. Gelen davetiyeyi alır. Bunu almak, yani çağrıyı kabullenmek de bir başka çağrıdır. İki davetli, yani çağıran ve çağrılan, iki misafirdir. Birbirlerinin gönül yurtlarına konmuşlardır; yani karşılıklı misafir olacak, konuşacaklardır. Konuşma, bir çağrıyla başlamış ve devam etmektedir.

Bu konuşmaya ruh, aklın ve kalbin diliyle katılır. Bu konuşmada akıl ve kalbler birbirlerine açılır. Sevinç ve düşünce sunarlar, birbirlerine. Sevgi ve bilgi verirler. Bunlar, ruhların ziyafeti, can suyudur; ziyneti, süsüdür. Ruhlar, bunlarla zindelik kazanır, zenginlik elde eder. Konuşmak, ruhların düğün hazırlığı için en zengin pazardır, yani alış veriş yeridir.

Yazmak, aklın ve kalbin açılıp genişlemesi; ruhun sevgi sıcaklığıyla bereketli mevsimlere
geçmesidir. Yazmak, sevgi ve bilgi tohumlarını gönül tarlalarına ekmektir. Yazmak, bir ruh çiftçiliğidir. Ruhun ekip biçme işidir. Konuşmak, süt sağma, bir süt emme işidir; yazmaksa bir duygu ve düşünce ekimidir. Bunlar kalbin temel gıdalarıdır. Ruhun has besinidir. Yazmak, bir bakıma konuşmadır da.

Kâinat kitabında okumaya benzer ibretli iki sahneyi koyunlar ve ineklerde görürsünüz. Sanki onlar, bütün bir gün, kırlarda, bayırlarda yiyecek adına ne varsa ağızlarıyla çağırır, işkembelerinde toplarlar. Ağıllarına döndükten sonra da, sanki oturup onlarla konuşurlar; geviş getirmeleri, sanki bir konuşmadır... İşkembelerinden çıkardıkları otları ağızlarında iyice öğütüp midelerine gönderir, sindirirler. Böylece kana karışan o dostlar, o güzel misafirler, vücutta ete ve süte dönüştürülür, bedene mal edilirler.

En güzel konuşmacılardan biri de arılardır. Onlar da bütün gün, bağlarda, bahçelerde, dağlarda ve kırlarda buldukları çiçekleri çağırır veya onların çağrılarına uyar, onlardan aldıkları bal özleri ve polenleri yüklenip kovanlarına dönerler. Kursaklarında ve ayaklarında getirdiklerini, kendilerini kovanda bekleyen arıların ağız sularıyla karıştırarak peteklere doldururlar. Böylece bala ve süte dönüştürürler.

İneklerin ve koyunların geviş getirmeleri, işçi arıların ağız sularıyla çiçek nektarlarını birleştirmeleri, birer konuşma sayılırsa, okudukları eserleri karşılıklı tartışan, yani sohbet konusu edinen insanlar da, otu süte, nektarı bala dönüştürenler gibi, okuduklarını ilme ve irfana dönüştürürler, kendilerine ait kılarlar.

Yunus Emre -okuduklarını erenler meclisinde sohbetlerde konuşarak bala dönüştüren, ilme ve irfana eriştiren, hakikatin o güzel gönül arısı- ballar balını bulunca kovanı yağmaya veriyor. İlhamlarla yüklene yüklene gezen bir arı gibi, o koca Yunus, her gönül yazısından, bağından aldıklarını nasıl bala dönüştürdüyse, öyle okumalı, öyle konuşmalı ve öyle bal yapmalı.

Okumalardan olumlu sonuç almak, yazıları iyi öğütüp çokça öğüt alabilmekle mümkündür. Türkçemizde 'ög/öğ' kelimesi, akıl, oluş, doğuş, ana, göğüs, öz, ilke, yükseliş, konuşma, düşünme; ölçü, karşılaştırma, denge, uyum mânâlarına geliyor. ‘Ögmek’ fiili de; inandırmak, kandırmak, etki yapmak, dokunmak mânâlarına gelir. Aynı kökten türeyen, 'öğrenmek' de, kendi kendine, akıl ve kabiliyet edinmek, akıllı ve kabiliyetli olmak mânâlarına gelirken sonra da bilgi edinmek mânâsını kazanmış. 'Öğüt' de aynı kökten gelmiş, öğütmek de.

Bir yazıyı okumak; onu çağırmak, derleyip toparlamak, hafızaya davet etmek demektir. Bundan sonra da onu iyice öğütmek, yani en küçük bilgi ve duygu unsurlarına kadar ayırıp anlamak, ondaki öğütleri çıkarma ve süte, bala, ekmeğe dönüştürmek ise konuşmak (sohbet) faslıyla mümkün olur. Konuşmak ise; bir sohbet halkası kurmak, gönül dostlarıyla o halkada, okunup yazılanları gözden geçirmek, yani toplanan çiçek (yazı) nektarlarını, polenlerini diğer arıların ağız sularıyla karıp bala dönüştüren arılar gibi gönül peteğinde, akıl kalb gözeneklerinde bilgi ve irfan balına dönüştürmek, ruh sofrasını böylece zenginleştirmek demektir.

Sözün gıdası sohbetse, özün gıdası da muhabbettir. Söz, sohbetle büyür zenginleşir; öz, yani ruh da sevgiyle, irfanla beslenir, büyür, güzelleşir. İnsandaki inanma, utanma, bilme ve sevme yetenekleri tam oluşur; yani onda, inanan ahlâklı, bilen ve sanat zevki, kabiliyeti gelişmiş bir kişilik ortaya çıkarsa, işte o zaman Mevlana'nın dediği düğün gecesine hazır olunmuş olur.

Dünyada 'düğün'e hazırlanan insanın, yani damat adayının sağdıcı, insanı var edip sağ kılan aşk ve güzelliktir.
‘Sağ’ kelimesi Türkçede sağlamlık, doğruluk, dayanıklılık, güçlülük ve yeterlilik bildirir, gövdenin işlek, hareketli yanını ifade eder. Sağ kelimesi, yön olarak sağ ile nitelik olarak sağ, yani diri, sağlam, güçlü, güvenli anlamını da taşır.

Sağdaç veya sağdıç, evlenen bir gencin erkek kardeşi; evlenme töreninde gelin-güveyin sağında duran en yakını demektir. İnsanın en yakını da ona şah damarından daha yakın olan ve onu var kılandır. İnsanı düğün hazırlığı için bu dünyaya gönderen O'dur. Düğün için gerekli her şeyi var eden de O...

Bu düğünün en güzel damadı, o düğüne en güzel hazırlanan, bütün insanlığı o düğüne davet eden, bu konuda insanlığa örnek olan Hz. Muhammet'tir (sas). Mevlana ve Yunus, O'nun düğün evinde yetiştiler. O'nun davetiyesini dağıttılar. O'nun yazısında, O'nunla konuştular. O'nun sohbet ikliminde ruh peteğinin gönül gözelerini ilim, irfan ve aşk balıyla doldurdular, kovanı da yağmaya verip gerdeğe girdiler.