Savaşlar, çatışmalar en çok anaları yaralar, onları can evinden vurur. Kendileri hayatta kalmayı başarabilseler bile bu kez evlat acısı çekerler, hele yavrusunun akıbetinden haberdar olamazlarsa yıllarca umut ederler bir gün belki çıkagelirler diye. Hiç değilse ölüsüne ulaşmak isterler beklediklerinin, umutlarını tamamen yitirmek için.
Belki de yeryüzündeki en derin, en kahreden acılardan biridir yavrusunun akıbetini bilmeyen bir annenin yıllarca umutla beklemesi. Mohamed Al-Daradji’nin yönettiği ‘Babil’in Oğlu’ filminde Kuzey Irak’lı annelerin toplu mezarlara gidip yavrularını aradıkları sahneleri hatırlıyorum.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bir dönem, “o kadınlar oraya neden gidiyorlar bilmiyorum” dediği Cumartesi Annelerinin onurlu ve yürek yakan direnişi de hepimizin bu acıyı en derinlerde hissetmemizi sağladı. Zaman zaman ben de onların arasında oturdum ve acılarını anlamaya çalıştım, doğrusu bu hiç zor olmadı.
105 yaşında hayatını kaybeden Berfo Ana 30 yılı aşan mücadelesiyle bu direnişin simgelerinden biriydi. Oğlunun hiç değilse kemiklerini istedi yalvarırcasına, ısrarla ölmedi bir asırdan fazla yaşadı, oğluna ulaşmadan ölmeyi vücuduna anlatamadı, beyni kabul etmiyordu ki…
Oğlu Cemil Kırbayır 13 Eylül 1980 yılında darbenin ertesi günü henüz 26 yaşındayken gözaltına alınmış ve kendisinden bir daha da haber alınamamıştı.
Haber alınamazdı, çünkü Cemil, Ardahan’ın Göle ilçesindeki Okçu köyünden, evinden gözaltına alınmıştı. Önce Göle’ye, sonra Kars Askeri Gözetimevi’ne gönderilmiş, o dönem sorguevi olarak kullanılan Dede Korkut Eğitim Enstitüsü’nde sorgulanırken, 8 Ekim 1980′de işkencede ölmüştü.
“Benim evladım gelir diye kapıyı, bacayı açık bıraktım. Ay geçti, gün geçti, sene geçti benim çocuğum gelmedi. Benim çocuğum ölmüşse cenazesini bana versinler” diyordu Berfo Ana.
Cemil Kırbayır’a ne olduğu soruşturulurken, dönemin yetkilileri Kırbayır’ın “firar ettiğini” söylemişlerdi. Oysa görgü tanıkları vardı ve zaten daha sonra TBMM İnsan Hakları Komisyonu’nun tespit ettiği üzere, Kırbayır işkencede öldürülmüş ve cesedi ortadan kaldırılmıştı.
Öfkesi hiç dinmedi. “Oğlumu bulmadan ölmem,” dedi. Sağlığı iyice kötüleşinceye kadar Galatasaray Lisesi’nin önüne geldi Berfo Ana. Son ana kadar yavrusuna ulaşmaya çalıştı. Kemiklerini dahi olsa geri almak istiyordu.
“Allah rızası için bakın verin benim cenazemi. Cemil Kırbayır’ın annesini soran var mıdır ki nasıl geziyor? Nasıl dolanıyor, nasıl geziyor? Cenazem için geldim. Sizin de evlatlarınız var. Benim cenazemi, çocuğumu bana verin. Poşet elimde kapıda oturmuşun, başımı vermişim taşların üstüne, kemiğini bekliyorum. Ben yandım. Anaları yakmayın. Ne olmuşsa verin bana. Ben Cemil ile beraber mezara gireceğim. Başımı vereceğim toprağının üstüne. Hani mezarı? Hani toprağı? Niye bana söz verdiler, niye getirmediler? Getirsinler.” diyordu.
12 Eylül davasında müdahildi
”Berfo Ana” 4 Nisan 2012’de görülmeye başlanan, dönemin Genelkurmay Başkanı, Kenan Evren ve emekli Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya’nın yargılandığı davanın müdahillerindendi. Ambulansla duruşma salonuna giden Berfo Ana,“sağlık durumu” gerekçesiyle duruşmaya gelmeyen Evren’e seslenmişti 104 yaşında: “Allah senin evini yıksın. Kenan Evren korkma. Elin ayağın boşuna titremesin. Sen benim ocağımı söndürdün. Allah da senin ocağını söndürsün. Evren utanmadın mı?” demişti.
Berfo Ananın yıllar süren derin acısını hiç değilse başka analar yaşamasın diye işkenceye, devlet terörüne hayır diyeceğiz, esas olan insandır, insan yaşamıdır. Analara acı çektiren hiç bir savaş haklı gösterilemez.
Direnişin bizim için kutsaldır Berfo Ana, sen elinden gelenin fazlasını yaptın, artık nöbet bizde.
Deniz KARTAL
www.dunyalilar.org