- 19 Haziran 2007
- 1.049
- 4
- 38
Yoğun iş temposu, aile hayatı ve modern zamanın getirdikleri, kadınların zaman zaman öfkelerini kontrol edememelerine yol açıyor...
Şu artık çok açık: Hepimiz sınırlarda dolaşıyoruz. Nereye gitsek, en ufak bir mesele için bile çileden çıkan birileriyle karşılaşıyoruz. Ofisteki asabiyet hali çoğumuzu olumsuz etkiliyor. Yarıdan fazlamız ise hayatında en az bir kez bir mağazada sinir krizi geçirmiş.
Eskiden bu kadar sinirli değildik; bundan on yıl kadar önce, telefonda ya da İste öfke krizlerine kapılmıyorduk. Oysa şimdi bu durum o kadar sıradan hale geldi ki, günlük sohbetlerimizde de sık sık yer alır oldu.
Kadınların kendilerinden ve başkalarından beklentileri arttıkça, beraberinde gelen baskı da arttı. Ve sonunda öfke krizleri sosyal bir fenomene dönüştü. Bizim gibi her şeyi isteyen ve elde eden hırslı yaratıklar, acaba aynı zamanda kontrol edilemez bir öfkeye mi sahip oldular?
Problem şu ki, biz kızlar öfkemizi gösterecek şekilde yetiştirilmedik. Dolayısıyla, yetişkin birer kadın haline geldiğimizde onunla nasıl başa çıkabileceğimizi bilemedik. Spor vasıtasıyla hayal kırıklıklarından kurtulmayı öğrenen, bir kerede bir tek şey düşünen ve kendilerini hemen ve direkt olarak ifade eden erkeklerin aksine, biz öfkemizi bastırmayı öğrendik ve işte bu yüzden biriktirip biriktirip, sonra küçücük bir şey için kıyametleri koparıyoruz.
Terapist Sue Parker Hail, “Öfke, sinir ve ilişkiler: Öfke yönetimine empatik bir bakış” adlı kitabında, pozitif bir duygu olan öfkeyi, negatif bir duygu olan hiddetten ayırıyor. Hail, "Kızgınlık safi duygudan oluşur ve fiziksel sağlığınızı korumanızı sağlayan dinamik bir enerjidir. Kararlılığınızı, dayanıklılığınızı ve bağlılığınızı ateşlemek için kullanılabilir ve yolunuza çıkan engelleri aşmanızı sağlayabilir. Hiddet ise hayal kırıklığına, içsel tatminsizliğe, stres ve baskı altında hissetmeye karşı bir savunma mekanizmasıdır. Hayat kontrol edilemez hale geldiğinde ortaya çıkar, incinmiş olmanın ve üzüntünün farkında olmanızı önler," diyor.
Daha önceden yaşanıp bastırılmış kızgınlıkların sonucu olan bu hiddet, genelde büyük bir patlamayla gelir ve kızgınlığımızın geçmesini engellemediği gibi, yersiz patlamamız nedeniyle bizi utanç içinde bırakır.
Aynı zamanda ifade edilmemiş uzun süreli incinmenin bir ürünü olan hiddet, ciddi baş ağrıları, kasıntılar ve tükenmişlik hissi gibi sağlık problemlerine de yol açar. Adrenalin ve kortizol seviyelerimizin yükselmesiyle, doğurganlığımızı da olumsuz etkileyebilecek olan testosteron artar ve saç dökülmesi bile ortaya çıkabilir. Eğer bu duygular uzun süre devam ederse, iritabl bağırsak sendromu, bölgesel anemi (bir organa az miktarda kan gitmesi) ve depresyon ortaya çıkabilir.
Bunlara daha pek çok rahatsız edici semptom eşlik edebilir, örneğin bazı kadınlar ciltleriyle uğraşmaya baslar, bazıları sürekli saçlarını çekiştirir, bazıları tırnaklarını yer. Bazılarıysa “kızgın yemek yiyenler” haline gelir. Bir uzman psikoterapist, "yemekte sadece yemek yiyin, kızgınlığınızı ifade etmeyin," diyor. "Bu durumdaki kadınlar, elma ya da cips gibi gevrek ve bolca çiğnenmesi gereken yiyecekleri tercih ederler, çünkü çiğneme hareketi sakinleştirici hormonlar salgılamamızı sağlar. Bir problemle yüzleşmek yerine, kendilerini bir odaya kapatıp, bir paket cips ya da bisküviyi bitirirler."
Ama eğer öfke cinsiyete göre farklılıklar gösteriyorsa, ortama göre de değişebilir, İngiltere'deki öfke Kontrol Merkezi'nden Mike Fisher, "Yapılan araştırmalar, evde sadece kadınların değil, her iki cinsin de daha sinirli olduğunu gösteriyor," diyor. Gerginliğimizi, onu sakince ve mantıklı bir biçimde dile getirmek yerine, pasif agresif davranarak, içselleştirerek ve sonra da partnerimize veya çocuklarımıza yönelterek gösterme eğilimimiz var. Öfke genelde öğrenilmiş bir davranış biçimi olduğundan, bunu bir sonraki nesle de aktarıyoruz.
Şu artık çok açık: Hepimiz sınırlarda dolaşıyoruz. Nereye gitsek, en ufak bir mesele için bile çileden çıkan birileriyle karşılaşıyoruz. Ofisteki asabiyet hali çoğumuzu olumsuz etkiliyor. Yarıdan fazlamız ise hayatında en az bir kez bir mağazada sinir krizi geçirmiş.
Eskiden bu kadar sinirli değildik; bundan on yıl kadar önce, telefonda ya da İste öfke krizlerine kapılmıyorduk. Oysa şimdi bu durum o kadar sıradan hale geldi ki, günlük sohbetlerimizde de sık sık yer alır oldu.
Kadınların kendilerinden ve başkalarından beklentileri arttıkça, beraberinde gelen baskı da arttı. Ve sonunda öfke krizleri sosyal bir fenomene dönüştü. Bizim gibi her şeyi isteyen ve elde eden hırslı yaratıklar, acaba aynı zamanda kontrol edilemez bir öfkeye mi sahip oldular?
Problem şu ki, biz kızlar öfkemizi gösterecek şekilde yetiştirilmedik. Dolayısıyla, yetişkin birer kadın haline geldiğimizde onunla nasıl başa çıkabileceğimizi bilemedik. Spor vasıtasıyla hayal kırıklıklarından kurtulmayı öğrenen, bir kerede bir tek şey düşünen ve kendilerini hemen ve direkt olarak ifade eden erkeklerin aksine, biz öfkemizi bastırmayı öğrendik ve işte bu yüzden biriktirip biriktirip, sonra küçücük bir şey için kıyametleri koparıyoruz.
Terapist Sue Parker Hail, “Öfke, sinir ve ilişkiler: Öfke yönetimine empatik bir bakış” adlı kitabında, pozitif bir duygu olan öfkeyi, negatif bir duygu olan hiddetten ayırıyor. Hail, "Kızgınlık safi duygudan oluşur ve fiziksel sağlığınızı korumanızı sağlayan dinamik bir enerjidir. Kararlılığınızı, dayanıklılığınızı ve bağlılığınızı ateşlemek için kullanılabilir ve yolunuza çıkan engelleri aşmanızı sağlayabilir. Hiddet ise hayal kırıklığına, içsel tatminsizliğe, stres ve baskı altında hissetmeye karşı bir savunma mekanizmasıdır. Hayat kontrol edilemez hale geldiğinde ortaya çıkar, incinmiş olmanın ve üzüntünün farkında olmanızı önler," diyor.
Daha önceden yaşanıp bastırılmış kızgınlıkların sonucu olan bu hiddet, genelde büyük bir patlamayla gelir ve kızgınlığımızın geçmesini engellemediği gibi, yersiz patlamamız nedeniyle bizi utanç içinde bırakır.
Aynı zamanda ifade edilmemiş uzun süreli incinmenin bir ürünü olan hiddet, ciddi baş ağrıları, kasıntılar ve tükenmişlik hissi gibi sağlık problemlerine de yol açar. Adrenalin ve kortizol seviyelerimizin yükselmesiyle, doğurganlığımızı da olumsuz etkileyebilecek olan testosteron artar ve saç dökülmesi bile ortaya çıkabilir. Eğer bu duygular uzun süre devam ederse, iritabl bağırsak sendromu, bölgesel anemi (bir organa az miktarda kan gitmesi) ve depresyon ortaya çıkabilir.
Bunlara daha pek çok rahatsız edici semptom eşlik edebilir, örneğin bazı kadınlar ciltleriyle uğraşmaya baslar, bazıları sürekli saçlarını çekiştirir, bazıları tırnaklarını yer. Bazılarıysa “kızgın yemek yiyenler” haline gelir. Bir uzman psikoterapist, "yemekte sadece yemek yiyin, kızgınlığınızı ifade etmeyin," diyor. "Bu durumdaki kadınlar, elma ya da cips gibi gevrek ve bolca çiğnenmesi gereken yiyecekleri tercih ederler, çünkü çiğneme hareketi sakinleştirici hormonlar salgılamamızı sağlar. Bir problemle yüzleşmek yerine, kendilerini bir odaya kapatıp, bir paket cips ya da bisküviyi bitirirler."
Ama eğer öfke cinsiyete göre farklılıklar gösteriyorsa, ortama göre de değişebilir, İngiltere'deki öfke Kontrol Merkezi'nden Mike Fisher, "Yapılan araştırmalar, evde sadece kadınların değil, her iki cinsin de daha sinirli olduğunu gösteriyor," diyor. Gerginliğimizi, onu sakince ve mantıklı bir biçimde dile getirmek yerine, pasif agresif davranarak, içselleştirerek ve sonra da partnerimize veya çocuklarımıza yönelterek gösterme eğilimimiz var. Öfke genelde öğrenilmiş bir davranış biçimi olduğundan, bunu bir sonraki nesle de aktarıyoruz.