Obsesif Komplsif olanlar...

Yardimci olabilirim sana
Ilk basta sebebini muhakkak bulman lazm ve nezmn basladi muhakk bir tranvadn sonra basliyr mesela olum gbi bisyden etkilenms olman gerekior bazilarn evlendiktn sonra basliyo braz insanin icinde vicdani durmadan konusmasyla basliyo ck arastrdm bende titizm ki onceden asiriydim cok cok asiri dusuncenin altindki sebebten korkma sakin oncelk bu bu senle dunyaya gelmedi senle de gtmiycek zamanin bosuna gttigini dusun mikroptan korkuosn mikrobu arastr mesela hepsi zarar vermioms program seyrediodm mikrop bakteri derecesini olcuolrdi ama hastalk kapan olmuodu sadece kendini inandirmn lazim
 
Kontrolünü kaybetmezsin ki.Bi kaybetmeyi denedinmi..Hiç hadi kaybedeyim bakayım nolcacak dedinmi:).Bunu dene bence
kontrol kaybetme korkusu bendede var ama bende obsesif yok anksiyete bozukluğu var.kontrolümü kaybedip aileme bi zarar verirsem diye korkarım hep.aileme aşırı düşkünlüğümden kaynaklandığını ve onları kaybetme korkum olduğundan böyle düşündüğümü söyledi doktorum.dün tvde bi haber izledim belki görmüşsünüzdür.ressam bi kız bankacı annesini öldürmüş.onu duyunca kalbim daraldı korkudan titredim.anneme bakıp ağladım anneme bişey olursa ne yaparım annemsiz ölürüm ama ya bende kontrol kaybedip anneme bişey yaparsam,eşime bişey yaparsam diye düşündüm.anksiyete bozukluğum için 2 aydır tedavi görüyorum korkularım kaygılarım %70 azaldı ama bu tür korkularım henüz geçmedi.
 
NARKOZ: ASRIN SALGINI DEPRESYON YALANI
Hep söylüyorum!

Günümüzde mevcut psikiyatri global sektörün Truva atına dönüşmüştür!

Sağlıklı beslenme, kitlesel bilinçlenme gibi gelişmeler sonucu fiziksel sağlık alanında fazla hastalık üretemeyen, şimdilik şeker, kalp, tansiyon ve obeezite ile beslenen (ancak bunlarla asla yetinemeyen) kapitalist vampir gözünü psikiyatriye dikmiş durumdadır.

Çünkü bu alanda nesnel gerçekliklere gerek yoktur; felsefi kanaatlerinizi hastalık olarak pazarlamak son derece mümkündür. Bunun yolu da çok kolaydır:

Telkin ve propaganda!

“Şunlar şunlar varsa hastasınız” demek kitlelerin önemli bir bölümünde, “Aaaa onlar bende de var, ben demek ki hastayım” demeleri, derken en tabii ruh halleri üzerinde yatıp kalkmaları, bunlarla ilgili sürekli zihinsel doldur boşaltlar yapmaları (çünkü modern psikiyatriye inanarak hasta olduklarını düşünen kişiler kendileriyle ilgili olan ve hastalık denilen bir duruma nasıl kayıtsız kalabilirler ki. Yeter ki kafaların içine “sen hastasın” virüsünü sokun bir kere) hasta olduklarına inanmaları için fazlasıyla mümkündür.

Nitekim de böyle oldu!

Dünyada global bir sağlık sistemi var. Bu sistem kendi sektörünü dünyanın en karlı sektörlerinin başında tutma işlevi görüyor. “Para bu kadar belirleyici mi” dememek gerekir. Bu sizin için veya benim için öyle olmayabilir. Ancak kapitalizmin en temel sloganı daha fazla insanlık değildir; daha fazla kardır!

Bu günlerde daha güçlü bir sesle tekrar yinelenen, “Dünyada depresyon salgını var” feryadı tam bir kara propagandadır. Yine aynı senaryo sahnede. Kitleler belki zor (zor olan her hal hastalık değildir. Borca girmiş birinin ruh hali de zorludur) ancak doğal olan ruh hallerinden ötürü hasta olduklarına telkin ve propaganda yöntemiyle inandırılmaya çalışılıyor. Böyle yapılarak herkesin kaygılanması (kaygı hastalığa götüren kara bir bataktır nasıl olsa), “Muhtemelen benim yaşadığım da depresyon, çünkü bu kadar yaygınmış baksana” demeleri, bu düşünce sonunda tıpış tıpış kliniklere doğru koşmaları hedefleniyor. Yeter ki oraya kadar ulaşsın insanlar. Oraya gidip de önce hastalık teşhisi, ardından kutu kutu aynı ilaçtan almayan kaç kişi var sanıyorsunuz!

Bu mesajla hedefledikleri ikinci nokta devlet kurumlarını daha fazla kaynak ayırmaya hazırlamak, bunun alt yapısını sağlamaktır! Böylece, devletlerin ilgili birimleri bu “asrın salgını” karşısında vicdani muhasebe yapacak, haliyle halklarını düşünerek şeker tabletiyle aynı etkiyi gösterdiği bilmem kaç kere ortaya konan bu “sihirli ilaca” tüyü bitmemiş yetimin haklarından daha fazla rakam ayıracak!

Bu lobinin diğer çok önemli bir hedefi de dünyadaki mevcut global statükoyu muhafazadır! Onlar her ruhsal sıkıntıya hastalık diyerek, “Ne düşünce biçiminde, ne hayatı yaşama felsefende, ne de içinde bulunduğun koşullarda sorun var. Tek sorun var, o da beyninde. İçindeki maddesi azalmış, serotonini düşmüş” demeye çalışmaktadırlar aslında. Yani sorgulama, öde ücretini, sonra da iç ve uyuş sadece! Çünkü sorgularsa gerçek çözümü falan bulabilir insanoğlu! O yüzden korkuya fobi (hastalık) derler, hatta asla bilimsel olmayan, tam bir kandırmaca olan hipnoza bile önem verirler; ancak gerçek yaklaşımlara bir türlü yer vermezler. Amaç şu: Bir şeylerle uğraş, ama bu asla kesin çözüm veren şeyler olmasın! Yoksa sektör ne yapar sonra!

Yine bu günlerde, “Gerçek depresyon vakalarının en fazla yüzde yirmisi kliniklere gidiyor” denilerek kitlelere, “Kliniğe gitmedik diye kendinizi sağlıklı zannetmeyin. Siz aslında durumundan habersiz olan cahil hastalarsınız. Ama biz, siz kliniğe gelmeseniz bile durumunuzun ne olduğunu oturduğumuz yerden biliyoruz” mesajı veriliyor. Böylece pastayı büyütmek için korku umacılığı yapıyor. Esas söylemesi gereken şeyi, yani, “Demek kliniklere gitmeyen yüzde 80’lik daha büyük kesime hiç de bir şey olmuyor, bak ne güzel yaşayıp gidiyorlar” gerçeğini ise demiyor. Çünkü öyle bir hırsla gözünü o bakir yüzde seksene dikmiş ki bunu göremiyor bile.

NEDEN SIK SIK BUNLARI YAZIYORUM. TAKINTILI BİRİ MİYİM YOKSA

Gerçeklere kayıtsız kalamadığım, göz göre göre yapılan bu sömürüye eyvallah diyemediğim için yazıyorum. “Kötü komşu ev sahibi yapar” derler ya hani, kötü işleyen bu sömürü sistemi de aynı şekilde beni yazar yaptı! (Demek ki her işte bir hayır var hakikaten.)

Bu sektörün çivisinin çıktığını görüyorum; çünkü yıllardır bizzat içinde çalışıyorum. Mutfakta olup biteni aşçı ve garsondan daha iyi kim bilebilir! Mutfağın içini bilmek için prof. olmak değil, aşçı olmak gerekir.

Önce teşhis konuluyor kişilere, sonra önümüze geliyor bu vakalar. Haliyle gerçeği tüm çıplaklığıyla görme şansımız çok fazla.

DEHB denilenlerin en fazla yüzde beşinin gerçek manada DEHB olduğuna, depresyon denilenlerde bu oranın yüzde ikiyi bile geçmediğine binlerce kere şahit oluyorum. On gün önce kocasından boşanmış kadının sekiz - on günlük doğal yas sürecine bile kronik depresyon denilebiliyor, iş o boyuta varmış durumda!

Sonra da ya, “Bana ne, salla başı al maaşı” deme durumu ile, “Bari millet öğrensin, kendi tedbirlerini kendileri alsınlar, bu işin kendi içinden düzeleceği yok” deme tercihi arasında tercihe zorlanıyorum.

Beni buna zorlayan şey sadece inancımın yüklediği mesuliyet duygusu ve doğuştan verilen, henüz bozulmadığını düşündüğüm vicdanım! Kimse belki de kendimi hedef haline getirecek bu yazılarım için bana para falan ödemiyor yani. Zaten hayatta en az zaafım olan şeydir, para! Çünkü onun her şeyi satın alacak gücünün olmadığını yıllar önce fark ettim!

BELKİ DE BU, BU KONULARDAKİ SON YAZIM

Çünkü ısrar; bir yerden sonra özün yani içeriğin önüne geçebiliyor, sözlenilenlerin önemini azaltabiliyor. Kişiler bu durumda içeriğin taşıdığı mesajla değil, söyleyen kişinin niyetiyle vs. uğraşmaya başlayabiliyorlar. Bilirim, günümüz insanı biraz tuhaftır. Kendisi için uğraşana değil, aleyhine çalışana meyillidir egoları! O sebeple kendisini seveni pek sevemez, gözü yine de çekip giden de, kendisinden kaçanda kalır daha çok! Onun için dedim zaten, esasında asrın sorunu Stockholm sendorumu diye!

Evet, yeni, yine vicdanımı sızlatan bir tespitim olmadığı sürece bu konulardaki son yazım bu muhtemelen!

Bu arada mühim bir hatırlatma yapmalıyım:

İnsanlara depresyon hastası değilsiniz derken sadece bir suistimal olduğundan dolayı değil; aslında var olan ve adına depresyon denilen bir zorlu ruhsal süreçten kurtulmanın yolunun evvela kendimizi hasta kabul etmemek olduğunu bildiğim için de bunu söylüyorum.

Yani, “Depresyon hastalık değildir, bu durumda siz de hasta değilsiniz” demekle, “Yardım almayın boş verin, çekin derdinizi” demiyorum ben; sizin durumunuzun düzelmesi için de bunun böyle algılanması gerektiğini söylemeye çalışıyorum.

Çünkü hastayım dediğinizde iyileşme olasılığınızı değil; süreci besleme ve uzatma olasılığınızı artırıyorsunuz ancak! Benim hasta değilsiniz telkinim aslında iyileşmeniz için de gerekli olan temel terapötik bir yaklaşım!

Velhasıl gerek özünde hastalık olmadığı için gerekse (velev ki hastalık dahi olsa) bu zorlu insani süreçten kurtulabilmeniz için en doğru psikolojik ve felsefi zemin (yaklaşım) kendinizi hasta kabul etmemek, böylece beyninizi ruhsal dünyanızın üzerine kilitlememektir. Bu kilit açık olursa ilaç alsanız da almasanız da vakti geldiğinde kurtulur gidersiniz. Depresyondan kim ölmüş! (İntihar riski hikayesine kanmayın siz. Bir depresyon vakası intihar edene dek beş depresyonu olmayan sağlıklı kişi intihar ediyor yaşamda)

Dediğim gibi, depresyon vs. denilen bir süreçten kurtulmanın en doğru ilk adımı kendinizi hasta olarak görmek değil; sağlıklı ancak zor bir dönemden geçen bir kişi olarak algılamaktır. Bu ilk adımı doğru atarsanız gerideki adımlar kısa da olsa uzun da olsa hedefinize varırsınız!

(Not: Hemen değil, vakti saati gelince! Çok iyi beslediniz diye yeni doğan bir bebek iki ayda yürümez)

Psikolog
İzzet Güllü
 
Yani izzet bey iyi güzel yazmışta, beyinde ki kimyasal değişikliklerden kaynaklandığını unutmuş, millet başarabilse zaten ilaç kullanmaya çok hevesli değiller.
 
OKB diye bir hastalık yok!

OKB de serotonin sorunu değildir; şartlama sorunudur sadece!

Sizi şartladılar (koşulladılar); siz de koşullandığınız yönde etkileniyorsunuz!

Bir yerde sizi köpek ısırsa oradan her geçtiğinizde korku atakları gelir.

Niye?

Oradan her geçerken serotoniniz mi dişer, beyin kimyanız mı bozulur?

Geçip gidince de kendiliğinden (birden) tamir mi olur?

Oradan geçerken korkarsınız; çünkü o yerle psikolojiniz arasında koşullanma oluşmuştur.

ÇÖZÜM ALGI EĞİTİMİNDE, ÇÖZÜM İKNA TERAPİSİNDE

OKB ve panik atakta da durum böyledir; mekanizma aynen budur!

Sorunun, etkilenmenizin nedeni beyin kimyanızdaki bozulma değildir; şartlanmadır! Bunun böyle olduğunun bir diğer ispatı ilaçsız, sadece ikna terapisiyle bile düzelen OKB ve panik atak vakalarıdır. İkna ile serotonin mi artmıştır yahut bozulan beyinsel yapı tamir mi olmuştur? Elbette ki hayır!

OKB denilen sorunda seni etkileyen "serotonin azalması" değil; "şartlanma fazlalığıdır!"

Sorun; senin düşünceyi olumlu ve olumsuz düşünce diye kategorize etmende (bunu statüko yapmıştır), sonra da, "Olumsuzdüşünce aklıma gelmemeli" şeklinde bir inanç geliştirmendedir.

Bir düşünceye olumlu diğerine olumsuz dersen olumsuz dediğin düşüncenin zihnine gelip gitmesini istemezsin haliyle. İstemediğin bir düşünce gelip gittiğinde ise rahatsız olursun doğal olarak! Bunun nedeni düşüncenin kendisi değildir; o düşünceyi olumsuz bulmak ve gelmesini istememektir! Burası bu işin bam telidir.

Seni OKB etkilemiyor; "Olumsuz düşünce kötü ve kötüyse gelmemeli" düşüncen - inancın etkiliyor.

Tıpkı gelmemesi gerektiğine inandığın bir misafirin gelince seni olumsuz etkilemesi gibi.

Misafir etkilemiyor; "Bu misafir kötü / olumsuz, öyleyse gelmemeli" düşüncen ve beklentin üzerine gelmesi etkiliyor seni!

"Hiçbir misafir olumsuz değildir. Her misafir misafirdir. Öyleyse eve her türlü misafir gelebilir" diye düşün, beklentini bu yönde kurgula; bakalım aynı misafir gelince seni etkileyecek mi daha!

SONUÇ

Sorun hatalı algılarda; sorun yanlış inançlarda.

Bu hatalı algıyı ve yanlış inancı statükokuruyor. Bilerek, kasıtlı olarak! Sorun "algı" dese ilaç veremeyecek; ama sorun "kimya" deyince ilaç en mantıklı ajan olarak devreye girecek!

Dolayısı ile çözüm size hastasınız muamelesi çeken ve belirtileri (hastalık işareti sayarak) yok etmeye çalışan, böylece bir yandan tedavi ediyor görünürken öbür yandan hasta ve hastalık algısı inşa ederek sürecinizi körükleyen, sonraki benzer psikolojilerin tohumunu eken klasik ekollerde değil; algı eğitiminde!

Çözüm algı tamirinde; çözüm ikna terapisinde!

Kuşkusuz ki her ikna çabası bir ve aynıdeğildir! Her ateş suyu 100 dereceye çıkaramaz! Mikroplar ancak su kaynadığındaölür.

Ne kadar iyi ikna; o kadar hızlı çözüm!

İkna ise akademik bir eğitim meselesi değil; bir sanat ve ustalık işidir!

Öyleyse çözüm; usta ellerden alacağınız ikna desteklerinde, bu yönde verilecek algı eğitimlerinde!

Not: Bu site bunu fazlasıyla yapıyor!

SİZİN OKB, PANİK ATAK, DEPRESYON VB. SORUNLARINIZIN ÇÖZÜM İPUÇLARI BUSİTEDEKİ YÜZLERCE YAZININ SATIR ARASINDA SAKLI. ÇÖZÜM ONLARI ARAYIPBULMAKTA VE KULLANMAKTA...

Kendi sitem diye söylemiyorum; inanın bu site tam bir hazine! Ben bu siteye yüzlerce hazine gömdüm. Haydi arayın sizler de... Unutmayın: Hazine kazma ve kürekle çabalayıp onaulaşabilenlerindir sadece! Toprak altındaki hazine istediği kadar değerli olsun; birilerince çıkarılmadığı ve kullanılmadığı sürece neye yarar?

Psikolog
İzzet Güllü
 
Yani izzet bey iyi güzel yazmışta, beyinde ki kimyasal değişikliklerden kaynaklandığını unutmuş, millet başarabilse zaten ilaç kullanmaya çok hevesli değiller.


OKB diye bir hastalık yok!

OKB de serotonin sorunu değildir; şartlama sorunudur sadece!

Sizi şartladılar (koşulladılar); siz de koşullandığınız yönde etkileniyorsunuz!

Bir yerde sizi köpek ısırsa oradan her geçtiğinizde korku atakları gelir.

Niye?

Oradan her geçerken serotoniniz mi dişer, beyin kimyanız mı bozulur?

Geçip gidince de kendiliğinden (birden) tamir mi olur?

Oradan geçerken korkarsınız; çünkü o yerle psikolojiniz arasında koşullanma oluşmuştur.

ÇÖZÜM ALGI EĞİTİMİNDE, ÇÖZÜM İKNA TERAPİSİNDE

OKB ve panik atakta da durum böyledir; mekanizma aynen budur!

Sorunun, etkilenmenizin nedeni beyin kimyanızdaki bozulma değildir; şartlanmadır! Bunun böyle olduğunun bir diğer ispatı ilaçsız, sadece ikna terapisiyle bile düzelen OKB ve panik atak vakalarıdır. İkna ile serotonin mi artmıştır yahut bozulan beyinsel yapı tamir mi olmuştur? Elbette ki hayır!

OKB denilen sorunda seni etkileyen "serotonin azalması" değil; "şartlanma fazlalığıdır!"

Sorun; senin düşünceyi olumlu ve olumsuz düşünce diye kategorize etmende (bunu statüko yapmıştır), sonra da, "Olumsuzdüşünce aklıma gelmemeli" şeklinde bir inanç geliştirmendedir.

Bir düşünceye olumlu diğerine olumsuz dersen olumsuz dediğin düşüncenin zihnine gelip gitmesini istemezsin haliyle. İstemediğin bir düşünce gelip gittiğinde ise rahatsız olursun doğal olarak! Bunun nedeni düşüncenin kendisi değildir; o düşünceyi olumsuz bulmak ve gelmesini istememektir! Burası bu işin bam telidir.

Seni OKB etkilemiyor; "Olumsuz düşünce kötü ve kötüyse gelmemeli" düşüncen - inancın etkiliyor.

Tıpkı gelmemesi gerektiğine inandığın bir misafirin gelince seni olumsuz etkilemesi gibi.

Misafir etkilemiyor; "Bu misafir kötü / olumsuz, öyleyse gelmemeli" düşüncen ve beklentin üzerine gelmesi etkiliyor seni!

"Hiçbir misafir olumsuz değildir. Her misafir misafirdir. Öyleyse eve her türlü misafir gelebilir" diye düşün, beklentini bu yönde kurgula; bakalım aynı misafir gelince seni etkileyecek mi daha!

SONUÇ

Sorun hatalı algılarda; sorun yanlış inançlarda.

Bu hatalı algıyı ve yanlış inancı statükokuruyor. Bilerek, kasıtlı olarak! Sorun "algı" dese ilaç veremeyecek; ama sorun "kimya" deyince ilaç en mantıklı ajan olarak devreye girecek!

Dolayısı ile çözüm size hastasınız muamelesi çeken ve belirtileri (hastalık işareti sayarak) yok etmeye çalışan, böylece bir yandan tedavi ediyor görünürken öbür yandan hasta ve hastalık algısı inşa ederek sürecinizi körükleyen, sonraki benzer psikolojilerin tohumunu eken klasik ekollerde değil; algı eğitiminde!

Çözüm algı tamirinde; çözüm ikna terapisinde!

Kuşkusuz ki her ikna çabası bir ve aynıdeğildir! Her ateş suyu 100 dereceye çıkaramaz! Mikroplar ancak su kaynadığındaölür.

Ne kadar iyi ikna; o kadar hızlı çözüm!

İkna ise akademik bir eğitim meselesi değil; bir sanat ve ustalık işidir!

Öyleyse çözüm; usta ellerden alacağınız ikna desteklerinde, bu yönde verilecek algı eğitimlerinde!

Not: Bu site bunu fazlasıyla yapıyor!

SİZİN OKB, PANİK ATAK, DEPRESYON VB. SORUNLARINIZIN ÇÖZÜM İPUÇLARI BUSİTEDEKİ YÜZLERCE YAZININ SATIR ARASINDA SAKLI. ÇÖZÜM ONLARI ARAYIPBULMAKTA VE KULLANMAKTA...

Kendi sitem diye söylemiyorum; inanın bu site tam bir hazine! Ben bu siteye yüzlerce hazine gömdüm. Haydi arayın sizler de... Unutmayın: Hazine kazma ve kürekle çabalayıp onaulaşabilenlerindir sadece! Toprak altındaki hazine istediği kadar değerli olsun; birilerince çıkarılmadığı ve kullanılmadığı sürece neye yarar?

Psikolog
İzzet Güllü
 
Obsesyonda kişinin zihnine istemdışı olarak bazı düşünceler üşüşür. Bu düşünce hastanın zihnine en olmadık bir anda ansızın gelir ve kişiyi çok rahatsız eder. Örneğin, biriyle yaptığı az önceki konuşmasındaki bir bölüm kafasına takılır, "acaba beni yanlış mı anladı" diye düşünür, gidip tartıştığı kişiye bu konuyu sormayınca çoğu zaman rahat edemez. Zihni hep belli tarz tekrarlayıcı düşüncelerle meşguldür.

Kompülsiyon da buna benzer bir durumdur. Ancak kompülsiyonda obsesyondan farklı olarak istemdışı olarak yinelenen düşünceler değil, bazı davranışlar sözkonusudur.. Hasta, evden çıkarken kapının kilitli olup olmadığından emin olamaz, geri döner, kontrol eder. Bunu defalarca yapmayınca içi rahat etmez. Yine, banyoda gusül abdesti alırken besmele getirip getimediğine tam kani olamaz, tedbir olsun diye 2, 3 kere besmele getirir. Sonra bu sayı artar, 5'li, 6'lı, hatta 10’lu rakamları bulabilir. Hasta elini yıkarken temizlendiğinden emin olamaz, elini yarım saat lavobada yıkamak zorunda kalır. Böylece, her gün en az yarım saatini lavobada geçirmeye mecbur kalır.

İŞİN PÜF NOKTASI !

Hasta, obsesyonda aklına gelen ve hastalığından kaynaklanan yineleyici her düşünceyi gerçek bir düşünce gibi algılar. Bu nedenle, hastalığından kaynaklanan bu gerçek dışı düşünceye gerçek bir düşünceymiş ve sanki gerçeği yansıtıyormuş gibi muhatap olur.


Mesela işini gücünü bırakır, dış dünyadan kendisini büyük ölçüde çeker, aklına gelen bir "soru içerikli" düşünceye yoğunlaşır, ardından da kendisini tatmin edecek cevaplar aramaya başlar. Oysa bu cevaplar, ne kadar mantıklı olursa olsun, hiçbir zaman zihindeki takıntılı sorulara doyurucu bir cevap olmazlar. Kişi o an içir rahatlar, belki "soruyu cevapladım" zanneder, ancak bir süre sonra zihnini bu kez de bambaşka sorular kuşatır. Aslında, gerçeği yansıtmayan ve hastalığın bir ürünü olan bu takıntılı düşünceleri ciddiye alıp sürekli cevap arama çabasıbu hastalığı besler. Tıpkı, atılan her odunun ateşi beslemesi gibi. Hasta hem "ateş sönsün" istemektedir hem de -farkında olmadan- sorun ateşinin altına sürekli odun atmaktadır. Sonra da "ateş sönmüyor ki" çıkarımına gitmektedir. Bu negatif düşünce hastalığı tekrardan beslemektedir.

Bu noktayı şöyle bir örnekle açıklayalım:

Bilindiği gibi çölde olan birisi, belli bir süre susuz kalınca serap görür. Bu kişi, çölün bu özelliğini önceden bilir, mesela çölü, susuzluğu, serap olgusunu doğru bir biçimde tanırsa her gördüğü hayale su deyip koşmaz. Aksi takdirde perişan olur, gerçek suyu bulduğunda ise belki onu içemeyecek bir duruma dahi gelebilir.

Burada da aynı mantık geçerli olmalıdır. Hasta, hasta olduğunu bilir, aklına takılan düşüncelerin gerçeği yansıtmadığını (bunun su değil, serap olduğunu) ve bunun hastalığından (çölde olmaktan) kaynaklandığını bilir, her aklına üşüşen düşünceye itibar edip cevap aramaya kalkışmazsa bu hastalık ateşi kısa sürede sönmeye başlar. Ateşin altına odun atılmazsa hiç bir ateş ilelebet yanmaz çünkü. Hasta, evvela obsesyon suyunu kaynatan hastalık ateşinin altına habire odun atmaktan vazgeçmelidir. Bunun için ise, az önce de ifade edildiği gibi, hastalığının doğasını doğru tanımak gerekmektedir.

Hasta, bu takıntılı düşünce ataklarında ısrarla şu telkin şablonunu kullanmalıdır:

"Ben bir obsesyon - takıntı (yani evham) hastasıyım. Psk. İzzet Beyin dediğine göre (bu kadar da olsun, değil mi:)) bu hastalığım bana, aklıma olmadık düşünceler getirirmiş. Halbuki bu düşünceler gerçeği yansıtmazmış. Benim aklıma gelen bu düşünceleri ben gerçekçi bir düşünceymiş gibi görmemeliymişim. Bu gerçeği yansıtmayan düşüncelere cevap aramaya çalışmamalıymışım. Böylece hastalık ateşimi söndürmeli, bu ateşe habire odun atmamalıymışım.

Şuan aklıma "şu" düşünce geldi, evet (Bunu hissedin ve yakalayın). Hayır, artık eski hatayıyapmayacağım. Bu bir serap, biliyorum. Bu hayale kanmayacağım. Bunu artık biliyorum. Çünkü ben çöldeyim ve uzun zamandır da susuzum. Doğal olarak da gördüğüm su değil, sadece bir serap!"

KRİTİK EŞİK!

Hasta, doğru olanı yapmaya başlayınca, yani zihninde uyanan bu takıntılı düşünceye cevap aramaya çalışmayınca kendisini kritik bir tehlike beklemektedir:

"İçini ansızın kaplayacak olan sıkıntı"

Hasta, zihnindeki yineleyici düşünceye cevap aramayıp bu sağlıksız düşüncesine yoğunlaşmayınca kısa bir süre sonra içinde derin bir sıkıntı duyar. "Bu aslında hayra alamet bir durumdur. Çünkü bu işaret hastalığın adeta son feryadıdır. Evet, sıkıntı sesi o güne değin alışık olduğu tepkiyle değil de beklemediği bir tepkiyle karşılaşan hastalığın son çırpınışlarıdır." Hastalık bu şekilde elindeki son kozlarını oynamaktadır. Birnevi son mermilerini kullanmaktadır. Silahındaki son mermiler bitmek üzeredir.


HASTALIĞIN TAM KIRILMA NOKTASI!

Hasta, ilk defa denediği bu yöntemin sonucunda sıkıntısının daha da arttığını görünce çoğu zaman bu sıkıntıyı yaşamaktan korkar ve hemen geri adım atmak ister. İşte burası, hastalığın tam kırılma noktasıdır.

YİNE YANLIŞ BİLGİ!

Oysa ki hasta bu sıkıntısını da yanlış tanıyordur. Bu sıkıntıyı dayanılmaz ve katlanılmaz bir sıkıntı zannediyordur. Bu düşünce doğru bir bilgiye dayalı değildir. Bu sıkıntı da aslında, tıpkı zihnindeki düşünceler gibi, hayali bir sıkıntıdır. Sadece görüntüsü ürkütücüdür. Ama özde hiç bir tehlikeli yönü yoktur.

Bir düşünür vesvese denilen bu problemle ilgili olarak "aynadaki yılan sokmaz, aynadaki ateş yakmaz" demektedir. Bu çok veciz bir benzetmedir. Aynı şekilde, obsesyonlu hastanın yaşamaktan korkarak çekindiği, yanlış davranışlarına geri dönerek devam ettiği, böylece hastalığını kendi eliyle besleyip büyüttüğü sıkıntı haddizatında gerçek bir yılan değil; yılanın aynadaki resmidir. Ya da, aynadaki ateştir.

Bu hayali sıkıntıyı -kendi örneğimle anlatacak olursak- sahte bir kabadayı gibi de düşünebiliriz. Kişi sırf sesine, attığı nağraların şiddetine bakarak sahte kabadayıyı yanlış tanır ve gerçek bir tehlike gibi algılarsa, bu sahte kabadayıdan sürekli korkar ve her gördüğünde sıkıntılı olur. Ancak, kişi sahte kabadayıyı (onun ciğerini) doğru tanırsa sesinden ürkmez ve birazcık karşısında dik ve cesur durabilirse ortada korkulacak bir durum da kalmaz.Kabadayıların asıl amacı korkutmak, böylece sindirmek ve ele geçirmektir. Hiç bir kabadayı kimseyi sindiremediği bir yerde boş yere durmaz. Siz sinerseniz gelir, durur; sinmezseniz de terkeder, gider.

Evet, sahte kabadayı artık bağırmakla, çağırmakla eskisi gibi amacına ulaşamaz, istediğini alamamış olur, derken çeker ve gider. Bunun tek nedeni vardır, sahte kabadayının ciğerini artık çok iyi tanıyor olmanız. O nedenle de naralarına artık aldırış etmiyor, ondan korkup ürkmüyorsunuzdur.
Dolayısı ile hasta, sahte kabadayının, yani hastalığının bağırıp tafralar atmasından (sıkıntı ortaya çıkarmasından) ürkmemeli, birazcıp dik durmalı, hatta diklenmeli, sahte kabadayının gerçek yüzünün ortaya çıkması için bir müddet daha sabretmelidir. Hiç bir sıkıntı dayanılmaz değildir, bu yapılabilir.

Hele de hayali bir sıkıntı asla dayanılmaz değildir.

Obsesyonda da Kompülsiyonda da, yaptıkça hastalığımızı beslediğimiz düşünce ve davranışlarımızı sergilemekten vazgeçmeye çalışmalı, bu durumda yaşayacağımız geçici ve hayali sıkıntıya hazır olmalı, bunu bilmeli ve beklemeli, bundan asla ürkmemeli, bu hayali sıkıntıyı yaşamaktan (yani sahte kabadayının tafralarından) korkmamalıyız.

İnsan "ya hiç tanımadığındana korkar yada yanlış tanıdığından" demiştim. Siz artık obsesif düşüncelerinizi, kompülsifdavranışlarınızı ve hayali iç sıkıntınızın doğasını (sahte kabadayının ciğerini) doğru tanıyorsunuz. O halde, korkmanız için hiç bir sebep de yok ortada.

Panik atakda da durum aynıdır. Hasta, yaşadığı ataklarda kendisine bir şeyler olacağını zanneder. Kalbi sıkışır, daha doğrusu kalbi sıkışmaz, hastaya böyle gelir. Hasta böyle zanneder Bu tamamen hastalığından kaynaklanan bir zandır, bir yanılsamadır. Ortada fizyolojik gerçek bir tehlike yoktur. Hasta bu noktayı doğru tanımalı, panik atak hastalığından kaynaklanan bu gayet doğal panik atak belirtisinden ürkmemelidir. Bir insan gripten korkmazsa, öksürmekten de korkmamalıdır. Çünkü öksürmek ayrı bir dert değildir, sadece gribin tipik bir belirtisidir. Bu soruna da büyük ölçüde takıntıdaki mantıkla yaklaşılmalıdır.

Psk. İzzet Güllü
 
bende var fobiyle birlikte önlm almadım hayatımı boşuna kararttım
 
bende çok korkuyorum doktora gitsem bana bunun teşihisi koyacak diye korkuyorum bugün arkadaşım geldi o gittiğin bu yana evi temizledim wc 10 kere yıkamışımdır şimdide kapıları silecem allahım kabus gibi dışarıda wc kullanamam haftada en az 3 gün rüyama pis tuvalet ve banyoyu kullanmak zorunda kaldıgımı görüyorum kan ter içinde uyanıyorum off
 
arkadaşınız bunu bilse bir daha gelir mi acaba evinize?
 
Tam olarak iyileşebildiniz mi
Ç
 
Çok güZel. Ben ilacı bırakıyorum doktor denetiminde 9-10 ay sonra yine belirtiler başlıyor. İki kez alevlendi rahatsızlığım bu şekilde maalesef
 
Çok güZel. Ben ilacı bırakıyorum doktor denetiminde 9-10 ay sonra yine belirtiler başlıyor. İki kez alevlendi rahatsızlığım bu şekilde maalesef

Yani eylülde biraktım şimdi yine belirtiler başladı
Çünkü OKB salt ilaçlı tedaviyle aşabileceğiniz bir sorun değil. İlaç sadece beyin kimyanızı düzenliyor, sizin davranış düzelmesinin üzerinde de çalışmanız lazım. Bunun için kendinize ufak ödevler vermeniz lazım.
Takıntınız ne yönde? Neye takıntı ve zorlantı gösteriyorsunuz?
 
Biliyorum ben 4 yıldır bir doçentle devam ediyorum tedavime spor aktivite gezme vs hepsini yaptım. Zaten şu an ilaç kullanmıyorum. Bende hastalık okb si var.
 
B
Bir süre sonra 6-7 ay sonra ilaçtaki kimyasallar beyni terk ettiğinde yüksek oranda tekrar ediyor, maalesef stresli yaşam olayları benim hastalığımı alevlendiriyor
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…