Neden ağlıyor, neden esniyoruz?

dids

f & d
Kayıtlı Üye
26 Eylül 2007
6.481
23
44
Dünyadaki en kompleks yapılardan biri olan insan kafası, inanılmaz derecede hızlı gelişir. Sadece sekiz haftalıkken milyarlarca hücre çoktan beyin, göz, kulak, belirgin bir yüz, dil, ağız burun ve kafatasını oluşturur.

Gelişimini tamamlayınca, kafatası oldukça sağlam bir yapıya dönüşür. 1997 yılında John Evans kafasının üzerinde tam 190 kilo ağırlığında 101 tane tuğla taşımayı başararak, kafatasının ne kadar sağlam olduğunu kanıtlamıştır. Ancak bu başarı sadece kafatasına ait değildir. Boyundaki kasların güçlü olması da bu işin başarılmasına yardımcı olur. Normal bir insan kafası 5 kilo civarında ağırlığa sahiptir. Yani vücut ağırlığımızın yaklaşık %8'ini oluşturur. Nefes alma işinin büyük kısmı ciğerlerde gerçekleşir. Kafa sadece gerekli oksijenin vücuda girmesine yardımcı olan bir kapıdır. "Hava taşıma" işlevi gören bir yapı için fazla kompleks olan kimi eylemler de burada gerçekleştirilir. Hapşurmak ve konuşmak gibi. Bu eylemlerden en gizemlisi hiç kuşkusuz "gülmek"tir. İnsan davranışları içerisindeki en "aykırı" eylem olan gülme, kahkaha, kıkırdama, katılma gibi formlara bürünebilir. Bütün gülme çeşitleri kendi belirgin "imza"sına sahiptir. Bu "imza"lar kısa, sesli harf içeren notalardan oluşur ve saniyenin 10'da 1'inden uzun sürmez. Bu eylem, saniyenin beşte biri gibi sürelerde kendisini tekrar eder. Gülme belirli bir sesli harfle başladığında, onunla devam eder; "ha ha ha" diye gülebilirsiniz, "he he he" diye gülebilirsiniz, ama "ha he ha" diye gülemezsiniz... Gülmenin "bulaşıcı" olduğu 1962 yılında kanıtlanmış bir gerçektir. Tanzanya'daki yatılı okulda "kıkırdamaya" başlayan üç kızın sonu gelmeyen kahkahaları saatler sürünce okuldaki diğer 159 öğrenciye de bulaşır ve sonuç inanılmazdır; 16 gün süren kahkaha krizi. 16. günde okul yönetimi büyük bir hata yaparak okulu tatil eder ve "kıkırdayan" kızları evlerine gönderir. Böylece salgının tüm kasabalara yayılmasına yardımcı olur. 2 yıl süren salgında kimse ölmez ancak günlük yaşam büyük sekteye uğrar.
Normal şartlarda, insanlar yalnızken yanlarında birileri olduğu anlara kıyasla 30 kez daha sık gülerler.


Peki neden gülüyoruz?

Bilimadamları henüz bu soruya yanıt bulamasalar da, benzer bir konuda çözüme ulaşmış görünüyorlar: kendi kendimizi gıdıklayamamak. Kendi kendimizi gıdıklamak işe yaramıyor çünkü beyin, vücudun kendi hareketlerinden kaynaklanan hisleri bastırır, böylece kendisini gerçek işine odaklamış olur; dış dünyadan gelen beklenmedik uyaranlara karşı tetikte olmak...
Avrupa ve Afrika kökenli insanların kulak kiri (veya salgısı) ıslak ve bal rengine yakın bir kahverengiyken, binlerce yıl önce meydana gelen genetik değişim Asyalıların, Amerikan yerlilerinin ve Eskimoların (ki kökenleri aslen Asya'ya dayanır) kulak salgıları kuru ve gridir. Bu bilgiyi kullanarak, insanların kökenini araştırmak mümkündür. Örneğin Eskimoların, Asya kökenli oldukları bilgisine bu şekilde ulaşılabilir. Rengi ne olursa olsun, bu karışımın bir çok faydası vardır. Çene hareketine bağlı olarak hareket eden kulak salgısı, kulak kanalındaki kiri ve tozu temizler. Aynı zamanda kulak kanalındaki derinin kurumasını ve kaşınmasını engeller. Bakteri ve mantarlara karşı koruma sağladığını da unutmayalım...
Burunlarımız, hayatımızın çok önemli bir parçasıdır. Bizim düşündüğümüzden çok daha önemli bir parça... Bilinçli olarak yapmasak da, burunlarımız sayesinde bir insanın duygularını, mesela korkuyu, memnuniyeti ve cinsellikle ilgili kimi durumlarını "koklayabiliriz". Bu konuda kadınlar erkeklere oranla daha başarılıdır. Yapılan araştırmalarda, kadınların, "mutlu" ve "üzgün" filmler izleyen insanların koltukaltlarından alınan koku örneklerini daha iyi ayırtedebildikleri ortaya çıkmıştır.
"Koklayabilme" becerimizi, burun boşluğunun ardındaki posta pulu büyüklüğündeki bir membrana borçluyuz. Posta pulu büyüklüğünde olsa da, içerisinde 10 milyon "alıcı" bulundurur. Ancak köpeklerde durum biraz daha farklıdır, 1 milyar kadar... Bu membran içerisindeki 1.000 farklı alıcı hücre tipi 10.000'den fazla kokuyu ayırt edebilmemizi sağlar.


Esnemek, gülmek kadar bulaşıcıdır.

Henüz doğmamış bir bebek bile, 11. haftadan itibaren anne karnında esnemeye başlar. Doğduktan sonra, son nefesimizi verene dek ortalama 250.000 kez esneriz. Bu "çene esnetme egzersizi", aslen ciğerlerimizin çalışmasını düzenleyen koruyucu bir reflekstir. Ciğerlerimizde bulunan keseciklerin (karbon dioksit-oksijen dönüşümünün yapıldığı kesecikler) çökmesini önler. Esnemek, gülmek kadar bulaşıcıdır. Yapılan araştırmalar, esneyen birisini gören insanların %50'sinin 5 dakika içerisinde aynı hareketi yaptığını ortaya koymuştur. Bu konuda birşeyler okumak bile sizi esnetebilir. Belki de çoktan esnediniz bile... Kesinlikle kontrol edemediğimiz bir özelliğimiz "kızarmak"tır. Peki bu kırmızılık neden sadece yüzümüzle sınırlı? Örneğin utandığımızda neden sırtımız değil de, yüzümüz kızarır? Bu sorunun cevabı yüzümüzde bulunan kan damarlarında yatıyor. Bu damarlar vücudumuzun diğer bölgelerinde bulunanlara göre daha geniş, daha yoğun ve yüzeye daha yakındır. Kimi insanların neden diğerlerine oranla daha çok kızardığı konusu ise gizliliğini korumaktadır. Zira deneysel koşullar altında insanların kızarmasını sağlamak oldukça zordur. Bu konuda yapılan bir araştırmaya genç kızlar dahil edilir. Ancak deney boyunca tek bir kızarma görülmez. Bunun üzerine yardımları için teşekkür edilip, deney sonlandırılır, kızlar "işe yaramaz" yanakları için özür dilerken bir anda kırmızıya bürünürler... Kızarma konusunda olası bir açıklama, "korunma" amaçlı bir hareket olabileceği. Yani, başkaları yüzümüze vurmadan, suçlu olduğumuzu kabul etme durumu. Kimi araştırmalar gerçekten de bu açıklamayı destekliyor. Hata yapan kişinin yüzü kızardıysa, insanlar ona karşı daha anlayışlı yaklaşıyor... Vücudumuzda koltukaltı, avuç içi ve ayak tabanı dışında "duygusal" terlemenin gerçekleştiği bir bölge daha var; alnımız. Sıcaklığı düzenleyen ve derinin tamamında gerçekleşen sıcaklığa bağlı terlemeden farklı olarak, "duygusal" terleme korku, kızgınlık ve stres'ten kaynaklanan bir tepki. Nasıl işlediği tam olarak bilinmese de, "soğuk terler dökmek" deyimi durumu açıklamaya uygun düşüyor. Bir teoriye göre vücudu bu şekilde "soğutmak" daha fazla enerji tüketmeye yol açıyor. Korkutucu bir durumda ihtiyacımız olabilecek bir işlev. Tabi bu şekilde bir vücut tepkisi, seçeneklerimiz dömüşmek ya da savuşmak olduğunda uygun görünüyor. Ama korku içinde olduğumuz yere sabitlenmişken "ecel terleri" dökmek, duyulan utancın artmasından fazla bir işe yaramayacaktır. İnsan yüzünde bulunan 43 kas sayesinde 10.000'in üzerinde yüz ifadesi oluşturabiliyoruz. Bu ifadelerin 3.000 kadarı diğer insanlar için tanınabilir olsa da, 7 temel duygu, bütün kültürlerde yüzümüze aynı şekilde yansıyor; üzüntü, kızgınlık, şaşırmak, korku, keyif, tiksinme ve küçümseme. Bu ifadeleri öğrenmemiz gerekmiyor, doğuştan itibaren kullanabiliyoruz. Bu durum da, doğuştan kör insanların bile aynı yüz ifadelerini kullanabilmesini açıklıyor. Atalarımız milyonlarca yıl önce ayaklarının üzerinde yürümeye başladıkları zaman, uzak mesafelerle ilgili iki büyük avantaja sahip oldular: görmek ve işitmek. Bu iki duyu, dokunma, tatma ve koklama duyularının ötesinde bir öneme sahip oldular, çünkü nesneleri tanımlamak için onlara yakın olmamız gerekmiyor. Bunun sonucu olarak da, günümüzde dış dünya hakkında toplayıp işlediğimiz bilgilerin %90'ını görme duyumuza borçluyuz. Böylesine önem taşıdıklarını düşününce, onların kurumasını, enfekte olmasını, çizilmesini önlemek için gözyaşlarının olması mantıklı bir çözüm. Peki ya duygusal olduğumuz anlarda, çok üzgün ya da çok mutlu olunca akan yaşlar? Bu gözyaşları insanoğlunun doğasından geliyor, ama sebep ve sonuçları ile ilgili çok az bilgiye sahibiz. Kimi araştırmacılar "duygusal" gözyaşlarının içeriğinin, normal gözyaşlarına göre daha zengin olduğunu -manganez ve protein açısından- söylüyor. Fakat bu söyleme dayalı olan iddia, yani, gözyaşları ile strese dayalı toksik maddeleri vücuttan attığımız çok inandırıcı değil. Çünkü bu konuda daha başarılı olacak böbreklere sahibiz. Duygusal gözyaşları daha çok ruhumuzdaki toksinleri atmamıza yarıyor gibi... Gizli faydaları ne olursa olsun, gözyaşı dökmek bir çok kültürde hoş görülen bir durum değil ne yazık ki... Örneğin Endonezya'daki Minangkabau etnik grubunda ağlamak "yasak" Tıpkı konuşmak, aya gitmek gibi bizi diğer tüm canlılardan ayıran özelliklerden biri de gözyaşlarımız. Ve onlar sayesinde boyunlarımızın üzerindeki o gizemli yapının ne kadar muhteşem olduğunu farkedebiliyoruz.



(alıntıdır)
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…