'Mustafa' hakkında kim ne dedi

kibela24

Nirvana
Kayıtlı Üye
29 Aralık 2007
6.205
50
44
B]'Mustafa' hakkında kim ne dedi?[/B]



Atatürkün yaşam öyküsünü anlatan Can Dündar imzalı Mustafayı izleyen köşe yazarları ve ünlü isimler film hakkında çok farklı yorumlar yaptı.


Atatürk’ün ölümünün 70. yıldönümü için hazırlanan ‘Mustafa’ gösterime girdiği günden itibaren seyircinin yoğun ilgisiyle karşılaştı. Can Dündar’ın yazıp yönettiği ‘Mustafa’ vizyona girdiği ilk gün 150 bin kişi tarafından izlendi. 193 kopyayla 206 salonda gösterilen film medyada da geniş yer buldu. Kimileri film için “Kemalizm’e yeni bir hayat öpücüğü” nitelemesi yaparken, kimileri de “bu film ulusalcıların ezberini bozdu” dedi.

ARABASI KIRILANA YOL GÖSTEREN ÇOK OLUR
Çetin Altan, Milliyet (2 Kasım 2008)
Nasreddin Hoca, yolda komşusunun damadına rastlamış. Genç damat:
- Hoca, demiş; bir oğlum oldu.
Nasreddin Hoca kutlamış kendisini ve sormuş:
- Adını ne koydunuz?
- Mustafa koyduk.
Nasreddin Hoca:
- Keşke, demiş; biraz daha düşünseydiniz Mustafa koymadan önce.
- Neden?
- Neden olacak, “Mustafa uyuyor”, “Mustafa meme emiyor”, “Mustafa emeklemeye başladı”, “Mustafa taytay duruyor” dedikçe; bir yığın kıyamet kopabilir Ankara’da.
- Allah Allah neden ama?
- Nedenini git Can Dündar’a sor sen; “Mustafa” diye yaptığı filmin nasıl bir gümbürtü çıkarttığını görmüyor musun?”

MUSTAFA
Güneri Cıvaoğlu, Milliyet (29 Ekim 2008)
(...) Belgeselin ötesine geçen “ruh” var filmde... Can, “duyguludur” fakat dahası ve bu film için çok önemli özelliği “duyarlı” da oluşudur. Başkasını hissedebilmesidir. Binlerce not, kitap, belge ve görüntünün arasında iz sürerek sonradan kazanılmış “Kemal” ve “Atatürk”ten ayrıştırdığı saf ve yalın “MUSTAFA”yı bulmuş, hissetmiş.





(...) Filmde üzerinde çok konuşulacak ve tartışmalar yapılacağını sandığım bazı bölümler var. Örneğin... Atatürk’ün kendisini çılgınca alkışlayanlar için “Aynı kalabalık yarın bizi linç de edebilir” söylemi. Yadırgansa da onun ne kadar gerçekçi olduğunu gösteriyor. Alkışlarla başı dönen ve kendilerini “siyaset evliyası” mertebesinde görenlerin sonları hazin olmuştur. Atatürk’ün “Kürtlere yerel özerklik verilmelidir” söylemi de polemiklere neden olacaktır. Belki kullanılacaktır.
Oysa o günün koşullarında söylenmiş sözleri değişmez bir kalıp olarak görmek hata olur. Buna karşılık... Atatürk’ün daha o zamandan Kürt kökenli yurttaşlarımız için nasıl geniş bir açıyla sorunu gördüğünün de kanıtıdır.

RECEP İVEDİK Mİ MUSTAFA MI?
Mehmet Y.Yılmaz, Hürriyet (1 Kasım 2008)
BELGESEL bir filmin bu kadar çok tartışma yaratması ancak bizim cennet vatanımızda gerçekleşebilecek bir durum. Can Dündar’ın “Mustafa” belgeseli öyle görünüyor ki önümüzdeki ayların en canlı tartışma konularından birisi olacak. Deniz Baykal’ın filmle ilgili eleştirileri gişe başarısı açısından umut veriyor bence. Benim de kendime referans aldığım film eleştirmenleri var. Onlar beğenirse filme gitmiyorum, beğenmezlerse ilk seansta yerim hazır! Deniz Baykal da bence böyle bir etki yaratacak. (...) İnsani yönlerini öğrendikçe Atatürk’e saygım daha da artıyor. İki kadeh fazla içiyor ya da kendini yalnız hissediyor diye Atatürk değerinden bir şey kaybetmez. Tarihi kişilikleri, gerçek bir “kişilik” yapan şey de zaten bu tür sıradışı özellikleridir. Yoksa herkes “tarihi kişilik” olur ki bunu yazacak tarih kitabı milyon sayfa olur, kimse okuyamaz!

CAN DÜNDAR’IN ‘MUSTAFA’SINI DAHA ÇOK SEVDİK
Mehmet Ali Birand, Posta (29 Ekim 2008)
(...) Can Dündar, 70 yıldır ilk defa bize bronz heykellerdeki sert bakışlı, at üstünde uçar gibi giden veya siyah-beyaz fotoğraflardaki çok ciddi, hatta katı bakışlı bir lideri değil, Atatürk’ün insan tarafını gösterdi. Aşık olan, sevgilisine Fransızca nefis mektuplar yazan, içki içen, arkadaşlarıyla eğlenip şarkı söyleyen, dans eden bir Atatürk’le karşılaştık. Gerektiğinde, görüşlerini paylaşmadığı insanlarla da işbirliği yapan, hedefine varmak için şeytanla dahi el sıkışan, gerçekçi bir lideri tanıttı.
Can Dündar, 70 yıldır kendi kendimizi hapsettiğimiz fildişi kafesin kapısını açtı. Ben kendimi Mustafa’ya çok daha yakın hissettim. Onu, bronz atlar üstünde şaha kalkmış heykellerinden daha çok sevdim. Daha çok benimsedim. Eline sağlık Can Dündar.

MUSTAFA’NIN TARTIŞILACAK YÖNLERİ
Fikret Bila, Milliyet (30 Ekim 2008)
(...) Zaafları, zayıflıkları, hırsı, aşkları, sigarası, içkisi, dinden-imandan uzaklığı, Türkiye’den çekip gitmek isteğiyle perdeye yansıyan Mustafa’nın, Kemalistleri tatmin ve memnun edeceğini sanmıyorum. Buna karşılık, Kemal’den hazzetmeyenlerin ilgisini ve beğenisini daha fazla çekebilir. Tahmin ediyorum ki “Mustafa” bir “Kemal” tartışması yaratacak...

Vahdettin’i sevenler de filmden memnun kalabilirler. “Mustafa”da siyasi konulara girildiğinde soru işaretleri oluşuyor. Vahdettin konusu da öyle... Son Padişah Vahdettin’in vatan haini değil gerçek bir “vatansever” olduğunu savunanlar, onun, Atatürk’ü “vatanı kurtarmaya memur” ettiğini savunurlar. Nitekim, Atatürk’ün Samsun’a gitmeden sarayda Padişah’la yaptığı görüşme buna yorulur ve yeterli görülür. “Mustafa” filminin verdiği mesaj da bu yönde. Vahdettin, Mustafa Kemal Paşa’ya, “Paşa, devleti kurtarabilirsiniz” diyor filmde. Ama arkası gelmiyor. En azından, “Peki Mustafa Kemal için çıkarılan idam fermanında imzası bulunan bu Vahdettin değil mi?” sorusu gelecektir.



“Mustafa” insani yönleriyle anlatıyor Atatürk’ü ama siyasi alandan yapılan seçkiler genellikle tartışmalı konular. Güncel tartışmalar olduğu için bu konular tercih edilmiş izlenimi veriyor. Örneğin, Atatürk’ün son dönemlerde tartışılan ve PKK-DTP cephesinin sık sıkıya sarıldığı ünlü İzmit basın toplantısı konu ediliyor. Filmde, Atatürk’ün İzmit’te bazı gazetecilere yazılmamak üzere, “Kürtlere anayasal özerklik verileceğini söyledi” deniliyor. Bu konunun da arkası gelmiyor. İhtimal ki, filmin bu yönü de tartışmalara neden olacak. Güneydoğu’ya özerklik verilmesini isteyen PKK-DTP cephesi, filmin bu kesitini beğenecek ve ihtimal ki kullanacaktır.

(...) Mustafa’ değişik bir Atatürk portresi yansıtıyor. Can Dündar ve arkadaşları, Atatürk’ü insani yönleriyle anlatmak istemişler. Can Dündar ve arkadaşlarının gün ışığına çıkardıkları yeni görüntü ve belgeler, özellikle Atatürk’ün günlükleri, takdir edilmesi gereken gazetecilik başarısı. Can Dündar’ı ve ekibinin bu başarısını kutlamak gerekiyor. (...)
 
MUSTAFA HAKKINDA ÇOK ŞEY
Avni Özgürel, Radikal (1 Kasım 2008)
Atatürk’ün bütün hayatını anlatma derdine düşmek, filmi ortaokul tarih kitabı sınırı içine hapsetmiş. Sevgili Can’ın göz ardı ettiği bir husus, gerçekte bir değil birkaç Mustafa’nın olduğu.

(...) Sevgili Can’ın şimdiye kadarki yapımları açık söylemek gerekirse onun romantik üslubuna hayran, ürettiklerini huşu içinde seyretmeye hazır kitlelerin beğenisine sunduğu, TV ekranlarına, özel gösterimlere ve DVD piyasasına dönük, deyim yerindeyse bir tür ‘kapalı havuz ya da akvaryum’ projeleriydi. ‘Mustafa’ ise kelimenin tam anlamıyla ‘açık denizlik’ iş.

Alkışlamayı sona bırakıp eleştirilerimi söyleyeyim... Atatürk’ün bütün hayatını anlatma derdine düşmenin filmi Emin Oktay’ın ortaokul tarih kitabı ve kronoloji sınırı içine hapsettiğini söylemem gerek. Mustafa Kemal’in hayatındaki önemli dönemeç noktalarının çoğu ya bir iki cümleyle geçilmek zorunda kalınmış ya da büsbütün görmezden gelinmiş. Oysa Can Dündar yeteneğinde bir kalem Atatürk’ün özeli dahil zincirdeki halkalardan herhangi birinin üzerine gitse herhalde ortaya çok daha iddialı bir yapım çıkardı. Her şeyden biraz anlatmaya çalışmak lokanta tabiriyle ‘ortaya karışık/ şefin tabağı’ türünden bir şey çıkarmış.

Sevgili Can’ın bildiğinden emin olduğum ama her ne sebeptense göz ardı ettiği bir husus, gerçekte bir değil birkaç ‘Mustafa’nın olduğu. Örneğin, ‘Medeni Bilgiler’ kitabında yer alan la-dini cümleleri yazan da, İslamiyet ve Hazreti Peygamber’le ilgili en övücü değerlendirmeleri yapan da odur. Geçen asrın büyük din âlimi Elmalılı Hamdi Yazır’a hâlâ aşılamamış Kur’an tefsirini yazdıran, Buhari’nin hadis külliyatını tercüme ettirerek yayımlanmasını sağlayan kişidir Atatürk. Ve Elmalılı Hoca’nın Diyanet’le yaptığı sözleşmede yer alan, tefsirin nasıl hazırlanacağına dair maddeleri kaleme alan kişidir. Aynı durum arı dil yani Türkçe’nin sadeleştirilmesi meselesinde de, ‘Güneş Tarih Teorisi’ diye isimlendirilen maziyi farklı kalıba dökme girişiminde de vardır. Eski silah arkadaşlarıyla arası açılmıştır açılmasına ama bunda sadece ideolojik görüş ayrılığının etkisi olduğu söylenemez. Yani devrimlere muhaliftiler onun için araları açıldı derken de ihtiyatlı olmak gerekir. Doğru; kumandanlar muhaliftiler devrimlerin bazılarına. Harf inkılabına, şapka dayatmasına, hilafetin kaldırılmasına karşıydılar, ama aralarındaki soğukluk o zaman değil Sakarya Harbi sırasında başlamıştı. Enver Paşa’nın Batum’da muhtemel bir muvaffakiyetsizlik halinde Anadolu’ya geçip kendisini safdışı etmeye ve kumandayı ele almaya hazır beklediğini, üstelik kimi silah arkadaşlarının onunla temas halinde olduğunu öğrendiği günden itibaren uzaklaşmıştı Mustafa Kemal.
Alkışı sona bıraktığımı söylemiştim...

Eleştirilerime rağmen ‘Mustafa’ beni heyecanlandırdı ve açık söyleyeyim, izlemekten keyif aldım. Can’ın olağanüstü bir özenle ama aynı oranda cesaretle Cumhuriyet’in kurucusuna yaklaştığı şüphe götürmez. Su gibi akan sade bir metin, iyi bir kurgu ve altlarında çağlayan Bregoviç’in müziği.
Mustafa’nın sponsorluk konusunda gereksiz tartışmalarla hırpalanmasına üzüldüğümü de söylemek istiyorum. Kimi gazeteci arkadaşlarımızın, Can’ın geçmişte yaptığı, yazının girişinde ‘havuz/akvaryum projeleri’ olarak nitelediğim çalışmaları gündeme getirerek ‘Mustafa’dan imalı, kinayeli cümlelerle bahsetmeleri de hoş değil.

Filmle iki duvar yıkıldı
Üstelik ‘Mustafa’yla iki duvar yıkıldı.. İlki harcıâlem, makyaja dayalı benzetme gayreti ve genelde Milli Mücadele hikâyelerinin fonunda yansıtılmaya çalışılan Atatürk ilk kez dozunda, başarılı bir canlandırmayla sinema seyircisine sunuldu. Yıkılan ikinci duvar beyazperdenin belgeselle tanışması. Nesli Çölgeçen’in Milli Mücadele’nin son kahramanlarını belgelediği çalışma geliyor bunun arkasından. Umuyorum, diliyorum ki devam eder ve sinema salonlarını belgesel izlemek için dolduran bir seyirci kitlesi oluşur...

MUSTAFA TARTIŞMALARI
Murat Belge, Taraf (1 Kasım 2008)
(...) Mustafa Kemal’i gerçekten sevenler arasında, burada özetlemeye çalıştığım bu resmî tapınma havasından hoşnut olmayanlar var. Onlar, Mustafa Kemal Atatürk imgesinin toplumun bütününü ayağa kaldıracak bir imge olamamasını, bu resmî propagandanın genel sevimsizliğine bağlıyorlar. Doğal olarak, daha “insancıl”, daha “güler yüzlü” bir Atatürk imgesine ihtiyaç duyuyorlar. Değerlendirebildiğim kadarıyla Can Dündar da böyle düşünenler arasındadır. İnsanın en “insanî” kabul edilen çocukluk çağını filmine ana konu olarak seçmesi, böylece bu samimî “Mustafa” hitabına ortam hazırlaması, herhalde bu gibi kaygılara dayanıyordu.
Gene, “çocuk”luğun vurgulanması, asıl “tabu” konusu yılların eylemlerinden uzaklaşmaya da imkân tanıdı. (...)Deniz Baykal, Atatürk’ün demokrat olduğunu, oysa Can Dündar’ın filminin onu “diktatör” gibi sunduğunu söylemiş. (...) Her toplum sevdiği, teşekkür borçlu olduğuna inandığı, siyasî veya değil, “büyük” saydığı insanları heykellerle anar, kitaplar, biyografiler yazılır. Ama demokratik ülkelerde bu işler ne kurulu bir sistem içinde yapılır, ne de bir sansür çerçevesinde. Türkiye’de Atatürk kültünün benzetilebileceği olgu, daha çok eski Komünist ülkelerde görülen önder kültüdür. Ama bu da, ancak bir dereceye kadar. Troçki, “Stalinist’lerden söz ederken, “epigon” kelimesini kullanır. Bu Yunanca kelime, kabaca, “taklitçi izleyici” anlamına gelir. Taklit edenin, taklit ettiğiyle aynı düzeyde olamadığını da ima eder. Troçki’ye göre “epigon”, taklit ettiği “idol”ünün belirgin bir özelliğini seçip alır ve bunu abartılı bir biçimde yaşatmaya veya sürdürmeye veya yeniden üretmeye çalışır. Troçki’nin hedef aldığı “Stalinistler” Stalin’i hunharlıkta geçmeye çalışıyorlardı. (...) Troçki’nin “epigonlar hakkındaki tesbiti oldukça isabetli. “Epigon”, önderin, çok zaman büyük bir kusur olan özelliğini alıp bağrına basar, öncelikle ona sahip çıkar. Bu determinizm, “epigon-üreten” kültürlere içkin bir determinizmdir. Onun için Deniz Baykal’ın -öteki sözlerinin yanı sıra- “Atatürk diktatör değil, demokrattı” sözü yerini buluyor. Deniz Baykal dahi hiç sanmam ki bunun böyle olduğuna inansın, ama “demokrasi işte bu” diyeceği nesnenin özelliklerini iyi biliyor.
 
MUSTAFA
Derya Sazak, Milliyet (30 Ekim 2008)
(...) Can Dündar, ‘Sarı Zeybek’ten bu yana Mustafa Kemal’i ‘siyah beyaz’ görüntülerin bize hatırlattığı 20. yüzyılın başlarındaki savaş yıllarının askercil liderleri arasından çıkarıp, çağı değiştiren, devrimci, barışçı, insani Atatürk kimliğiyle buluşturmaya çalışıyor. ‘Mustafa’ filminde hayatın içinden bir ‘portre’ çıkarmaya çalışıyor Dündar. Aşk ve özlem mektupları yazan, gülen, zeybek oynayan, hüzünlenen, öfkelenen, giderek yalnızlaşan, ‘Beni hatırlayınız’ diye not düşen bir Atatürk’ü de görüyoruz.

(...) Dündar, cumhuriyetin ilanı ile 1930’lar arasındaki ‘devrim’ yıllarında Atatürk’ün ‘diktacı’ kimliğine, Kürtlere özerklik sözünden yeni devleti inşa mücadelesinde ‘İslamiyet ile komünizm’i birleştiren ‘pragmatist’ siyasetine de göndermeler yapıyor. Bir çağdaşlaşma ve modernleşme projesi olarak Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşunun 85. yıldönümünde de sorunlarla boğuşuyor. ‘Mustafa’yı özellikle genç kuşaklar izlemeli.





KOVULDUNUZ
Perihan Mağden, Radikal
Bu bayram, sanatsal/sinemasal: yapıcılarını finansal olarak DA gönendirecek bir Cumhuriyet Bayramı oldu. Olacak yani. Can Dündar, mesela, Cumhuriyetin İçli Böreği olarak Susurluk’tan aldığı/duyduğu heyecanı, Ergenekon için duyamıyormuş. Hayret! Böylesi 1 araştırmacı dolgusalcı! Neden acaba? E; işin içinde yüksekyüksek generallerimiz olduğu için mi? 1 Numara hâlâ ortaya çıkarılmadığı, bir başka (daha alçak) general Rusya’ya tüymüş olduğu için mi? Genelkurmay, tarihçilerimize dahi açmaya kıyamadığı arşivlerini Müthiş Dolgusal AraştırmaElemanımız Can Dündar için açı açıvermiş: Ki, o da ‘Mustafa’ isimli, ay pek bi ‘controversial’, Mustafa Kemal’in insani yanlarını pek bir ortaya çıkartan filmini, Genelkurmayımız’ın DA cömert katılımlarıyla ortaya koyuversin diye. Artık gelsin okul gezileri Bu Film’e; gitsin Gülben Ergen’in lastik (ve fakat armalı) çizmeleriyle katkılandırdığı Dolmabahçe’de galalar! İş Bankası’nın Çocuk Mustafamız cömertçe kızkardeşi Makbule’yle karga kovalayan reklamlarına bakıyorum filan: Bizim Kemalizm’de olsun, Mustafa Kemal tapıcılığında olsun EKSİĞİMİZ Mİ VAR?

KEMALİZM KALMADI, MUSTAFAİZM VERELİM
Yıldıray Oğur, Taraf
80 darbesi bu Atatürk’ü de beğenmeyip depoya kaldırdı ve kendi Atatürk’ünü yarattı. Bu Atatürk, o yıllarda her yere asılan kürklü kabanlı o meşhur Atatürk resmi gibi o kadar can sıkıcı, öylesine iç bunaltıcı resmi bir Atatürk’tü ki, o yıllarda gayri-resmi tarih zirve yaparken, 90’ların başında artık Atatürkçülük dibe vurmuştu.
Ta ki Refah Partisi’nin yerel seçim başarıları ve Uğur Mumcu’nun öldürülmesiyle yükselen laik duyarlılıklarla Atatürk’ün bir popüler kültür imgesi olarak yeniden keşfedilmesine kadar. Atatürkçü Düşünce Dernekleri, ÇYDD’ler öncülüğünde diğer laik aydın cinayetleriyle arada alevi harlanan, 28 Şubat ile zirve yapan bu yeni “Rozet Atatürkçülüğü”, Kemalizm’i belki de tarihinde ilk kez popüler bir ideoloji yaptı, orta-üst sınıfları mobilize etmeyi başardı.

İşte Can Dündar tam da bu yeni nesil Atatürkçülerin/ Atatürkçülüğün ihtiyaçlarını karşılayan başarılı işlere imza attı. Talep mi arzı doğurdu, arz mı talebi yönlendirdi bilmiyoruz. İşte böyle bir tarihsel anda Kemal Atatürk’ün imdadına yetişti küçük Mustafa. Bakalım sevimli, masum, yanaklarını sıkasımız gelen öksüz Mustafa, öfkeli, sevimsiz, yaşlı, darbeci Kemalizm’i bize unutturabilecek mi? Bakalım bu Mustafa-Kemal kavgasından geriye İttihatçı Matematik hocasının Kemal’i mi, İslamcı Zübeyde Hanım’ın Mustafa’sı mı kalacak? Yoksa Mustafa, Can Dündar’dan Ergenekon önlerinde nefessiz bırakılmış Kemalizm’e yeni bir hayat öpücüğü mü?

CAN DÜNDAR’A
Reha Muhtar, Vatan (30 Ekim 2008)
(...) Bir ufak kuşkum var ki filmi görmeden sana söylemeliyim...
Bu soru aynı zamanda filme gitmeye hazırlanan her insanın merak edeceği bir sorudur...
1) Kesinlikle aynı düşünüyoruz, insanlar putlaştırılmamalı, insanî özellikleri, zaafları ortaya konmalı...
2) İnsanlar etten kemikten insan gibi algılanmalı, yalnızlıkları, korkuları, içtikleri rakıları, kırdıkları potları da milyonlarla paylaşılmalı...
3) Devir öyle bir devir, hayat ve insanlar artık şeffaftır...
4) Ve fakat içimi fena halde kaşıyan bir korkum, bir ürpertim var...
5) İnsanî zaaflar ya da özelde gizli kalmış hayatlar ortaya çıktığında, bütün bir hayatı etkisi altına alırlar...
6) Bir gün birisi Can Dündar’ın belgeselini yapacak olsa, sen hangi yaptıklarının senin isminin haksız yere önüne geçmesini istemiyorsan, sen de bir başkasının belgeselini yaparken, bazı özel ayrıntıları o kişinin özelliklerinin önüne geçirmeyeceksin.
 
TAPINMAYALIM... ATATÜRK’Ü SEVELİM
Nazlı Ilıcak, Sabah (3 Kasım 2008)
(...) Can Dündar “Mustafa” filmiyle “putu” değil ama, bazı tabuları yıkıyor. “Put”, yerli yerinde. Zira o film Atatürk’ü yüceltiyor; bunun yanı sıra sevdiriyor da.
Babasını kaybedip, dayısının yanına sığınan küçük Mustafa için, yüreğim yandı. Dolmabahçe’deki odasından, bir 29 Ekim’de, Harp Okulu talebelerinin söylediği “Dağ başını duman almış” marşını dinleyen yorgun ve hasta Atatürk için ağladım. Sonu belli olan bir dokümanterdi seyrettiğimiz; buna rağmen, 10 Kasım’da ölümünü gösteren sahnede sanki daha dün bir yakınımı kaybetmişim gibi gözyaşlarımı tutamadım.

“Atatürk’ü, bir inatlaşmanın, bir kavganın tarafı yapmayın” dememiz bundandır. 28 Şubat sürecinde, dindar olduğu farz edilen kimselere, meselâ başörtülü kızlara “Atatürk’ü sever misin?” diye sorarlardı. Daha öncesine gidelim, “Seni sevmek bir ibadettir” cümlesini sarf eden, Atamızın mumyasını terk edildiği Etnografya Müzesi’nden alıp, törenle Anıt Kabir’de toprağa veren Celâl Bayar bile Yassıada’da, diğer Demokrat Partili arkadaşlarıyla birlikte, “Atatürk düşmanı” olmakla suçlanmamış mıydı? 1981’de, 12 Eylül döneminde, bir yıl boyunca, “Atatürk 100 yaşında” kutlamaları düzenlendi. Yapılan eziyet ve işkenceler bu kılıfla örtülmek istendi. Zaten her askeri müdahale, “Atatürk’ ün kurduğu cumhuriyeti koruyup kolluyoruz” diye meşrulaştırılmadı mı?

Belki ona “Deccal” diyen birkaç fanatik çıkmıştı. (Sonra onların çoğu da pişman oldu ya!) 1968’de, bir Kur’an kursunda okunduğu söylenilen ve “Ben Muhammed ümmetindenim...” diye başlayan bir yemin, sık sık tozlu raflardan indirilip bütün dindarlar şaibe altında bırakılmadı mı? Can Dündar şahane bir eser ortaya çıkarmış; nitekim, 300 kişilik salonu dolduran seyirci, adeta huşu içinde, nefes almadan ve çıt çıkarmadan filmi izledi. Ama hâlâ kimileri Atatürk’ün aşağılandığından söz edebiliyor. Pes doğrusu! Ben buna ya “kıskançlık” derim, ya da “Atatürk istismarcılığı”. Kusura bakmasınlar ama, “Atatürk sevgisi” adını veremeyeceğim.

MUSTAFA!
Murat Birsel, Star (30 Ekim 2008)
(...) Benim ilk aklıma gelen, ‘Bugüne kadar bu film neredeydi’ ve ‘İyi ki Can Dündar var’ düşünceleri oldu. Ve açıkcası bu milletin evladı olarak gurur duymak bir doğum hakkım olmasına rağmen insan yerine konulup nedenlerinin anlatılması beni kalbimden vurdu. Tarihimiz, derslerimiz, piyeslerimiz ‘Ata ile yurttaşı’ işlerken film, Mustafa Kemal ile vatandaşı tanıştırıyor. (...)


evladı olarak gurur duymak bir doğum hakkım olmasına rağmen insan yerine konulup nedenlerinin anlatılması beni kalbimden vurdu. Tarihimiz, derslerimiz, piyeslerimiz ‘Ata ile yurttaşı’ işlerken film, Mustafa Kemal ile vatandaşı tanıştırıyor. (...)

YENİ BİR ŞEY YOK, TARİHTE BİLDİKLERİMİZE UYGUN
İlber Ortaylı, Yenişafak (Yakup Bulut-Ankara, Gül Kireko-İstanbul) (31 Ekim 2008)
İçki konusu yeni bir şey değil. Tarih adına bakıldığında belgesel bilinenleri ortaya koyuyor. Belgeleri harmanlamış ve özel hayatına ait gösterilenler bildiğimiz olaylar. “Gerçekçi değil, gerçeklere uygun değil” diye bir eleştiri yapamam. Gayet tarihte bildiklerimize uygun. Atatürk’ün dehasına aykırı, herhangi bir hakaret de söz konusu değil. Zaten yakın tarihte her şey açık ortada. Ama film olarak seyirci çekebiliyor mu ona bakmak lazım. Bunu da bir hafta sonra anlarız.






CESARET VE MAHARET
Mümtaz Soysal, Cumhuriyet (31 Ekim 2008)
Mahir yapımcı Can Dündar’ın cesaretini kutlamak gerekiyor. Yaptıkları tarihe, kişiliği kitaplara sığmayan bir insanı topu topu iki saatlik bir filme sığdırmak, içinden çıkılması çok zor bir yığın sorunu göze alabilmek demektir.

Yalnız kaynak bulmak, belge toplamak, yeni veriler eklemek, kadro oluşturmak, yer gezmek, tanıtımı örgütlemek gibi özde “maddi” ve somut denebilecek güçlükler değil, boyutları çok değişik ve farklı yorumlanabilecek yaratıcılıkla ve sunuşla ilgili daha bir yığın başka sorun. (...)

RÜYADAN UYANMAK!
Fikri Sağlar, Birgün (31 Ekim 2008)
(...) Cumhuriyet’in 85. yılını Türkiye’ye hatırlatan en önemli olay ‘Mustafa’ oldu!. Resmi tarihin dışına çıkan, eleştiren ama çarpıtmayan, nefis bir dille Can Dündar’ın yazıp yönettiği, ‘Mustafa’ filmi muhteşemdi.

(...) ‘Mustafa’ Can Dündar’ın entellektüel birikimi kadar, artistik yönünün ihtişamını da göstermiş. ‘Mustafa’ 6yıldır unutturulmak istenen Atatürk ve Cumhuriyeti hatırlatan, önemli bir olay olmuş... ‘Mustafa’ bir liderin önce insan olması gerektiğini çarpıcı şekilde yüzümüze vurmuş. (...)

AYKIRI ATATÜRK OLMAK-1
Hasan Bülent Kahraman, Sabah (1 Kasım 2008)
Can Dündar’ın belgesel filmi Mustafa tartışma uyandırdığına göre amacına erişmiş demektir. Sadece bilinenlerin tekrarına dayanan, herkesin benimseyip kabul ettiği görüşler üstünden ilerleyen bir film olsaydı Mustafa hiçbir anlam ifade etmezdi. Bir belgeselin içine gerçeğe ters düşen bilgiler koymak yoluyla tartışma yaratmak da mümkün ama kimsenin Dündar’a böyle bir şey atfettiği yok. Ortada cereyan eden “kamplaşma” bizim ezeli bir derdimizden kaynaklanıyor: Atatürk kimdir? (...)

“MUSTAFA” MI? “ATATÜRK” MÜ?
Altemur Kılıç, Yeniçağ (1 Kasım 2008)
Can Dündar’ın “Mustafa” drama-belgeseli tahmin ettiğim gibi tartışmalara yol açtı. Bence bu tartışmalar, bir yerde, hem kaçınılmaz, hem de faydalı. Başta kimin nerede olduğunun, “Mustafa Kemal’in” kimler tarafından, nasıl anlaşıldığını veya anlaşılamadığını göstermesi bakımından faydalı. Bana gelen tepkilerde, benim işaret ettiğim, kasıtlı olduğuna inanmak istemediğim hatalı, eksik bilgilerden başka, ince noktalara dokunuyorlar filmi görenler! Ben tekrar ediyorum: Belgeseli genellikle beğendim... “Paradoks” olacak, ama bu tartışmalardan ortaya çıkacak olan sonuç Mustafa Kemal Atatürk gerçeğine daha yaklaşmamız ve o büyük adamı daha da iyi anlamamıza vesile olur, diye düşünüyorum!
 
CAN’IN MUSTAFA’SI
Nazım Alpman, Birgün (28 Ekim 2008)
Can Dündar kendisinden her zaman “iyi şeyler” bekleyenleri bir kez daha yanıltmadı. Mustafa filmi Can’ın belgeselciliğinin taçlanmış bir örneği olarak sinemaseverlerin huzuruna çıkıyor..

(...) Can Dündar’ın kadife sesiyle anlatmaya başladığı Mustafa, Atatürk’ün ölüm döşeğindeki bir anımsama ile başlıyor. Dört mevsim bir arada tablosunun içinden tek başına beyaz perdeye gelen küçük çocuk, büyük işleri başardıktan sonra yine aynı tablonun içinden yürüyüp gidiyor. Can, bu şekilde Mustafa Kemal’in sonsuzluğunu (ölümsüzlüğünü) gösteriyor. Ama gazeteci Can Dündar ulaştığı belgeleri meslek ahlakı içinde son derece dürüst olarak okuyup, Mustafa’nın bir ölümlü fani olduğunu da anlatıyor. (...)

ATATÜRK’Ü GÖKLERDEN DÜNYAYA İNDİREN FİLM
Nagehan Alçı, Akşam (29 Ekim 2008)
(...) Film Atatürk’ü müthiş güçlü bir lider ama inanılmaz tatminsiz bir insan olarak resmediyor. O lider önce imparatorluğu ölümden kurtarıyor. Onu, bir hamura şekil verir gibi eğip büküyor. İnsanları yeniden yaratıyor. Ama savaşmak zamanı geçip de eserin olgunlaşma aşamasına gelindiğinde durgun sulara bakıp can sıkıntısından güçsüz düşüyor. Ata hükmetmeyi varlığının öyle ayrılmaz bir parçası haline getiriyor ki etraftaki toz duman kalkınca kendini işlevsiz hissediyor. Bir imparatorluktan devraldığı orduları ve insanları yöneten adam, kendi iç sıkıntısını yönetemiyor.

Can Dündar ve ekibinin Çankaya’nın özel arşivlerini açarak ve Ata’nın izinde Balkanlar’ı dolaşarak ortaya çıkardığı “Mustafa”, bugün gösterime girdi. Kalıplar ve heykellere sıkıştırarak onu öcüleştirenlere, onun arkasına sığınarak darbe planları yapanlara ya da sadece Kemal’siz ve Atatürk’süz Mustafa’yı merak edenlere duyurulur...

MUSTAFA, ERGENEKON, PKK, ÜZMEZ
Ali Ünal, Zaman
(...) Mustafa Kemal’i öncelikle İslâm’a karşı, hattâ Allah’ın varlığını bile sorgulayacak derecede inkârcı biri olarak takdimde ısrar eden Can Dündar’ın “Mustafa”sı konusunda Kürşat Bumin’in tesbiti şöyle: “Mustafa, hakkında izlemeden de konuşmanın pekalâ meşru sayılabileceği filmlerden biri. Ülke tarihi çoğul okumalara kapısını sonuna kadar açmış olacak ki, yapılan edilen şeyleri izleyip de iyi vakit geçirebilelim. Bu yoksa ne işime yarar ‘belgesel’? O’nun ülkenin kamusal hayatına ilişkin gerçekleştirdikleri enine-boyuna sadece bir değil bin tane belgesele konu olmamış ise, ‘özel hayatındaki insanı getiriyoruz önünüze’ diyen bir belgeselden bize ne?” Ana karakteriyle ele alınmayan, alınması kanunlarla, anayasayla mümkün bulunmayan ama bir gün her gerçek gibi ortaya çıkacak olan bir gerçek, temelde o gerçeğe karşı ve onu ideolojik-siyasî, hattâ misyonik hedefi istikametinde kullandığı pekalâ düşünülebilecek biri tarafından başka yönleriyle yansıtılıyorsa üzerinde düşünmek gerekir.

(...) Yalçın Küçük’ü, Soner Yalçın’ı en çok okuyanlar gibi, korkarım Mustafa’yı en çok merak edenler de İslâm hassasiyetli Müslümanlar olacak.

MUSTAFA KEMAL’DEN APE MUSA’YA...
Rasim Ozan Kütahyalı, Taraf (2 Kasım 2008)
(...) Can Dündar’ın Mustafa’sı da bence Tek Adam ve Çankaya tipi Kemalizm çizgisini izleyen bir eser. Tıpkı onlar gibi ciddi ve nitelikli bir eser Mustafa... Müzik kullanımları, resim seçimleri, hikâye bağlanışları çok iyi. Yağ gibi kayan, akıcı bir belgesel. Ki bunu belgesel-film alanında yapmak zor iştir... İçeriği de bu filmin hitap ettiği temel Kemalist kitle açısından çok yerinde bence. Dündar fazla ileri gitmeden temel bazı noktalarda günümüz “çılgın” Kemalistlerine tadımlık dokundurmalar yapmış. Bir tip “Makul olalım, kendimize gelelim” çağrısı bu. Vahdettin meselesine, Kürtlere anayasal özerklik sözü verildiği hakikatine ve altı ok ilkelerinin dogma olmadığı noktasına bir dokundurup geçmiş Dündar. Ki bu kadarı bile en başta Baykal olmak üzere birçok çılgın-Kemalistin bu filme cephe almasına yetti. Fakat bence Dündar müsterih olsun, geniş popüler Kemalist kitle Dündar’a Baykal’a kıyasla çok daha fazla güven duyuyor. Popüler Kemalist çizgi için Dündar kilit nitelikte bir isim. (...)


TABU YIKAN ‘MUSTAFA’
Rasih Yılmaz, Bugün (31 Ekim 2008)
Filmde işlenen ve oldukça tartışma yaratan bazı bildiğimizi zannettiğimiz bilinmeyenler ise şunlar:
1. Ölmeden önce bizzat kendi direktifleriyle heykellerinin dikilmesini istediği,
2. Kürtlere muhtariyet hakkı tanınmasını istediği,
3. Bildiğimizin aksine, aslında İzmir Suikasti’nden sonra başlayan süreçte gittikçe yalnızlaştığı,
4. Günde bir büyük rakıyı ve üç paket sigarayı tükettiği,
5. Devrimlerle alakalı olarak, öğrencilik yıllarına ait günlüğünde gerçekleştireceği devrimlerle ilgili ipuçlar verdiği ve şu satırlarla bunları belirttiği, “Elime kudret geçerse, bir günde darbeyle sosyal hayatı değiştiririm. Neden ben bu kadar yıllık bir yükseköğrenim gördükten, uygar yaşamı, toplumu inceledikten ve özgürlüğü elde etmek için hayatımı harcadıktan sonra cahillerin seviyesine ineyim. Onları kendi seviyeme çıkarırım. Ben onlara değil onlar bana benzesin.”

ATATÜRK’ÜN MUSTAFA HALİ
E. Nesibe Özbudak, Zaman (29 Ekim 2008)
(...) Filmin üzerinde konuşulması gereken yanlarından biri de Atatürk’ün çocukluğunu canlandıran kişinin bir Yunanlı olması. Kendi ülkesine karşı savaşan bir kumandanın çocukluğunu, yıllar sonra o zamanın ‘düşman’ ülkesinden bir Yunanlının canlandırması filme farklı bir anlam katmış. Yönetmen Can Dündar, bu çocuğun kendine ait küçük bir sığınak yapmasını da Atatürk’ün kendi ülküsüne ait yeni bir yurt kurması ile metaforik olarak ilişkilendirmiş. Atatürk’ün diğer dönemlerini canlandıran kişiler ise aslında kendisine pek de benzemiyor. Zira bunun için ayrı bir uğraş da sarf edilmemiş. Film, türünden dolayı seyirciye biraz uzun gelebilme ihtimaline karşın hem teknik olarak görüntü ve sesiyle hem de içerik olarak verdiği bilgilerle doyurucu bir çalışma ve bayram hediyesi niteliğinde. (...)
 
04/11/2008

Yılmaz ÖZDİL

yozdil@hurriyet.com.tr

Mustafa’ya gittim...


Sarhoş.

Kafayı bulunca ağlayan...

Hoyrat.

Soğuk.

Kalpsiz.

Çevresine eziyet eden...

İtiraz edeni asan...

Arkadaşlarını satan...

Goygoycuların dolduruşuna gelen...

Milletten bihaber.

Hatta milleti küçümseyen...

Alay eden.

Hesabını kitabını bilmeyen...

Batı hayranı.

Sefa düşkünü.

O balo senin...

Bu balo benim, gezen.

Zampara.

Cephede bile karı-kız düşünen...

Savaşmadığı için sıkılan...

Ordu varken, çete kurmaya kalkan...

Devrimleri intikam için yapan...

Dinsiz.

Kendi heykellerini diktiren...

Megaloman.

Bencil.

Günde 3 paket sigara içen.

Usul usul intihar eden...

Psikolojik bunalımda...

Yalnız.

Çaresiz.

Basiretsiz.

Zavallı bir adam.

*

Mustafa’daki Mustafa bu.

*

Anafartalar 1 saniye.

İşgal 2 saniye.

Tası tarağı toplayıp kaçmak için, sığır sürüsünün çıkardığı toz bulutundan bile tırsan... Sığır sürüsüyle düşman ordusunu ayırt etmekten aciz biri... Başkomutanlık meydan muharebesi desen... Taktiğini falan başkasından araklamış zaten.

*

Hak edilmiş bence Oscar...

En azından Nobel.
 
Canım emeklerine sağlık .Çok iyi düşünmüşsün .Okumaya fırsatı olmayanlara kolaylık olmuş .Teşekkürler paylaşımın için .
 
filmle ilgili acilmiş bir konu var hali-hazırda
cinlerim tepeme cikiyor beğeni yorumlarini okudukca
 
bu filme 11 yaşındaki kızım okul arkadaşlarıyla gitti ve çocuğumun filmden geldikten sonraki ilk cümlesi "annecim biliyormusun Atatürk hergün 1 büyük rakı 3 paket sıgara 25 fincan kahve içiyormuş" oldu sanırım daha fazla söze gerek yok yazıklar olsun 11 yaşındaki çocuğumun tanıdığı bildiği sevdiği SAYDIĞI ulu önderi bu şekilde yıpratmaya çalışanlara yazıklar olsun
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…