- 17 Ekim 2007
- 791
- 9
Ordu’nun dereleri yukarı akmamış eskiden, şimdi düz bile akmıyor. Delikanlı habersiz geçen o güzelim yılların ardından, yılların güzelliğini geride bırakacak bir güzel gördü. Eskiden beri tanıyordu; ama bir türlü karşılaşamamışlardı. Yolları kesişmemişti, kısmet denen nesne ceberut gibi başlarında bekliyordu, sonunda oda yolu açtı. Sonra birden karşısında görünce tereddüt etti ve yanına yaklaştı. O mu değil mi diye düşünürken, karşısında gülen bir çift göz gördü.
Kıza doğru sokuldu, o da hatırlıyordu. Hatırlanma raundunu kazanan delikanlının kanı Ordu’nun derelerine nispet edercesine yukarı doğru akmaya başladı; ama yukarı doğru akan kan, beyne ulaşmıyordu, kalpten öte tüm yollar tıkanmış, delikanlı bir çift göz karşısında aptallaşmıştı.
Gerçi akıllı olup dünyanın kahrını çekmektense deli olup dünyaya kahır çektirmek daha zevkli ve mutlu ediciydi. Bunlar sıradan gözler değil, gülen gözlerdi. Şu hayatın kaygılarına dalmış insanlara hiç uğramayan gülümsemeler, kızın yüzünde toplanmıştı. Bu mahsulden oğlanda salan payını almak istiyordu. Artık hücum etme vakti gelmişti. O gülen gözlerden gelen ışıkla delikanlı saldırmaya ve kızının kalelerini zapt etmeye hazırdı. Topçu ateşi açıp kızı ürkütmek istemiyordu.
Bir doktor edası ile nabzını yokladı, nabız normaldi. Yalnız kendi kalp atışları pek bir anormaldi; ama bu şoktandı biliyordu. Bir süre eski günlerden bahsettiler, sonra değişmediklerini anlattılar birbirlerine. İnceden mesajlar geliyordu. Delikanlı birazdan yollarının ayrılacağını biliyordu. Kafasında ki soru işaretinin cevabı kendisinde değil, kızdaydı. Kız ile vakit geçirme isteği vardı. Nasıl söyleyeceğini düşünürken, kız ona bir soru sordu. Delikanlı soruyu aldı, kalbinde yumuşattı ve kıza konunun detaylı olduğunu, bir yerde oturma şansları olursa konuyu açıklayacağını söyledi.
Kız kalesine doğru gelen bu soruyu, beyninde kontrol etti ve arkadaşlarım bekliyor diyerek soruyu kendinden uzaklaştırdı. Uzaklaşan soruya bakan delikanlı aldığı cevabı da beğenmeyince, Karadeniz sahillerindeki gemilerine doğru şöyle bir baktı, gemiler batmış.
Bu sırada teknoloji imdada yetişti. Batan gemi ile birlikte yiten umutlara doğru bakarken, birden bir dalgıç varı atak geldi, kızdan.
—Msnin var mı?
Bu devirde msn şerbetinden içmeyen yoktu; ama ilk kez delikanlıya msnini olması ayrı bir tat verdi. Var cevabını öyle bir söyledi ki, sanki havada uçan uçağın motor sesiydi, sesi. Kendi kendine, umutlarını msn ile ileriye götüreceğini düşündü ve büyük bir umut ile kızı sanal dünyadan, gerçek dünyaya çekebilmenin hesaplarını yapmaya başladı.
Bu hesapları önce kalbine, sonra beyninin muhasebe bölümüne gönderdi ve bu projeye onay çıktı. O artık gerçek yaşamda tanıdığı insanı, sanal ortamda ikna etme çabası ile baş başa kalmıştı. Öyküsünü ise yine sanal âlemde herkes duysun istiyordu.
Ferhat gibi delecek dağ yok; ama msn dünyasında rakip çok, hadi bakalım kolay gelsin.
Kıza doğru sokuldu, o da hatırlıyordu. Hatırlanma raundunu kazanan delikanlının kanı Ordu’nun derelerine nispet edercesine yukarı doğru akmaya başladı; ama yukarı doğru akan kan, beyne ulaşmıyordu, kalpten öte tüm yollar tıkanmış, delikanlı bir çift göz karşısında aptallaşmıştı.
Gerçi akıllı olup dünyanın kahrını çekmektense deli olup dünyaya kahır çektirmek daha zevkli ve mutlu ediciydi. Bunlar sıradan gözler değil, gülen gözlerdi. Şu hayatın kaygılarına dalmış insanlara hiç uğramayan gülümsemeler, kızın yüzünde toplanmıştı. Bu mahsulden oğlanda salan payını almak istiyordu. Artık hücum etme vakti gelmişti. O gülen gözlerden gelen ışıkla delikanlı saldırmaya ve kızının kalelerini zapt etmeye hazırdı. Topçu ateşi açıp kızı ürkütmek istemiyordu.
Bir doktor edası ile nabzını yokladı, nabız normaldi. Yalnız kendi kalp atışları pek bir anormaldi; ama bu şoktandı biliyordu. Bir süre eski günlerden bahsettiler, sonra değişmediklerini anlattılar birbirlerine. İnceden mesajlar geliyordu. Delikanlı birazdan yollarının ayrılacağını biliyordu. Kafasında ki soru işaretinin cevabı kendisinde değil, kızdaydı. Kız ile vakit geçirme isteği vardı. Nasıl söyleyeceğini düşünürken, kız ona bir soru sordu. Delikanlı soruyu aldı, kalbinde yumuşattı ve kıza konunun detaylı olduğunu, bir yerde oturma şansları olursa konuyu açıklayacağını söyledi.
Kız kalesine doğru gelen bu soruyu, beyninde kontrol etti ve arkadaşlarım bekliyor diyerek soruyu kendinden uzaklaştırdı. Uzaklaşan soruya bakan delikanlı aldığı cevabı da beğenmeyince, Karadeniz sahillerindeki gemilerine doğru şöyle bir baktı, gemiler batmış.
Bu sırada teknoloji imdada yetişti. Batan gemi ile birlikte yiten umutlara doğru bakarken, birden bir dalgıç varı atak geldi, kızdan.
—Msnin var mı?
Bu devirde msn şerbetinden içmeyen yoktu; ama ilk kez delikanlıya msnini olması ayrı bir tat verdi. Var cevabını öyle bir söyledi ki, sanki havada uçan uçağın motor sesiydi, sesi. Kendi kendine, umutlarını msn ile ileriye götüreceğini düşündü ve büyük bir umut ile kızı sanal dünyadan, gerçek dünyaya çekebilmenin hesaplarını yapmaya başladı.
Bu hesapları önce kalbine, sonra beyninin muhasebe bölümüne gönderdi ve bu projeye onay çıktı. O artık gerçek yaşamda tanıdığı insanı, sanal ortamda ikna etme çabası ile baş başa kalmıştı. Öyküsünü ise yine sanal âlemde herkes duysun istiyordu.
Ferhat gibi delecek dağ yok; ama msn dünyasında rakip çok, hadi bakalım kolay gelsin.