Menkıbelerimiz, Kıssalarımız :)

_-Dantes-_

Kaiser, Kılavuz Karga, Tüccar, Polye
Kayıtlı Üye
6 Aralık 2015
927
6.487

بِسْـــــــــــــــــــــ ـمِ اﷲِارَّتْمَنِ ارَّتِيم

Kovulmuş şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım.
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla...

Öncelikle Selamunaleyküm ablalarım, kardeşlerim ilk defa konu açmanın heyecanı ve ne yazık ki beceriksizliği içindeyim kusurlarım affola :)

Konu başlığını biraz daha açmak istiyorum müsaadenizle
. Menkıbe; din büyüklerinin veya tarihe geçmiş ünlü kimselerin yaşamları ve olağanüstü davranışlarıyla ilgili hikaye demektir, kelime anlamı olarak. Kıssa ise kendisinden bir ders çıkarılması gereken olay, konu, kısa öykü, fıkradır.

Burada Peygamberlerimizin, evliyalarımızın , Allah dostlarının, salih kulların hayatlarından bahsedeceğiz, inşaAllah. Onları anıp , hayatlarından ders çıkararak ve bu dersleri kendimize, çevremize de uygulayarak ve aynı zamanda içimizden geldiğince dilimizin döndüğünce anlatarak hayatımıza daha da bereket katacağız Allah nasip ederse :)

Belki de birbirimizin paylaşmış olduklarını okuyup samimi bir Fatiha göndeririz ya da bir salavat getiririz ya da o Allah dostu için bir kişiye fazladan gülümseriz ve nihayetinde evvela Rabbimizin, ardından da Rabbimizin aşıklarının nazarlarını celbederiz.

İşte tam da bunun ümidi içerisinde en çok kendi nefsimin denetime ve kontrole ihtiyacı olduğunu itiraf ederek sizlerle hayırlı ve güzel olacağını umduğum bu yola adım atmak istiyorum ablalarım, kardeşlerim. Zira bizim Rabbimizden ve Rabbimizin sevdiklerinden başka kimsemiz yok... Siftahı bizden bereketi Allah'tan :) Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in dinimizin direği namaz ile ilgili kıssası

Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:

- "Hz. Peygamber (aleyhisselatu vesselam)'ın şöyle söylediğini işittim:

- "Sizden birinizin kapısının önünden bir nehir aksa ve bu nehirde hergün beş kere yıkansa, acaba üzerinde hiç kir kalır mı; ne dersiniz?"

- "Bu ha!, dediler, onun kirlerinden hiçbir şey bırakmaz!.."

Aleyhisselatu vesselam:

- "İşte bu, beş vakit namazın misalidir. Allah onlar sayesinde bütün hataları siler" buyurdu.

(Buharî,Mevakit 6 ; Mesacid 282,(666) ; Tirmizi, Emmt 5,(2872) ; Nesai, Salat 7. (1,23 H; Muvatta, Sefer 91. (1,174).)
 
Son düzenleme:

بِسْـــــــــــــــــــــ ـمِ اﷲِارَّتْمَنِ ارَّتِيم

Kovulmuş şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım.
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla...

Öncelikle Selamunaleyküm ablalarım, kardeşlerim ilk defa konu açmanın heyecanı ve ne yazık ki beceriksizliği içindeyim kusurlarım affola :)

Konu başlığını biraz daha açmak istiyorum müsaadenizle
. Menkıbe; din büyüklerinin veya tarihe geçmiş ünlü kimselerin yaşamları ve olağanüstü davranışlarıyla ilgili hikaye demektir, kelime anlamı olarak. Kıssa ise kendisinden bir ders çıkarılması gereken olay, konu, kısa öykü, fıkradır.

Burada Peygamberlerimizin, evliyalarımızın , Allah dostlarının, salih kulların hayatlarından bahsedeceğiz, inşaAllah. Onları anıp , hayatlarından ders çıkararak ve bu dersleri kendimize, çevremize de uygulayarak ve aynı zamanda içimizden geldiğince dilimizin döndüğünce anlatarak hayatımıza daha da bereket katacağız Allah nasip ederse :)

Belki de birbirimizin paylaşmış olduklarını okuyup samimi bir Fatiha göndeririz ya da bir salavat getiririz ya da o Allah dostu için bir kişiye fazladan gülümseriz ve nihayetinde evvela Rabbimizin, ardından da Rabbimizin aşıklarının nazarlarını celbederiz.

İşte tam da bunun ümidi içerisinde en çok kendi nefsimin denetime ve kontrole ihtiyacı olduğunu itiraf ederek sizlerle hayırlı ve güzel olacağını umduğum bu yola adım atmak istiyorum ablalarım, kardeşlerim. Zira bizim Rabbimizden ve Rabbimizin sevdiklerinden başka kimsemiz yok... Siftahı bizden bereketi Allah'tan :) Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in dinimizin direği namaz ile ilgili kıssası

Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:

- "Hz. Peygamber (aleyhisselatu vesselam)'ın şöyle söylediğini işittim:

- "Sizden birinizin kapısının önünden bir nehir aksa ve bu nehirde hergün beş kere yıkansa, acaba üzerinde hiç kir kalır mı; ne dersiniz?"

- "Bu ha!, dediler, onun kirlerinden hiçbir şey bırakmaz!.."

Aleyhisselatu vesselam:

- "İşte bu, beş vakit namazın misalidir. Allah onlar sayesinde bütün hataları siler" buyurdu.

(Buharî,Mevakit 6 ; Mesacid 282,(666) ; Tirmizi, Emmt 5,(2872) ; Nesai, Salat 7. (1,23 H; Muvatta, Sefer 91. (1,174).)
Konun hayırlı olsun gülüm bence çok güzel bir paylaşım olmuş..
ALLAH RAZI OLSUN
 
Hoşuma gitti sizle de paylaşmak istedim:

Başkalarından dua veya himmet vs istemek
Kafa karışıklığı yaşayanlar
"Şimdi biz bu insanlara Kur'an ve sünnetten deliller sunacağız.
Neml suresinde geçen Süleyman aleyhisselam'ın kıssası şöyle anlatılmaktadır:
"(Sonra Süleyman müşavirlerine) dedi ki: Ey ulular! Onlar teslimiyet gösterip bana gelmeden önce, hanginiz o melikenin tahtını bana getirebilir? Cinlerden bir ifrit: Sen makamından kalkmadan ben onu sana getiririm. Gerçekten bu işe gücüm yeter ve bana güvenebilirsiniz, dedi. Kitaptan (Allah tarafından verilmiş) bir ilmi olan kimse ise: Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm, dedi. (Süleyman) onu (melikenin tahtını) yanı başına yerleşmiş olarak gördü." (Nemi; 38-40)
Bu ayet-i kerimede açıkça görüldüğü gibi, Süleyman aleyhisselam, müşavirlerinden tahtı getirmek için yardım istemiş ve veziri de ben yaparım diyerek o tahtı göz açıp kapayıncaya kadar getirmiştir. Şimdi Süleyman aleyhisselam ile veziri haşa Allah-u Zül-celal'e şirk mi koştular!
Hayır! Bilakis Süleyman aleyhisselam hakiki failin Allah-u Zülcelal olduğunu bilerek vezirinden yardım istemişti.
Yine, Ebu Hureyre radıyallahu anh Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e gelerek: "Ya Rasulallah! Ben senden çok hadis-i şerif işitiyorum. Fakat bunları unutuyorum. (İşittiğim hadisleri) unutmamayı çok istiyorum." diyerek unutkanlığından şikayet etti. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
"Cübbeni (yere) ser." dedi. Ebu Hureyre radıyallahu anh cübbesini serdi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem mübarek elleri ile yukarıdan bir şeyler avuçlayıp cübbenin üzerine doğru koydu ve: "kapat, kapat." dedi. Ebu Hureyre radıyallahu anh şöyle buyurdu. "Bundan sonra hiçbir şeyi unutmadım." (Buharı, İlim; 42)
Bu hadiste de görüldüğü gibi, Ebu Hureyre radıyallahu anh Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'den duyduklarını unutmamak için yardım istemiştir. Ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'de ona yardım etmiştir. Şimdi Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ve Ebu Hureyre radıyallahu anh haşa Allah-u Zülcelal'e şirk mi koştular! Onlar Allah-u Zülcelal'in hakiki fail olduğunu bilerek birbirlerinden yardım istiyorlar ve birbirlerine yardım ediyorlardı. Şimdi Süleyman aleyhisselam'ın vezirinden yardım istemesini ve Ebu Hureyre radıyallahu anh'ın Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'den yardım istemesini kim inkar edebilir? Eğer bu davranış biçimi şirk olsaydı, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Ebu Hureyre radıyallahu anh'a: "Benden isteme, Allah 'tan iste! " derdi.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem başka bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur:
"Allah-u Zülcelal'in öyle mahlukatı vardır ki, Allah-u Zülcelal onları insanların ihtiyaçları için yaratmıştır, insanlar ihtiyaçları olduğunda, onlara giderler. 0 kimseler ki, Allah-u Zülcelal'in azabından emindirler." (Heysemi, Mecmau'z-Zevaid, 7/192)
Görüldüğü gibi yardım istemenin hem Kur'anda hem de sünnette bir çok delilleri vardır.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem başka bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur:
"Sizden biriniz birşey kaybettiği zaman veya yardım murad ettiği zaman, o öyle bir yerdedir ki, orada yardım edecek bir yardımcı da yoktur. O zaman şöyle söylesin: "Ey Allah 'in kulları bana yardım edin "
Muhakkak ki Allah-u ZülcelaVin öyle kulları vardır ki, bizler onları göremeyiz. " (Heysemi, Mecmau'z-Zevaid: X/132)
Nasıl ki dünyada bir kişi, her hangi bir işini halletmek için, o işi yapacak olan kişinin yanında değeri olan bir kimseyle gittiği zaman, işini daha rahat bir şekilde yerine getiriyorsa, insanın peygamberleri ve evliyaları da Allah-u Zülcelal'e karşı kendisine rehber yapması da aynen böyledir.

Bir kimse: "Ben Allah-u Zülcelal'e karşı hata ve günah sahibiyim, benim yüzüm yoktur." diyerek, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e veya bir evliyaya yalvararak: "Benim yerime Allah-u Zülcelal'e sen dua et ki, benim bu kötü alışkanlıklarım kaybolsun veya bu ihtiyacım yerine gelsin." diyerek, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'i ya da bir evliyayı kendisine rehber yaptığı zaman, onlarda dua ediyorlar. Ama Allah-u Zülcelal ister kabul eder isterse kabul etmez. İşte insanın imanına zarar vermemek için her şeyi, Allah-u Zülcelal'den bilip, boşu boşuna şeytanın aldatmalarına kapılmamak ve bilmeden yanlış düşüncelere girmemek lazımdır.
Netice olarak; her hangi bir peygamber, melek veya evliyanın kendi başına her hangi bir fiili yapma kuvveti yoktur. Fail-i Hakiki olan Allah-u Zülcelal'dir. Peygamberler, melekler ve evliyalar, Allah-u Zülcelal'in takdiri ile yalnızca birer vesiledirler. Bunların duası ve hürmetine Allah-u Zülcelal kullarının hacetini yerine getirir."
Allah "Adem'e secde edin" buyurunca Allah'ın emri olduğu düşünülmeli...
İlaç içerken bile niyet düzeltsmesi yapılabilir. Mesela yani şifa Allah'tandır, bu ilaç Allah'ın bize bir lutfudur ve sadece vesiledir...
Şunu daima hatırlamak lazım her şey Allah'ın izni iledir. O vesileleri gönderen de Allah'dır.
“Rahman(Esirgeyen)Rahim(Bagışlayan) Allah’ın adıyla..Ondan başka kuvvet ve kudret sahibi yoktur.O’na dayandım,O’na güvendim.”)“Bismillahirrahmanirrahıym.Ve la havle vela kuvvete İlla billahil aliyyil’Azıym.”
 
Hz. Mevlana şöyle buyurur:

"Hak'la beraber olmak isteyen kimse, velilerin huzurunda otursun. Velilerin huzurundan uzaklaşan kişi, küll'ü olmayan bir cüz?dür, helak olur. Şeytan yolunu kaybedene musallat olur. Onu hileyle mağlup edip başını yer. Gönül sahiplerinden bir an bile ayrılmak şeytanın hilesidir, ey nüktedan!? ?Bir kimsenin rehberi Hakk'ın gölgesi olursa Allah onu hayal ve gölgeden kurtarır. Hakk'a gerçekten kul olan O'nun gölgesidir. O Allah ile diri, bu alemde ölüdür. Onun eteğini bir şüpheye düşmeden yakala ki, ahir zamanın afetinden kurtulursun... Gönülleri temiz olanlar, renkten ve kokudan kurtulmuşlar, daima Hakk'ın lütfuna (sıratil mustakime:doğru yola) gönül bağlamışlardır. O sakınanlar kabuğa bakmaz, öze itibar ederler (Sünneti Seniyeye sımsıkı uymalarına). Ayne'l yakin (birşeyi görerek bilip anlama) bayrağını çekmişlerdir.?
 
ablalarım, Allâh razı olsun desteğiniz beni çookk aşırı mutlu etti :) inşaAllah sizleri hayâl kırıklığına uğratmam..

Hz.Musa (a.s), Tur'a dağına çıkarken, yolunu bir zat kesmiş ve demiş ki;

"Ey Musa, içimi kasıp kavuran bir soru var ki, cevabını bilmezsem bana hiç rahat yoktur. Lütfen Rabbi'ne arz et ki ''ben Cennetlik mi Cehennemlik miyim.?''
Adamın ısrarı üzerine, Hz.Musa
"peki" demiş,"sorarım..."
Dönüşte, adamcağızı büyük bir merak içinde bekler bulmuş..
Hz.Musa:

"-Rabbim buyurdu ki, söyle o kuluma..."
Adam birden canlanmış, heyecanlanmış ve bir çığlık atmış:
"-Söyleme Ya Musa!..gerisini söyleme!!!
Sen şunu söyle; Rabbim bana aynen böyle dedi mi..Rabbim bana "söyle o kuluma" dedi mi??? Rabbim bana "KULUM" dedi mi?..."

Hz.Musa:
"-Evet , böyle dedi" deyince bu Zat tekrarlamış:

-Öyleyse gerisini söyleme Ya Musa!
Madem ki, Rabbim bana kulum demiş..Beni ister Cennetine,ister
Cehennemine atsın, mühim değil.."

Ve neşe içinde, adeta oynayarak çekilip gitmiş..
Onun bu tavrı üzerine de Rabbimiz artık Cennetlik bir kul
olduğunu bildirmiş..

"Madem ki benim kulluğunu böylesine başına tac etti ve şeref
bildi, öyleyse o artık Cennetlik bir kulumdur..."
 
Hazret-i Mevlânâ ne güzel buyurur:

"İblîs'in, Âdem'in cesedine takıldığı gibi sen de velîlerin cesedlerine takılma! Onlardaki halîfetullâh sırrını gör. Allâh'ın; peygamberleri, sıddîkları, şehîdleri ve sâlihleri birbirine dost yapıp:

«Onlar ne güzel dostlardır!» buyurduğunu işitmedin mi?

Bilmez misin ki dosttan ayrılan rüzgâr, bir daha kımıldayamaz. Ocağından ayrılan ateş söner ve kül hâline gelir.

Bağlar ve bahçeler, suya bîgâne kaldığı an kuruyup çoraklaşır.?

Bilmez misin ki, gönülden gönüle pencereler vardır. Birbirine bağlı gönüller, birbirlerinden ayrı değildirler.

Bedenler uzak düşse bile onlar yine de beraberdirler. Tıpkı iki kandil gibi. Kapları ayrıdır, ama nûrları birbirine karışıp birleşmiştir. Dolayısıyla hasret ateşi, bedenleri eritiyor görünse de onun nûru, gönlü sevgilinin nûruyla kucaklaştırmaktadır.?

Kâinâta bak; gece ile gündüz de birbirini kucaklarlar, sevgi ile birbirlerinin arkasından birbirlerine koşarlar. Onlar görünüşte ayrıdırlar, ama hakîkatte birdirler. Faydalı olmak ve hizmet etmek için elele vermişlerdir."


Seyyid(Peygamberimizin Asm.sav pak soyundan gelen) Abdülkadir Geylani ( Kuddise Sirruhu ) Hazretleri Buyuruyor Ki;

"Allah'a giden yolda muhakkak bir sebep gereklidir. Allah Teala bir kulunu peygamberler olmadan da hidayete erdirmeye kâdirdir. Fakat o, hidayet yolunu tarif edecek peygamberler göndermiştir. Akıllı olun. Bu halinizle hiç bir değere sahip değilsiniz. Gafletinizden uyanın. Bu iş tek başına olmaz. Bakın, Hz. Peygamber(sallallahü aleyhi vesellem) ne buyuruyor: "Kim kendi görüşü ile yetinirse sapıtır"[1]

Sana dinin hususunda aynalık görevi yapacak, senin halini sana gösterecek bir kimse bul. Nasıl aynaya bakıp saçını başını ve elbieseni düzetliyorsan, Allah dostuyla da kalbinin halini görüp kusurlarını düzelt. Boş hevesi bırak. Nasıl oluyorda 'Benim Hak yolunu öğretecek kimseye ihtiyacım yok' diyorsun. Hz. Peygamber (sallallahü aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: "Mümin müminin aynasıdır"[2]

Bir müminin imanı sahih(kamil) olunca, o bütün halk için bir ayna görevi görür. Konuştuğunda, görüldüğünde ve kendisine yakın olunduğunda herkesin halini ortaya kör, onların dinen ne durumda olduğunu gösterir."

[1]Vahyi ve ilmi terk edip kendi aklina uyanlarin sapitmasiyla ilgili hadisler icin bk Buhari,ilim 34; Müslim,ilim 13..
[2]Buhari, edebü'l-Müfred, nr.238; Ebu Davud, Edeb, 49



KAYNAK; [ SEYYİD ABDULKADİR GEYLANİ, FETHÜ'R-RABBANİ, SAYFA; 269-270 ]
 
PEYGAMBERİMİZİN (ASM) HAYVAN SEVGİSİNDEN VE MERHAMETİNDEN PARÇALAR:


  • Arkadaşlarıyla beraber bir yolculukarı sırasında bir kuşun yuvasından iki yavrusunu alanları görünce hemen uyarır. Anne kuş o sırada çırpınıp durmaktadır.
-“Yavrularını alarak bu hayvanın canını kim acıttı? Verin ona yavrularını.”

  • Hz. Muhammed (sav.), kedisi Müezza'yı o kadar çok severmiş ki, Müezza bir gün sedirde oturan Hz. Muhammed'in sav. giysisinin ucunda uyuya kalmış. Alemlere rahmet olan gönderilen Hz. Muhammed (sav.)., Müezza'yı uyandırmaktansa giysisinin ucunu usulca keserek kalkmayı tercih etmiş. Hz. Muhammed sav., kedisi Müezza içtikten sonra kapta kalan su ile abdest alacakken Sahabe-i Kiram Ebu Nuaym "Ya Resul o sudan kedi içti" deyince, Resulullah "Onlar en temiz ağıza sahiptirler" buyurmuş ve abdest almıştır (Hadisi Nakleden Peygamberimizin eşi Hz. Aişe (ra.)).

Daha sonra da sahabeden Kâb kızı Kebşe isimli bir hanım şöyle anlatıyor:

Eshab-ı kiramdan kayınpederim Ebu Katade'nin abdest alması için bir kaba su koymuştum. Kedi gelip bu kaptan su içiverince Ebu Katâde biraz daha su içmesi için, kabı kedinin önüne uzattı. Benim kendisine hayretle baktığımı görünce, "Niye hayret ettin ey kardeşimin kızı, Resulullah efendimiz, "Kedi pis değildir, etrafınızda (evinizde) serbest dolaşsın buyurdu. Kendisi de abdest almıştı, ben de sünnet eylemekteyim" dedi (Nakleden: İmam Malik, Muvatta, Taharet [2.13]-

  • Üsame ibni Zeyd'e Peygamberimiz (s.a.v.): "Ey Üsame, acıkan ciğer sahibi her hayvan hususunda dikkatli ol! Kıyamet günü Allah'a şikâyet edilirsin." demiştir.

  • Peygamberimiz (s.a.v.); yolculuk sırasında mümbit bir yere uğranıldığı vakit, hayvanın sırtından inilerek otlardan hakkının verilmesini, otsuz yerlerden de süratle geçilmesini tavsiye etmişlerdir. Hz. Enes (r.a.): "Biz bir yerde mola verince, hayvanlarımızın istirahatını sağlayıncaya kadar istirahat etmezdik." demiştir.
    Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
    “Bu hayvanlara sağlıklı olarak binin ve onları sağlıklı olarak bakınız. Yollarda, çarşı ve pazarlardaki konuşmalarınızda onları iskemle gibi kullanmayınız. Nice binekler vardır ki; binicisinden daha hayırlı ve Yüce Allah'ı daha çok zikredendir.”[664
 
KURAN'IN BİLİMSEL MUCİZELERiNDEN BİRİ:

20. yy'a kadar evrenin sabit ve durağan olduğu zannediliyordu. 1929 yılında Amerikalı astronom Edwin Hubble kullandığı dev teleskopla gökyüzünü incelerken, yıldızların ve galaksilerin sürekli olarak birbirlerinden uzaklıştığını yani evren sabit olmayıp, genişlediğini keşfetti. Ve bu keşfiyle birçok ödül aldı.(Newcomb Cleveland Prize 1924,Bruce Medal 1938,Franklin Medal 1939,Gold Medal ofthe Royal Astronomical Society 1940Legion of Merit 1946 Had he not died suddenly in 1953, Hubble would have won that year's Nobel Prize in Physics.) .
Oysaki Kuran'da 1400 yıl önce Zariyat suresinde haber verilmişti bile. "Biz göğü büyük bir kudretle bina ettik ve şüphesiz biz onu genişleticiyiz." Zariyat Suresi 47

Bir kitap düşünün, bilimin ancak 100 sene önce keşfedebildiği bir hakikati, tam 1400 sene önce haber veriyor. Ve bir insan düşünün, bilim adamlarının yakın tarihte keşfedebildiği bir hakikati, yine tam 1400 sene önce bildiriyor...
 
İbrahim aleyhisselamı ateşe attıkları zaman bütün melekler, vahşi hayvanlar ve kuşlar ağlaştılar ve etrafında toplanıp, İbrahim aleyhisselama bir yardım yapabilmenin çaresini aradılar.

Bunların arasında zayıf bir bülbül yavrusu vardı. Kendini ateşe atacağı sırada Hak teâlâ, Cebrail aleyhisselama emredip buyurdu ki:
- O kuşu tut ve ne dileği olduğunu sor.

Cebrail aleyhisselam kuşu tutup istediğini sorunca, kuş dedi ki:
- Halilullahı ateşe atıyorlar. Madem ki kurtarmaya kâdir değilim, bari onunla beraber ben de yanayım.

Hak teâlâ buyurdu ki:
- O kuşun benden dileği nedir?

Bülbül şöyle arz etti.
Benim dünyada, Hak teâlânın adını anmaktan başka arzum yoktur. Bin bir ismi olduğunu işittim. Yüz birini biliyorum. Dokuz yüz ism-i şerifini de bilmek isterim.
Hak teâlâ kuşun dileğini yerine getirdi.
Şimdi sahralarda feryat eden bülbül, Hak teâlânın ismini söylemektedir.
Nemrud’un ateşi, İbrahim aleyhisselama gülistan olunca, bülbül gelip gül ağacında nağmeye başladı. O zamandan kıyamete kadar, gül ağacına muhabbet etti, aşık oldu.
 
İbrahim aleyhisselamı ateşe attıkları zaman bütün melekler, vahşi hayvanlar ve kuşlar ağlaştılar ve etrafında toplanıp, İbrahim aleyhisselama bir yardım yapabilmenin çaresini aradılar.

Bunların arasında zayıf bir bülbül yavrusu vardı. Kendini ateşe atacağı sırada Hak teâlâ, Cebrail aleyhisselama emredip buyurdu ki:
- O kuşu tut ve ne dileği olduğunu sor.

Cebrail aleyhisselam kuşu tutup istediğini sorunca, kuş dedi ki:
- Halilullahı ateşe atıyorlar. Madem ki kurtarmaya kâdir değilim, bari onunla beraber ben de yanayım.

Hak teâlâ buyurdu ki:
- O kuşun benden dileği nedir?

Bülbül şöyle arz etti.
Benim dünyada, Hak teâlânın adını anmaktan başka arzum yoktur. Bin bir ismi olduğunu işittim. Yüz birini biliyorum. Dokuz yüz ism-i şerifini de bilmek isterim.
Hak teâlâ kuşun dileğini yerine getirdi.
Şimdi sahralarda feryat eden bülbül, Hak teâlânın ismini söylemektedir.
Nemrud’un ateşi, İbrahim aleyhisselama gülistan olunca, bülbül gelip gül ağacında nağmeye başladı. O zamandan kıyamete kadar, gül ağacına muhabbet etti, aşık oldu.
Yeni öğrendim çok güzelmiş...
 
Zünnun-i Mısri’nin şöyle dediği rivayet edilmiştir :

Bir gün elbiselerimi yıkamak için Nil nehrinin kenarına gitmiştim. Nehrin kenarında dururken, bir de baktım ki, görülmemiş şekilde büyük bir akrep bana doğru geliyor. Çok korkmuştum. Beni onun şerrinden koruması için Cenab-ı Hak’ka sığındım. Akrep nehre geldiğinde, sudan büyük bir kurbağa çıkıp akrebe doğru geldi. Akrep kurbağanın sırtına binip suyun üzerinde yüzüp gittiler. Bu bana çok şaşırtıcı gelmişti. Ben de onları nehrin kenarından takip ettim. Nehrin karşı yakasına geçtiklerinde, akrep kurbağayı bırakıp dalları büyük, gölgesi çok olan bir ağacın yanına gitti.


Bir de baktım ki, ağacın altında Allah’a asi bir genç mışıl mışıl uyuyor. Kendi kendime : “La havle vela kuvvete illa billah. Bu akrep nehrin ötesinden buraya kadar, bu genci sokmak için geldi” dedim ve içimden, akrep gence yaklaştığı zaman hemen akrebi öldürmeye karar verdim. Akrebe yakın bir yerde durdum. Bir de baktım ki karşıdan büyük bir yılan, genci öldürmek için, gence doğru geliyor. Bu sırada akrep yılanın üzerine hücum etti ve başını sokmaya başladı. Akrep yılanın ölmesine kadar başını sokmaya devam etti. Yılan öldükten sonra akrep nehre döndü. Kurbağa da onu orada bekliyordu. Akrep tekrar kurbağaya binip nehrin öte yanına geçti. Ben de arkalarından bakakaldım.

Sonra gencin yanına geldim, o hala uyuyordu, akabinde baş ucunda kendi kendime şöyle dedim :

– Ey uyuyan genç; Allah seni, sen fark etmesen de karanlığın içindeki her türlü kötülükten korur. Sen uyusan bile Allah uyumaz. O kullarına çok merhametlidir, dedim.

Genç benim bu sözlerim üzerine uyandı ve başından geçen olayları kendisine anlattım. Genç hemen tevbe etti. Bütün yapmış olduğu kötü davranışlarından vazgeçip, iyilerden oldu ve ölünceye kadar hayatı böyle devam etti. Allah ona rahmet etsin.
 
Allâh razı olsun ablam :)

Ashab-ı Kiram’dam Ebu’d-Derda r.a. Hazretleri anlatıyor:

Günün birinde bir gömlek almak için çarşıya çıkmıştı. Yolda Ebu Zerr r.a. Hazretleri onunla karşılaştı, nereye gittiğini sordu. Ebu’d Derda r.a. dedi ki:

- On dirheme bir gömlek satın almak istiyorum. Ebu Zerr r.a. ise:

- Dikkat edin! Ebu’d-Derda müsriflerdendir! diye seslenmeye başladı. Ebu’d-Derda r.a. gizlemek istediyse de bunu yapamadı ve dedi ki:

- Ebu Zerr, böyle yapma! Benimle gel de beni sen giyindir.

Birlikte çarşıya gittiler. Ebu Zerr, Ebu’d-Derda’ya onun parasından dört dirheme bir gömlek alıverdi.

Ebu’d-Derda r.a. diyor ki:

Dönüp gelirken, avret yerlerini bile kapatmaktan uzak, çıplak bir adama rastladım. Onu örtüsüne dikkat etmesi için uyardım. O ise örtünecek elbisesi olmadığın söyledi. Ben de aldığım giysiyi ona verdim. Çarşıya dönüp dört dirheme bir gömlek daha aldım.

Evime dönerken, bu kez de yolda ağlayan bir hizmetçi kadın gördüm. Ona niçin ağladığını sordum. Şunu söyledi:

- Yağ konan kabım kırıldı. Aileme dönmek için de geç kaldım.

O kadınla birlikte çarşıya gittim. Bir dirheme ona bir kap yağ alıverdim. Bu defa kadıncağız dedi ki:

- Ey efendi, bana yapacağın iyiliği yaptın. Aileme kadar da benimle geliver. Çünkü ben eve geç kaldım. Beni dövmelerinden korkuyorum. Benimle gelirsen, belki bana dokunmazlar.

Onunla beraber efendisine gittim ve ona dedim ki:

- Hizmetçiniz geç kalmış da onu dövmenizden endişe etmiş. Bunun için benimle birlikte size gelmemi istedi, onun için buradayım.

- Madem seninle gelmiştir, dedi adam; artık o Allah için hür ve serbesttir!

Bunu görünce kendi kendime dedim ki:

- Ebu Zerr benden doğrusunu yaptı. Toplam on dirheme bana bir gömlek alıverdi, bir fakire de bir gömlek giydirdi, bir köleyi de hürriyetine kavuşturdu.
 

Sevgili Peygamberimiz bir gün Eshâb-ı kirâm ile sohbet ederken, “Şehîdliğin fazîletlerini” anlatıyorlardı. Şehîdlerin şefâ’ati hakkında buyurdu ki:

- Kıyâmet gününde şehîdler, mahşer yerine gelirlerken, orada bulunan Peygamberler ayağa kalkarlar. Onlar, çocukları, akrabâları ve dostlarından 70 bin kişiye şefâ’at ederler.



Bu sözleri işiten Hz. Nevfel, Resûlullah efendimizden, şehîd olmak için duâ istedi. Resûlullah efendimiz de duâ ettiler.

Bir müddet sonra, muhârebeye çıkıldı. Peygamber efendimiz de aralarında bulunuyordu. Bu muhârebe Hz. Nevfel’in duâsından sonraki ilk muhârebe idi. Ve bu muhârebede Hz. Nevfel şehîd düşerek, arzûsuna kavuştu.

Peygamber efendimiz ve Eshâbı, muhârebeden dönüyorlardı. Karşılamaya gelenler arasında, Hz. Nevfel’in hanımı, çocukları ve yaşlı annesi vardı.

Yaşlı annesi, “Gazânız mübârek olsun” dedikten sonra Resûlullaha, oğlunu sordu. Peygamber efendimizin gözleri nemlendi. Oğlunun şehîdlik haberini vermeye mübârek kalbi dayanamadı. Elleriyle arkayı işâret edip, yoluna devam etti.

Hz. Nevfel’in annesi, Peygamber efendimizin hemen arkasından gelen, Allahın arslanı Hz. Ali’ye de aynı şekilde oğlunu sordu. O da şehîdlik haberini veremeyip, arkayı işâret etti.

Yaşlı kadın daha sonra, Hz. Ömer’e ve Hz. Osman’a rastladı. Onlara da oğlunun durumunu sordu. Onlar da cevap veremeyip Resûlullahın yaptığı gibi arkayı işâret ettiler.

En son gelen Hz. Ebû Bekir idi. Kadıncağız büyük bir ümitle sevgili Peygamberimizin azîz arkadaşına yaklaşarak aynı şeyleri sordu.

Hz. Ebû Bekir kendi kendine düşündü:

“Yâ Rabbî! Ne kadar zor bir durumdayım. Eğer doğruyu söylersem, mahzûn kalbleri üzmüş olacağım. Bunu yapmaktan sevgili Peygamberimiz çekindi. O’na nasıl aykırı davranabilirim. Sen bana öyle bir şey ilhâm et ki, bu gariplerin yüreği daha fazla yanmasın Allahım!”



Daha sonra, Hz. Ebû Bekir, bütün kalbiyle:

- Yâ Allah!.. Yâ Nevfel!.. diye bağırdı.

İşte o sırada, yaydan fırlamış ok gibi bir atlı, yıldırım hızıyla yanlarına yetişerek dedi ki:

- Buyur yâ Sıddîk, beni mi çağırdın?

Bu atlı, Hz. Nevfel’den başkası değildi.

Sonra, Cebrâil aleyhisselâm gelip, Peygamber efendimize şunları söyledi:

- Yâ Resûlallah! Hak teâlânın selâmı var. “Eğer Peygamberin mağara arkadaşı Sıddîk, bir kere daha (ALLAH) deseydi, yüceliğim hakkı için, bütün şehîdleri diriltirdim. Çünkü, Ebû Bekir, câhiliyye devrinde bile yalan söylememiştir” buyurdu.

Bu hâdiseden sonra, Hz. Nevfel senelerce yaşadı. Nihâyet, “Yemâme” cenginde tekrar şehîdlik şerbetini içti.
 
Hz. Mevlana şöyle buyurur:

"Hak'la beraber olmak isteyen kimse, velilerin huzurunda otursun. Velilerin huzurundan uzaklaşan kişi, küll'ü olmayan bir cüz?dür, helak olur. Şeytan yolunu kaybedene musallat olur. Onu hileyle mağlup edip başını yer. Gönül sahiplerinden bir an bile ayrılmak şeytanın hilesidir, ey nüktedan!? ?Bir kimsenin rehberi Hakk'ın gölgesi olursa Allah onu hayal ve gölgeden kurtarır. Hakk'a gerçekten kul olan O'nun gölgesidir. O Allah ile diri, bu alemde ölüdür. Onun eteğini bir şüpheye düşmeden yakala ki, ahir zamanın afetinden kurtulursun... Gönülleri temiz olanlar, renkten ve kokudan kurtulmuşlar, daima Hakk'ın lütfuna (sıratil mustakime:doğru yola) gönül bağlamışlardır. O sakınanlar kabuğa bakmaz, öze itibar ederler (Sünneti Seniyeye sımsıkı uymalarına). Ayne'l yakin (birşeyi görerek bilip anlama) bayrağını çekmişlerdir.?








Gelin bu konuya, Kur’an dan cevap arayalım. Acaba Allah, benden başka güveneceğiniz, yardım isteyeceğiniz veliniz, dostunuz yok derken, nelerden bahsediyor ve bu konuda bizleri nasıl uyarıyor.



Araf 3: (Ey insanlar), Rabbinizden size indirilene uyun ve O'NDAN BAŞKA VELİLERE UYMAYIN. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz.



Zümer 3: Gözünüzü açıp kendinize gelin! Arı-duru din yalnız ve yalnız Allah'ındır! O’NUN YANINDA BİRİLERİNİ DAHA VELİLER EDİNEREK, "BİZ ONLARA, BİZİ ALLAH'A YAKLAŞTIRMALARI DIŞINDA BİR ŞEY İÇİN KULLUK ETMİYORUZ." diyenlere gelince, hiç kuşkusuz, Allah onlar arasında, tartışıp durdukları konuyla ilgili hükmü verecektir. Şu bir gerçek ki, Allah, yalancı ve nankör kişiyi iyiye ve güzele kılavuzlamaz.



İki ayette de çok açık Allah, din ve iman adına ardı sıra gidilecek, yalnız Allah dır diyor. Çünkü Allah dan ve onun gönderdiği kitaptan başka, güvenilecek kaynağımızın olmadığını açıkça bizlere iletiyor. Hatta elçisine de, sana indirdiğim Kur’an ile onlara hükmet diyerek, konuyu açıklığa kavuşturuyor bir başka ayetinde. Allah ın yanında hiçbir beşeri veli, yani güvenilecek dost edinerek, bu yolla Allah a yaklaşacağını zannedenlerin, yanıldıklarını belirtiyor
Tevbe 116: Göklerin ve yerin mülkü yalnız Allah'ındır. O diriltir ve öldürür. SİZİN İÇİN ALLAH'TAN BAŞKA NE BİR DOST NE DE BİR YARDIMCI VARDIR. (Diyanet vakfı meali)



Nisa 45: Allah DÜŞMANLARINIZI SİZDEN DAHA İYİ BİLİR. GERÇEK BİR DOST OLARAK ALLAH YETER, bir yardımcı olarak da Allah kâfidir. (Diyanet vakfı meali)



Yunus 106: SANA NE BİR YARAR, NE DE BİR ZARAR VEREBİLECEK DURUMDA OLMAYAN VARLIKLARI ALLAH'LA BERABER ANIP, ONLARA YALVARIP YAKARMA: çünkü eğer böyle yaparsan muhakkak ki zalimlerden olursun!



Secde 4: Allah, gökleri ve yeri, ikisi arasındakileri altı gün içinde (altı evrede) yaratan sonra da Arş’a kurulandır. SİZİN İÇİN O’NDAN BAŞKA HİÇBİR DOST, HİÇBİR ŞEFAATÇİ YOKTUR. Hâlâ düşünüp öğüt almayacak mısınız? (Diyanet meali)



Allah çok açık bir şekilde bizleri uyarıyor ve diyor ki, inancını yaşarken, sakın Allah dan başka hiç kimseye güvenme, yardım isteme. Çünkü güvenilecek yardım istenecek yalnız Allah tır. Nedeni de açıklıyor ve bakın ne diyor.



Kalem 7: Doğrusu Rabbin, YOLUNDAN SAPANI EN İYİ BİLENDİR. HİDAYETE ERENİ DE EN İYİ BİLEN O'DUR.



Demek ki bizlerin doğru bir insan zannettiği, yanlış yola sapmış bir insan olabilirmiş. Yanlış yolda zannettiği de belki de, en doğru bir insan olabileceği uyarısını yapıyor Kur’an. BİZLER BİLEMEYİZ AMA ALLAH BİLİR. Bu yargı yalnız, Allah ın tekelindedir, lütfen kendi aklımızca değerlendirmeler yaparak, kendimizi yanıltmayalım. İşte onun içindir ki Allah, sakın Allah ın yanında veliler, dostlar, şeyhler, efendiler edinmeyin diye özelikle bizleri uyarıyor. Hatta edindikleri velileri, bunlar mahşerde bizlerin şefaatçileri olacak diyenleri de, bakın nasıl ikaz ediyor.



Enam 51: Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları Kur'an'la uyar. Onlar için ALLAH'TAN BAŞKA NE BİR DOST, NE DE BİR ŞEFAATÇİ VARDIR. Gerekir ki Allah'tan korkarlar. (Elmalı Hamdi meali)



Bunca açık ayetleri gördükleri halde, hala Allah ın yanında veliler, dostlar edinenlere sözüm olamaz. Çünkü herkes, yaptıklarının hesabını verecektir. Allah sizleri bu dünyaya imtihan için gönderdim diyor ve imtihanımızı da birilerine yükleyerek, ardı sıra giderek yaşamamızı yasaklıyor. Kur’an ın uyarılarına kulak asmayıp, veliler edinerek, İslam ı onların hükümranlığında yaşayanların, mahşer günü nasıl pişman olacaklarını ve pişmanlıklarını nasıl dile getireceklerini, bakın Rabbimiz şimdiden bizlere nasıl bildiriyor.



Furkan 28. “Yazıklar olsun bana, KEŞKE FALANI DOST EDİNMESEYDİM!”

29. “Andolsun, KUR’AN BANA GELDİKTEN SONRA BENİ ONDAN O SAPTIRDI. Zaten şeytan insanı yardımcısız bırakıverir.”



Ahzab 67: Yine şöyle diyecekler: “Ey Rabbimiz! BİZ ÖNDERLERİMİZE VE BÜYÜKLERİMİZE İTAAT ETTİK DE BİZİ YOLDAN SAPTIRDILAR.” ( Diyanet meali)



Gerçektende günümüzde, öyle insanlar vardır ki, Allah ın Kur’an da emrettiğinin tam tersini, bunlar Kur’an dan dır, Allah emridir diye topluma anlatıyorlar. Sizce bu yanlış bilgilere inanırsak, bu sözlerin peşi sıra gidersek, mahşer günü aynı yakarışları bizlerde söyleyip, pişman olanların safında olmaz mıyız? Karar ve yorum sizlerin.



Allah ın bu uyarıları, tüm iman edenleredir lütfen unutmayalım. Allah elçisi yoluyla, bizlere Kur’an ı tebliğ etmiş ve onun sınırlarını aşmadan, yalnız Kur’an ın ipine yapışarak İslam ı yaşamamızı emretmiştir.



PEYGAMBERİMİZİN YAŞADIĞI DÖNEMDE, ALLAH ELÇİSİNE KESİNLİKLE UYULMASINI İSTEMİŞTİR. ÇÜNKÜ ALLAH, ELÇİSİNİN HER ANINI KONTROL ALTINDA TUTUYORDU. Peygamberimizin devrinde yaşayanlar, elbette bizden daha şanslı, onların başöğretmenleri yanlarındaydı. AMA BİZLERİNDE BÜYÜK ŞANSI, PEYGAMBERİMİZİN BİZLERE EMANETİ, ALLAH IN KORUMASINDAKİ KUR’AN, SAPASAĞLAM ELİMİZDE DURUYOR.



Pişman olmak istemeyen, bu güzel uyarıları dikkate alır. DUYMAZLIKTAN GELEN İSE, HESAP GÜNÜ PİŞMAN OLACAKLARIN SAFINDA YER ALIR.
 
Son düzenleme:
Bakın ben kulluk edilir demedim dua istenir dedim, konunun uzaması hoş olmayabilir, herkesin düşüncesi kendine Allah'a dua etmek lazım Allah'ım ney doğruysa beni ona ilet beni Rıza yolundan doğru yolundan ayırma herşeyi en iyi kesin bilen sensin, inkar edince hoşuna gitmeyecek şeyleri inkar etmekten sana sığınırım sen beni doğru yola ilet ben bilgisizim sen Alimsin diye......İkinci bir husus: Bu bir farz, vacib, emir değil. Yani sıkıştığınızda illa mutlaka Allah’ın sevgili kullarından yardım isteyin denmiyor. Herkesin kendi tercihi biri başvurmaz, öbür adam başvurur..Bir insan bunu yapmasa günaha girmez. Ama kesinkes inkar edip bunu meşru çerçeve içinde yapanları da şirk ve küfürle suçlayamayız. Allah bilir Allah'ım doğru yolundan ayırma demek daha uygun...
Allah "Adem'e secde edin" demiş, Peygamber göndermiş, Allah'ın peygamberlerine uymak, sevgi duymak onlardan dua istemek Allah'ın istediği şey zaten, tapınmak ortak koşmak kulluk etmek değil (Hz. Peygamberden sav. dua isteyen biçok kimse olmuş kimseye de bana söyleme direk Allah'a seslen dememiş...) Haşa Adem'e secde etmek bile tapınmak ortak koşmak kulluk etmek değildi, Şeytan Allah'tan başkasına secde etmeyerek sapıttı Allah'ın emrine karşı gelmiş oldu. Mesela o zaman şifa için doktora da gittiğimizde doktora kulluk etmiş mi oluyoruz? (Allah'ım şifa veren sensin kimseye ihtiyacım yok diyip doktora gitmeyip ilaç içmememiz gerekirdi o zman.) Hayır doktorun Allah'ın vesilesi olduğunu biliyoruz. Ya da patronumuzun emrinde çalışıp ondan maaş alıyoruz ona kulluk mu etmiş oluyoruz rızkımızı veren patronumuz mu olmuş oluyor yoksa onun Allah'ın bize rızkımızı gönderdiği vesile olduğunu bilmiş mi oluyoruz.“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sâdıklarla beraber olun.” (Tevbe: 119) yani onlara kulluk etmiyor Allah'ın emrettiği üzere Allah'ın Kur'an'ına ve Sünnetine sadık olanlarla beraber oluyoruz vesile görüyoruz. Bakın Allah'ın korumasındaki Kur'an ı Kerim ne diyor "Allah'a yakınlaşmaya vesile arayın."(maide5/35)
“Resul size neyi getirdiyse onua alın, neyden sizi yasaklamışsa onu terk edin.” 7/59


“Deki: Şayet Allahı seviyorsanız, bana tabi olun” 3/31

“Deki: Allaha ve resulüne itaat edin.” 24/54

“Her toplumun hidayet rehberi bir yol göstericisi vardır.” (Ra’d: 7) evet Allah yol göstericiler vardır diyor(hem de geniş zamanda) bunlar da Kur'an'a ve sünnete tabi olanlar, tutup da tapınılan veya Kuranın ve sünnetin birazını alıp birazını inkar edenler ve şeytan değil tabikide. 29. “Andolsun, KUR’AN BANA GELDİKTEN SONRA BENİ ONDAN O SAPTIRDI. Zaten şeytan insanı yardımcısız bırakıverir.”
Ahzab 67: Yine şöyle diyecekler: “Ey Rabbimiz! BİZ ÖNDERLERİMİZE VE BÜYÜKLERİMİZE İTAAT ETTİK DE BİZİ YOLDAN
SAPTIRDILAR.” ( Diyanet meali)Saptıranlara ve şeytana değil zaten Kurana ve Sünnete uyanlara tabi olunur zira "Size iki şey bırakıyorum; onlara uyduğunuz sürece delalete düşmessiniz(sapıtmazsınız): biri Kur’an, biri sünnetim."( Tirmizî, Menâkıb: 31; Müsned, 3:14, 17, 26)(Bunlara titizlikle uyan yol göstericiler delalette değildir)

“Onlar o kimselerdir ki, Allah imanı kalplerine yazmış ve onları kendinden bir ruhla takviye edip desteklemiştir.” (Mücâdele: 22)

“Kim Allah’a ve Peygamber’e itaat ederse; işte onlar Allah’ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerle, sıddıklarla, şehidlerle, sâlihlerle beraberdirler. Onlar ne güzel birer arkadaştırlar.” (Nisâ: 69) Allah'ın kendisi bizzat onlar arkadaştırlar diyor...

“Yarattıklarımızdan öyle bir topluluk da vardır ki, onlar Hakk’a iletirler ve Hakk ile hüküm verirler.” (A’raf: 181) Allah hüküm verme yetkisi bile vermiş...

kehf suresi zülkarneyn (a.s) babında:
86 - nihayet güneşin battığı yere vardığı zaman, güneşi, (sanki) kara bir balçıkta batıyor buldu. bir de bunun yanında bir kavim buldu. biz ona
dedik ki: "ey zülkarneyn! onları ya cezalandırırsın veya onların hakkında iyi davranırsın." Allah daha başka ne yetkiler vermiş. Diğer mantıkla "Allah'tan başkası cezalandıramaz." deriz evet cezalandıramaz zaten Allah kullarının vesilesiyle ceza verir yani burda Zülkarneyn ceza verdiğinde ya da onların tövbelerini affettiğinde Allah ceza vermiş ya da affetmiş oluyor zaten diğer Allah'ın velileri için de aynı şekil.(Ve Enfal suresi 17 - Diyanet İşleri: "(Savaşta) onları siz öldürmediniz, fakat Allah onları öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı. Mü’minleri, tarafından güzel bir imtihanla denemek için Allah öyle yaptı. Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir." Yani Allah'ın peygamberi ve onun varisleri ne yapıyorsa Allah'ın izniyle yapıyor.

"Salihleri vesile yapıp Allahu Tealâ’dan bir şey istemeyi tenkid edenler, bunun her namazda Fatiha suresinde okunan
“Allahım! Ancak sana kulluk eder, sadece senden yardım isteriz” mealindeki ayetlere ters düştüğünü söylüyorlar. Halbuki bu ayetlerde, Allah’tan bir şey isterken içimizdeki salihlerin zikredilmesine red değil, açıkça bir işaret vardır. Çünkü, ayette “sadece senden isterim” denmiyor, “isteriz” deniyor. Ayeti okuyan kimse yalnız da olsa, “ben” değil “biz” ifadesini kullanıyor. Bununla kul, kendini aciz görüp tevazuya bürünür ve şöyle demek ister: “Allahım! Bizler topluca sana yöneldik; ancak sana kulluk ediyor; sadece senden yardım istiyoruz. Ben senin huzurunda tek başıma bir şey taleb etmeye ehil ve layık değilim. İçimizde gerçek kulluk yapan ve duasında samimi olan salihlerle birlikte senden istiyorum. Benim isteğimi onların duasına kat, kabul eyle”
Ayrıca Müslüman olarak hayrın ve şerrin Allah'tan geldiğine inanıyorsak duasını istediğimiz kişinin Allah'ın izni ve lütfu olarak yardıma vesile olduğunu aklımızdan çıkarmamız gerek ki eğer zaten dua istenen kişi “Ben, farz ve nafilelerle bana yaklaşan kulumu sevince, onun gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Benden bir şey isterse onu verir, bana sığınırsa kendisini korurum, onu özel himayeme alırım.” (Buhari, İbnu Mâce) kudsi hadisindeki iltifat ve ikrama ulaşmış kişiyse Allah "benden bişey isterse veririm" diyosa bize laf düşmez.


Sadece Kur'an değil bize rehber gönderdiği bişey daha var "Size iki şey bırakıyorum; onlara uyduğunuz sürece delalete düşmessiniz: biri Kur’an, biri sünnetim."( Tirmizî, Menâkıb: 31; Müsned, 3:14, 17, 26)(Bunlara titizlikle uyan yol göstericiler delalette değildir)
"
Ehl-i beytim, Nuh'un gemisi gibidir. Tutunan kurtulur, tutunmayan, boğulur. " (Taberânî)
" Ali'yi ancak mümin olan sever ve ona ancak münafık olan buğzeder. "[Nesâî]

" İslâma, Peygambere ve nesline hürmet edenin, dini ve dünyası korunur." [Taberânî] (Nesli devam ediyor...)
“Ehl-i Beytim yeryüzündekiler için bir emniyettir. Onlar gidince, yeryüzündekilerin sonu gelir; kıyamet kopar.” (Taberânî, el-Mu’cemu’s-Sağîr, no: 318, el-Evsat, IV, 204.)
“Sizin en
hayırlınız, benden sonra Ehl-i beytime karşı en hayırlı davranan kimselerdir” (Hâkim. Müstedrek, III, 311; Ebû Ya’lâ, Müsned, No:5924)



*******"Benden sonra nebi gelmeyecek, alimler gelecek, halifeler gelecek, onlara tabi olan bana tâbî olur, onlara asi olan bana asi olur." (Sahih buhari 1409,

sahih buhari 181)******** -->


“Resul size neyi getirdiyse onua alın, neyden sizi yasaklamışsa onu terk edin.” 7/59
 
Alıntılama yaptığım için daha doğrusu yapamadığım için tekrar yazmak zorunda kaldım, silinebiliyosa silecem:KK53:

Bakın ben kulluk edilir demedim dua istenir dedim, konunun uzaması amacını aşabilir bu konuda kendimiz mesajlaşsak daha doğru olur galiba, herkesin düşüncesi kendine Allah'a dua etmek lazım Allah'ım ney doğruysa beni ona ilet beni Rıza yolundan doğru yolundan ayırma herşeyi en iyi kesin bilen sensin, inkar edince hoşuna gitmeyecek şeyleri inkar etmekten sana sığınırım sen beni doğru yola ilet ben bilgisizim sen Alimsin diye......İkinci bir husus: Bu bir farz, vacib, emir değil. Yani sıkıştığınızda illa mutlaka Allah’ın sevgili kullarından yardım isteyin denmiyor. Herkesin kendi tercihi biri başvurmaz, öbür adam başvurur..Bir insan bunu yapmasa günaha girmez. Ama kesinkes inkar edip bunu meşru çerçeve içinde yapanları da şirk ve küfürle suçlayamayız. Allah bilir Allah'ım doğru yolundan ayırma demek daha uygun...
Allah "Adem'e secde edin" demiş, Peygamber göndermiş, Allah'ın peygamberlerine uymak, sevgi duymak onlardan dua istemek Allah'ın istediği şey zaten, tapınmak ortak koşmak kulluk etmek değil(Hz. Peygamberden sav. dua isteyen biçok kimse olmuş kimseye de bana söyleme direk Allah'a seslen dememiş...) Haşa Adem'e secde etmek bile tapınmak ortak koşmak kulluk etmek değildi, Şeytan Allah'tan başkasına secde etmeyerek sapıttı Allah'ın emrine karşı gelmiş oldu. Mesela o zaman şifa için doktora da gittiğimizde doktora kulluk etmiş mi oluyoruz? (Allah'ım şifa veren sensin kimseye ihtiyacım yok diyip doktora gitmeyip ilaç içmememiz gerekirdi o zman.) Hayır doktorun Allah'ın vesilesi olduğunu biliyoruz. Ya da patronumuzun emrinde çalışıp ondan maaş alıyoruz ona kulluk mu etmiş oluyoruz rızkımızı veren patronumuz mu olmuş oluyor yoksa onun Allah'ın bize rızkımızı gönderdiği vesile olduğunu bilmiş mi oluyoruz.“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sâdıklarla beraber olun.” (Tevbe: 119) yani onlara kulluk etmiyor Allah'ın emrettiği üzere Allah'ın Kur'an'ına ve Sünnetine sadık olanlarla beraber oluyoruz vesile görüyoruz. Bakın Allah'ın korumasındaki Kur'an ı Kerim ne diyor "Allah'a yakınlaşmaya vesile arayın."(maide5/35)
“Resul size neyi getirdiyse onua alın, neyden sizi yasaklamışsa onu terk edin.” 7/59


“Deki: Şayet Allahı seviyorsanız, bana tabi olun” 3/31

“Deki: Allaha ve resulüne itaat edin.” 24/54

“Her toplumun hidayet rehberi bir yol göstericisi vardır.” (Ra’d: 7)evet Allah yol göstericiler vardır diyor(hem de geniş zamanda) bunlar da Kur'an'a ve sünnete tabi olanlar, tutup da tapınılan veya Kuranın ve sünnetin birazını alıp birazını inkar edenler ve şeytan değil tabikide. 29. “Andolsun, KUR’AN BANA GELDİKTEN SONRA BENİ ONDAN O SAPTIRDI. Zaten şeytan insanı yardımcısız bırakıverir.”
Ahzab 67: Yine şöyle diyecekler: “Ey Rabbimiz! BİZ ÖNDERLERİMİZE VE BÜYÜKLERİMİZE İTAAT ETTİK DE BİZİ YOLDAN SAPTIRDILAR.” ( Diyanet meali)Saptıranlara ve şeytana değil zaten Kurana ve Sünnete uyanlara tabi olunur zira "Size iki şey bırakıyorum; onlara uyduğunuz sürece delalete düşmessiniz(sapıtmazsınız): biri Kur’an, biri sünnetim."( Tirmizî, Menâkıb: 31; Müsned, 3:14, 17, 26)(Bunlara titizlikle uyan yol göstericiler delalette değildir)

“Onlar o kimselerdir ki, Allah imanı kalplerine yazmış ve onları kendinden bir ruhla takviye edip desteklemiştir.” (Mücâdele: 22)

“Kim Allah’a ve Peygamber’e itaat ederse; işte onlar Allah’ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerle, sıddıklarla, şehidlerle, sâlihlerle beraberdirler. Onlar ne güzel birer arkadaştırlar.” (Nisâ: 69) Allah'ın kendisi bizzat onlar arkadaştırlar diyor...

“Yarattıklarımızdan öyle bir topluluk da vardır ki, onlar Hakk’a iletirler ve Hakk ile hüküm verirler.” (A’raf: 181) Allah hüküm verme yetkisi bile vermiş...

kehf suresi zülkarneyn (a.s) babında:
86 - nihayet güneşin battığı yere vardığı zaman, güneşi, (sanki) kara bir balçıkta batıyor buldu. bir de bunun yanında bir kavim buldu. biz ona dedik ki: "ey zülkarneyn! onları ya cezalandırırsın veya onların hakkında iyi davranırsın." Allah daha başka ne yetkiler vermiş. Diğer mantıkla "Allah'tan başkası cezalandıramaz." deriz evet cezalandıramaz zaten Allah kullarının vesilesiyle ceza verir yani burda Zülkarneyn ceza verdiğinde ya da onların tövbelerini affettiğinde Allah ceza vermiş ya da affetmiş oluyor zaten diğer Allah'ın velileri için de aynı şekil.(Ve Enfal suresi 17 - Diyanet İşleri: "(Savaşta) onları siz öldürmediniz, fakat Allah onları öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı. Mü’minleri, tarafından güzel bir imtihanla denemek için Allah öyle yaptı. Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir." Yani Allah'ın peygamberi ve onun varisleri ne yapıyorsa Allah'ın izniyle yapıyor.

"Salihleri vesile yapıp Allahu Tealâ’dan bir şey istemeyi tenkid edenler, bunun her namazda Fatiha suresinde okunan “Allahım! Ancak sana kulluk eder, sadece senden yardım isteriz” mealindeki ayetlere ters düştüğünü söylüyorlar. Halbuki bu ayetlerde, Allah’tan bir şey isterken içimizdeki salihlerin zikredilmesine red değil, açıkça bir işaret vardır. Çünkü, ayette“sadece senden isterim” denmiyor, “isteriz” deniyor. Ayeti okuyan kimse yalnız da olsa,“ben” değil “biz” ifadesini kullanıyor. Bununla kul, kendini aciz görüp tevazuya bürünür ve şöyle demek ister: “Allahım! Bizler topluca sana yöneldik; ancak sana kulluk ediyor; sadece senden yardım istiyoruz. Ben senin huzurunda tek başıma bir şey taleb etmeye ehil velayık değilim. İçimizde gerçek kulluk yapan ve duasında samimi olan salihlerle birlikte senden istiyorum. Benim isteğimi onların duasına kat, kabul eyle”
Ayrıca Müslüman olarak hayrın ve şerrin Allah'tan geldiğine inanıyorsak duasını istediğimiz kişinin Allah'ın izni ve lütfu olarak yardıma vesile olduğunu aklımızdan çıkarmamız gerek ki eğer zaten dua istenen kişi “Ben, farz ve nafilelerle bana yaklaşan kulumu sevince, onun gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Benden bir şey isterse onu verir, bana sığınırsa kendisini korurum, onu özel himayeme alırım.”(Buhari, İbnu Mâce) kudsi hadisindeki iltifat ve ikrama ulaşmış kişiyse Allah "benden bişey isterse veririm" diyosa bize laf düşmez.

Sadece Kur'an değil bize rehber gönderdiği bişey daha var "Size iki şey bırakıyorum; onlara uyduğunuz sürece delalete düşmessiniz: biri Kur’an, biri sünnetim."( Tirmizî, Menâkıb: 31; Müsned, 3:14, 17, 26)(Bunlara titizlikle uyan yol göstericiler delalette değildir)
" Ehl-i beytim, Nuh'un gemisi gibidir. Tutunan kurtulur, tutunmayan, boğulur. " (Taberânî)
" Ali'yi ancak mümin olan sever ve ona ancak münafık olan buğzeder. "[Nesâî]
" İslâma, Peygambere ve nesline hürmet edenin, dini ve dünyası korunur." [Taberânî] (Nesli devam ediyor...)
“Ehl-i Beytim yeryüzündekiler için bir emniyettir. Onlar gidince, yeryüzündekilerin sonu gelir; kıyamet kopar.” (Taberânî, el-Mu’cemu’s-Sağîr, no: 318, el-Evsat, IV, 204.)
“Sizin en hayırlınız, benden sonra Ehl-i beytime karşı en hayırlı davranan kimselerdir” (Hâkim. Müstedrek, III, 311; Ebû Ya’lâ, Müsned, No:5924)



*******"Benden sonra nebi gelmeyecek, alimler gelecek, halifeler gelecek, onlara tabi olan bana tâbî olur, onlara asi olan bana asi olur." (Sahih buhari 1409,

sahih buhari 181)******** -->


“Resul size neyi getirdiyse onua alın, neyden sizi yasaklamışsa onu terk edin.” 7/59
 
Estağfurullah mübarek ablacığım, pembe kutucukta okumak ayrı bir zevkliydi, Allâh razı olsun :)))


Ebu Hureyre’nin naklettiğine göre, Allah’ın Resulü ashabıyla birlikte iken kendisine şöyle dedi: “Yarın cennet ehlinden biri seninle birlikte namaz kılacak.” Ebu Hureyre şöyle anlatıyor:

Bu kişiyi görmek için büyük bir istek duydum. Böylece gidip Resulallah’ın (sav) arkasında namaz kıldım ve herkes çıkıncaya kadar mescidde bekledim. O sırada kara bir adam öne doğru geldi. Tek parça bir giysiye sarınmış ve üzerine de yamalı bir cübbe giymişti. Yaklaşıp, Resulallah’ın elini öptü ve şöyle dedi: “Ya Resulallah, benim için dua et” ve Resulallah onun için dua etti. Daha sonra, kendisine şöyle sordum: “Bu, sözünü ettiğiniz kişi miydi?” “Evet,” diye karşılık verdi Resulallah ve şunu ekledi: “o bir köle..” “Niçin onu satın alıp azad etmediniz?” diye sordum. Resulallah şöyle cevap verdi:


“Eğer Allah onu cennetin sultanlarından biri yapmak istiyorsa, bunu nasıl yapabilirim! Ya Ebu Hureyre, bilmelisin ki cennet ehlinin önderleri ve sultanları vardır ve bu kara adam da onlardan biri oldu. Ya Ebu Hureyre, Allahu Teala mahlukatından inançlı, kimsenin bilmediği ve masum olanları; saçı dağınık, yüzü tozlu, azıcık kazancıyla midesi boş olanları; sultanlarla konuşmak için izin istediğinde geri çevrilenleri; kendisine rahat ve kolay bir yaşam sunacak bir kız verildiğinde evlenmeyenleri; olmadığında aranıp sorulmayan ve orada bulunduğunda davet olunmayanları; ortaya çıktığında hiç kimsenin bundan memnuniyet duymadığı, hasta olduğunda hiç kimsenin ziyaret etmediği ve öldüğünde hiç kimsenin öldüğünü görmediği kimseleri sever.”

Ashab şöyle sordu: “Ya Resulallah, böylesi bir adamı nasıl tanıyabiliriz?” Resulallah şöyle cevap verdi: “Veysel Karanî böyle biridir.” “Veysel Karanî kimdir?” diye sordular. “Kara gözlü, kızıl tenli, geniş omuzlu, orta boylu, sert derili, çenesi göğsünde, gözleri secde yerine dikilmiş, sağ eli sol eli üzerine yerleşmiş, Kur’an okuyan ve zorluklara sabreden bir kişidir. Sadece lime lime olmuş iki giysisi vardır, böylelikle hiç kimse ona aldırış etmez. Yünden giysisine bürünmüş olarak yeryüzünde bilinmez ama cennette bilinir, çünkü eğer Allah adına yemin ederse, Allah onun yeminlerini doğru kılar. Sol omzunun altında beyaz bir parlaklık vardır. Kıyamet günü Allah’ın kullarına “Cennete girin” denecek ve Veysel Karanî’ye “dur ve şefaat et” denilecektir ve Allah onu Rabia ve Mudar kabileleri kadarınca insan için şefaat edici kılacaktır. Ey Ömer ve Ali, eğer onunla karşılaşacak olursanız, sizin için Allah’a dua etmesini isteyin ve Allah sizi bağışlayacaktır.”
 
Son düzenleme:
X