Siz hiç ailenizden uzakta, mesela bir yatılı okulda, nöbetçi öğrencinin yüksek sesle sahiplerini okuduğu mektuplardan size çıkmamasının acısını yaşadınız mı?
***
Ya da iki asker anasından birisi, daha içini açmadan oğlundan gelen mektubun zarfını öpüp koklarken, diğerinin postacıya, “Bir tane mi vardı oğlum?” diye sormasını duydunuz mu?
Mutlaka, “Evvela üzerime farz olan Allah selamını iletir, kıymetli ellerinizden öperim. Bizden soracak olursanız hamd olsun iyiyiz” diye başlayan, üçe beşe katlanmış, satırları okunmayan, hasret kokulu, asker mektuplarından almamış olan var mı?
***
Kendi el yazısıyla, rengarenk ve çiçekli kağıtlar kullanarak yavuklusuna acemi aşkını anlatan mektup yazmamış delikanlıya aşık denir mi?
Yahut, henüz hesap kitap karışmamış saf ve tertemiz gözyaşıyla mürekkebini dağıttığı, içine kokulu yapraklar koyduğu mektubu aracılarla sevgilisine ulaştıran genç kızın heyecanını hangi teknolojik gelişme yerine koyabilir?
***
Sahi, bilgisayarın mekanik tuşlarıyla şekillenip elektromanyetik dalgalara yüklenenlerden değil, şöyle beyaz bir kâğıda dört satır da olsa kendi elceğizinizle yazdığınız bir mektubu en son ne zaman postaya vermiştiniz? Ya da postacı size böyle bir mektubu en son ne zaman getirmişti?
***
Siz de, en eciş bücüş insan yazısının bile, bilgisayarın sonsuz ve sayısız şatafatlı yazı karakterinden çok daha kıymetli olduğunu düşünüyor musunuz?
***
Dedelerimiz anneannelerimizle messenger marifetiyle yazışsaydı veya anneannelerimiz dedelerimize “e-mail” gönderseydi, onca türkü, şiir, deyim, atasözü, film, roman ne olacaktı?
***
Elimiz çenemizde, aklımız
mazide, gözümüz kapıda kaldı;
şimdi ne olacak?
> Ninem diyor ki: Dut yaprağı beş midir, bu yâr eş midir; o yâr bana eş olsa, mektup yazmak iş midir?
> Profesör Mualla:En çabuk kuruyan şey göz yaşıdır
> Halime Gürbüz