Marmara İletişim'e, 'kadının dili şiddetin unsuru' diyen bir dekan

Chess

Nirvana
Kayıtlı Üye
14 Ağustos 2009
53.299
42.836
Marmara İletişim'e, 'kadının dili şiddetin unsuru' diyen bir dekan
fft107_mf5655104.Jpeg

30/08/2015 10:05
A+ A-
Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanlığına Yusuf Devran'ın görevden ayrılmasından yaklaşık bir yıl sonra Prof. Ergün Yıldırım atandı. Yeni Şafak yazarı Yıldırım "adrese teslim ilan" tartışmasıyla gündeme geldiği kadar kadına şiddet ve HDP ile ilgili yazdıklarıyla da eleştirilmişti. Yıldırım, 2011'deki bir yazısında "Kadın dili, şiddete motivasyonun en önemli unsurlarından biri" demişti.
Haber: SERDAR KORUCU /
Facebook'ta Paylaş
inPaylaşın4
2 Haziran 2015’te profesör ve doçent alınacağı ilanı veren Marmara Üniversitesi Rektörlüğü, Gazetecilik Bölümü/Genel Gazetecilik Ana Bilim Dalı'na atanacak profesörde "siyaset, din, kültür ve bilgi sosyolojisi alanlarında çalışmış olma" koşulunu aradığını duyurdu.

Bu duyuruya o dönem Marmara İletişim Mezunları Derneği (İLMED), “Dışarıdan dekan istemiyoruz” başlıklı açıklaması ile tepki gösterdi, ilanı "adrese teslim" olarak nitelendirdi. Dernek fakülte dekanlığına Yeni Şafak yazarı Prof. Dr. Ergün Yıldırım’ın getirilmek istendiğini ileri sürdü. Bu iddia yaklaşık 2 ay sonra gerçek oldu.

Prof. Yıldırım, 28 Ağustos’ta görevini Twitter’dan “Yeni görevim Marmara Ü İletişim Fakültesi Dekanlığı için tebrik eden tüm dostlara teşekkürlerimi sunarım. Allah utandırmasın!” sözleri ile duyurdu.

Prof. Ergün Yıldırım için tartışmalar dekan seçilmesinden önce de vardı. Özellikle de Yıldız Teknik Üniversitesi’nde İnsan ve Toplum Bilimleri bölümünde öğretim üyesiyken 21 Temmuz 2011’de Haber 7 internet sitesinde kadına şiddetle ilgili kaleme aldığı makalesi ile…

Hükümetin kadına şiddetteki artışla ilgili şiddet uygulayan erkeklere elektronik kelepçe önerisine sosyolog Prof. Yıldırım, “Kadınların diline de pirsing takalım!” başlıklı yazısı ile karşı çıkıyordu: “Şiddeti azaltmak için erkek bileklerine köpeklerin boyunlarına asılan tasma gibi bir alet konulmak isteniyor. Peki, kadının diline de pirsing (Piercing) takılsa fena mı olur?”

Kadınların hem anne, hem eş, hem kız kardeş, hem sevgili, hem arkadaş olmasını “ kadın şizofrenisi” diye niteleyen Ergün Yıldırım, bu fikrini ise “Kadının varlık hiyerarjisindeki anlamı anne olmaktı” diye açıklıyordu.

‘KADINLAR İÇİN KAYBEDİLEN EV, KAYBEDİLEN CENNET’

Moderniteyle birlikte kadının aile içindeki bütünsellikte yer alan bir varlık olarak “dışarıya fırladığını” savunan Yıldırım, yaratılış anlatısına da atıfta bulunuyordu: “Önce cennetten şeytanın tuzağıyla kovulan kadın, moderniteyle beraber evinden kovuldu. Artık ev mutsuzluk yerine dönüştü. Sıkılan, özne olunmayan, çocuk ve kocayla çatışılan ve her gün yeni kavgaların yapıldığı cehennemdir! Bundan kurtuluşun yolu “dışarıda” aranmaktadır.”

Ergün Yıldırım kadınları “dışarıda” bekleyen o tehlikeleri de sıralıyordu: “Cennet ne sokaklarda ne fabrikalarda ne ofislerde! Kaybedilen bir “evin” yerine “dışarıda” bir cennet konulamayacak hiçbir zaman . Bu kaybedilen ev, kaybedilen cennettir. Boşluk tek bir şeyle doldurulmaya çalışılacak artık. Hedonizm! Daha çok tüketmek, daha çok eğlenmek! Ağız tadını, cinsellik tadını, beden tadını, göz tadını, kulak tadını… zirveye çıkarmak. Uyuşturucular ve keyif verici ürünler imdada koşuyorlar. Çılgın tatil merkezleri hafta sonu çılgın eğlence yerleri…”

‘KADININ DİLİ ŞİDDETE MOTİVASYONUN EN ÖNEMLİ UNSURLARINDAN’

Son olaraksa Yıldırım, yazısının sonunda, “Kadınların diline de pirsing takalım!” önerisini kadının dilinin şiddetin motivasyonu olduğunu öne sürerek “temellendiriyordu”: “Peki, kadının diline de pirsing (Piercing) takılsa fena mı olur? Çünkü kadın dili, şiddete motivasyonun en önemli unsurlarından biri. Erkeği azarlamak, aşağılamak, söylenecek en son şeyi irrasyonalitenin bütün çılgınlıklar diliyle ortaya dökmek, erkeği rezil etmek…”

‘KÜRTLER NAMUSA EN FAZLA İNANAN İSLAM TOPLUMU’

Yıldırım’ın 31 Mayıs 2015’te Yeni Şafak’ta yayınlanan yazısındaysa bu kez hedefi HDP’ydi ancak eleştiri nedeni partinin LGBTİ politikasıydı.

Yeni Şafak yazarı Ergün Yıldırım, HDP’nin İslam ile dar ve pragmatist bir ilişki kurduğunu savunuyor, Kürt siyasi hareketinin Kürtleri sol anlayışla sekülerleştirmek ve milliyetçileştirmek istediğini öne sürüyordu.

‘EŞCİNSEL ADAYLA MÜSLÜMAN KÜRTLERİ NASIL TEMSİL EDECEK?’

Yıldırım ardındansa Kürtler üzerine tespitlerde bulunuyor, HDP’ye sesleniyordu: “Kürtler kültürlerinde hep namusa en fazla inanan bir İslam toplumu oldu. Ancak şimdi HDP onun bu kültürünü alaya alıyor, aşağılıyor ve fuhuş yapan kadınlar imgesiyle ters yüz etmek istiyor. Bunlar yetmiyormuş gibi bir de eşcinsel aday gösteriyor. Ey HDP, bütün bunlarla sen nasıl Müslüman Kürtleri temsil ediyorsun?”
http://www.radikal.com.tr/turkiye/m..._dili_siddetin_unsuru_diyen_bir_dekan-1424614
 
“Önce cennetten şeytanın tuzağıyla kovulan kadın, moderniteyle beraber evinden kovuldu. Artık ev mutsuzluk yerine dönüştü. Sıkılan, özne olunmayan, çocuk ve kocayla çatışılan ve her gün yeni kavgaların yapıldığı cehennemdir! Bundan kurtuluşun yolu “dışarıda” aranmaktadır.”

:KK53::KK53:
 

Bak bu yazısı daha ilginçmiş Chess Chess . Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmamak adına eziyet ettim biraz kendime.

resized_f77d3-f04fergunyildirim2.png

Ergün Yıldırım

İstanbul Üniversitesi sosyoloji bölümünden mezun oldu. Aynı bölümde Yüksek Lisans ve doktora yaptı. Bilgi Hikmet, Yeni Zemin, Kitap dergisi gibi çeşitli dergilerin yayınlanmasında katkılarda bulundu. Hayali Modernlik, Değişen Din Anlayışının Sosyolojisi, Ak Parti ve Cemaat, Akif'in Leylası isimli kit...devamı



Kadın Ev’in direğidir
04:00 Aralık 07, 2014

Aile varlığı, kapitalizmin ihtiraslarıyla bütünleşen kadın ve ev algısı sonucunda büyük yıkımlarla yüz yüze. Ruhaniyeti, evi ve anneliği dikkate almadan istihdam projeleri ve eşitlik projeleri maneviyatı daha da derinleştiriyor. Evet, asıl olan adalettir. Çünkü adalet, kalkınmanın hoyratlığına adanan bir aile politikasına hoş bakmaz. Evi, anneyi, çocuğu ve doğurganlığa saygı duyar.

Moderniteyle beraber kadın konusunda zihinlerimize pelesenk olan ifadeler var: Kadın istihdamı, kadın erkek eşitliği, kadının çalışması, kadının eğitimi, kadının özgürlüğü. Bir kadın ideolojisiyle karşı karşıyayız. Dünyaya kadın üzerinden bakan ve her şeyi yine kadınla açıklayan bir ideolojidir bu. Toplumsal cinsiyet kavramıyla bilimsel bir meşruiyete de kavuştu bu ideoloji. Sosyolojinin kanatları altında toplumsal varlığı “cinsiyetle” açıklıyor. Belki bunlara siyasal cinsiyet, dinsel cinsiyet, ekonomik cinsiyet ve homo cinsiyet de eklenecek yakın zamanlarda. Kadın, dünyayı varlığa ulaştıran bir yaratılış hikayesine dönecek neredeyse. Avrupa modernliğinden topraklarımıza gelen, kapitalizmin ve endüstri toplumun üretim tarzıyla kapımızı çalan bu klişeleri hiç sorgulamıyoruz. Kadın meselelerine, ev meselelerine, aile meselelerine derman olacak sihirli formüller olarak görüyoruz.


Kadın istihdamı ve kadın eşitliği etrafında yapılan açıklamalar ve koparılan gürültüler üzerinde durmak istiyoruz. Kadın ve erkek eşitlik düşüncesini sorgulamaya çağrıda bulunan devletin tepesindeki şahsiyet olarak Cumhurbaşkanı, “modernlerimizin” uykusunu kaçırdı! Onların yüz elli yıllık hülyalarına gölge düşürdü. Bir akidelerine dokunmuştur adeta. İyi ki de dokundu. Modernliğin kadın erkek eşitliği, büyük efsanelere ve boş hayallere dayanıyor çünkü. Kadını ev ve aile içinden soyutlayarak tanımlayan bir girişimdir. Bütün modernlik ihtiraslarına rağmen kadın-erkek eşitliği en fazla kapitalizmin işine yaramıştır. Kadının benliğini, ev ve aileyi ötekileştirerek kurmasına yarıyor. Anneliği tasfiyeye yarıyor, rekabeti kocayla ya da erkekle yapmaya davetiye çıkarıyor. Bir idealite olarak bu “cinsiyet eşitliği”, ilginç sonuçlara götürüyor insanları. Eşitlik kadına bir kurtuluş teolojisi olarak sunuluyor ve kadının dışlama, şiddet, işsizlik, yalnızlık vb. sorunlarının bununla aşılacağı varsayılıyor. Hatta bunun için erkek bedenine rahim takarak biyolojik eşitliğe kadar vardırıyorlar işi. Madem ki kadın eşit olacak, doğum yapmamakta da bu uygulansın.

Feminizm bir kadın teolojisidir

Bir İspanyol sanatçının “kadın projesi” çalışması ise bu açıdan daha da ilginç! “Beden senin istediğini yapabilirsin” gibi bir eşitlik düşüncesinin son haddine vardırıyor işi. Beden senin istersen doğur, istersen anne olma, istediğin kadar erkekle beraber ol, istediğin gibi bedenini kullan…tam anlamıyla eşitlik düşüncesinin kadın projesinde bir nihilizme varışıdır bu. Hakikaten modernlik projesinin kadın varlığını nihilizmle beraber bütün değerlerden, sorumluluklardan ve aile konseptinden ayırarak kurgulamasıdır bu yaklaşım. Kadının kurtuluş teolojisi, kadın projesiyle sağlanılmaya çalışılıyor. Kim ne derse desin feminizm son kertede bir kadın teolojisidir. Bir teolojiden öte bir kurtuluş teolojisi, yani kadın teodisisi!


Kadının eşitlik projesi de yine kadının kurtuluş teolojisinin bir alt anlatısıdır, hikayesidir. Bunun en önemli boyutlarından birini kadın istihdamı tezi oluşturmaktadır. Kadının evin dışına çıkarak, çocukla ilgilenen ve anne olan rolünü görmezden gelerek onu fabrikaların, üretim alanlarının, hizmet sektörlerinin ve kitlesel tüketimlerin pazarlarında bir işçiye dönüştürme çabasıdır bu. Kadını, ev, aile ve çocuklar konseptinden çıkararak iş konseptine dahil etmektir. Endüstrileşmenin işgücü piyasasını ucuzlatmak amacıyla belli fonksiyonları da bulunmakta. Bu yaklaşımları bütün kalkınma şehvetlerine koşan ülke politikaları yapıyor. Kalkınmayı ekonomiye, işe, paraya, maddi çalışma hayatına indirgeyen kapitalist kalkınma tarzları kadını “eşitlik söylemiyle” piyasaya katmak istiyor. İşte bunun en ilginç örneklerinden birini de yine ülkemizde yaşıyoruz. Türkiye’de kadının istihdam oranının %27 oranla düşük düzeylerde yer aldığı ve bundan dolayı onu yükseltmek gerektiği ileri sürülüyor. Bunun için de “kadını evden çıkartmak” tan bahsediliyor. Kadın evden çıkacak ve çalışacak, çocuğuna da devlet bakıcı tutacak! Bunun için bin lira para ödenecek. Böylece kadın istihdam oranı yukarıya çekilmeye çalışılacak.

Ev dışında var oluş hayallerini kuran kadın

Kalkınmanın rutin dünyası içinde oldukça masum ve hatta ülkenin faydasına yönelik bu arayışlar, sosyal varlık yönünü ya da ev, doğurganlık, anne, çocuk gibi bir sosyal dünyanın varlığını görmezden geliyorlar. Bu projeyle, yani kadını evden çıkarma projesi ile aslında iki kadın evden çıkarılıyor. Kendi para kazanmak ve çalışmak için çocuğunu bakıcıya bırakan kadın, aynı zamanda başka bir kadının da kendi evini ve çocuğunu bırakmasına yol açıyor. Kendisi istihdama dahil olmak için çocuğunu terk ederken, başka bir kadının daha çocuğunu terk etmesine davetiye çıkarıyor. “Kadını evden çıkarma” projesi ya da kadın istihdam projeleri o kadar etkileyici bir biçimde sunuluyor ki sanırsınız, bütün kadınlar birinci sınıf işlerde çalışacak, kendi bedenine söz geçirdiği gibi kendi işine de söz geçirecek! Oysa kadın ev dışında var olma hayalini kurduğu zamanlardan itibaren iflah olmaz bir serüvene atılmaktadır!


Modernite ile ev dışında var oluş hayallerini kuran kadını en iyi anlatan romanların başında Madam Bowary gelir. Emma, evden, kocasından ve çocuğundan “canı sıkılan” bir varlıktır. Bu can sıkıntılarından kurtulmak ister. Bir kurtuluş peşine düşer. Bunu ne kilisede bulur ne de evlilikte. Paris’in, sokağın ve evin dışında aramaya yönelir bu mutluluğu. Emma’nın kurtuluş arayışı hazin bir sonla biter. Emma, modern kadının evden sıkılması ve bundan kurtuluşu için evden firariyi anlatan bir semboldür. XIX yüzyılın büyük Fransız romancısı Gustave Falaubert’in inşa ettiği bir karakterdir.

Ev, kadının direk olduğu hayat varlığıdır. Direk, kadim geleneklerde bütün kainatı ayakta tutan kozmolojik bir semboldür. Kadının evden çekilmesi, evi taşıyan direğin yıkılmasıdır. Anneliğin çöküşü ve doğurganlığın ölümüdür. Erkeğin, ruhsal düzeninin bozulmasıdır. Çünkü evin direği yoksa, o evin altında yaşayan erkek de bu yıkıntının altında mahvolmaya mahkumdur.

Aile varlığı büyük yıkımlarla yüz yüze

Bugün kadınların kapitalist iş hayatına katılmasıyla, onun çağrılarına ve ideolojilerine daha fazla bütünleşmesiyle( araba, tatil ve giysiler üçlemesine dayanır bu; elbette özgürlük ve serbestlik efsanesine de) beraber doğurganlıklarını daha fazla kaybediyorlar, annelik imkanları ya yokluğa karışıyor ya da kısalıyor. Diyalektik bir biçimde hem doğurganlık azalıyor hem kısırlık artıyor hem de bunları tedavi eden bir endüstri doğuyor.


Bugün kadın istihdamının erkeklerle eşit olduğu ve kadın projesinin modern tarzıyla gerçekleştiği Batı toplumlarında hem annelik ölüyor hem de doğurganlık çöküyor. Ev, direğini kaybediyor. Çocuklar daha fazla evsiz, annesiz ve babasız( babasız aile kavramı var) bir hayata katılıyorlar. Çocuklar ve genç-ergenler uyuşturucu madde bağımlısı haline geliyorlar. Aile varlığı, kapitalizmin ihtiraslarıyla bütünleşen kadın ve ev algısı sonucunda büyük yıkımlarla yüz yüze. Ruhaniyeti, evi ve anneliği dikkate almadan istihdam projeleri ve eşitlik projeleri maneviyatı daha da derinleştiriyor. Evet, asıl olan adalettir. Çünkü adalet, kalkınmanın hoyratlığına adanan bir aile politikasına hoş bakmaz. Evi, anneyi, çocuğu ve doğurganlığa saygı duyar.

http://www.gunlukkoseyazilari.com/o...ildirim_kadin-evin-diregidir/6697&gazete=Yeni Şafak&yazi=http://www.yenisafak.com.tr/yazarlar/ergunyildirim/kadin-evin-diregidir/2006412&title=Ergün Yıldırım-Kadın Ev’in direğidir
 
kadın platforumu yöneticisi ve sevdiğimiz bir ablamız olarak senin de haber hakkında düşüncelerini alabilir miyiz Mune Mune
 
bir şarkı DiL'ime dolandı ;

öleeem been , öleem beeen
Gurban oğlaaaam ağzıMdaki ;DİLEEE beeğn.. :KK53:
 
demek ki bi yerlere gelebilmek için böyle söylemlerde bulunmak lazım. kahrolsun kadınlar yaşasın erkekler desem beni de bişey yaparlar mı ki :)
 
X