- 13 Nisan 2007
- 15.554
- 36.070
- 1.123
Lâtife Hanım / İpek Çalışlar
Yakın geçmişimize yönelik tarihi bilgiye aç toplumumuzun ihtiyacına cevap verebilecek nitelikteki bu eseri soluksuz okudum.
Umarım bu eser bu konuda bir çığır açar da açlığımızı giderecek nice yazarlar yeni yeni eserleriyle çorap söküğü gibi sökün ederler.
İpek Çalışlar İstanbul’da doğdu. Üsküdar Amerikan Kız Lisesi ve AÜ Siyasal Bilgiler fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteceiliğe TRT Haber Merkezi’nde başladı, 1980’lerde Nokta dergisinde haber müdürlüğü yaptı, Söz ve Sokak’ın kurucuları arasında yer aldı. Cumhuriyet Gazetesi’nin haber müdürlüğünü yaptı, Cumhuriyet Dergi’yi çıkardı.
Kitabın arka yüzündeki tanıtım yazısından:
Lâtife Hanım gerçeği bilinmeden Cumhuriyet tarihi yazılamaz.
Dünya basını, Mustafa Kemal Paşa’nın kadın hakları savunucusu ve peçe takmayan eşi Lâtife Hanım’ı Türkiye’deki değişimin habercisi olarak adım adım izledi.
Evlilikleri bitince, Lâtife hanım’ın entelektüel ve siyasî kimliği yok sayıldı, Cumhuriyet’in kuruluşuna yaptığı katkılar unutuldu.
Lâtife Hanım’ı gölgeleyen perde kaldırıldığında hem bir mücadele kadınıyla hem de bambaşka bir Mustafa Kemal’le karşılaşacaksınız. Karısıyla siyasî tartışmalara giren, “hanım bize bir çaykovski çal!” diyen, boşandıktan sonra eski eşinin evine güller gönderen Mustafa Kemal’le.
Cumhuriyet’in kuruluş dönemine ait pek çok yeni bilgiyi de içeren bu kitap, aynı zamanda ölene kadar sürmüş bir aşkın da hikâyesi.
Kitaptan alıntılar:
“Lâtife Hanım’ın belgeleri incelenmeksizin devrim tarihinin daha doğrusu Cumhuriyet tarihinin yazılması mümkün olmaz.” (Ord. Prof.Dr. Reşat Kaynar, 10 Nisan 1979) (Sy. 7)
(İİTİA’da Medeni Hukuk hocamdı, bir dersinde dersle ilgili olmadığımın farkına varmış ve bana o anda anlattıklarından bir soru yöneltmişti. Medeni Hukuk Kitabı’nı öz Türkçe yazmıştı, o günün şartlarında anlamakta zorlanıyorduk)
‘Bu kitaptaki Lâtife hanım, hepinizi şaırtacak. Tanıdığınız Lâtife Hanım ile bu araştırmanın sonunda ortaya çıkan Lâtife Hanım öylesine başka ki…’ (İpek Çalışlar) (Sy. 11)
‘Üzerlerindeki tuhaf giysiler olan silâhlı kişiler evini kordon altına almışlardı. Bu silâhlı gençler aslında Mustafa Kemal’in Karadenizli korumalarıydı.’ (Sy. 22)
‘Mustafa Kemal’in bu denli ilgisini çeken Lâtife’yi romancı gözüyle Halide Edip şöyle resmetmişti:
Başına sarmış olduğu siyah örtünün ortasındaki yüzü çok hoştu. Yüzü, vücudu gibi yuvarlak ve etliydi. İnce dudakları pek kadınsı değildi, olağanüstü bir kuvvet, irade hissedilmekteydi. En güzel yeri gözleriydi. Zeki, temkinli, şehvetliydiler. Gri-kahve karışımı bu gözlerin etrafa saçtığı tuhaf ve pırıltılı ışık halâ aklımda.
Lâtife ise karşılama anıyla ilgili hislerini ve Mustafa Kemal’e ilişkin duygularını sevgili amcası Halit Ziya’yla (Uşaklıgil) paylaşmış, ona yazdığı mektupta, “İki güzel mavi gözle karşılaştım” demişti.’ (Sy. 24)
‘İmparatorluğun ekonomik açıdan en canlı kenti olan İzmir’de nüfusun yarısı Türklerden, diğer yarısı Rumlardan, Ermenilerden, Yahudilerden ve Levantenlerden oluşmaktaydı.’ (Sy. 29)
‘1908 yılının İzmiri’nde 53 cami, 51 mescit, 35 kilise ile 17 havra vardı.’ (Sy. 30)
‘Lâtife okumaya, yazmaya, şiire edebiyata meraklıydı. Kocaman bir kütüphanesi vardı. Özellikle Alman yazarlarını çok seviyor, pek çoğunu ezbere okuyordu. Arapça, Farsça, Lâtince, İngilizce, Almanca, Fransızca, İtalyanca ve Rumca’ya hakimdi.’ (Sy. 40)
‘1915 Ermeni tehciri İzmir’i etkilememişti. XX. yüzyıl başlarında İzmir’in 250 000 dolayındaki nüfusunun 55 000’ini Rumlar, 21 000’ini Museviler, 10 000’ini Ermeniler ve 50 000’ini yabancı uyruklular, geri kalanını da Müslüman Türkler oluşturuyordu.’ (Sy. 41)
‘Doğu’nun küçük Paris’i olarak anılan İzmir’de düzenli gösterilere kapılarını açan ilk tiyatro 1775’te yapılmıştı.’ (Sy. 42)
‘Meşrutiyet’in ardından 1896’da İzmir’e sinema geldiğinde, gençler Türkçe açıklamalı alt yazılar konulması için gösteri yapmışlardı.’ (Sy. 43)
‘Kadınların hangi millete bağlı olduğu, yüzlerini saklama konusunda gösterdikleri çabadan anlaşılırdı. Rum ve Frenk kadınların yüzleri tamamen açıkken, Musevi ve Ermeni kadınlar yüzlerinin ancak yarısını gösterirlerdi. Türk kadınlarının yüzü ise genelde kapalıydı.’ (Sy. 43)
‘İzmir’de Türkçe gazeteler1869 yılında yayımlanmaya başlandı, İkinci Meşrutiyet’ten sonra sayıları çoğaldı. XIX. yüzyılın sonunda günlük olarak üç Rumca, dört Fransızca gazete yayımlanıyordu. Yahudilerin de iki haftalık gazetesi vardı. 17 basımevinin beşi Rumca, üçü Fransızca, üçü Musevice, biri Ermenice, beşi de her dilden baskı yapmaktaydı.’ (Sy. 45)
’24 Mayıs’ta (1919) da Sultanahmet Meydanı’nda Halide Edip, çok sayıda kadının da yer aldığı mitingde ünlü konuşmasını yaptı ve 100 000 İstanbullu işgale karşı direnmeye yemin etti.’ (Sy. 48)
‘O yıllarda Selânik 70 000 nüfuslu bir kentti. Nüfusunun yarısı Yahudi’ydi. 15 000 civarındaki Türkler ikinci etnik grubu oluşturuyordu.’ (Sy. 88)
‘Zübeyde Hanım, çok güzel, açık renk gözlü, beyaz tenli, sağlam yapılı bir genç kızdı. Kendisinden 20 yaş büyük olan Ali Rıza Efendi’yle evlendiğinde 15-16 yaşlarında olduğu tahmin ediliyor. Canlı, pırıl pırıl giysiler giyen, bağımsız tavırlı, ancak dinine ve geleneklerine çok bağlı bir kadındı.’ (Sy. 89)
‘Zübeyde Hanım, altı çocuk doğurdu. Fatma, Ömer, Ahmet, Mustafa, Makbule ve Naciye. Önce Fatma, ardından Ömer ve Ahmet, daha sonra da Naciye öldü.’ (Sy. 89)
‘Zübeyde Hanım İzmir’e beyaz çarşafıyla geldi ama peçesizdi.’ (Sy. 95)
‘Zübeyde Hanım, 15 Ocak 1923 akşamı öldü.’ (Sy. 103)
‘ “Babacığım, onu çok seviyorum, lütfen benim hayatıma karışmayın” dedi sonunda Lâtife.
Lâtife babasının müdahaleci tavırlarına o güne kadar pek tanık olmamıştı. Muammer Bey, sanki Lâtife’nin bir ömür yaşayacaklarını önceden görmüş bir kâhin gibi kızının önünde diz çöküp yalvarmıştı. Ama Lâtife’nin ne kadar inatçı olduğunu bilirdi. Bu denli kararlı olduğunu görünce son bir söz söyledi: “Şayet bu evlilik biter ve yanıma dönersen bana bu evlilikten ve ondan bahsetmeyeceksin!” dedi ve konu kapandı.’ (Sy. 109)
‘Dini nikâhta kadın velisi aracılığıyla temsil edilir, gelin nikâh masasına oturmazdı. O güne kadarki uygulama böyleydi. Lâtife ise masadaydı ve kendisine evliliği kabul edip etmediği sorulmuştu.
Nikâh 10 dirhem gibi sembolik bir para üzerinden kıyılmıştı. Kadın için bir malî güvence olarak kabul edilen mihrî muacce, erkeğin nikâh töreninde eşine verdiği veya vermeyi kabul ettiği mal ve paraydı. Bedelin düşük tutulması kadın ile erkek arasında eşitlik gözetildiği biçiminde yorumlanmıştı.
Düzenlenen nikâh belgesine düşülen kayıtlara göre Lâtife 1899 doğumluydu. Yani evlendikleri tarihte 24 yaşındaydı. Mustafa Kemal ise 41 yaşındaydı.’ (Sy. 112)
‘Mustafa Kemal’in geline armağanı, savaşlarda boynunda taşıdığı, kibrit kutusu büyüklüğünde altın muhafaza içindeki bir elyazması Kur’andı. Karısına bu armağanı verirken “Bu seni korusun” demişti.’ (Sy. 113)
‘O sıralarda Ankara, Anadolu yaylasında bir çift tepeden başka bir şey değildi. Ne doğal güzelliklere sahipti ne de çağdaşı olan kentlerin elektrik, su gibi olanaklarına…
Kışın çıplak ve ağaçsız bir bataklık haline gelen bu boz ova, akşamüzerleri kırmızı ve erguvanî bir ışıkla aydınlanırdı. Eski ve yeni Ankaralılara bunca yoksulluk ve hiçlik duygusu içinde umut veren de sanki bu ışıktı. O günlerin Ankara gecelerini anlatanlar hep karanlık bir kasabadan söz ediyorlar. Sokaklar ve evler ikide bir kararan lüks lâmbalarıyla aydınlatılır, bir yerden bir yere karanlıkta cep fenerleri yakılarak güçlükle gidilirdi. Elektrik ilk verildiğinde Hakimiyet-i Millîye gazetesinde “elektrikli odalar kiralıktır” diye ilânlar çıkmıştı.’ (sy. 128)
‘Aslında Ankara’da su da yoktu. Çoğu ev kuyu suyuyla idare ediyor, diğerleri de mahalle çeşmelerini ve parayla su taşıyan sakaları kullanıyordu.
Yerli halkın başlıca ulaşım aracı eşekti ve sık sık kaybolmuş eşekler sokak sokak aranırdı. Kar yağdı mı iki gün iki gece evlerden dışarı çıkılmadığı olurdu.’ (Sy. 129)
‘Evin çevresinde Karadenizli korumalar millî kıyafetleri içinde siyah elbiseleri, fişeklik kemerleri, başlarında çatkıları bekliyorlardı.’ (Sy. 129)
‘Falih Rıfkı’nın tabiriyle “Evler de eşyalar da bir âlemdi. Çarşı o kadar iptidaî idi ki, küçük bir masanın üstü aynı çeşit bardak, kadeh ve tabakla donatılamazdı.’ (Sy. 133)
‘Hem çok kadın, hem çok yoldaş
Hazırcevaplılığının, ışıklar saçan gülüşünün ve mutluluğun verdiği gururun altında son derece ince ve esnek bir zekânın oyunları gizliydi. Sahip olduğu özelliklerle bir virtüöz ustalığıyla oynuyordu. Ayrıca çalışkanlığı ve derin gözlem kabiliyeti ortadaydı…
Mustafa Kemal gibi bir adamı baştan çıkarmak ve elinde tutabilmek için gereken vasıflara sahip olduğunu düşündüm. Yani hem çok kadın, hem çok yoldaş, çalışma, yolculuk, iş arkadaşı, sevgili ve becerikli bir arkadaş…’(La Nouvelle Turqie adlı kitaptan) (Sy. 149)
‘Yenice İstasyonu’nda sayısız kurban kesildi. Mustafa Kemal her kurban kesildiğinde başını öbür tarafa uzatıyordu. Lâtife bir ara “Ne oluyorsunuz?” dedi. “Hiç kurbana bakamam” diye yanıtladı onu Mustafa Kemal. Onca savaştan sonra kurban kanı görmek istemiyordu.’ (Sy. 154)
‘O yıllarda kadınların kocalarına “Beyim”, “Paşam”, “Beyefendi” diye hitap etmesi beklenirken Lâtife’nin millî öndere “Kemal” diye seslenmesi huzursuzluk yaratıyordu.’ (Sy. 181)
...devamı var.