Korkuların Kaybettirdikleri

E

EU1

Ziyaretçi
Her birimiz fert olarak birbirine benzeyen coğrafyalarda birbirine benzer hayatlar yaşıyoruz. Bizi farklı kılan tek gerçek var; yaklaşım tarzlarımız.
Bazılarının çaresizlik, yenilgi dediği mevzular nedense diğerleri için fırsat veya sıçrama tahtası olarak nitelendirilebiliyor. Bazıları problemlerine çözüm ararken, başkaları bahtsız, şanssız olduğuna inanıp vazgeçiyor.
Bir kısım insan yanlış yaparım tehlikesiyle kendi kararlarını vermekten korkuyor ve başkalarına göre bir hayat yaşıyorken, diğerleri hayallerini hayatına sığdırabiliyor ve düşündüğü hiçbir şeyi ertelemeyi seçmiyor. İnsan aslında her yerde aynı insan olduğu halde, temel ayrılık ülkede, kaderde, cinsiyette, koşularda değil. Asıl sorun, birilerinin risk almak istemeyişinde, bedel ödemekten korkmasında ve hayatında umuda yer açmamasında saklı.
Gerçekten de, umudun hastaları sağlıklı bir birey kılmasının, olamazları oldurmasının, yapılamazları eyleme dönüştürmesinin mümkün olduğunu görebilmek için etrafımıza bakmak yeterlidir.
Seçim tamamen bize ait; iki yoldan birini tercih edeceğiz.
Birincisi karanlık, geçmişin adeta benzeri ve tekrarı olup silik, karamsar, başkalarının öznesi olduğu bir yaşam iken,
Diğeri aydınlık, farklı, sağlıklı, enerjik, yenilikler, sürprizler, mucizeler ve kolaylıklarla dolu kendi istediğimiz gibi bir yaşam…
Hatırlayalım;
"İsteyin vereyim" diyen bir Yaratıcının kullarıyız,
En iyiyi dileyen ve gerçekleştirebilen örnek insanlara her zaman rastlayabiliyoruz,
Umutla yaklaştığımızda sonuçların nasıl değişebildiğini bizzat deneyimlediğimiz zamanların kendi hayatımızda da mevcut olduğunu biliyoruz,
Son olarak, artık farklı sonuçlar elde etmek istiyorsak farklı ve yeni metotlar denemek gerektiğini mantıksal olarak idrak edebiliriz.
İşte, yapacağımız tercih bize ya bilgeliğin kapısını açacak, ya da cehaletin kapısını aralayacak gibi gözüküyor. Yoksa daima korkular kazanacak ve biz kaybeden, erteleyen olacağız. Tıpkı aşağıdaki hikayede olduğu gibi…

Benim Adım Korku
"Bir zamanlar uzak iklimlerin birinde, yeşilliğin ve maviliğin kol kola girdiği, günün her saati nehirlerin çağlayanlar gibi aktığı bir dağ köyünde her şey görenlere yeryüzündeki cenneti hatırlatırmış. İçinde yaşayanlar huzur ve güven duyarken, ziyaret için gelenlerse buradaki güzelliğe ve hissettirdiği huzura hayran kalırlarmış.
Günlerden bir gün, iki oduncu odun keserken o güne dek hiç görmedikleri bir varlıkla karşılaştıklarını anlatmışlar bu yörenin halkına. Köyü endişe almış: "Ormanda tehlikeli bir varlık var!"
Bir süre sonra bu soru zihinlerde yeni sorular üretmiş:
"Ya bugüne dek görülmemiş olan başka bilinmeyen tehlikeler de varsa?"
"Bu varlık ya da varlıklar bize nasıl zarar verebilir?"
"Onları durdurmak mümkün müdür, yoksa topraklarımızı kaybedebilir miyiz?"
Bu sorular başka sorunları büyütedursun, köy ahalisi artık evden bahçeye korkuyla çıkar hale gelmiş. Sonundaysa bu bilinmezlik, yalnızlık ve esareti dayanılmaz hale getirmiş.
Ta ki bir akşamüstü köydeki delikanlılardan biri ormanda yürüyüş yaparken kendisini gölge gibi takip eden bir varlığı hissedene dek… Delikanlı durduğunda o varlığın da durduğunu, yürüdüğünde o varlığın da yürüdüğünü anlayınca önce hızla koşup oradan uzaklaşmak istemiş. Sonra ise tüm cesaretini toplayıp ona doğru yaklaşmış. Neye benzediğini görüp onu alt etmeye karar vermiş. Derin bir nefes alıp arkasını dönerek yavaş yavaş ilerlemeye başlamış. Bir de bakmış ki, o ilerledikçe gölge varlık da aynı hızla geriye doğru uzaklaşıyor.
Sonunda gölge varlıkla delikanlı arasında bir adımlık mesafe kaldığında insana çok benzeyen bu varlığın çehresi çaresiz bir hal almış. Gökyüzü kurşuni rengiyle geceye bürünürken delikanlı hızla boğazına sarılıp yere yatırarak sormuş:
"Kimsin sen?"
Fısıltı şeklinde bir inleme duyulmuş:
"Benim adım korku..."

Hatice Aslı Arusan