Güneş kararsız davrandı bu yıl… Doğa da şaşırdı ve beklenmedik zamanlarda çiçekler açtı, yeşillendi etrafımız ve sonunda baharı müjdeledi kokular. İnsanoğlu hep koklayarak yaşadı, besinlerini seçerken, tehlikeyi algıladığında ve sevdiğinin kokusuyla da mutlu oldu, yaşama sevincini yakaladı.
Koklamak, insanın en gelişmiş duyu organının eseridir. Çok güçlü, oldukça da karmaşık bir sistem sayesinde kokuları algılıyoruz. Ve yaşlanırken de koku alma duyusu, diğer duyulardaki yıpranmaya maruz kalmıyor. 20 yaşındayken taze çimen kokusunu nasıl algılıyorsak, 80 yaşında da öyle algılarız. Çünkü hepimiz, ömrümüz boyunca her üç ayda bir yenilenen yüz milyon cıvarında koku hücresine sahibiz.
Kokuyu bedenemiz şöyle değerlendiriyor: Burun deliklerinin derinliklerinde 3 cm karelik bir alıcı zon bulunuyor. Bu alıcı zon sayesinde biz on bin değişik kokuyu algılayıp tanıyabiliyoruz. Aslında başka canlıların yanında bu yeteneğimiz hayli zayıf bile kalıyor (örneğin köpekler...).
Koklamaya gelince… Koku molekülleri havada serbestçe dolaşırlarken koku alma dokularına (buruna) gelip yapışıyorlar. Kokudan sorumlu sinir sistemi anında harekete geçerek mesajı beyindeki koku merkezine ulaştırıyor. Bu merkezde koku yorumlanıyor: Tehlikeli mi, değil mi diye. Zira ilk insanlar için organizmada koku alma merkezinin görevi acını veya düşmanın varlığını haber vermekti.
Değişik kokulara karşı sürekli uyanık olmak zorundaki koku alma merkezinin işlevi zamanla değişti. Bugün biz bazen bu merkezi tembelleştiriyoruz. Örneğin aynı parfümü sürekli kullanırsak, bu tekdüzelik koku alma sistemini (o kokuyla ilgili olarak) sessiz kalmaya sürükleyebilir. Artık sevdiğimiz parfümün kokusunu alamazsak, suç kokuda değil, yorulan koku alma sisteminde, yani bizdedir. Parfümümüzü değiştirmeliyiz!
Hepimizin kokularla uyanıp kokularla saklanan anıları vardır. Koku aynı zamanda bir iletişim aracıdır; gözle görülmeyen, elle tutulamayan ama varlığı inkar edilemeyen, evrensel bir dildir. Koku, parfüm olmadan önce, eski zamanlarda kokulu tütsü ve yağlar büyücülerin, sihirbazların ve din adamlarının güçlerini simgeliyordu. Herodot tarihinde eski Mısır'da zenginlerin mumyalarına (öteki yaşamında hoşluk olsun diye) türlü kokular katıldığı anlatılıyor.
Eski Yunan'da da savaş kahramanlarının adaleleri kafuru ile ısıtılıyordu; kadınlar da vücutlarını aromatik esanslarla ovuyorlardı. Kokularla haşır neşir olunan Roma İmparatorluğu döneminde "Per Fumum" sözcüğü tüm kokuları ifade ediyordu.
Günümüzdeki "parfüm" sözcüğü işte o zamanlardan kaldı! Ortaçağ, hastalıklardan korunmak için temizliğin önemini anlayınca sabun ve koku kullanımı yaygınlaşmaya başlar…
Böylece 1390'da sedir ağacı, biberiye ve terebentin ile alkolden üretilen ünlü Macar Kolonyası doğdu.
Rönesans döneminde koku kullanımı artık bir çılgınlığa dönüşmüştür; yelpazeler, peruklar, mücevherler, elbiseler biblolar, her şey parfümlenir… Aynı dönemlerde haremdeki gözdeler de padişahın huzuruna çıkmadan önce vücutlarını zencefil ve hoş kokulu otlarla ovuyorlardı…
Bugün de parfüm saltanatını sürüyor. Sadece koku değil, onu sarıp sarmalayan flakonlar da tasarımcılar sayesinde birer sanat eserine dönüştüler, koleksiyonlara girdiler. Modern çağa ayak uyduran konserve kutusu, karton gibi malzemelerle giyindiler. Koku bir tek parfümden ibaret kalmadı, parfümün notalara banyo ürünleriyle tepeden tırnağa bedenimize siniyor, yataklarımıza giriyor… Ve giderek vaz geçilmezliğini kanıtlıyor.
sevgilera.s.
alıntıdır