Yılar önce okumuştum ilgimi çekmişti aşağıya alıntılıyorum :
Kebikeç; kitap sevdalılarının, sahaf müdavimlerinin, yazma koleksiyonerlerinin bildiği, ancak ‘bu dünyaya’ uzak olanların, hakkında bir fikir yürütemediği kelimelerden biri.
İddialı olur mu bilmiyorum ama bir kişinin kitaba olan merakının derecesini anlamak için belki bu kelimeyi bilip bilmediğini ölçü olarak almak mümkün olabilir. Hali hazırda Ankara merkezli olan, kültür hayatımızın en nitelikli dergilerinden biri de bu ismi taşıyor.
Aziz Gökçe, derginin bu isimle yayınlanma gerekçesini şu satırlarla ifade ediyor: “
Nasıl ki, kebikeç, kitapları zararlı haşerelerden koruyorsa, bu dergi de bilimi ve bilim adamlarını koruyacak, böylece kebikeç görevini bir kez daha yerine getirmiş olacak.”
Sihirli kelime: Kebikeç
Bu kelimeye, daha çok yazma eserlerin ilk ya da son sayfalarında tesadüf etmek mümkündür. Bilindiği üzere yazma eserlerin korunması ve saklanması son derece güçtür. Yazmaların en önemli düşmanlarından biri de kitap kurtlarıdır. Her ne kadar sahaf terminolojisinde “kitap delisi”, “kitap aşığı” olan insanları nitelemek için bu tabir bir benzetme olarak kullanılsa da, gerçek anlamda kitap kurdu, kitapların en büyük düşmanıdır. İşte bu sihirli sözcüğün -kebikeç-, kitapları, söz konusu haşereden koruduğuna inanılır.
Kebikeç bitkisi
Bu deyimin ilk olarak ne zaman kullanıldığı sorusu gizemini koruyor. Ancak çok eski zamanlardan itibaren bu kelimenin ne anlama geldiği sorusu tartışılagelmiş. Bazı kişiler kelimenin, kurtçukları kitaptan uzak tutan bir sihirli cin ya da meleğin adı olduğunu iddia etmiş. Bazıları ise buna botanik bilimi açısından yaklaşmayı denemiş. Bu yolla yaklaşanlar, söz konusu bitkinin ne tür bir bitki olabileceği konusuna kafa yormuş. Genel olarak ortaya atılan görüşlerden biri, söz konusu bitkinin maydanozgiller familyasından olduğu ve sayfa arasına konduğunda yaydığı kokunun kurtçukları kitaptan uzak tuttuğu şeklindedir. Bazı çalışmalarda ise bu bitkinin bir tür zehir yaydığı, bu zehrin insanlara değil ama kurtçuklara zarar verdiği yönündedir. Yine bu bitkinin öz suyunun mürekkep içine karıştırıldığı ve böylelikle de kurtçukları uzak tuttuğu da rivayet olunur.
Bazı kaynaklarda söz konusu bitkinin Türkçede “düğün çiçeği” olarak adlandırılan bitki olduğu kayıtlıdır. Bunun dışında bu bitki için sarı çiçekli düğün otu, keffü’s-sebu, kırlangıç otu, kes-i viran, şecerü’d-defadı, kibrit çiçeği, kurbağa ayası, kâğıt hane çiçeği, sırtlan ayası, sütleğen gibi isimler de kullanılır.
Bilindiği üzere eski yazmalarda yer alan bazı malzemeler adeta kurtçukları davet eden türdendir. Balmumu, nişasta hamuru ve doğal yapıştırıcı maddeler bu cezbedici unsurlardan sadece bir kaçıdır. Kebikeç otunun kitabın arasına konması durumunda bu küçük kitap düşmanlarının kitaptan uzak duracaklarına inanılmaktadır.
Kebikeç’in kökeni
İşin sihirsel boyutuna gelince... Kebikec’in Süryani kültüründe böceklere hükmeden kralın adı olduğu söylenir. Bundan dolayı kelimenin Süryani dilinde yer aldığı şeklinde bir tez ortaya atılmıştır. Ancak Cavit Orhan Tütengil, Süryanice’de “ç” harfinin olmamasından dolayı bu tezin doğru olamayacağını öne sürer. Hüsrev Hatemi bir adım daha ileri giderek bu kelimeyi Süryani başpiskoposlarından Aziz Günel’e sorar ve ondan, kesinlikle Süryanice menşeili olmadığı cevabını alır.
Öte yandan kelimenin Farisi kökenli ya da Sanskritçe menşeli bir sözcük olduğunu düşünenler var. Kelimenin Sanskritçeden türediğini iddia edenlerin ortaya attığı görüşe göre “Kebikeç”, Hindistan’da hamam böceklerinin kralının adıdır. Dolayısıyla ondan medet ummak, kitapların her türlü haşerattan korunmasını güvence altına almak anlamına gelir. Kelimenin hüdhüd kuşu ile bağlantısını kuranlar da bulunuyor. Onların iddiasına göre de bu kuşun tüyleri, yazmaları koruyucu birtakım özelliklere sahiptir. Dolayısıyla bu tüylerin kitap arasına konması, yazmaların ömrünü uzatan önemli bir etkendir.
“Yâ Kebikeç”
Kitapların sonuna bazen de ilk sayfasına bu ibare “
yâ kebikeç”, “
yâ hâfız, yâ kebikeç” gibi formüllerle yazılırdı. Ancak görünen o ki, bu yazma işleminin çok da işe yaradığı söylenemez. Nitekim bu durumu Hilmi Yavuz bir yazısında Abdülbaki Gölpınarlı’dan yaptığı alıntı ile şu şekilde dile getirir: “Hocanın biri mollasından bir kitap ister. Molla kitabı eline alınca görür ki, lime lime, güve delik deşik etmiş. ‘Hoca’ der, ‘kitabı güve yemiş!’ Hoca bağırır, ‘“yâ kebikeç” yazmadın mı?’ Molla cevap verir: ‘Yazdım, yazdım ama önce Kebikeç’i yemiş, sonra da kitabı yemiş.’”
Gerçekten bugüne gelen pek çok yazmada bu durumu somut olarak gözlemlemek mümkündür. Hâsılı, “kebikeç” kelimesi her ne kadar yazma eserleri korumada hükmünü icra edemese de kültür hayatımızın en mühim unsurlarından olarak yaşamaya devam ediyor.