- 20 Aralık 2006
- 424
- 12
- Konu Sahibi ffcamdankalp
- #1
Bu Görsel Silinmiş veya Bulunamadı!
Kirlenmek Güzeldir.
Siyah önlüğüm, beyaz, kolalanmış dantel yakalığım, ikiye örülmüş saçlarımda başımdan büyük, beyaz kurdeleden yapılmış tokalarım, beyaz çoraplarım, elimde birinci sınıftan beşinci sınıfa kadar kullanacağım kırmızı çantam.
Her pazartesi bu şekilde evden çıkarken annemin standart cümlesi " Nasıl gönderdiysem öyle gel eve, pisletme üstünü başını."
Bir reklam var, hani diyor ya kirlenmek güzeldir. Nerde bizim zamanımızda annelerimize böyle telkinler.
Biri çıkıp deseydi ya "Kirlenmek güzeldir."
Gerçi hani, Ne Ayşe Teyze vardı, Ne beyazları kar gibi yapan deterjanlar, ne leke çıkarıcılar.
Kadıncağızın Aydın çamaşır suyu ve Mintax' dan başka temizlik neferleri yoktu.
Tam otomatik çamaşır makinesini bir kenara koyun merdaneli denen makineler bile
henüz üretilmemekteydi, yurdumda.
Her pazartesi Çamaşır Günü diye geçerdi, annemin güncesinde. Kazanı yakar, leğenlerini boy boy dizerdi. Öyle gözünüzde renkli şeyler canlandırmayın.
Leğenler de plastik değildi, tenekemi artık saçtan mı yapılmıştı grimsi bir renkti.
Sular da akıyorsa işte o zaman keyfine diyecek yoktu çünkü mucizeydi çeşmelerden su akması hele gündüz akıyorsa çifte kavrulmuş mucize.
Hal böyle olunca bizim zamanımızda kirlenmek yaramazlık yapmakla eşdeğer suçlar arasındaydı ve her suçun bir cezası vardı.
Beyaz çoraplarımı daha ilk günden kirletmişsem kırmızı çorap giyme cezası vardı. Annem pek beyaz giysiler almayı da sevmezdi. Beyaz etek, elbise, pantolon, gömlek bunlar pek yer almazdı sınırlı gardolabımız da.
Giysi alırken kaç gün giyelebileceğine oranlanırdı yıkama zorluğu oranı ve beyazlar bu hesaba göre alınmayacak giysilerdi.
Bizde sarılar, kırmızılar, maviler, yeşiller, pembelerle kirlendik. Kirlenmek güzeldir demedi ama kimsecikler, arkamızda desteğimiz yoktu.
Nesibe teyzenin ağaçlarında ki vişnelerle pembe lekeler ekledik sarı elbiselerimize , ceviz ağacı çok amaçlı bir kirlenme sağlıyordu bizlere, kabuklarıyla dudaklarımızı rujluyor, ellerimizi kınalıyor, pembe eteklerimize de bir kaç ceviz darbesi attırıyorduk sanatçı ruhumuzla.
Çamurdan tencereler, çanak, çömlekler yaparken elimiz yüzümüz de nasibin alıyordu toprağın vitamininden.
Kiremitleri ezip kırmızı biber imal ederken girişimci kimliğimizin önemi hiç yoktu. Yaramazlık yapan, annelerimizin bin bir zorlukla yıkadığı çamaşırları
kirleten haylaz çocuklardık.
Parka gitmek; kirlenme alanlarımızın başlıca müsebbibiydi. Şimdiki gibi yerler tartan yüzey değil, topraktı. Kaydıraklar ise mis gibi, pas lekesi oluşturmak için birebirdi. Bir kez kayınca bir güzel kirlenirdik.
Salıncakların zincirleri gıcırdamasın diye yağlanırdı, ellerini bir tutmaya gör siyahlıklar ellerinden, giysilerine yol bulurdu çabucak kirletmek için.
Şimdiki gibi rengarenk, tahta yada plastikten park araç gereçleri yoktu.
Ama kirlenmek güzel diyen olmadan çok güzel de kirletirdik yüzümüzü gözümüzü, üstümüzü başımızı.
Şimdi bunlar nerden geldi aklına ne anlatıyorsun sen derseniz. Şöyleki şu an destek var, çocukların arkasında, tam otomatik çamaşır makineleri bin bir çeşit deterjanlar, sloganlar. Gel gör ki çocuklar kirlenmiyor.
Yiğenime bakıyorum da televizyonda çizgi film izliyor, bilgisayarda oyun oynuyor, sanal olarak pasta yapıyor, araba yarışı oynuyor, oda düzenliyor ama hiç üstü kirlenmiyor.
Sokakta yalnızca bisiklet sürmek için iniyor, bisikleti annesi indirip çıkartıyor.
Annesi arkasından ittiriyor güya bizimki bisiklet kullanıyor, yarım saat sonra sıkılıyor bide, paşa yine kirlenmiyor.
Bize bisiklet alacaklar da biz kordonu yağlamadan, lastiklerini şişirmeden, aksesuar eklemeden, bi tamam kirlenmeden,
annemizin ellerine bırakacağız bisikletimizi ve kendimizi... Biz bağımsız çocuklardık, kendi başımızı derde sokar, kendimiz çıkartırdık içinden.
Arada anneeee diye bağıranlar olurdu, onlara da annekuzusu derdik aramızda.
Velhasıl şimdi o çocuklar büyüdü bence ve yazdılar bu cümleyi kirlenmek güzeldir. Ne kirlenecek sokaklar var, ne tırmanılacak ağaçlar.
Kirlenmek güzeldir de nerde kirlenecek bu çocuklar, bizim gibi ellerine meyvelerini, domateslerini alıp yemezler. Yemekleri ağzına tutulur.
Yiyemedikleri yiyecekler püre yapılır, ağızlarına servis edilir. Peşlerinden oğlum, kızım hadi bunu da ye şunu yapıcam, bunu yapcam vaadleriyle dolanılır anneler...
Sayın senaristler ya biz erken doğduk ya siz geç geldiniz, "Kirlenmek Güzeldir" bu sözlü icada da geç kaldık yine.
Sizin desteğinizle ne kirlenirdik biz yahu , yine kirlendikte bazen beş parmak indi kabalarımıza.
Beyazlarla kirlenmedik ama renklilerle doyasıya yaşadık kirlenmeyi.
Annelerimiz için güzel olmasa da bizim için de "Kirlenmek Güzeldi" o zamanlar da.
Kirlenmek Güzeldir.
Siyah önlüğüm, beyaz, kolalanmış dantel yakalığım, ikiye örülmüş saçlarımda başımdan büyük, beyaz kurdeleden yapılmış tokalarım, beyaz çoraplarım, elimde birinci sınıftan beşinci sınıfa kadar kullanacağım kırmızı çantam.
Her pazartesi bu şekilde evden çıkarken annemin standart cümlesi " Nasıl gönderdiysem öyle gel eve, pisletme üstünü başını."
Bir reklam var, hani diyor ya kirlenmek güzeldir. Nerde bizim zamanımızda annelerimize böyle telkinler.
Biri çıkıp deseydi ya "Kirlenmek güzeldir."
Gerçi hani, Ne Ayşe Teyze vardı, Ne beyazları kar gibi yapan deterjanlar, ne leke çıkarıcılar.
Kadıncağızın Aydın çamaşır suyu ve Mintax' dan başka temizlik neferleri yoktu.
Tam otomatik çamaşır makinesini bir kenara koyun merdaneli denen makineler bile
henüz üretilmemekteydi, yurdumda.
Her pazartesi Çamaşır Günü diye geçerdi, annemin güncesinde. Kazanı yakar, leğenlerini boy boy dizerdi. Öyle gözünüzde renkli şeyler canlandırmayın.
Leğenler de plastik değildi, tenekemi artık saçtan mı yapılmıştı grimsi bir renkti.
Sular da akıyorsa işte o zaman keyfine diyecek yoktu çünkü mucizeydi çeşmelerden su akması hele gündüz akıyorsa çifte kavrulmuş mucize.
Hal böyle olunca bizim zamanımızda kirlenmek yaramazlık yapmakla eşdeğer suçlar arasındaydı ve her suçun bir cezası vardı.
Beyaz çoraplarımı daha ilk günden kirletmişsem kırmızı çorap giyme cezası vardı. Annem pek beyaz giysiler almayı da sevmezdi. Beyaz etek, elbise, pantolon, gömlek bunlar pek yer almazdı sınırlı gardolabımız da.
Giysi alırken kaç gün giyelebileceğine oranlanırdı yıkama zorluğu oranı ve beyazlar bu hesaba göre alınmayacak giysilerdi.
Bizde sarılar, kırmızılar, maviler, yeşiller, pembelerle kirlendik. Kirlenmek güzeldir demedi ama kimsecikler, arkamızda desteğimiz yoktu.
Nesibe teyzenin ağaçlarında ki vişnelerle pembe lekeler ekledik sarı elbiselerimize , ceviz ağacı çok amaçlı bir kirlenme sağlıyordu bizlere, kabuklarıyla dudaklarımızı rujluyor, ellerimizi kınalıyor, pembe eteklerimize de bir kaç ceviz darbesi attırıyorduk sanatçı ruhumuzla.
Çamurdan tencereler, çanak, çömlekler yaparken elimiz yüzümüz de nasibin alıyordu toprağın vitamininden.
Kiremitleri ezip kırmızı biber imal ederken girişimci kimliğimizin önemi hiç yoktu. Yaramazlık yapan, annelerimizin bin bir zorlukla yıkadığı çamaşırları
kirleten haylaz çocuklardık.
Parka gitmek; kirlenme alanlarımızın başlıca müsebbibiydi. Şimdiki gibi yerler tartan yüzey değil, topraktı. Kaydıraklar ise mis gibi, pas lekesi oluşturmak için birebirdi. Bir kez kayınca bir güzel kirlenirdik.
Salıncakların zincirleri gıcırdamasın diye yağlanırdı, ellerini bir tutmaya gör siyahlıklar ellerinden, giysilerine yol bulurdu çabucak kirletmek için.
Şimdiki gibi rengarenk, tahta yada plastikten park araç gereçleri yoktu.
Ama kirlenmek güzel diyen olmadan çok güzel de kirletirdik yüzümüzü gözümüzü, üstümüzü başımızı.
Şimdi bunlar nerden geldi aklına ne anlatıyorsun sen derseniz. Şöyleki şu an destek var, çocukların arkasında, tam otomatik çamaşır makineleri bin bir çeşit deterjanlar, sloganlar. Gel gör ki çocuklar kirlenmiyor.
Yiğenime bakıyorum da televizyonda çizgi film izliyor, bilgisayarda oyun oynuyor, sanal olarak pasta yapıyor, araba yarışı oynuyor, oda düzenliyor ama hiç üstü kirlenmiyor.
Sokakta yalnızca bisiklet sürmek için iniyor, bisikleti annesi indirip çıkartıyor.
Annesi arkasından ittiriyor güya bizimki bisiklet kullanıyor, yarım saat sonra sıkılıyor bide, paşa yine kirlenmiyor.
Bize bisiklet alacaklar da biz kordonu yağlamadan, lastiklerini şişirmeden, aksesuar eklemeden, bi tamam kirlenmeden,
annemizin ellerine bırakacağız bisikletimizi ve kendimizi... Biz bağımsız çocuklardık, kendi başımızı derde sokar, kendimiz çıkartırdık içinden.
Arada anneeee diye bağıranlar olurdu, onlara da annekuzusu derdik aramızda.
Velhasıl şimdi o çocuklar büyüdü bence ve yazdılar bu cümleyi kirlenmek güzeldir. Ne kirlenecek sokaklar var, ne tırmanılacak ağaçlar.
Kirlenmek güzeldir de nerde kirlenecek bu çocuklar, bizim gibi ellerine meyvelerini, domateslerini alıp yemezler. Yemekleri ağzına tutulur.
Yiyemedikleri yiyecekler püre yapılır, ağızlarına servis edilir. Peşlerinden oğlum, kızım hadi bunu da ye şunu yapıcam, bunu yapcam vaadleriyle dolanılır anneler...
Sayın senaristler ya biz erken doğduk ya siz geç geldiniz, "Kirlenmek Güzeldir" bu sözlü icada da geç kaldık yine.
Sizin desteğinizle ne kirlenirdik biz yahu , yine kirlendikte bazen beş parmak indi kabalarımıza.
Beyazlarla kirlenmedik ama renklilerle doyasıya yaşadık kirlenmeyi.
Annelerimiz için güzel olmasa da bizim için de "Kirlenmek Güzeldi" o zamanlar da.