Onkoloji - Kanser ve Türevleri Kanser Hastalarında Diyet

Nevreste

Yeniden ☀
Yönetici
Editor
16 Ağustos 2010
293.957
605.002
43
fft2mm2075864.jpg



Dünya genelinde, birçok klinikte yapılan bilimsel araştırma; kanser ve beslenme arasında anlamlı ilişkiler olduğunu ortaya koymaktadır. Özellikle rafine gıdaların yoğun tüketimi başta obezite olmak üzere insan sağlığı açısından olumsuz sonuçların ortaya çıkmasında belirleyici hale gelmiştir. Onkoklinik tarafından hazırlanan bu yazıda; beslenmenin iyi bir planlama, en önemlisi bilinçli gıda tüketimi ile ne kadar kolay yönetilebilir olduğunu keşfedeceksiniz. Hele söz konusu kanser tedavisine paralel diyet programları olduğunda daha hassas ve duyarlı olmak ciddi önem arz ediyor.
Gelin önce; vücut enerjimizin temelini oluşturan “Karbonhidrat Metabolizmasına” yakından bakalım.
Hücrelerimizin temel yakıtı glukozdur. Soluduğumuz oksijenle birlikte hücreler glukozu, enerji fabrikaları olarak adlandırılan mitekondrilerde yakarak enerji elde eder. Özellikle beynimiz sadece glukozu enerji kaynağı olarak kullanır. Glukoz, tükettiğimiz besinlerden sindirim sisteminden emilerek elde edilir.
Peki “Glukoz” nedir?
Şekerin ana maddesidir. Saf hale getirilmiş glukoz; şekerlemelerin, şekerli tatlıların, içeceklerin, meyve sularının temel maddesidir. Aynı zamanda kompleks karbonhidratların yani nişastanın da temel yapı taşıdır.Temel besin kaynaklarımızın büyük çoğunluğu yüksek miktarda karbonhidrat içerir ve yendikten sonra hızla glukoza çevrilir. Ekmek, pasta, kek, pirinç, patates, fast food gıdalar ve birçok meyve bu gruptandır.
Glukoz enerjiye nasıl çevrilir?
Karbonhidrat değeri yüksek olan besinler tüketildikten sonra sindirim sisteminde emilir ve hızla glukoza dönüştürülür. Glukozun kandaki artışıyla birlikte insülin salınımı artar. Artan insülin, glukozu hücre içine sokarak, kan glukozunu düşürür. Eğer fazla miktarda glukoz alınırsa, insülin glukozu glukojene çevirerek kaslarda, karaciğerde depolanmasını sağlar ve ani ihtiyaç durumlarında buradan kullanılır. Eğer kan glukoz değeri kritik seviyelere inerse glukagon hormonu salgılanarak, depolanmış glukojeni glukoza çevirir ve vücudun kullanımına sunar. Bu da yetmezse proteinlerden glukoz yapılmasını sağlar.
Bu mekanizma; vücudun glukozsuz kalmasını engelleyecek şekilde dizayn edilmiştir. Açlık durumunda sağlıklı hücreler, yağları ve proteinleri enerji kaynağı olarak kullanabilirler. Her durumda az da olsa glukoza ihtiyaç vardır. Açlıkta da; karaciğer tarafından proteinlerden, bu glukoz elde edilebilir. Eğer diyette hiç karbonhidrat bulunmazsa, eninde sonunda proteinler yıkılır. Uzun süreli açlık durumlarında bile kan glukozu, vücudumuz tarafından belirli seviyede tutulur. Yağlar, direkt enerji kaynağı olarak da kullanılabilir.
Yağ yakım süreci nasıl başlar ve ketonlar enerji olarak kullanılabilir mi?
Batı tipi diyet olarak adlandırdığımız “yüksek karbonhidrat içerikli diyetten düşük karbonhidrat içerikli diyete” geçildiğinde, vücudumuz yağları yakmaya başlar. Hemen hemen tüm hücrelerimiz, beyin hariç, enerji ihtiyacını yağları yakarak sağlar. Beyin glukozu kullanmaya devam eder ve bu nedenle karaciğer proteinlerden glukoz elde ederek, beynin kullanımına sunar. Hücrelerimiz yağları yakmaya başladığında keton üretimi artar. Keton, yağ asitlerinin yıkılması sonucunda oluşur. Hemen hemen tüm hücreler, ketonları enerji kaynağı olarak kullanabilir. 2-5 günlük alışma döneminden sonra beyin de ketonları enerji kaynağı olarak kullanabilir. Beyin için gereken enerjinin %80’i ketonlardan sağlanabilir.
Fazla keton vücutta birikmez ve idrarla atılır. Test çubuklarıyla idrardaki keton takip edilebilir. Keton miktarı daha da artarsa nefesle de atılır ve nefes aseton gibi kokar. “Ketojenik Diyet” tanımı da, idrarda keton saptanması nedeniyle verilmiş bir isimdir. Bu metabolizma açlık durumunda yağların ve ketonların normal kullanım prosedürüne katılmasıdır. Bu durum fizyolojik yani normal ketojenik durumdur. Şeker hastalarının hayatını tehdit eden ketoasidoz ile karıştırılmamalıdır.
Hafif keton miktarındaki artış; ki beyin enerji kaynağı olarak ketonları kullanır, tamamen normaldir. Bu tehlikesiz ve normal durum yüzyıllardır düşük karbonhidrat alındığı durumlarda insan oğlunda gerçekleşmektedir ve adaptasyon mekanizmasıdır.
Kanser hücreleri neden şekeri sever?
Kanser hücrelerinin glukoza karşı bitmek tükenmek bilmeyen bir açlığı vardır. Bilimsel kaynaklarda kanser hücrelerinin glukoza karşı anormal bir iştahı olduğu saptanmıştır.
Nobel Ödülü sahibi Alman bilim insanı; Otto Warburg, 80 yıl önce normal hücrelerden farklı olarak, kanser hücrelerinin enerji üretiminde oksijeni kullanmadığını ve yağı yakmadığını gözlemlemiştir. Kanser hücrelerinin sadece glukoz fermentasyonu yaptığını saptamıştır.
Deneysel şartlarda dahi, ortamda yağ, glukoz ve oksijen olduğu halde kanser hücreleri yağ ve oksijeni kullanmadan, sadece glukoza yönelmektedir. Glukozu fermente etmek kansere neden olmaz. Ancak kanser oluşumu sırasında gözlenen genetik değişiklikler sonucu, hücrelerin bu yöntemi kullandıkları düşünülmektedir.
Kanser hücrelerinin şeker açlığına biyolojik ve matematik değerlerle başka bir açıdan bakalım.
Normal koşullarda temel enerji kaynağımız olan glukoz, insülin yardımıyla hücre içine girdikten sonra bir dizi reaksiyona uğrar. Bu reaksiyonların ilk kısmına Glikoliz denir. Glikolizde; 2 ATP harcanır 4 ATP üretilir. Yani net kazanç 2 ATP dir. Glikoliz sonucunda pürivat oluşur ve eğer oksijenli solunum yapılırsa, ki bu enerji fabrikamız olan mitekondride gerçekleşir, 36 ATP daha kazanılır. Eğer sistem oksijensiz olarak devam edecekse ve enerji fabrikası olan mitekondri kullanılmayacaksa pürivat laktik asite dönüştürülerek hücre dışına atılır.


kanser-hastalarında-diyet.jpg


Kanser hücresi hiç bir zaman mitekondriyi kullanmak istemez. Neden 1 molekül glukozdan 38 ATP kar etmek varken sadece 2 ATP ile yetiniyor?
Kanser hücreleri bu kadar verimsiz çalıştığı için normal hücrelere oranla 20 katdan daha fazla glukoza ihtiyaç duyar. Çoğalabilmesi için bu enerjiye dolayısıyla bu glukoza ihtiyaçları vardır. En önemlisi kanser hücreleri yağı ve ketonu da kullanamazlar. Sadece glukoza muhtaçtırlar. Bu yüzden;
Daha fazla glukozu tutabilmek için çok sayıda glukoz bağlayıcıları vardır.
Enerji üretimi için oksijen kullanamazlar ve oksijeni de sevmezler.
Sürekli laktik asit üretip hücre dışına atarlar.
Verimsiz enerji üretimi gibi gözükse de bu durum kanser hücrelerinin işlerini bazı açılardan kolaylaştırıyor. Nasıl mı?
Sürekli laktik asit üreterek hücre dışına atmaları nedeniyle kanser hücreleri çevrelerinde bir asit denizi oluşturur. Bu asit ortam normal hücreleri eriterek, tümörün yayılmasını kolaylaştırır.
Kanser hücreleri asit ortamda kendilerini koruyabilmek için hücre duvar yapılarında değişikliğe gider. Daha az geçirgen ve sert bir yapıya sahip kanser hücre duvarı, kanser ilaçlarının kanserli hücre içine girmesini engeller.
Kanser hücrelerinin çevresindeki asit ortam nedeniyle immün sistem kansere karşı etkin savaşamaz.
Oksijen kullanmadan enerji üretebildiklerinden, oksijen ihtiyaçları yoktur. Oksijensiz ortamda etkinliği belirgin azalan radyoterapiye karşı direnç gösterebilmeleri de bu yüzdendir. Oksijen varlığında daha etkin olan kanser ilaçlarına karşı dirençli olurlar.
Enerji elde etmek için mitekondiriyi kullanmadıklarından, mitekondriyi hedef alan kanser ilaçlarına ve radyoterapiye karşı dirençlidirler.
Kanser hücresinin anormal glukoz açlığı, kanserli dokuların saptanmasında da yardımcı olur. Peki nasıl?
Kanser hücresinin glukozu fazla kullanması; tıptaki en güncel ve önemli görüntüleme tekniğinin; PET CT Teknolojisinin gelişmesini sağlamıştır. PET görüntüleme; kanser şüphesi olan bir lezyonun kanser olup olmadığını, kanser olduğunu bildiğimiz lezyonların ise tedaviye ne yönde cevap verdiğini belirlemede altın standart olarak kullanılmaktadır.
PET CT filmleri nasıl çekilir?
Hastaya önce radyoaktif glukoz verilir. Başka bir anlatımla radyoaktif işaretleme yapılmış glukoz yüklenir. En fazla glukozu kim kullanıyorsa, radyoaktif madde de o hücrede kalır ve filmde görünür hale gelir. Yani esasında PET filmi en çok glukozu hangi hücre tüketiyorsa, o hücreyi görünür hale getirir. En fazla glukozu kanser hücreleri kullandığından filmde görününen kanser hücreleri olur. Sadece enfeksiyon durumlarında glukoz kullanımı arttığı için PET filminde kanserin en çok karıştığı durumlar enfeksiyon tablolarıdır.
Kanser hücresinin yoğun laktik asit üretimi tanı aracı olarak kullanılabilir mi?
Bazı özel MR(manyetik rezonans) teknikleri ile dokudaki laktik asit düzeyi saptanabilmektedir. Böylece dokuda, tümör olup olmadığı hakkında fikir sahibi olunabilir.
Kanser hücrelerinin zayıf noktası yani "Aşilin topuğu" glukoza bağımlılıkları, yağları ve ketonu enerji kaynağı olarak kullanamamalarıdır.
Kanser tedavisinin ideal başlangıç noktası da; kanser hücrelerinin zayıf noktası olan bu özellikleri ile planlanır. Şekerin fermantasyonu yani glikoliz süreci normal hücrelerden farklıdır. Tümördeki şeker fermantasyonunu; glikolizi engelleyen ilaçlar, tümörün ölümüne neden olurken, normal hücreler metabolizmalarını değiştirebildikleri için bu ilaçlardan etkilenmezler. Bu tür tedavi yöntemleri henüz araştırma aşamasındadır ve deneylerde başarılı sonuçlar alınmaktadır.
Kanser tedavisinde en önemli aşamalardan biri de diyeti değiştirmektir. Tümörün glukoz kaynağını keser, sağlıklı hücrelere yeterli enerjilerini sağlayacak besinleri verebilirsek, kanser tedavisinin ilk adımını da atmış oluruz.

Kaynak=onkoklinik
 
Ketojenik Diyet

Resim_1401968161.jpg



Karmaşık diyet listeleri oluşturmak yerine “ketojenik diyetin” temel mantığını anlamanızı sağlayacak ipuçları vereceğiz. Nadirde olsa, diyet sırasında kabızlık ve besin eksiklikleri görülebilir. Hekiminiz tarafından laboratuvar tetkikleriyle bu süreç izlenecektir. En önemli unsur, tedavi boyunca günde en az 2-3 litre su içilmesidir. Su; karbonhidrat içermemelidir, yani meyve suyu tüketilmemelidir. İyi filtre edilmiş su, dünyanın en sağlıklı içeceğidir.
Ketojenik diyetin temel özellikleri;
Kanserli hücrelerin temel besin kaynağı olan glukozu ve karbonhidratları diyetimizden çıkartıyoruz. Onların yerine normal hücrelerimizin enerji ihtiyacını karşılayacak miktarda yağ ve proteini koyacağız. Ancak kan şekerinin belirli düzeyde sabit kalmasını sağlayacak kadar da glukoz ilave edeceğiz.
Günlük alınan karbonhidrat düzeyi; 50 gramın altına indiğinde normal hücreler yağları ve ketonları enerji kaynağı olarak kullanmaya başlarlar. Artık enerji kaynağı glukoz değil; yağlar ve ketonlardır. Sinir sistemi hücreleri özellikle de beyin hücreleri ketonları, kendi ihtiyaçları doğrultusunda kullanabilirler. Eskimolar ve Maasailerin geleneksel diyetleri balık, et ve sütten oluşur. Karbonhidrat yoktur. Ancak oldukça sağlıklı bir yaşam sürerler.
Düşük karbonhidratlı ketojenik diyet uygulanan hastaların kan testlerinde; kan şekerlerinin düştüğü ve ketonların arttığı görülür. Ketojenik diyetin en önemli özelliği kanda yüksek şeker düzeylerinin engellenmesidir.
Kanserli hastalarda yapılan çalışmalarda, ketojenik diyet uygulanan hastaların yaşam kalitelerinde artma ve kanserin ilerlemesinde yavaşlama saptanmıştır. Düşük karbonhidrat, yüksek yağ ve proteinden oluşan diyete vücut hızla uyum sağlar. Bu diyet esnasında meyvelerden ve diğer besinlerden alınan şeker ve karaciğer tarafından yağ ve proteinlerden dönüştürülerek sağlanan şeke, vücut için fazlasıyla yeterlidir.
Ketojenik diyete geçilmesiyle birlikte en önemli değişiklik kanser hücrelerine sağlanan glukoz miktarının düşmesinde gözlenir. Kan glukozu sabit bir değere iner ve bu durum sağlık için olumludur.
Düşük karbonhidrat, yüksek yağ/proteinden oluşan diyetin en önemli avantajı, kan şekerindeki dalgalanmaların önlenmesidir. Buda insülin salgılanmasında ani değişikliklerin önüne geçer. Çünkü insülin sadece glukozu hücre içine sokmakla kalmaz aynı zamanda tümörün büyümesine neden olur. Daha az insülin demek tümörün daha az büyümesi demektir.
Düşük karbonhidrat, Yüksek yağ/protein diyetinde, doğru yağ seçimi nasıl olmalıdır ?
Son zamanlarda yapılan araştırmalarda omega-3 yağ asitlerinin, tümör büyümesini durdurduğu gözlenmiştir. Bu bulgular yağ seçiminde bize yol göstericidir. Özellikle omega 3 açısından zengin olan; keten tohumu yağı, kenevir tohumu yağı ve balık yağını tercih etmemiz yönünde somut sonuçlar vermektedir. Diğer taraftan omega 6 açısından zengin olan ayçiçek yağı, soya yağı, aspir yağı, tahıl tohumu yağlarından kaçınmalıyız.
Çünkü omega 6 vücutta iltihaba yol açarak, immün sistemin etkin görev yapmasını engeller. Bu da kanser dokusunun büyümesine neden olur. Orta zincirli trigliseritler (MCT) vücudumuz tarafından enerji harcanmadan emilirler. MCT’lerin bir çok çalışmada tümör büyümesini engellediği ve kilo kaybına yol açmadığı saptanmıştır. Diyetimizde 1. Derecede tercih edeceğimiz yağ; MCT olmalıdır. Orta zincirli trigliseritler ( MCT) en çok palmiye ve hindistan cevizi yağında bulunmaktadır.
Ketojenik diyet tedavisi ve tümör kaynaklı aşırı zayıflama (Kaşeksi) arasında ne tür bir ilişki vardır?
Kemoterapi genellikle iştahta azalmaya, karaciğer ve sindirim sisteminde rahatsızlıklara ve kusmaya neden olabilir. Tümöründe etkisiyle beraber hızlı bir zayıflama gelişebilir. Bu duruma tümör kaşeksisi denir.
Şiddetli kilo kaybının en önemli sebebi; tümörün yüksek miktarlardaki glukoz tüketimidir. Eğer hasta diyetle yeteri kadar glukoz alamazsa, tümör kasların ve yağların karaciğerde glukoza dönmesini sağlayarak kendi beslenmesinin devamını sağlar. Ancak hastanın önce yağları sonra da kasları erimeye başlar.
Artan tümör hücresi, artan glukoz tüketimi dolayısıyla artan laktik asite neden olur. Vücutta yüksek düzeyde asidifikasyon oluşur ve bu vücudumuz için tehdit edici bir hal alır. Artan laktik asitin temizlenmesi için karaciğer son enerjisini de laktik asiti; glukoza dönüştürmek için kullanır. Fakat bu glukozu da tümör kullandığı için laktik asit tekrar artar. Bu bir kısır döngü halinde devam eder. Aç tümör hücreleri tüm kontrolü ellerine alıp, organizmayı çöküş noktasına taşırlar.
Düşük karbonhidrat, yüksek yağ/protein diyeti, bu durumu tersine çevirir. Diyetteki yağlar ve ketonları normal hücreler enerji kaynağı olarak kullanır. Yeterli protein tüketilmesi nedeniyle kas kitlesinde kayıp görülmez. Vücut geliştirme yapanlar; kaslarını arttırmak ve güçlendirmek için düşük karbonhidratlı diyetlerle beslenirler. Orta zincirli trigliseritler (MCT) ile vücudumuzun yüksek enerji ihtiyacı karşılanabilir. Ancak diyetlerimiz az miktarda MCT içerir. MCT kolayca ve enerji harcanmadan emilerek direkt mitekondiriye girer ve yakılarak enerji elde edilir.
Çalışmalarda MCT diyetinin tümör kaşeksisini engellediği belirlenmiştir.
Hastaların ketojenik diyete geçmeleri durumunda, çok sevdikleri tatlılarından ve çikolatalarından vazgeçmeleri bir yana yaşam kalitelerinde fark edilir bir artış ve kilo kaybının engellendiği, enerji açığının kapatıldığı görülmüştür. Özetle nitelikli bir vazgeçiş ve beslenme alışkanlıklarında sağlıklı bir planlama ödülünü de sunmaktadır.
Kanser ve spor arasındaki ilişki ne yöndedir?
Sporun, kanser gelişimi ile ilişkisi uzun yıllardır araştırılmaktadır. 20 yıl önceki çalışmalarda da spor yapan, aktif yaşayan insanlarda kanser riskinin daha az olduğu görülmüştür. Sonraki çalışmalarda da bu durum onaylanmış ve Amerikan Nutrisyon Derneği, fiziksel aktivite yapan insanlarda, kanser gelişim riskinin düşük olduğunu onaylamıştır.
Spor, kan şeker düzeyini olumlu olarak etkiler. Spor yaptığınızda kaslarınızın şekere ihtiyacı vardır ve glikojen depoları boşalır. Kan şekeri düşer. Spor ve ketojenik diyet; kolkola giden iki sağlıklı yaşam disiplinidir.
Kanser hastalarının sağlıkları müsade ettiği sürece, sevdikleri fiziksel aktiviteleri yapmaları şiddetle önerilmektedir. Sabit aktivitenin olduğu daha az yorucu spor programları son derece idealdir. Bisiklet, yürüyüş, jogging bu kapsamda bir profesyonel desteği ile tevsiye edilebilir. Ani, patlayıcı, yüksek enerji gereken aktivitelerden kaçınılmalıdır. En iyisi uzun yürüyüşlerdir.
Diyetinizi, beslenme alışkanlıklarınızı değiştirmek için neler yapabilirsiniz?
Ketojenik diyete uyum sağlamak, tahmin edilenden daha kolaydır ve vücut çok hızlı adapte olur. Yiyecekleri seçerken azıcık dikkat en önemli aşamadır. Temininde güçlük çekilen, market vb satış noktalarında bulunamayan bazı yiyecekleri internet yoluyla da alabilirsiniz. En önemli nokta vitamin ve mineraller açısından vücudun, eksiklik yaşamamasıdır. Eğer yemek yapmayı seviyorsanız, farklı yiyeceklerden hoşlanıyorsanız artık kendiniz için, sağlıklı beslenmek için kolları sıvamalısınız.
Tedaviniz boyunca Onkoklinik ekibi daima yanınızda olacak. Diyetinize yaşamınızı kolaylaştıracak püf noktaları ve yiyecek seçimlerinizi kolaylaştıracak besin listeleri de vereceğiz. Yeni beslenme programınızdaki temeller; Würzburg Üniversitesi’nin klinik deneyimleri ve Onkokliniğin katkıları ile şekillendirilmiştir.
Ketojenik diyetin en önemli noktası; glukoz yani karbonhidrat tüketimini etkin bir şekilde kısıtlarken (maksimum 50 gram/gün), sağlıklı yağları ve proteinleri yeterli düzeyde almaktır.
Daha fazlasına ihtiyacınız yok! Başarabilirsiniz! En önemli değişikliği, tabağın karbonhidratlarla doldurduğumuz tarafında yapıyoruz. Patates, pirinç, makarna, bal, pekmez, ekmek, pasta, börek ve her türlü unlu mamullerden uzak duracağız. Bunların yerine; düşük karbonhidratlı besinleri koyacağız.

Ekmeksiz olur mu?
Neden olmasın? Ekmeksiz de et yenebilir. Enfes bir zeytinyağlı sebze yemeği ya da haşlanmış gıdalar çok daha özgün hale gelebilir. Bütün mesele ezberlerimizi bozmak. Rafine yani saflaştırılmış hiçbir gıdaya ihtiyacınız yok. Öyle ki yemeklerinizi ekmek olmadan tüketmeye başladığınızda çok daha lezzetli olduğunu fark edecek, yiyecekleri gerçek tatlarıyla alacaksınız.
Yağ, iyi kullanıldığında güçlü bir silaha dönüşür!
Yüksek kalitede soğuk sıkılmış bitkisel yağlar, ketojenik diyette çok önemli yer tutar. Bu yağlar; en temel yağ asitlerini (özellikle omega-3) ve yağda eriyen vitaminleri (vitamin D) sağlarlar. Kenevir yağı, keten yağı, kolza tohumu yağı ve balık yağı en nitelikli olanlarıdır. Bu yağlar hava almamalı ve ısıtılmamalıdır.
Salatalarda, özellikle lor peyniriyle, günlük besinlerinizi tatlandırmak için tüketebilirsiniz. Diyetinizde günde 4-6 gram omega-3 bulunmalıdır. Bu 1 gram omega-3 içeren kapsüllerden günde 4-6 adet tüketmek anlamındadır.
Tabiki daha iyisi ve ekonomik olanı taze bezir yağıdır. Bezir yağının 100 ml’sinde 55 gram omega-3 vardır. Başka bir ifadeyle günde 1 çorba kaşığı bezir yağı tüketildiğinde, gereken omega-3 sağlanmış olur. Daha fazlası da tüketilebilir.
Unutmayın, bir şişe yağ açıldığında içindeki omega-3 hızla tükenir. Yağları proteinlerle birlikte tüketmek, daha sağlıklıdır. Kalori açığı konusunda endişe duymanıza gerek yok. Bu besinler kilo kaybını önler. Özellikle orta zincirli trigliseridler son derece önemlidir. İdeal karışım ¾ bitkisel yağlar ve ¼ orta zincirli trigliseridlerdir (MCT). MCT yağı vücudumuz için direkt enerjidir.
Günlük besinlerinizi seçerken süt şekerinin düşük olmasına dikkat ediniz. Özellikle yoğurt, lor peyniri ve türevlerinde, düşük kalorili yani yağı azaltılmış olan popüler adıyla “light” ürünlerde daha fazla süt şekeri ve şeker ilavesi vardır. Bu nedenle diyet ürünleri değil, normal yağ içerikli ürünleri tercih ediniz. Ürün bilgilerini dikkatlice okuyunuz. Daima tam yağlı olanlarını tercih ediniz ve sezonuna göre baharatlı ve sebzeli olanları seçerek lezzetini arttırabilirsiniz.
Kahvaltı da önemlidir. Bu nedenle alışverişlerinizi yaparken, ne aldığınızı sorgulayın!
Peynir seçiminde tam yağlı olanları, eski kaşar ve alp peynirlerini tercih edin. Bunlarda karbonhidrat miktarı düşüktür. Özellikle meralarda beslenmiş hayvanların sütlerinden yapılmış olanlar, omega-3 ve vitamin-D açısından zengindir. Keçi peyniri, koyun peyniri ve tam yağlı krem peynirler diyet için iasebetli seçimlerdir. Düşük karbonhidratlı peynirlerden istediğiniz kadar yiyebilirsiniz. Soya ürünleri de iyi bir protein kaynağıdır. Soyalı ürünlerdeki karbonhidrat miktarına dikkat etmenizde yarar var. Öncelikli tercihiniz et olmalıdır.
Et alışverişlerinizde özellikle meralarda, serbest olarak beslenmiş hayvanların etlerini tercih etmeye çalışın. Bu hayvanların etleri hem lezzet, hem de pişme süresi yönünden çok farklı olması yanında, omega-3 açısından da oldukça zengindir. Yüksek kaliteli et ve et ürünleri için organik olanları veya tanıdığınız serbest kasapları tercih etmenizde yarar var.
Hazır aldığınız salam, sosis gibi şarküteri ürünlerinde lezzetini arttırmak için şeker ilavesi kullanılır. Ürünlerin uzun raf ömrüne sahip olmaları adına kullanılan koruma maddeleri, sağlık yönünden zararlıdır. Mümkün oldukça bu tip ürünlerden kaçınınız. Her aldığınız ürünün, içindekiler bölümünü okuyarak şeker ilavesi olup olmadığını kontrol ediniz. Ancak bir çok üründe; şeker katkısı “şeker” adıyla yer almaz. Bunun yerine; ‘’dextroz, maltose, galaktose, fruktose, sucrose, saccharose’’ gibi şekerin farklı türev isimleri yazılır.
Biraz da denizden gelen sağlığa mutfakta yer açmalıyız!
Yağlı, soğuk su balıkları; ringa, sardalye, uskumru, somon özellikle de çiftlik olmayanları, omega-3 açısından oldukça zengindir. Ketojenik diyet esnasında tüm et ve balık çeşitlerinden, ekmek katksına ihtiyaç duymadan tüketebilirisiniz. Bu etleri lezzetlendirmek ve besin değerini arttırmak için üzerlerine kolza tohumu yağı, zeytin yağı, palmiye yağı veya hindistan cevizi yağı gezdirebilirsiniz.
Kuru yemişlere yer yok mu? Minik atıştırmalıklar iyi gelir!
Kabuklu kuru yemişler (ceviz, brezilya fındığı, macadamia cevizi gibi) ve yağlı tohumları (çekirdek, keten tohumu, kenevir tohumu, susam gibi) diyetinize ekleyebilirisiniz. Bunlar hem lezzet olarak farklılık sağlarken, kaliteli yağ asitleri açısından zengin oldukları için çok yararlıdırlar.
Ancak tüm kuru yemişleri aynı kategoride değerlendirmeyiniz. Özellikle Kaju bu gruba girmez ve yüksek oranda karbonhidrat içerir. Keten ve kenevir tohumları özellikle omega-3 açısından zengindirler. Lor peynir üzerine, salatalara garnitür takviyesi yapabilir, lezzeti çeşitlendirebilirisniz. Kenevir tohumu ve yağını doğal ürünler satan marketlerde kolayca bulabiliyoruz.
İyi bir lif ve vitamin kaynaklarına da ihtiyacımız var. Öyleyse sebzeleri keşfedelim.
Yeşil sebzeler (brokoli, ıspanak, kuşkonmaz, kabak, salatalık, lahana, ve yeşil fasulye) domates, çiğ havuç, tatlı olmayan biber ve tüm marul çeşitleri, etlerin yanında enfes ve son derece sağlıklı garnitürlere dönüşür. Nişastalı sebzeler mesela pişmiş havuç, bezelye, kuru fasulye, mercimek ve mısır kan şekerinizi çok yükseltir. Bu nedenle bu grup gıdalardan kaçınmalısınız.
Renkli, mayhoş meyvelere; evet! Tatlı, şeker deposu olanlara; hayır!
Meyveler, çok lezzetli ve vitamin deposu olmalarına rağmen dikkatli seçim yapmalısınız. Çünkü yüksek oranda glukoz ve früktoz ihtiva ederler. Ancak çilekgiller yani, çilek, böğürtlen gibi meyveler, hem düşük karbonhidrat içeriği hem de kanserle savaşan özellikleri nedeniyle çok önemlidir.
Her gün az miktarda çilek ve benzerleri ile birlikte meyve tüketebilirsiniz. Ancak her porsiyon 6 gramı geçmeyecek şekilde olmaldır. Tablolarımız size bu konuda yardımcı olacaktır. Konserve meyvelerden de kaçınmakta yarar var. Çünkü hem vitamin değerleri azalmıştır, hem de tatlandırılmışlardır. Ancak dondurulmuş meyveler tatlandırılmadığı için iyi bir tercihtir. Kuru üzüm, her türlü kuru yemiş ve meyve sularından kaçınmalısınız. Çünkü bunlarda konsantre şeker bulunur.
Peki çikolata yok mu?
Çok seviyor, size mutluluk verdiğine inanıyorsanız tamamen uzaklaşmanız gerekmez. Bitter çikolatalardan küçük parçalar halinde, haftada bir gün 3-4 gramı geçmeyecek şekilde yiyebilirsiniz. Çikolatanızı seçerken kakao oranı en az %80 olanlarını tercih ediniz.
Bol bol su içmek diyetin olmazsa olmazıdır!
Günlük içtiğimiz su miktarı çok önemlidir. Böbreklerin sağlıklı olması, böbrek taşlarından korunmak ve oluşan ketonları uzaklaştırmak için günde 2-3 litre sıvı tüketilmelidir. Sıvı tercihi özellikle su lehine olmalıdır. Bitki çayları ve yeşil çay da olabilir. Fakat suyun yerine hiçbir şey konulamaz. Bitki çayları ile birlikte şeker kullanılmamalıdır. Bir çok çalışmada yeşil çayın direkt kanseri önleyici etkisi gösterilmiştir. Günde 6 bardak yeşil çay içebilirsiniz. Kahve de içebilirsiniz Ancak süt yerine krema ile beyazlatmayı seçiniz.
Meyveli soda içmeyi seviyorsanız dikkatli olmalısınız. Çünkü yoğun şeker içerirler. Bardağınıza az miktarda (1/10 kadar) meyveli soda koyarak, gerisini normal soda ile tamamlayabilirsiniz. Taze sıkılmış meyve sularını tüketebilirsiniz. Elbette sınırlı olarak.
Hazır konsantre ürünler gizli şeker içeriğine sahiptir. Size zarar verir!
Hazır satılan meyve sularını tüketmemelisiniz. Her türlü alkolsüz içecek, ice tea, limonataya izin yok. Alkol tüketmek istediğinizde, ki mümkünse alkol kullanmayınız, özellikle yüksek karbonhidrat içeriği nedeniyle biradan uzak durunuz. Kırmızı şarap tercih edebilirsiniz. Kırmızı şarap fitokimyasallar içerdiği için tercih edilebilir. Süt ve sütlü içeceklerden kaçınınız.
Ketojenik diyeti anlamaya başladığınızı düşünüyoruz!
Ketojenik diyet kilo verdirme esasına dayalı değildir. Vücut metabolizmanızı değiştirerek, tümör kaşeksisini, yani anormal zayıflamayı engellemeyi amaçlar. Farkettiğiniz gibi tabağınızın dolu tarafına et, balık, yağlar, peynir, soya ürünleri koyduk ve oldukça da cömert davrandık. Eğer kilo almak istiyorsanız, yağ miktarını özelliklede MCT miktarını arttırmalısınız. Eğer kilo vermek istiyorsanız yağ miktarını azaltmalısınız. Salatalarınızda bolca yağ, dengeli ve ihtiyaç duyduğunuz kadar tuz, biber, farklı sirkeler, kavrulmuş, fındık, keten ve kenevir tohumu ya da susam atabilirsiniz.

Sonuç olarak;
Bütün bu anlattıklarımızdan sonra diyetinize uyum sağladığınızda;
- Kanserli hücrelerin büyümesi ve metastaz yapması yavaşlayacaktır.
- Kemoterapiniz daha etkili olacaktır.
- Radyasyon tedaviniz daha etkili olacaktır.
- Yaşam kaliteniz bütünüyle artacaktır.
- Daha uzun süre sağlıklı bir yaşam sizinle olacaktır.
Diyebilsek de hiç bir şey için garanti veremeyiz.
 
Kanser, Şeker Hastaları ve Romatizmal hastaların doktor kontrolünde D vitamini kullanması öneriliyor.
 
X