- 20 Temmuz 2015
- 73
- 91
- 44
-
- Konu Sahibi kkazandibi
- #1
Bu ülkede…
Solcu iseniz…
Sosyalist iseniz…
Sizi bekleyen sadece ölüm’dür!
Adınız Mustafa Suphi ise, bir gece 14 yoldaşınızla birlikte Karadeniz’de boğulursunuz.
Adınız Şefik Hüsnü ise, yıllarca hapislerde çürütüldüğünüz yetmez; sürgünde sokak çocuklarına taşlatılarak kalp krizi sonucu öldürülürsünüz.
Sansaryan Han ya da Ankara DAL veya Türkiye’nin dört yanındaki işkence tezgahlarında can verirsiniz, “intihar etti” diye kayıtlara geçirilirsiniz.
Ya da adınız faili meçhul kayıtlara düşürülür.
Bir gece vakti kaybedilirsiniz; mezarınız bile bilinmez olur.
Nurhak’ta, Kızıldere’de, Mirik Mezrası’nda; Şişli, Beyazıt, Taksim Meydanları’nda katledilirsiniz.
Darağaçlarına çıkarılırsınız. Öyle ki, yaşınız büyütülerek asılırsınız.
Maraş’ta anne karnında bile öldürülürsünüz.
Çorum’da 80 yaşındaki babanızla birlikte tüm sol organlarınız kesilerek yok edilirsiniz.
İnsanlık onuru için cezaevinde kendinizi yakarsınız.
Madımak’ta abla ve ağabeylerinizle birlikte 12 yaşında yakılırsınız. 14 yaşınızda cebinizde oyun oynadığınız bilyelerle vurulursunuz. 19 yaşınızda sokakta kıstırıp sopalarla öldürülürsünüz.
Hapisler, sürgünler, işsizlikler-aç bırakılmalar sıradan kalır tüm bunların yanında.
Bu ülkede…
Solculuk-sosyalistlik zordur, meşakkatlidir.
Ama bu ülkede…
Özgürlük, eşitlik, kardeşlik idealinin bir gün mutlaka gerçekleşeceğine inanan…
Ve inadına umudu yaşatan insanlar hiç eksilmez.
Bu topraklarda devrimcilik…
Gecenin ayazında yanan bir çoban ateşidir.
Teorisiz pratik
“Sol Mahalle”nin çocuğu olduğumu bilmeyen yoktur.
Sol bir ailenin, mahallenin içinde doğdum, büyüdüm.
Şiirden, romandan, türküden etkilendim.
Denizlerin, Mahirlerin, İboların mücadelelerini dinledim.
Evet, 68 Kuşağı’nın ardılı 78 Kuşağı’ndandım.
Ele avuca sığmaz bir delikanlıydım; ilk karakola 14 yaşında düştüm; ilk işkenceye orada uğradım!
İllegal örgüte girdim; gizli hücre yapılanmasında yer aldım. Devrim; “kırdan mı başlayıp şehirlere yayılacak”, yoksa “şehirden mi başlayıp kırlara yayılacak” tartışmalarına katıldım; kavgalarına girdim!
Duvarlara yazılar yazdım, bildiriler dağıttım, korsan mitinglerde bulundum. Sloganlar attım; “Deniz, Mahir, Ulaş Kurtuluşa Kadar Savaş…”
Çorum olaylarında 40 gün silahlı çatışmaların ortasında bulundum. 14’lü kullanmayı, molotof kokteyli yapmayı öğrendim.
Nice insanı toprağa verdim. Kaç mezar başında bulundum bugün anımsamıyorum; hatırladığım hepsinin başında yumruğum havada devrim yemini içtiğim:
“Ölenler dövüşerek öldüler, güneşe gömüldüler…”
Bir gün…
Bir gece…
Yine evlerin kapı altlarına gizlice bildiri atıyorduk.
Bildiri şuydu; “Sovyet sosyal emperyalizmi Polonya’dan elini çek!”
İşte o gece kafama dank etti…
Türkiye’de 12 Eylül darbesi binlerce insanı hapislere doldurmuştu. Yüzlerce insan asılmış, işkencede ölmüş ve faili meçhul olmuştu.Siyasal ve ekonomik yapı kökten değiştirilmişti.
Biz ise Polonya için mücadele ediyor, halkı aydınlatıyorduk!
Karamı verdim:
Bu mücadele ezberletilmiş ideolojiler ve kavramlarla olmazdı.
Bu mücadele şiirli-türkülü romantizmle olmazdı.
Siyaset bilimdi; sosyalizm bilimsel kuramdı. Nitelikli, kapsamlı bir öğrenme süreci için kolları sıvadım. Kendi kendimin öğretmeni ve öğrencisi oldum.
Öğrenme uğraşım yıllardır sürüyor.
Çokları gibi dönek olmadım; kendimi bu uzun yürüyüşün neferi sayarım hâlâ.
Bunları niye yazdım?..
Peki ya öz eleştiri?
Yenilgi öğretmendir.
Yenilgi insana ileriye görme yeteneği kazandırır.
Sormak durumundayım:
“Bizim Mahalle” yıllardır hatalarında neden ısrar ediyor?
Sorumun; ve bu uzun girişi yapmamın nedeni, Suruç katliamıdır.
İçim yanıyor.
Evet:
Katliamın sorumlusu içte ve dışta bellidir.
Biliyoruz ki: Katiller her on yılda bir isim değiştirip karşımıza çıkıyor; ve biz bunu yüz kez yaşadık. Dün de yaşadığımız katliamların sorumlularını yüksek sesle dile getirdik. Politikaların yanlışlıklarından bahsettik. Ceberrut devletin çocuklarımızı öldürdüğüne, ölümlerini seyrettiğine tanıklık ettik.
Suruç’la ilgili açıklamaların hepsi tamam, hepsi doğru diyelim. Peki…
17-19 yaşındaki öğrenci çocukları çatışmanın göbeğine gönderen politik pratiğin hiç mi kabahati yok?
IŞİD ile PYD/PKK Ayn El Arap/Kobani’de savaşırken bu gencecik filizler neden bu kanlı coğrafyaya sürüldü?
Yoksa… IŞİD’i sadece sınır ötesinde mi var sanıyorlar?
HDP’nin Diyarbakır mitinginde patlayan bombayı değerlendiremediler mi?
Her gün canlı bombaların patladığı bu bölgede neler yaşanacağını nasıl öngörmezler? Bu çocuk oyuncağı mı? Gerçekçilikten bu derece uzaklaşılır mı?
Hadi..
Bölgeyi inşa etmeye gidenler delikanlı, onları anlıyorum. Benim eleştirim ağabeylerine, ablarına, önderlerine, örgütlerine…
Biliriz ki; her sol örgüt için esas olan, “kitleyi kırdırmamaktır!”
Gençleri kimler kırdırdı? Kimse çıkıp özelleştiri yapmayacak mı?
Bunca yıllık provokasyon tarihinden kimse neden ders çıkarmıyor?
Suphi Nejat Ağırnaslı Suruç’ta ölen gençlerin yoldaşıydı; aynı örgüttendiler. Ayn El Arap’ta öldürüldüğünde şunu yazmıştım:
“Hâlâ romantizme yenik düşmeyi hiç tartışmayacak mıyız?
Hâlâ kendini ifade etme, ölüme hayran olma duygusallığının önüne geçemeyecek miyiz?
Türkülü-şiirli-ağıtlı romantik devrimcilik daha kaç gencimizin ölümüne neden olacak?
Yenilgilerden ders çıkarmak için daha kaç genç toprağa düşecek?
Öğretmesi gereken daha kaç kalem, bu erken ölümlere methiye dizmeye devam edecek?
Bu topraklarda maceracılık ne zaman son bulacak?
Yaşamanın/yaşatmanın en büyük mücadele eylem olduğu ne zaman anlaşılacak?” (17 Ekim 2014, Sözcü)
Ne diyeyim…
Ne yapayım…
Hâlâ çocuklarımızı koruyamıyoruz…
Kahroluyorum.
http://www.sozcu.com.tr/2015/yazarlar/soner-yalcin/kahroluyorum-2-889676/
Solcu iseniz…
Sosyalist iseniz…
Sizi bekleyen sadece ölüm’dür!
Adınız Mustafa Suphi ise, bir gece 14 yoldaşınızla birlikte Karadeniz’de boğulursunuz.
Adınız Şefik Hüsnü ise, yıllarca hapislerde çürütüldüğünüz yetmez; sürgünde sokak çocuklarına taşlatılarak kalp krizi sonucu öldürülürsünüz.
Sansaryan Han ya da Ankara DAL veya Türkiye’nin dört yanındaki işkence tezgahlarında can verirsiniz, “intihar etti” diye kayıtlara geçirilirsiniz.
Ya da adınız faili meçhul kayıtlara düşürülür.
Bir gece vakti kaybedilirsiniz; mezarınız bile bilinmez olur.
Nurhak’ta, Kızıldere’de, Mirik Mezrası’nda; Şişli, Beyazıt, Taksim Meydanları’nda katledilirsiniz.
Darağaçlarına çıkarılırsınız. Öyle ki, yaşınız büyütülerek asılırsınız.
Maraş’ta anne karnında bile öldürülürsünüz.
Çorum’da 80 yaşındaki babanızla birlikte tüm sol organlarınız kesilerek yok edilirsiniz.
İnsanlık onuru için cezaevinde kendinizi yakarsınız.
Madımak’ta abla ve ağabeylerinizle birlikte 12 yaşında yakılırsınız. 14 yaşınızda cebinizde oyun oynadığınız bilyelerle vurulursunuz. 19 yaşınızda sokakta kıstırıp sopalarla öldürülürsünüz.
Hapisler, sürgünler, işsizlikler-aç bırakılmalar sıradan kalır tüm bunların yanında.
Bu ülkede…
Solculuk-sosyalistlik zordur, meşakkatlidir.
Ama bu ülkede…
Özgürlük, eşitlik, kardeşlik idealinin bir gün mutlaka gerçekleşeceğine inanan…
Ve inadına umudu yaşatan insanlar hiç eksilmez.
Bu topraklarda devrimcilik…
Gecenin ayazında yanan bir çoban ateşidir.
Teorisiz pratik
“Sol Mahalle”nin çocuğu olduğumu bilmeyen yoktur.
Sol bir ailenin, mahallenin içinde doğdum, büyüdüm.
Şiirden, romandan, türküden etkilendim.
Denizlerin, Mahirlerin, İboların mücadelelerini dinledim.
Evet, 68 Kuşağı’nın ardılı 78 Kuşağı’ndandım.
Ele avuca sığmaz bir delikanlıydım; ilk karakola 14 yaşında düştüm; ilk işkenceye orada uğradım!
İllegal örgüte girdim; gizli hücre yapılanmasında yer aldım. Devrim; “kırdan mı başlayıp şehirlere yayılacak”, yoksa “şehirden mi başlayıp kırlara yayılacak” tartışmalarına katıldım; kavgalarına girdim!
Duvarlara yazılar yazdım, bildiriler dağıttım, korsan mitinglerde bulundum. Sloganlar attım; “Deniz, Mahir, Ulaş Kurtuluşa Kadar Savaş…”
Çorum olaylarında 40 gün silahlı çatışmaların ortasında bulundum. 14’lü kullanmayı, molotof kokteyli yapmayı öğrendim.
Nice insanı toprağa verdim. Kaç mezar başında bulundum bugün anımsamıyorum; hatırladığım hepsinin başında yumruğum havada devrim yemini içtiğim:
“Ölenler dövüşerek öldüler, güneşe gömüldüler…”
Bir gün…
Bir gece…
Yine evlerin kapı altlarına gizlice bildiri atıyorduk.
Bildiri şuydu; “Sovyet sosyal emperyalizmi Polonya’dan elini çek!”
İşte o gece kafama dank etti…
Türkiye’de 12 Eylül darbesi binlerce insanı hapislere doldurmuştu. Yüzlerce insan asılmış, işkencede ölmüş ve faili meçhul olmuştu.Siyasal ve ekonomik yapı kökten değiştirilmişti.
Biz ise Polonya için mücadele ediyor, halkı aydınlatıyorduk!
Karamı verdim:
Bu mücadele ezberletilmiş ideolojiler ve kavramlarla olmazdı.
Bu mücadele şiirli-türkülü romantizmle olmazdı.
Siyaset bilimdi; sosyalizm bilimsel kuramdı. Nitelikli, kapsamlı bir öğrenme süreci için kolları sıvadım. Kendi kendimin öğretmeni ve öğrencisi oldum.
Öğrenme uğraşım yıllardır sürüyor.
Çokları gibi dönek olmadım; kendimi bu uzun yürüyüşün neferi sayarım hâlâ.
Bunları niye yazdım?..
Peki ya öz eleştiri?
Yenilgi öğretmendir.
Yenilgi insana ileriye görme yeteneği kazandırır.
Sormak durumundayım:
“Bizim Mahalle” yıllardır hatalarında neden ısrar ediyor?
Sorumun; ve bu uzun girişi yapmamın nedeni, Suruç katliamıdır.
İçim yanıyor.
Evet:
Katliamın sorumlusu içte ve dışta bellidir.
Biliyoruz ki: Katiller her on yılda bir isim değiştirip karşımıza çıkıyor; ve biz bunu yüz kez yaşadık. Dün de yaşadığımız katliamların sorumlularını yüksek sesle dile getirdik. Politikaların yanlışlıklarından bahsettik. Ceberrut devletin çocuklarımızı öldürdüğüne, ölümlerini seyrettiğine tanıklık ettik.
Suruç’la ilgili açıklamaların hepsi tamam, hepsi doğru diyelim. Peki…
17-19 yaşındaki öğrenci çocukları çatışmanın göbeğine gönderen politik pratiğin hiç mi kabahati yok?
IŞİD ile PYD/PKK Ayn El Arap/Kobani’de savaşırken bu gencecik filizler neden bu kanlı coğrafyaya sürüldü?
Yoksa… IŞİD’i sadece sınır ötesinde mi var sanıyorlar?
HDP’nin Diyarbakır mitinginde patlayan bombayı değerlendiremediler mi?
Her gün canlı bombaların patladığı bu bölgede neler yaşanacağını nasıl öngörmezler? Bu çocuk oyuncağı mı? Gerçekçilikten bu derece uzaklaşılır mı?
Hadi..
Bölgeyi inşa etmeye gidenler delikanlı, onları anlıyorum. Benim eleştirim ağabeylerine, ablarına, önderlerine, örgütlerine…
Biliriz ki; her sol örgüt için esas olan, “kitleyi kırdırmamaktır!”
Gençleri kimler kırdırdı? Kimse çıkıp özelleştiri yapmayacak mı?
Bunca yıllık provokasyon tarihinden kimse neden ders çıkarmıyor?
Suphi Nejat Ağırnaslı Suruç’ta ölen gençlerin yoldaşıydı; aynı örgüttendiler. Ayn El Arap’ta öldürüldüğünde şunu yazmıştım:
“Hâlâ romantizme yenik düşmeyi hiç tartışmayacak mıyız?
Hâlâ kendini ifade etme, ölüme hayran olma duygusallığının önüne geçemeyecek miyiz?
Türkülü-şiirli-ağıtlı romantik devrimcilik daha kaç gencimizin ölümüne neden olacak?
Yenilgilerden ders çıkarmak için daha kaç genç toprağa düşecek?
Öğretmesi gereken daha kaç kalem, bu erken ölümlere methiye dizmeye devam edecek?
Bu topraklarda maceracılık ne zaman son bulacak?
Yaşamanın/yaşatmanın en büyük mücadele eylem olduğu ne zaman anlaşılacak?” (17 Ekim 2014, Sözcü)
Ne diyeyim…
Ne yapayım…
Hâlâ çocuklarımızı koruyamıyoruz…
Kahroluyorum.
http://www.sozcu.com.tr/2015/yazarlar/soner-yalcin/kahroluyorum-2-889676/