E
EU1
Ziyaretçi
- Konu Sahibi EU1
- #1
Kapitalist toplum, insana karşı bir hasım / bir düşman olduğu için; sosyal hayatın bütün kuralları insanın insan tarafından sömürülmesi kanunundan çıkarılıp konduğu için, kadın; erkeğin gözünde "şehvetin hizmetçisi ve avı" haline gelmektedir.
Link Silinmiştir.
Modern toplumun bir yandan sömüren ve sömürülen sınıfları karşı karşıya getirip ("sömüreni ve sömürüleni 'sınıf' vasıtasıyla karşı karşıya getirmesi") diğer yandan da her ikisinde de niceliğin kurtarıcı gücünü fiziksel bir gereksinim haline getirmesi neticesinde -liberal tezlerin iddia ettiğinin aksine- birey/ kimlik sahibi özerkliğini yitirmiştir.
Kadının isyanı
Bu kimliksizleştirme/ özerksizleştirme, Friedrich Engels'in belirttiği üzere; kadının isyan ettiği ama bir türlü çözüp üstesinden gelemediği uzlaşmazlıkların ve çelişkilerin küçültülmüş bir tablosunu sunar.
Öncelikle toprağın ve arazinin para karşılığında satıldığı, değiş tokuş sürecine sokulduğu bir mal olduğu yerde, toprağın işlenmesi için gereken insani işgücünün ve araçlarının da bir mal haline getirilmesi ve belli bir denetime tabi tutulması sadece bir zaman meselesidir.
Ve bu süreç, cinsiyete dayalı bir hayatı taşıyan örgüt niteliği göz önünde tutulursa, kadın-erkek ilişkileri tipini, bir başka deyişle, kadın, erkek ve çocuklardan meydana gelen topluluğun üyeleri arasındaki ilişkiler düzenini kuran/ oluşturan temel saiklerden de biridir.
Kadının eve kapatılması!
Ve yine bu süreç bize göstermiştir ki; bu ilişkiler düzeninin belirleyicilerinden birisi olarak nitelendirilebilecek olan kadın, "eve kapatılmadığı zaman, her geçen gün gelişen sanayi/ sanayileşme/ sanayi teknolojileri tarafından işçi ordusunun en aşağı kesimlerine katılmak zorunda" bırakılmıştır/ bırakılmaktadır.
Dolayısıyla kapitalizmin iktisadi gelişmesi daima eşit olmayan bir biçimde gerçekleşmiştir; iktisadi gelişme ile elele yürüyen ideolojik dünya görüşü de aynı şekilde eşitsizdir ve iktisadi gelişmeye paralel olarak gelişmek ihtiyacı hissetmemektedir.
Bu 'ihtiyaç duymama' hissiyatı, yanılsamaya dayalı bir ilerleme misyonuyla meşrulaştırılmakta, bu misyon mevcut dizgeyi oluşturan toplumsala ilişkin unsurların da belli bir değişime gitmesini zorunlu hale getirmektedir.
Kapitalist gelişme
Ekonomi kurumunun yeniden üretiminin gerçekleşmesi, toplumsal geçerliliği olan kavramlara/ durumlara ihtiyaç duyar. Dolayısıyla kapitalist gelişme, topluma gömülü/ içkindir.
Örneğin, hak eşitliği kavramını kutsal kabul eden bir hukuki yapı bile hukuki ayrıcalık ile iktisadi ayrıcalık arasındaki uyumun yerine hukuki eşitlik ile iktisadi eşitsizlik şeklindeki kesin uyumsuzluğu geçirmiştir/ geçirmektedir.
Dolayısıyla kapitalizmde "eşitlik" ancak yasa önünde eşitlik anlamına gelebilir. Dayandığı sınıflı toplumun temel eşitsizliklerini dikkate alması mümkün olmadığı gibi; bireyleri genelleştirip soyut bir kategori haline getirerek, yalnızca bireysel farklılıkları, farklı ihtiyaç ve yetenekleri değil, aynı zamanda toplumsal ve ekonomik durumlardaki mutlak farklılıkları da göz ardı eder.
İnsan insanın kurdudur
Sınıflar arası uzlaşmazlığa olanca keskinliğini veren kapitalist toplum, insana karşı bir hasım/ bir düşman olduğu için; sosyal hayatın bütün kuralları insanın insan tarafından sömürülmesi kanunundan çıkarılıp konduğu için, erkeğin gözünde "şehvetin hizmetçisi ve avı" haline gelmektedir kadın...
Bu husus, Thomas Hobbes'ta ifadesini bulan Latin özdeyişinden de yola çıkılarak -İnsan, insanın kurdudur- liberalizm ile faşizmin hamurdaşlığına ilişkin ipuçlarını da vermektedir.
Nitekim aynı toplum, kurumlarında kadını yok saymakta, buna karşılık söz hakkının bulunmadığı bir sistemin yarattığı acıların en büyük bölümünü yine onun sırtına yüklemektedir.
Duygusuzlaştırılmış, ruhsuzlaştırılmış, nötralize edilmiş bu ekonomik temelli yasa, cinsiyet egemenliğinin olmadığını varsaydığında bile, cinsiyet egemenliğinin en dış özünü oluşturmaktadır.
Doğanın ve biyolojinin suçu!
Nitekim İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinde de belirtildiği üzere; "aile, toplumun doğal unsuru" haline getirilince; kadının sosyal yapıdaki ikincilliği, gerçek nedeninin çıkış noktası olarak sosyal yapıya ve bu yapı içerisinde yaratılan 'suni' karşıtlıklara yüklenecek yerde, "doğal durum" marifetiyle tabiatın ve biyolojinin sırtına yüklenmektedir.
Burada şu noktayı açıkça belirtmek gerekir ki; Kadınların 'aşağı' olmasının sonucu bağımlı olmaları değildir; aksine bağımlılıkları, 'aşağı' olmalarının nedenidir.
Nitekim, kadınların bütün hayatlarını erkeklere bağımlı hale getirmeleri, bizatihi ekonomik "aşağıdanlığının/ ikincilliğinin" bir sonucudur.
Asgari eşitlik!
Bu durum, kadınları, birbiriyle 'kesişen' iki cephede birden yani hem erkeklere hem de erkeklerle birlikte üretim ilişkisine karşı zorlamakla kalmıyor; -daha da önemlisi- iki cepheyi birbirine karıştırma tuzağını da kuruyor.
Şunu unutmamak gerekir ki; ekonomik düzenlemelerdeki ve egemen ideolojideki bütün değişimlere karşın, kadının, ev için gerekli, işyeri içinse gereksiz olduğu görüşü her daim egemen olmuştur.
Franz Neumann'ın belirttiği gibi; "asgari bir eşitlik" garanti etmişler, dünyanın yarısını zincirlerinden kurtarmayı vaat ederken, diğer yarısını -kadınları- ve sınıf farklarını göz ardı etmişler; nitekim sınıf merkezli bakış açısı, sınıfları parçalayıcı kuvveti de beraberinde getirmiştir.
(alıntı)
Link Silinmiştir.
Modern toplumun bir yandan sömüren ve sömürülen sınıfları karşı karşıya getirip ("sömüreni ve sömürüleni 'sınıf' vasıtasıyla karşı karşıya getirmesi") diğer yandan da her ikisinde de niceliğin kurtarıcı gücünü fiziksel bir gereksinim haline getirmesi neticesinde -liberal tezlerin iddia ettiğinin aksine- birey/ kimlik sahibi özerkliğini yitirmiştir.
Kadının isyanı
Bu kimliksizleştirme/ özerksizleştirme, Friedrich Engels'in belirttiği üzere; kadının isyan ettiği ama bir türlü çözüp üstesinden gelemediği uzlaşmazlıkların ve çelişkilerin küçültülmüş bir tablosunu sunar.
Öncelikle toprağın ve arazinin para karşılığında satıldığı, değiş tokuş sürecine sokulduğu bir mal olduğu yerde, toprağın işlenmesi için gereken insani işgücünün ve araçlarının da bir mal haline getirilmesi ve belli bir denetime tabi tutulması sadece bir zaman meselesidir.
Ve bu süreç, cinsiyete dayalı bir hayatı taşıyan örgüt niteliği göz önünde tutulursa, kadın-erkek ilişkileri tipini, bir başka deyişle, kadın, erkek ve çocuklardan meydana gelen topluluğun üyeleri arasındaki ilişkiler düzenini kuran/ oluşturan temel saiklerden de biridir.
Kadının eve kapatılması!
Ve yine bu süreç bize göstermiştir ki; bu ilişkiler düzeninin belirleyicilerinden birisi olarak nitelendirilebilecek olan kadın, "eve kapatılmadığı zaman, her geçen gün gelişen sanayi/ sanayileşme/ sanayi teknolojileri tarafından işçi ordusunun en aşağı kesimlerine katılmak zorunda" bırakılmıştır/ bırakılmaktadır.
Dolayısıyla kapitalizmin iktisadi gelişmesi daima eşit olmayan bir biçimde gerçekleşmiştir; iktisadi gelişme ile elele yürüyen ideolojik dünya görüşü de aynı şekilde eşitsizdir ve iktisadi gelişmeye paralel olarak gelişmek ihtiyacı hissetmemektedir.
Bu 'ihtiyaç duymama' hissiyatı, yanılsamaya dayalı bir ilerleme misyonuyla meşrulaştırılmakta, bu misyon mevcut dizgeyi oluşturan toplumsala ilişkin unsurların da belli bir değişime gitmesini zorunlu hale getirmektedir.
Kapitalist gelişme
Ekonomi kurumunun yeniden üretiminin gerçekleşmesi, toplumsal geçerliliği olan kavramlara/ durumlara ihtiyaç duyar. Dolayısıyla kapitalist gelişme, topluma gömülü/ içkindir.
Örneğin, hak eşitliği kavramını kutsal kabul eden bir hukuki yapı bile hukuki ayrıcalık ile iktisadi ayrıcalık arasındaki uyumun yerine hukuki eşitlik ile iktisadi eşitsizlik şeklindeki kesin uyumsuzluğu geçirmiştir/ geçirmektedir.
Dolayısıyla kapitalizmde "eşitlik" ancak yasa önünde eşitlik anlamına gelebilir. Dayandığı sınıflı toplumun temel eşitsizliklerini dikkate alması mümkün olmadığı gibi; bireyleri genelleştirip soyut bir kategori haline getirerek, yalnızca bireysel farklılıkları, farklı ihtiyaç ve yetenekleri değil, aynı zamanda toplumsal ve ekonomik durumlardaki mutlak farklılıkları da göz ardı eder.
İnsan insanın kurdudur
Sınıflar arası uzlaşmazlığa olanca keskinliğini veren kapitalist toplum, insana karşı bir hasım/ bir düşman olduğu için; sosyal hayatın bütün kuralları insanın insan tarafından sömürülmesi kanunundan çıkarılıp konduğu için, erkeğin gözünde "şehvetin hizmetçisi ve avı" haline gelmektedir kadın...
Bu husus, Thomas Hobbes'ta ifadesini bulan Latin özdeyişinden de yola çıkılarak -İnsan, insanın kurdudur- liberalizm ile faşizmin hamurdaşlığına ilişkin ipuçlarını da vermektedir.
Nitekim aynı toplum, kurumlarında kadını yok saymakta, buna karşılık söz hakkının bulunmadığı bir sistemin yarattığı acıların en büyük bölümünü yine onun sırtına yüklemektedir.
Duygusuzlaştırılmış, ruhsuzlaştırılmış, nötralize edilmiş bu ekonomik temelli yasa, cinsiyet egemenliğinin olmadığını varsaydığında bile, cinsiyet egemenliğinin en dış özünü oluşturmaktadır.
Doğanın ve biyolojinin suçu!
Nitekim İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinde de belirtildiği üzere; "aile, toplumun doğal unsuru" haline getirilince; kadının sosyal yapıdaki ikincilliği, gerçek nedeninin çıkış noktası olarak sosyal yapıya ve bu yapı içerisinde yaratılan 'suni' karşıtlıklara yüklenecek yerde, "doğal durum" marifetiyle tabiatın ve biyolojinin sırtına yüklenmektedir.
Burada şu noktayı açıkça belirtmek gerekir ki; Kadınların 'aşağı' olmasının sonucu bağımlı olmaları değildir; aksine bağımlılıkları, 'aşağı' olmalarının nedenidir.
Nitekim, kadınların bütün hayatlarını erkeklere bağımlı hale getirmeleri, bizatihi ekonomik "aşağıdanlığının/ ikincilliğinin" bir sonucudur.
Asgari eşitlik!
Bu durum, kadınları, birbiriyle 'kesişen' iki cephede birden yani hem erkeklere hem de erkeklerle birlikte üretim ilişkisine karşı zorlamakla kalmıyor; -daha da önemlisi- iki cepheyi birbirine karıştırma tuzağını da kuruyor.
Şunu unutmamak gerekir ki; ekonomik düzenlemelerdeki ve egemen ideolojideki bütün değişimlere karşın, kadının, ev için gerekli, işyeri içinse gereksiz olduğu görüşü her daim egemen olmuştur.
Franz Neumann'ın belirttiği gibi; "asgari bir eşitlik" garanti etmişler, dünyanın yarısını zincirlerinden kurtarmayı vaat ederken, diğer yarısını -kadınları- ve sınıf farklarını göz ardı etmişler; nitekim sınıf merkezli bakış açısı, sınıfları parçalayıcı kuvveti de beraberinde getirmiştir.
(alıntı)