Hep yeni yıkanmış balkonlarda mı yaşarlar? Yoksa akşam sefası çiçeği gibi
ikindileri açılıp saçıldıkları için mi kalır insanın aklında o balkonlu,
kadınlı İzmirli fotoğrafları?
Hesapsız kahkaha atmasını… Ağzında şeker yuvarlar gibi dedikodu yapmasını…
Sokaktan tek kişilik bir fener alayı gibi geçmesini… Yeni yıkanmış
balkonların ılık betonunda pempe topuklarını gezdirmesini… Erken yaşta rakı
içmesini ve şarkıların en efkârlısını gecenin sonuna saklamasını…
Asvalyaları attığı vakit ‘efelik’ yapmasını… Çatlata çatlata oynamasını…
Takıp takıştırıp pufur pufur salınmasını…
İşte her nasılsa, daha en başından öğrendikleri için bütün bunları,
güngörmüş adamlar bilir ‘İzmirli Kadınlar’ dendi mi, işte orada durmasını.
Hayat kıvamındadır İzmir’in kadınları. Nasıl hayatta ayrıştırılıp çizilecek
bir şey yoksa, onlar da işte öyle. Yani ya akarsın onunla ya akmaz durursun
kenarda. Yok öyle durup dibine bakmaca.
Hep yeni yıkanmış balkonlarda mı yaşarlar? Yoksa akşam sefası çiçeği gibi
ikindileri açıp saçıldıkları için mi kalır insanın aklında o balkonlu,
kadınlı İzmirli fotoğraflar? O balkonlarda hiç göremezsiniz büsbütün ne
erkekleri, ne de hayatı ciddiye alan konuşmaları. Olsa olsa henüz kurumamış
su birikintilerine dalgın dalgın değdirilen parmaklar… Ve mutlaka beş dakika
içinde patlayan yeni kahkahalar.
Hep sorarlar ya - neden bu kadar güzel İzmirli kadınlar? Çünkü hep onlarda
kıkırdamalar, kahkahalar ve fışkırıcı şımarıklıklar…
Ben Ankara’da gördüm, az konuşan, az gülen, ciddi duran, füme rengi
kadınları. Görünüp görünüp kaybolan, muamma taklidi yapanlar da İstanbul’un
meselesi. Ben sanırdım ki, hayatın yakasında bir hercai menekşe gibi durur
her yerde kadınlar. Öyle değilmiş meğer…
Bir de ne yapsan çıkmaz ya denizin lekesi, o da var.
Kocaları, ağabeyleri, kardeşleri, sevgilileri
Erkekler, dünyanın neresine giderseniz gidin aynıdırlar, bir İzmir hariç…
Çünkü İzmirli erkekler, balkonları henüz yıkanmış ve kurumaya başlamış
kadınların kocaları, ağabeyleri, kardeşleri, sevgilileridirler…
Denizin hemen kıyısında yaşarlar. Bir kadının saçlarında denizi koklar ve
her seferinde şaşırıp, deniz bile böyle gerçek kokmaz diye düşünürler…
Günün tüm yorgunluğunu, hayatın tüm yaşanmazlıklarını kapattıkları dükkan
kepenklerinin ardında bırakıp, filelerini kavun, rakı, otlar ve umutları ile
doldurup tek özlemleri az önce güneşin kuruttuğu balkonda ilk kadehten sonra
sıyrılıp anne yoksunluğundan yeniden kadın olan ile şişeyi yarılamaktır.
Balkonları henüz yıkanmış, her kahkahalarında hüzün tadı bulunan ve
kırılmalarını yüreklerinden gözlerine taşımayan İzmirli kadınların, İzmirli
erkekleri, kendilerini dünyanın en değerli erkekleri sanırlar.
Şımarıklıkları bu yüzdendir…
Bu yüzdendir, rakıyı bir dikişte içip, birayı hamallık saymaları. Bu
yüzdendir her kadının saçı deniz kokar mı diye merak etmeleri. Dünya
üzerindeki en büyük sorunun bir demli çay içerken çözüme ulaşacağını
düşünmekteki duyarsızlıkları hep bu yüzdendir. Ve bu yüzdendir bir söze
kırılıp, gerek kalmadan tokat atmalara - gözyaşlarını saklamadan ağlayan
İzmirli kadınlara şaşırmaları.
İzmir hariç, hep aynılar
İzmirli erkekler de ağlar, tıpkı İzmirli kadınlar gibi. Hiç ummadığınız anda
karşılaşırsınız gözyaşlarıyla. Efeliklerini umursamadan bir türkünün takılıp
son sözüne, bugün bayram diye seslenen televizyon reklamına, sığınıp bir
vapurun kenarına ağlarlar.
Balkonları henüz yıkanmamış, kinini ve nefretini çeyiz sandığında yemenisini
saklar gibi muhafaza eden İzmirli kadınlar, saçlarına ak düşmeden anlarlar
İzmirli erkeklerin yaşlandığını.
Çünkü ağlamak, hayata dokunmaktır…
Güldüğünü önemsemez de İzmirli kadınlar - ağladıkları zaman İzmirli
erkekleri kocalığa, ağabeyliğe, kardeşliğe, sevgililiğe kabul ederler.
Erkekler… Dünyanın neresine giderseniz gidin aynıdırlar. Bir, İzmir hariç.
Çünkü İzmirli erkeklere, İzmirli kadınlar dokunurlar.