iSViCRE'de Yasam

Kuzey

Popüler Üye
Kayıtlı Üye
30 Ocak 2007
2.027
13
snow.jpg


Isviçre'de yasam...


Genel anlamda insanin; dogup büyüdügü yerleri terkedip baska yerlere gitmesinin beraberinde getirmis oldugu sorunlar,gerek ayni ülke içinde gerekse ülke disinda hepimizin malumudur.Bu sorunlari indirgeme de kisinin kendisine tabii ki bazi görevler düsüyor.Bu kendisinin çevresiyle olabilecek problemleri azaltabilecegi gibi çevresinin de onunla olabilecek muthtemel problemleri azaltacaktir.
Isviçre'de yasayan her 5 kisiden biri yabancidir.Yani isviçre vatandasi olmayip isviçrede yasayan kisi olmaktadir.Yabancilarin orani yerlesim birimlerine göre farkliliklar göstermektedir.Örnegin bu oran Cenevre'de % 35, italyan kantonu Ticino'da % 26 iken,daglik bir yöre olan ve endüstrisi fazla olmayan kanton Uri'de % 8 'lere düsmektedir.Bu oran Zürich'te % 20'lerin üstündedir. Önce yabanci,avrupali olmayan yabanci olmak,diger avrupa ülkelerinde oldugu gibi;isviçre'de de bir büyük dezavantaj.Bu ne anlama geliyor?Mesela issizligin günah keçileri neden yabancilar oluyor?Ama kimse bu "yabancilar" deyiminin içinde bati veya kuzey avrupali yabancilari kastetmiyor.Bazi yerlesim birimlerinde vatandaslik basvurulari,basvuranlarin milliyetine göre degerlendiriliyor, buna göre de oylama sonuçlarinin nasil olacagi malumdur herhalde?
Bilinen odur ki, bir ülkede ekonomik,siyasi sorunlar oldukça yada büyüdükçe bunun faturasinin çikarilanilabilecegi "günah keçiler" aranir.Bu o ülkedeki etnolojik duruma göre degisir.
Yabancilarin yaptiklari isler,genellikle yerli halkin yapmadiklari,yapmak istemedikleri islerdir.Söz ödevlere gelince,hersey istenebilir ama haklar sözkonusu olunca dislanma basliyor!Yerli yabanci herkesin üzerinde düsünmesi gereken konu bu aslinda.Kimse bu konu beni ilgilendirmez diyemez,degilmi?
Isviçredeki ekonomik ve is pazarindaki durum genel olarak eski senelere onaran düzelmis gibi görünsede,yabancilar için,bilhassa bati ve kuzey avrupali olmayan yabancilar için durum daha da kötülesmektedir.Isçi ve yabanci haklarinin savunulabilmesi için gerçekten iyi çalismalara,organize edilmis çalismalara ihtiyaç vardir.Avrupa sebest dolasim kararinin hayata geçecegi 2006 senesinden sonra;isviçrede Türkiyeli yasayanlar için sorun daha agirlasacaktir.Bilhassa kalifiye olmayan kisilerin is bulmalari daha da zor olacaktir.Federal hükümetin yürürlüge koymak istedigi " Çember Modeli'nde" yabancilar 3 kategoriye ayiriliyor.Bu Çember modelinin en son halkasinda ise türkiyelilerde bulunmaktadir.Bunlar zor entegre olan kisiler kategorisine,yani istenmeyen kisiler kategorisine konuluyor.Is bulmalari cok zor,ailelerini yanlarina getirmeleri cok zor hale getiriliyor.
Göze batan en büyük adaletsizliklerden biri; farkli maas durumu.Ayni isi yapan kisiler degisik maaslar almaktadirlar.Bu maas farkliliklari yabancilar arasinda daha da belirgindir. "Milliyete göre maas ".Yaz 2000 itibari ile Isviçre'de takriben 1 milyon yabanci uyruklu çalisan yasamaktaydi.Isviçrede çalisan nüfusun 4/1'i yabanci.Tipik yabanci isçi "40 yasin altindaki erkek isçi" karakterini çiziyor.
Gastronomi bransinda hizmet görülen her 2 is saatinin 1'ini yabancilar yerine getirmektedirler.Saglik bransinda çalisanlarin 3/1 'ini yabancilar olusturmaktadir.
Yabancilar arasindaki en büyük sorun "egitim ve kalifiye eleman olma" sorunudur.
Isviçrede yasayan bati ve kuzey avrupalilarin yarisi üniversite diplomasina sahiptirler.Isviçrelilerde bu oran % 25 ve güney avrupalilarda (italyan,ispanyol,portekiz) ise % 10 civarindadir.Bu oran türkiyeden gelenlerde daha da düsüktür. Kuzey ve bati avrupalilar genellikle yönetici kademesinde çalisiyorlar.EU ülkelerinden gelmeyenler isviçrelilere göre % 46 daha az maas aliyorlar.Bu kimsenin yapmak istemedigi "kötü" isleri yapan yabancilarin daha da az ücret karsiliginda yinede bu isleri yapmak zorunda kaldiklarindan kaynaklaniyor.Çünkü baska alternatifleri olmadiklari içindir.Bundan dolayi egitime,mesleki egitime çok önem verilmelidir.Birkaç sene içersinde dönecegiz hesabi yapan aile büyüklerinin,çocuklarina yaptiklari en büyük kötülük bence bu olmaktadir.Bu tutum çocuklarin da baba ve anneleri gibi zincirin en son halkasini olusturmalari anlamina geliyor.Agir ve kötü ise düsük ücret. Ama son senelerde üniversite bitiren yada üniversite ögrenimi gören türkiyelilerin sayisi gitgide artmaktadir,bu da gayet sevindirici bir gelismedir.Bu olay ailelerin kültür ve egitim seviyelerinden kaynaklanmaktadir.Isviçre'de zorunlu egitim 9 yillik-egitimdir.

Alintidir...
 
:uhm: BUDA BENDE ISVICRE YASAMINA AYET OLDUNU DÜSÜNDÜM VE ONUN ICIN BU SAYFAYA ALDIM ARKADASLAR
şutarafagitti



KIZINI ZORLA EVLENDİREN TÜRK BABA VE DAMADIN SINIR DIŞI EDİLİYOR


İsviçre'de mahkeme, kızını zorla evlendiren Türk baba ve damadın sınır dışı edilmesine karar verdi. 05 Eylül 2007 Çarşamba 00:02CEMİL BAYSAL
ST. GALLEN - İsviçre'de mahkeme, kızını zorla evlendiren Türk baba ve damadın sınır dışı edilmesine karar verdi.



21 yaşındaki Türk kızın babası tarafından zorla evlendirilmesi haberi, İsviçre basınında geçtiğimiz yıl günlerce gündemi meşgul etmişti. Türk baba ve genç kızın eşi aleyhine açılan dava sonuçlandı.


Mahkeme, baba ve damadın sınır dışı edilmesine, ayrıca 10 yıl İsviçre'ye girememelerine karar verdi. Savcılık, 21 yaşındaki genç kızın zorla evlendirilmesi suçunun sabit olmadığını; fakat "dindar" babanın eşi ve kızlarının özgürlüklerini kısıtladığını ileri sürerken, St. Gallen İdari Mahkemesi önceki gün verdiği kararda, Türk baba ve damadının sınır dışı edilmesini haklı buldu.


Mahkeme ayrıca, Türk babanın İsviçre toplumuna uyum sağlamadığını ve temel değerlerini ihlal ettiğini de açıkladı. Mahkeme ayrıca babanın 26 yıldır İsviçre'de ikamet etmiş olmasına rağmen yok denecek kadar az Almanca bildiğini, uzun yıllardır işsiz olduğunu ve yeterince ülkeye entegre olamamasının da sınır dışı olmasında etken olduğunu belirtti.



Geçtiğimiz yıl Mayıs ayında St. Gallen şehrinde 21 yaşındaki bir Türk kızının, "Ailem beni zorla evlendirdi, ölümle tehdit ediliyorum" diye şikayette bulunması üzerine polis, 26 yıldır İsviçre'de yaşayan öz babasını ve kocasını apar topar sınır dışı etmişti. Şimdiye kadar benzer bir olayda hiç sınır dışı yaşanmaması sebebiyle, uygulama ülke genelinde büyük şaşkınlığa yol açmıştı.



Kızının şikayeti üzerine sınır dışı edilen 46 yaşındaki babanın St. Galler Mahkemesi'ne yaptığı itiraz kabul edilmeyerek, St. Gallen Yabancılar Dairesi'nin 18 Mayıs 2006 tarihinde aldığı kararı destekledi.



Damat Davut Türkgüldü konuyla ilgili yaptığı açıklamada, "Öncelikle benim adım kullanılarak gazetelerde 'zorla evlilik sınırdışı getirdi' gibi haberlerle Türkler'e yüklenilmesi ve Türk imajına zarar verilmesi sebebiyle Avrupa'da yaşayan tüm Türkler'den özür dilerim" dedi.



Gazetelerde yer alan iddiaların kesinlikle doğru olmadığını belirten Türkgüldü, "Biz birbirimizi seviyorduk. 2000 yılında tanıştık, 2005 yılında evlendik. Düğün davetiyelerimizi bile kendisi beğendi" derken, her ilişkide olduğu gibi kendilerinin de bazı sorunlar yaşadığını dile getirdi.



St. Gallen polisine göre, eşini kayın pederiyle birlikte ölümle tehdit ettikleri gerekçesiyle sınır dışı edilen Davut Türkgüldü, "Bu olayla birlikte hayatım altüst oldu. Ellerime ilk defa kelepçe takıldı. Hücreden farksız dört duvar arasında 20 gün tutuldum. Tam 11 kilo zayıfladım. Bana bunları yaşatmaya kimsenin hakkı yoktu. Bana bunları yaşatanları asla affetmiyorum. Bu dünyada olmasa da öbür dünyada adalet yerini bulacak. Konuşulacak çok şey var; ancak olayla ilgili daha fazla konuşmak istemiyorum"
dedi.
 
İSVİÇRE YURTTAŞLAR YASASI,


ÇOCUK VE GENÇLERİN KORUNMASINA YÖNELİK UYGULAMA






Bilindiği gibi, 1926 yılında kabul edilip yürürlüğe giren “Türk Medeni Kanunu”, Atatürk”ün başlattığı Anadolu Aydınlaması çerçevesinde Laik Devlet yapılanmasına yönelik başta halifeliğin kaldırılması, Latin Alfabesinin kabul edilmesi, Kiyafet Kanunu ve Ezanın Türkçe okunması gibi devrimlerin içinde en önemli olanıdır.
Bireyin toplumdaki konumunu ve haklarını dinsel kurallar yerine Laik ve dünyevi karullar çerçevesinde belirleyen bu kanun, İsviçre Yurttaşlar Yasasının Fransızca metninin Türkçeye çevrilmesi sonucu bir kaç maddesi dışında aynen kabul edilmiştir. Bu nedenden dolayı Schweizerisches Zivilgesetzbuch (ZGB) diye adlandırılan bu İsviçre Yurttaşlar Yasası ülkemizde kaynak hukuk olarak değerlendirilmektedir.. Yasadaki “ Zivil “ kelimesi kentli anlamına gelen Medeni kelimesi ile aynı anlamı içermemektedir..Bu kelime ile yurttaş veya vatandaş kelimesii vurgulanmaktadır. Bu kanun Almanya da aynı haklarla ilgili olan Bürgerrecht yani Vatandaşlık Kanunu ile aynı anlam içinde değerlendirilmektedir. Aslında ülkemizde de Türk Dil Kurumu sözlüğe göre Medeni Kanunun Yurttaşlar Kanunu olarak karşılığı bulmaktadır (Sf 817). Bu nedenden dolayı yasa İsviçre Yuttaşlar Yasası olarak belirtilmiştir.

Uzun süre İsviçre de gençlik suçluluğu ve madde bağımlıların tedavilerine yönelik çalışan biri olarak İsviçre deki Yurttaşlar Yasası kapsamında çocuk ve gençlerin korunmasına yönelik oluşturulan hizmetler ve bu konudaki vesayet uygulamasına yönelik kurumsal yapı ile bilgileri sizlerle paylaşmak istiyorum.

İsviçre 24 Kantondan oluşan bir devlet olup uzun bir demokrasi geleneği sonucu 1848 yılında kabul edilen Anayasa ile federal bir yönetim şeklini benimsemiştir .Halen 7 Milyon kişinin yaşadığı bu küçük ülkede Almanca, Fransızca, İtalyanca ve Retoromaniş olmak üzere dört resmi dili mevcuttur ve her kanton bu resmi dillerden birini kabul ederek uygulamaktadır. % 65 ile Almanca konuşan Kantonlar çogunluğu oluşturmakta olup Fransızca Konuşanlar ise % 18 oranındadır.

Tarih boyunca bir tarım ülkesi olan İsviçre 1500 lü yıllardan itibaren başlayan Avrupa daki Aydınlanma sürecinden de etkilenmiş ve halkın önemli bir bölümü katolikliğin yanı sıra protestanlığı da tercih etmiştir.

Almanya’ daki gelişmeler ve özellikle 1905 yılınına kadar Fransa daki Laik Devlet yapılanması çerçevesinde Kilisenin devlet işlerinden tamamen ayrılmasına yönelik tartışmalar İsviçre de de yankı bulmuştur. Hukukçu Eugen Huber başkanlığınca oluşturulan komisyon farklı kantonlarda farklı şekilde uygulanan bireyin devletle ve toplumla ilişkilerini düzenleyen Yeni Yurttaşlık Yasasını hazırlamışlardır. Bu yasa 1904 yılında kabul edilerek 1907 yılında yürürlüğe girmiştir. Kantonlar 1912 yılına kadar yapmaları gereken düzenlemeleri yaparak uygulamaya geçilmiştir. Bu yasa bu güne kadar bazı küçük değişikler dışında halen yürürlükte bulunmaktadır.

1926 yılında Türk Medeni Kanununun ön sözünü hazırlayan zamanın Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt kabul edilen İsviçre Yurttaşlar Kanununu o dönemdeki en yeni en mükemmel ve en halkçı kanun olarak tanımlamış ve bu özelliklerinden dolayıda benimsendiğini önsözünde belirtmiştir.

Toplum hayatımızı bu derece etkileyen bu iki yasanın bölümleri ve bölüm başlıkları da aynı olup Çocuğun ailesindeki konumu ve ailenin sorumlulukları gibi velayet konuları ile vesayet ile ilgili bölüm başlıkları da aynıdır. Maddelerin numaralarında ise bazı kaymalar bulunmaktadır.

“Türk Medeni Kanunun” da başta çocuk olmak üzere bireyin toplum tarafından korunmasına yönelik velayet ile ilgili maddeler 262-277 maddeler arasında olup 272 madde ile ana babaların görevlerini yapmamaları durumunda “Hakim” çocuğun korunması için gerekli tebirleri almakla yükümlü kılınmıştır.

İsviçre Yurttaşlar Yasasının bu konu ile ilgili 304 maddesin de ise bu kararı verme yetkisi “Vormundschaftliche Behörde” diye tanımlanan “kamu vesayet dairesi görevlisine” verilmiştir.

Türk Medeni Kanununun 347 maddesinde ise “Vesayet Makamı” Sulh Hukuk mahkemeleri denetim makamı ise Asliye Hukuk Mahkemeleri olarak belirtilmiştir . İsviçre Yurttaşlar Yasasının 361 maddesin de ise vesayet makamı olarak “Vormundschaftsbehörde /kamu vesayet dairesi görevlisi” ve “ die Aufsichtsbehörde/denetim görevlisi” şeklinde düzenlenmiştir..

Bu nedenden dolayı başta çocuk olmak üzere toplum adına bireyi korumaya yönelik bu görevle ilgili vasi veya kayyum atayıp bunu görevden alan vede bunu denetlemeyle yükümlü bir kamu görevini yürütmekle ilgili olarak İsviçre Yurttaşlar Yasasına göre Vormundschaftsamt şeklinde kurumsal bir yapı oluşturulmuştur.

Bu yapılanma ise nüfus açısında bazı küçük kantonlarda hem çocuk ve gençlere hemde yetişkinlere yönelik bu hizmeti verirken nüfusu fazla olan Zürih Bern,Basel gibi büyük ve zengin kantonlarda ise bu yapılanma gençlere ve yetişkinlere göre ayrı ayrı yapılandırılmıştır. Bu kantonlarda aynı yetkiyi kullanan Jugendamt diye adlandırılan Gençlik Daireleri şeklinde ki bu kurumsal yapılanma ise ilçelerde Jugendsekretariat şeklinde de örgütlenmiştir.

İsviçre’ nin nüfus olarak en büyük kantonu olan Zürih te ki bu yapılanmayı Almanca konuşan kantonlardaki yapılanmaya örnek olarak da gösterebiliriz. Kanton Zürih te ki bu yapılanma İsviçre Yurttaşlar Yasası kantonlarda uygulamaya başlanmasından üç yıl sonra 1917 de yılında şekillenerek “Vormundschaftsamt” dışında “Jugendamt” yani Gençlik Dairesi şeklinde oluşturulmuştur..

Toplum adına Çocuk ve gençlerin korunmasına yönelik bu kamu görevine yönelik Jugendamt/ Gençlik Dairesi şeklindeki bu yapılanma hem hukuksal durumla ilgili karar almaya hemde uygulamaya yönelik olarak kurulmuştur.

Diğer bir çok kantonda da uygulanan bu Zürih Kantonun da ki uygulamaya yönelik bir örneği ise bu kantonda yer alan Winterhur ilçesinden vermek mümkündür. Bu ilçenin internette ki www.winterthur.ch adresinde yer alan WEB sayfasında ki şehir idaresi yapılanmasında sosyal hizmetlere ait hizmetlerin “Sosyal Bölüm” adı altında yürütüldüğü görülecektir.

Bu WEB sayfasında görüldüğü gibi bu bölümde 18 yaşından yukarı yetişkinlerle ilgili kamusal koruma hizmetine yönelik Vormundschaftsamt / Kamu Vesayet Dairesi dışında Leitung / İdari bölüm; Alter und Pflege / Yaşlılar ev Bakım gibi bölümün yanı sıra Soziale Dienste/ sosyal hizmetler bölümleri bulunmaktadır.

Soziale Dienste/ Sosyal Hizmetler bölümünde ise Abklaerung und Support/ Sosyal Yardım ile ilgili inceleme ve destek ; Sozialberatung / Sosyal Danışmanlık, Gezetszl. Betreuungsdienst / Vesayet altındaki yetişkinlere yönelik bölüm ; Zusatzleistungen zur AHV/IV / Emekli ve malül olanlara yönelik ek sosyal destek; Fachabteilung Jugendhilfe/Gençlik Yardımı;Asylkoordination/ İltica edenlere Yardım bölümü ;Praevention und Suchhilfe/ Madde Bağımlılarına yönelik bölüm ve Jugendsekretariat/ Gençlik Sekreterliği bulunmaktadır.

Winterthur da yaşayan çocuk, genç ve ailelere yönelik aile sorunlarından dolayı çıkan sorunlar la ilgili hem danışmanlık hemde koruma hizmetinin verildiğinin belirtildiği Jugendsekretariat bölümünde ise yasal koruma hizmetinin yanı sıra nafaka yardımı, gençlere ve aileler danışmanlık hizmeti ,çocuk bakımına yönelik hizmetlerin yanı sıra çocuk ve gençler için yurt olan Oberi ile de ilgili bilgiler de görüldüğü gibi yer almaktadır.

Bu birim, ailerin boşanması sırasında mahkemeye çocuğun velayetinin kime bırakılması gerektiği yönünde görüş belirtmesinin yanı sıra çocuklu bir ailenin boşanmasından sonra kararın bu birime gönderilmesi nedeni ile de çocuğun bakımını da izler vede nafaka ile ilgili bir sorun çıktığı takdirde ise buna yönelik oluşturulan nafaka avans sisteminden de yaralanması sağlar.

Diğer yandan bu birime hem okullardan hem çevreden hemde danışmanlık şeklinde hizmet veren diğer sosyal hizmet birimlerin yanı sıra sosyal yardım amacıyla inceleme yapan birim tarafından korunma ihtiyacı olabilen çocuk ve gençle ilgili gelen bilgiler ışığında bu birimde görevli sosyal hizmet uzmanı gerekli incelemeyi başlatır. Çocuk ve gencin korunmasını gerektiren bir durumun saptanması ile birlikte kamu adına yürütülecek koruma hizmetinin niteliği ile ilgili bir öneri hazırlanır. Bu bir bakıcı ailenin yanında yerleştirme şeklinde olabiceği gibi bir eğitmen ailenin yanına veya “Heim” denilen yuvaya yerleştirilmede olabilir ancak bu öneriler çocuk ve ve genç için en uygunun belirlenmesinden sonra yapılır ve kamusal tedbirlerle ilgili bu öneri gene bu birimde görevli “jugend sekretar” tarafından karara bağlanarak korumaya yönelik uygulamaya geçilir.

Korumaya yönelik verilecek bu kamusal hizmette çocuğun ve gencin geleceğini etkileyecek endişeli bir durum söz konusu olduğu zaman ise gene bu birim tarafından çocuk veya genç belirli bir süre için bir gözlem evine yerleştirilerek buradan gelecek öneriye göre işlem yapılması da söz konusu olabilir. Her hangi bir aile veya kuruma yerleştirme söz konusu olmaması ve ailenin yanında kalmasında bir sorun olmayacağının saptanması durumunda da izleme veya aileye destek hizmeti de bu birim tarafından yürütülür.

Özellikle bu birim tarafından yapılan inceleme ve karar alma sürecinde öneride bulunan uzman vasi veya kayyum olarak uygulamanın izlenmesi ve denetlemesinden de sorumludur. Bu sorumluluk çerçevesinde hizmetin niteliği ve gelişmeler de devamlı kontrol edilerek kamu kaynağının doğru ve verimli kullanılıp kullanılmadığı de izlenebilinmektedir.

Diğer yandan “Heim” denilen yuva veya yurtlar ise bakım ve barınma yerine öncelikle “sozialisation” denilen sosyal uyum programları çerçevesinde üç katogoride oluşturulmuştur. Bunlar okul olanağından dışardan yararlanan için kinderheim/ çocuk yuvası, zorunlu okul eğitim programı da uygulanan schülerheim / ögrenci yuvası ve okuldan terk olan olanlara yönelik hem eğitime hemde çalışma hayatına yönelik jugendheime /Gençlik yuvalarıdır.

Örneğin Winterthur da bu birime bağlı gözüken “Oberi” Yurdu hem çocuk hem gençlik yuvasıdır. Bu yuva ev düzeni şeklinde eğitimsel yaşam ortamın oluşturulduğu 8 er kişilik 3 adet Wohnguruppe / Ev gurubundan oluşmakta olup gene bu yuvaya bağlı ilçede çıraklık eğitimi alan gençlerin bir sorumlu ile birlikte yaşadıkları bir gençlik evi vede gene bu yuvaya bağlı 5 çocuk veya gence yönelik 5 adet “eğitmen bakıcı aile” de bu yuvada uygulanan eğitimin bir parçasıdır.

Diğer yandan bu birim çocuk ve gençlerin korunmasına yönelik yasal kuralların uygulanmasına yönelikte denetim yetkisi de bulunmakta olup gençlere alkol satışından yasak yayınlara kadar çocuk ve gençlerin korunmasına yönelik yükümlüklerin yerine getirilmesinide izlemek görevleri arasındadır. Ayrıca, çocukların aile dışında bir günlük da dahil olmak üzere uzun süreli bakımların izlenmeside bu birim tarafından yürütülmektedir.

Çocuk ve gençlerin korunmasına yönelik Jugendamt yani Gençlik Dairesi şeklindeki resmi vesayet makamınıda içeren bu yapılanma başta Almanya ve Avusturya dahil Kıta Avrupasında ki bir çok ülkede 1920 li yıllardan beri uygulanmaktadır.

Burada kısaca özetlemeye çalıştığım konunun ve sorunun özüne yönelik İsviçre’ deki bu kurumsal yapılanma aynı yasanın aynı içerikteki yükümlülüklerine rağmen ülkemizde 1926 yılından beri oluşturulmamıştır. Ülkemizde Vesayet kavramına yönelik bu hizmet ise İsviçre’de olduğu gibi kamusal bir idari yapılanma yerine sorunun özünden uzak olacak bir şekilde bir yargısal hizmet olarak yapılandırılmıştır.

1926 yılından beri toplumsal ve sosyal hayatla ilgili böyle bir önemli konuda ülkemizde ki yaklaşımın İsviçre den bu kadar farklı bir şekilde algılanıp uygulanmasına yönelik ilk değerlendirmenin ise ilk ve son olarak 1942 yılında yapıldığını görmek mümkündür.

Dr.Fikret Arık tarafından yazılıp 1942 yılında Adalet Bakanlığının dergisi olan “Adliye Ceridesi” dergisinde yayınlanan “Resmi veya Mesleki vesayet nedir?(İsviçre ve Almanya’da mesleki vesayet teşkilatına toplu bir bakış” başlıklı makalesinde bu durumun değerlendirildiği görülmektedir..

Özellikle o günkü dille yazının girişi aynen “Memleketimizde suçlu çocukların ıslahı,bunlara ait patronaj meseleleri,hulasa,çocuk cinayiyatının gittikçe artan mütekasif bir alakaya mihrak teşkil ettiği şu sırada,bu meselelerin hallinde umumi bir önleyici tedbir rolünü oynayabilecek ve bu itibarla,memleketimize ithalinde faydalar beklediğimiz resmi veya mesleki vesayet (1. Dipnot :*Amts-oder-Berufsvormundschft (tutelle officielle ou professionelle) * Son dakikada neşrini haber aldığımız İzmir ticaret mahkemesi azasından Feyzullah Uslu’nun (Vesayet) adlı mufassal ve emek mahsulü eserinin fihristinde “Resmi vesayet” müessesine temas edilmediğini gördük.) müessesi üzerine nazarı dikkati celbetmenin luzumlu olduğuna inanıyoruz. Bu incememizde iki gaye gütmekteyiz: I- Resmi vesayet müessesinin gördüğü muhtelif işlere kısa bir nazar atfetmek,gördüğü ehemmiyetli vazifelerle bu müessesin kabulünün adata bir zaruret haline geldiğini göstermek; II-Bu müessesinin İsviçrenin belli başlı kantonlarında ve Almanya’daki tatbik tarzını muhtasaran memleketimiz hukuk efkarı umumiyesine takdim etmektir.Şu halde yazımız,ana hatları bakımından kısmen telkini kısmen de tasviri bir mahiyeti haiz olacaktır.” şeklindedir.

Yazının diğer kısımlarından da anlaşılacağı gibi İsviçre’de eğitim gören yazarın bu giriş bölümünden anlaşılacağı gibi 1942 yılında da suçlu çocukların islah edilmesinin bir sorun olduğunu ve konu ile ilgili bir yetkinin ve kurumsallaşmanın olmadığını bunu önlemek amacıyla Medeni Yasanın kaynağı olan İsviçre’de ki örneğin de olduğu gibi bir Resmi Vesayet kurumunun ülkemizde de kurulması gerekliliğin den bahsedilmektedir. Yazıda ayrıca bu konuda yayınlanan bir yazı da nedense bu “resmi Vesayet “kurumundan hiç bahsedilmediğini veya kaçınıldığını da bir şekilde belirtmek ihtiyacını duyduğunu da özellikle görmek mümkündür ki bu durum senelereden beri hala değişmemiştir.

Konu ile ilgili çözümün ise İsviçre’deki ve Almanya’daki bu kurumsal yapı çerçevesinde olması gerekliliğine yönelik örneklerin yer aldığı bu yazıda böyle bir kurumsal yapının gençlik suçluluğunun önlenmesinde katkı sağlayacağı ayrıca belirtilmektedir. Bu bağlamda 1942 yılına kadar geçen sürede çocuk ve gençlik suçluluğu ile ilgili olarak 1936 yılında yayınlanmış bir yayın dışında bir yayınında olmadığı anlaşılan bu yazı “ ....Yukarıda hulasaatan arzedilen hususlarla resmi vesayet müessesinin içtimai,hukuki ve cezai bakımlardan ehemmiyetini yetesiye ortaya koyduğumuzu sanıyoruz.Bu müeesese hakkında kanunumuzun ne gibi hükümler koyduğunu anlamak isteyince derin bir sukut ile karşılaşıyoruz. (Dipnot: Bu münasebetle işaret edelimki medeni kanunumuzun sakit olduğu hususlar halii çoktur.Bunun sebebi şudur.İsviçre MK.alınırken kantonlara muayyen hususları hal için teşrii selahiyet veren maddeler tercüme edilmemiştir.Bu hususların ayrı kanun veya nizamnamelerle halli de derpiş edilmediğinden kanunumuzun boşluklar,müphemiyetler ihtiva etmektedir... Halbuki İsviçre Medeni Kanunu bu hususların tanzimini kantonlara bırakmıştır. Ve kanton kanunları bu me’seleleri halletmiştir(İ.M.K373).. ) Filhakika,aslı olan İsviçre Medeni kanunu gibi,medeni kanunumuz resmi vesayet müessesini derpiş etmiş değildir.Fakat,iptidai ve çiftçi kantonlar müstesna, bu gün İsviçre’deki hemen her kantonda-kantonların teşkilatı mehakim ve usulü muhakeme sahasında kanun koyma hakkına istinaden ve medeni kanunun mer’iyetine müteallik kanunlar kanalile kurulan .- resmi vesayet müessesi tatbikat sahasında pek mühim bir rol oynamakta iken, memleketimizde bu yolda hiç bir harekete şahit olmuş değiliz.Fivaki,medeni kanunun velayet,vesayet,veraset hakkındaki hükümlerinin sureti tatbikine dair 1934 yılında bir nizamname neşredildiğini biliyoruz.Lakin bu nizamname, itiraf edelimki sadece velayet vesayet,veraset işlerinde tutulması gereken defterleri tanzim suretiile pek mahdut bir sahaya tealluk etmektedir.Esasen,zanımıza göre,resmi vesayet teşkilatını memleketimize doğrudan doğruya bir nizamname kanaile ithale hukuki imkan da yoktur.Filhakika teşkilatı esasiye kanunumuzun 52 inci maddesine göre ancak kanunların tatbik suretlerini göstermek veyahut kanunun emrettiği hususları tesbit için,yeni hükümler koymamak şartile bir nizamname yapılabilir. Şu halde memleketimize ithali takarrür ettiği takdirde medeni kanunumuzun vasi tayinine dair 364 üncü maddesine resmi vesayet teşkilatının hususi bir nizamname ile tanzim edileceğine dair bir fıkra ilave etmek yahut hususi bir kanunla mezkur müesseseyi kurmak gerekecektir.Müessesenin mahiyet ve şümulu göz önüne alınırsa bu hususta devlet daireleri ve bilhassa Maarif,Adliye, Sıhhiye Vekaletleri arasında sıkı bir işbirliğine zarureti de meydana çıkacaktır. -.... .” şeklindeki bu konuya bir açıklıkta getirmektedir.

Özellikle bu açıklamada İsviçre Medeni Kanununda yer alan bazı konuları Türk Medeni Kanunda eksik olarak yer aldığı ve bazı maddelerin çevirilerinin yapılmamış olmasınında bunun en büyük nedeni olduğu belirtilmektedir. Resmi Vesayet Kurumuda, bunlar arasında olup İsviçre Anayasası gereği bazı düzenlemelerin kantonlar tarafından ayrıca yapılma zorunluluğu gözden kaçırılarak ve bu konu ile ilgili 373 maddenin çevirisinin yapılmadığı da bu açıklamada görülmektedir. Bunun sonucunda ise konunun ülkemizde farklı bir şekilde algılandığı ve değerlendirildiği gayet açık bir şekilde anlaşılmaktadır.

Gene bu açıklamada da görüleceği gibi gençlere yönelik ceza hukuku ile gençlerin korunmasını ve buna yönelik vesayet ile ilgili kurumsal yapılaşmayı birbirinden ayırmakta olup böyle bir kurumun bu konu da nasıl yardımcı olacağını ve bunun ülkemizde o dönemde hangi yasal düzenlemeyle oluşturulabileceğine de açıklık getirdiği görülmektedir.

Ancak, 1942 yılında Yazarın gösterdiği bu çabada oldukça yanlız kaldığı ve o günkü dille “ hukuk efkarı umumiyesi” tarafından önerilerinin dikkate alınmadığını da şimdi yaşadıklarımızla görmekteyiz.

Özellikle bunu hem tüzükte hem de de en son yeniden düzenlenen Türk Medeni Kanununda görmekteyiz. 22.11 2001 tarihinde yürülüğe giren yeni Türk Medeni Kanunun Vesayet Dairelerinin belirtildiği bölümdeki Kamu vesayeti ile ilgili 397 maddesin gene 1926 yılında olduğu gibi düzenlenmiş ve sulh hukuk mahkemeleri vesayet makamı asliye hukuk mahkemeleri de denetim makamı olarak gösterilmiştir.

Ayrıca Aile Mahkemelerinin kuruluş yasası çerçevesinde Aile Mahkemeleri ve en son ceza yasasının çocuk ve gençlere uygulanmasına yönelik düzenlenen Çocuk Koruma Kanunun da da Çocuk ve Çocuk Ağır Ceza Mahkemeleri de Kamu Vesayet Makamı olarak belirlenmiştir.

Dolayısıyla bu geçen sürede sorunun çözümüne yönelik ne bir yaklaşım nede hukuksal bir derinliği ülkemizde görmemiz mümkün olamamıştır. Bunun en son orneğini gene Sosoyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu ile ilgili yasa çalışmalarında görmekteyiz.

Bu Yasa da bu gerçeklerden uzak bir şekilde hazırlanarak Laik devlet yapılanmasında önemli araçlardan biri olan sosyal devletin bireye karşı yükümlülüklerinin sadakalaştıracak bir şekilde verilmesinin sağlandığını da görmek mümkündür.

İsviçrede 1914 yılından beri uygulanan bu kurumsal yapılanma İsviçre Yurttaşlar Yasasında yapılan bazı değişikliklerde şimdiye kadar aynen devam ettirilmiş olup uygulamaya yönelik işlevsel bir sistemdir. Ancak biz bu sistemi alırken bu sistemin nasıl yürütülececeğini algılamadan sistemin tekersizde gidebileceğini düşündüğümüz görülmektedir. Fakat artık sorunlar boyut değiştirmiş durumdadır ve daha da çözümsüz hale gelmektedir. Tüm bunlara rağmen bu konudaki bu algılama sorunu çözümlenmediği sürecede başta çocuk ve gençlere yönelik korumadaki kamusal yükümlüğünün şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonrada yerine getirilmesi mümkün görülmemektedir.

Şubat 2006

Nihat Tarımeri

Sosyal Hizmet Uzmanı


ALINTI
 
AVRUPA BİRLİĞİ ORTAK ÇOCUK HAKLARI STRATEJİSİ




Çocuk ve hakları konusu geçmişe bakıldığında diğer gruplara göre daha az irdelenen ve uğruna daha az mücadele verilen konumda olduğu görülmektedir. Her ne kadar 1989’da Birleşmiş Milletlerin deklare ettiği ve kısa zamanda tüm dünyada yaygın kabul gören Çocuk Hakları Sözleşmesi durumu değiştirmiş görünmekteyse de genelde bu durumun diğer konularla karşılaştırıldığında halen var olduğu görülmektedir.

Son 25 yıldır gündemimizdeki ana konulardan birisi olan Avrupa Birliğine girme sürecinde de bugüne kadar çocuk haklarına odaklı metin eksikliği yaklaşık 2 hafta önce yayınlanan bir deklarasyonla son bulmuş gözükmektedir.

4 Temmuz 2006 tarihinde yayınlanan ve “Avrupa Birliği Ortak Çocuk Hakları Stratejisine Doğru” isimli bu belge çocuk haklarına dikkat çekmekle kalmayıp yapılması gerekenler hakkında da temel prensipleri ortaya koyan bir belge niteliğindedir.

Bu belgede temel vurgu yapılan konunun çocuk haklarının başlı başına ayrı bir konuda ele alınması ve insan hakları genel başlığı altında bir alt başlık olarak değerlendirilmemesi gerekliliğidir.

Belge durum tespiti yaparak dünya nüfusunun 1/3’ünü oluşturan çocukların eğitim, barınma gibi temel haklarının bile dünyanın birçok ülkesinde daha tam anlamıyla kabul görmemiş bulunduğundan bahsetmektedir. Bu nedenle Avrupa Birliği çocuk haklarını uluslararası gündemin ilk sıralarında tutmayı ve özellikle üye ve aday ülkelerinden bu konuda daha fazla dikkat göstermelerini istemekte ve benzer durumdaki üye ve aday ülkelere dikkat çekmektedir.


Temel olarak 7 konu ana hedef olarak belirlenmiştir. Bunlar ;

1- Çocukların acil ihtiyaçlarının farkında olmak ve var olan Sivil Toplum faaliyetlerini güçlendirmek,

2- Gelecekteki Avrupa Birliği eylemlerini Çocuk Haklarına öncelik vererek planlamak,

3- Avrupa Birliği Devletlerinin Çocuk yasalarının ve Birleşmiş Milletler sözleşmelerinin uyumluluğu,

4- Çocuk Haklarına yönelik çalışan Sivil toplum kuruluşları için bir danışma ve eşgüdüm merkezi kurulması,

5- Çocuk Hakları ile ilgilenen uzmanların arttırılması için çalışmalar yapılması,

6- Çocuk Hakları farkındalığını arttırmak için çocuklara ve ailelerine bilgi verecek bir komisyon stratejisi hazırlamak,

7- Avrupa Birliği Komisyonu üyesi bir Çocuk Hakları Koordinatörlüğü kurmak.

Bu hedeflere ulaşılabilinmesi için eylem planı olarak aşağıda belirtilen planın uygulanmasının düşünüldüğü vurgulanmaktadır. Bu plan şunları kapsamaktadır;

· Avrupa Konseyi ve diğer uluslararası kuruluşların da işbirliği ile hazırlanacak, konu ile ilgili bilgilerin üye ve aday ülke dillerinde yer alacağı bir internet sitesi hazırlamak,


· Tüm Avrupa’da geçerli tek bir numara ile ulaşılabilen Çocuk Yardım Hattı oluşturmak,


· Avrupa Birliği ve Avrupa Komisyonu bütçelerini hazırlarken çocuk haklarını göz önünde tutup onlara daha fazla pay ayırmak,


· Çocuk Haklarına dair bir Yeşil Kitap hazırlamak.

Görüldüğü gibi çocuk haklarının uluslar arası platformda ortaklıklarla gündeme getirilmesinin özellikle bizim gibi bu konuya duyarlılığın az olduğu ve bu konuda çalışan kurumlardaki farklı boyutlardaki eksiklik, nitelik ve nicelik farkı ve amaçlardaki nüanslardan dolayı başarılı olamayan çalışmaları belki de düzeltecek, güçlendirecektir.

Çok acıdır ki çocuk hakları da diğer bir çok konu gibi ancak dışarıdan dayatmalar olduğunda ya da yapılması istenenler sıralanıp yaptırım arandığında ancak gerçekleştirilebilme potansiyeline ulaşmaktadır. Bunun suçluluğunu bu konuda çalışanlar başta olmak üzere tüm toplumun hissetmesi gerekmektedir. Bir başka boyut ise eğer bu suçluluk hissediliyor olsaydı, o zaman da böyle bir problemden bahsediyor olmayacaktık.

Umarım yakın gelecekte kendi başımıza da haklarını arayan ve savunabilen bir toplum olmayı başarırız.

ALINTI
 
lülülülülülü Basel yine rengarenk lülülülülülü


laelaelaelaelae Fasnacht kutlamaları laelaelaelaelae


İsviçre'deki Fastnacht şenlikleri, pek çok halk kültüründeki bahar bayramlarıyla benzer bir kökene sahip.



Fasnacht’ın başlangıç günü 6 Mart, baharın kendisi için düzenlenen şenliklere katılmadığı soğuk ve karlı bir kış günüydü. Buna rağmen kapıdaki bahar, doğanın yeniden canlanışı, pek çok başka halk geleneğinde olduğu gibi, Basel’de ve İsviçre’de de karnavallar ve eğlencelerle karşılandı.

İsviçre karnavalları, mart ayı boyunca yörelere göre değişen tarihlerde yaşanıyor. Üç gün süren İsviçre karnavallarının en önemlilerinden biri sayılan Basel Fasnachtı ise, 6 Mart sabaha karşı başladı.

Baselliler, bütün bir yıl boyunca içlerinde taşıdıkları karnaval heyecanıyla, yine maskelerini ve özel giysilerini son olarak gözden geçirerek, son müzik provalarını yaparak, yılın mesajlarının yer aldığı süslü panoların son kez gözden geçirerek yine sabaha karşı şehrin merkezinde toplandılar.

Morgenstraich

Markplatz'daki kalabalık her yıl olduğu gibi yine heyecan içinde ve beklenen an nihayet geliyor. Sabaha karşı saat dörtte kilise çanlarıyla “Morgestraich“, Basellilerin Basel’in en güzel üç günü dediği Fasnacht başlıyor. Şehrin ışıkları söndürüldüğünde, binlerce insanın katıldığı etkileyici bir müzik şöleni ve fener alayı karanlığın içinde bütün azametiyle ortaya çıkıyor.

Fasnacht fenerleri, eski ve yeni motifleriyle her zamanki cazibesini korumaya devam ediyor. Fasnacht tarihi yaklaştığında artık bazı evlerdeki mutfakların, üzerlerinde son çalışmaların yapılması için fenerlere ayrıldığı bilinen bir olay. Yemekler dışardan getirtiliyor ya da dışarıda yenmeye başlanıyor. Pek çok Baselli, bu durumu kendileri açısından bir neşe kaynağı olarak görüyor.

Morgesraich’ı kaçıranlar, üç gün boyunca bu kaybı telafi etme imkanına sahipler. Zira, şenlikler gece gündüz demeden üç gün boyunca devam ediyor.

Bu yıl da geleneksel motifler, insanda ben bunu görmüştüm çağrışımları yapmış olsa da, yeni fikirleri de görmek mümkün. Yani, eski ile yeninin buluşmaları. İşte Fasnacht bunların ikisinden oluşuyor: Tekrarlar ve çağdaş espriler. Fasnacht toplumsal hayatın önemli bir unsuru Fasnacht, kuşkusuz, Basellilerin en büyük halk eğlencesi, ama sadece bu kadar değil. Aynı zamanda Basel’in en önemli sosyal kurumlarından biri. Bütün bir yıl boyunca hazırlıklarını sürdüren Fasnacht gruplarında ortaya çıkan ilişkiler, Basel’deki sosyal yaşamı büyük ölçüde etkiliyor.

Fasnacht üzerine kuşkusuz çok fazla şey söylenebilir. Fasnacht öyle bir halk şenliği ki, binlerce yıllık bir geçmişle bugün birlikte yaşıyor. Gruplar, taşıdıkları panolar ve dağıttıkları bildirilerle, yılın kendileri açısından en önemli olaylarını hicvediyorlar. Bu, bugüne ait bir özellik kuşkusuz. Ama peki ya takılan maskeler?

Maskelerin tarihi

Bu çok renkli halk eğlencelerinin en ilgi çekici yanı, belki de kullanılan maskeler. Ürkütücü ve komik motiflerin karışımından oluşan bu maskeler, ne anlama geliyor? Bugünle açıklanması imkansız olan bu gelenek nereden geliyor? Maskelerin verdiği mesaj ne?

Dilerseniz, maskelerin binlerce yıllık geçmişine doğru kısa bir yolculuğa çıkarak yazımıza son verelim.

Maskelerde yer alan motiflerin en eskileri, Hıristiyanlık dönemi öncesine dayanıyor. Bugün gördüğümüz korkutucu ve vahşi motiflerin, geçmiş dönemlerin ölü maskesiyle ilişkisi var. Ama tabii devamı da var. Çok eski tarihlerde maskeler, soğuk kış günlerinden sorumlu tutulan kötü ruhları kovalamak amacıyla kullanılmaya başlıyor.

Doğa olaylarının nedenleri anlaşılmaya başlandıkça, "kötü ruhlar" soğuk ve yıpratıcı kış mevsiminin sorumlusu oldukları şeklindeki suçlamalardan beraat ediyorlar. Böylelikle, gelenek de giderek eğlenceli bir hal almaya başlıyor. Zamanla, maskelere komik figürler ekleniyor ve artık kötü ruhlar bir mizah konusu, hatta aracı haline geliyor. İşte, Fasnacht’ın mizahi yönü de, bir halk şenliği haline gelmesi de bu dönemde ortaya çıkıyor.

Fasnacht'ın tarihi nasıl hesaplanıyor?

İlkbaharda ortaya çıkan ilk dolunay, Paskalya Bayramı’nın tarihini belirliyor. Basel'deki Fasnacht’ın ne zaman başlayacağı ise Paskalya tarihine göre hesaplanıyor. Paskalya Bayramı her zaman ilkbaharda yaşanan ilk dolunayın ardından gelen ilk pazar günü kutlanıyor. Morgestraich ise Paskalya'dan beş hafta ve altı gün önce yapılıyor.

Bu hesaba göre, yani 21 Mart’tan itibaren görünen ilk dolunaya göre tarihleme yapıldığı ve bu yıl baharın ilk dolunayı da 13 Nisan'da ortaya çıkacağı için, Paskalya da sonraki ilk pazar günü, yani 16 Nisan'da yaşanacak.

İşte bu yıl Basel Fasnachtı’nın 6 Mart tarihinde başlamasının nedeni de bu. Zira, 16 Nisan tarihinden 5 hafta 6 gün geriye gidildiğinde, karşımıza 6 Mart tarihi çıkıyor.

Hesabın biraz karışık gibi görünmesinin, olayın kendisinden mi yoksa havaların baharın karşılandığı ve kışın kovulduğuna aldırmayıp, olunca soğukluğuyla üstümüze çökmesinden mi kaynaklandığı ise tabii ki tartışma konusu...


ALINTI
 
Kadın erkek ilişkilerinde kriz yönetimi



Yıllar sonra da sevgiyi koruyabilmek



Aşktan sonra nişanlanıp evlenmek – ve daha sonra sadece kavga.



Günlük yaşantı, yıllar geçtikçe her ilişkiyi zedelemeye başlıyor. Ancak, bu krizden çıkmanın yolları var.



İsviçre’de her evlilikten ikisi boşanmayla sonuçlanıyor. İstatistiklere göre, ayrılıklar en çok 7 ila 15 yıl arasında beraber yaşayan çiftlerde görülüyor.

Sorun yaşayan çiftlerle seanslar düzenleyen birçok terapistin buluştukları ortak nokta şöyle: "Ortak yaşam iş hayatı, stres, zaman kısıtlılığı ve kendini gerçekleştirme arasında bir ip cambazlığına benziyor." Çocuklu olsun olmasın, ilişkiler çoğu zaman masalların, sinemanın ya da reklamların bize vermek istediği "rüya tablosunda" olduğu gibi sürekli mutluluk veren bir seyir izlemiyor.

Psikologlar, ilişkilerde yaşanan karşılıklı kalp kırma ve hayal kırıklıklarının er ya da geç sevgiyi zedelediğini belirtiyorlar.

Modern yaşamın tuzakları

Bu özünde geçmişte de böyleydi. Ancak, son 30 yılda ortaya çıkan yeni faktörlerle klasik çift ilişkilerine daha fazla yük yüklenmiş oldu. Örneğin artık meslek yaşamlarında başarılı ve kendi ayakları üzerinde durabilen kadınların sayısı, geçmişle kıyaslanamayacak ölçüde artmış durumda... Ancak, çocuk dünyaya geldiğinde, çoğu zaman günlük okullar ve tam günden az çalışma yerlerinin eksik yapılanmasından dolayı kadınların sahip oldukları düzen de bozuluyor. Sıklıkla da, erkeklerin eşlerinin mesleki yaşamda ilerlemelerine karşı geldikleri görülüyor. Bütün bunların ortaya çıkardığı gerilimler, ilişkiyi zedelemeye başlıyor.

Halen birçok evlilik ilişkisinde, bağımsızlık ve erkek kadın arasında iktidar için oynanan yıkıcı oyun devam ediyor. Çocukları olmasına rağmen, mesleki yaşama devam eden çiftlerde dahi zamanla kriz yaşanmaya başlıyor. Günlük yaşamın zor organize edilmesi, çocukları sürekli bir yerden bir yere götürmek, çocuklara o gün kimin bakacağı gibi sorunlar ilişkiyi oldukça fazla zorluyor.

Psikologlar, çiftlerin zamanla sadece günlük sorunlar üzerine konuştuklarını açıklıyorlar. Geçmişten günümüze kadar yaygın bir şekilde kabul gören "çiftlerin yıllar sonra genelde birbirlerini daha iyi anladıkları" fikrinin doğru olmadığını vurgulayan psikologlar, bunun tam tersinin söz konusu olduğunu söylüyorlar. Günlük sorunlar, çiftleri çıkışı olmayan bir kısır döngü içerisinde hareket etmeye mahkum ediyor.

Uzun ömürlü ilişkiler için "6 nokta programı"

Bu gelişmelerden her çift payını alıyor ve er ya da geç kriz yaşıyor. İşte bu noktada çiftlerin ortak bir gelecekleri olup olmadığı ortaya çıkıyor. Bu dönüm noktasına gelmek yılları alıyor. Zürih Sosyal Çalışmalar Yüksek Okulu’nda çalışan Christiane Ryffel ve meslektaşı Birgit Dechmann, ilişkilerin altı aşamalı bir seyir takip ettiği kanısını paylaşıyorlar ve bunları şöyle özetliyorlar:

Aşık olma süreci: Her şey tozpembe, aşık olunan kişi idealleştiriliyor ve her şey yolunda gidiyor.

Şaşkınlık süreci: Aşık olma döneminin sona ermesinin ardından, eşler daha farklı bir şekilde görülmeye başlanıyor. Önceden "güzel" bulunan ufak tefek hatalar rahatsız etmeye başlıyor ve o insanın belki de ilk tanıdığı insana pek benzemediğinin farkına varılıyor.

İlk kriz süreci: Çok güzel bir dünya görünümünü korumak artık mümkün olmuyor. Çiftler arasındaki farklılıklar gün ışığına çıkmaya başlıyor. Bu güvensizlik ve tatminsizlik durumunun yarattığı içsel gerilim, çoğu kez kavga şeklinde su yüzüne çıkıyor. Bazı çiftler bu noktada ayrılıyorlar, diğerleri bu krizi atlatmaya çalışarak bir diğer sürece doğru ilerliyorlar.

Gönüllerin kırıldığı süreç: Çift, krizin nedenlerini anlamaya çalışıyor. İlişkileri üzerine düşünmeye başlıyor, konuyla ilgili kitaplar okuyor ve arkadaşlarıyla konuşuyorlar. Birbirlerine yeniden aşık olmanın mümkün olduğunu düşünüyor ve hatta bunu hissedebiliyorlarsa da, sonuç olarak çoğu kez bunun artık imkansız olduğunu görüyorlar.

Boşluk hissetme süreci: Verilen tüm çabalara rağmen ilişkide bir türlü olumlu gelişmeler kaydedilmiyor. Sevginin gücüne olan inanç, yerini depresyona bırakıyor. Bu aşamaya gelen çiftler boşanma ya da ayrılma kararı alıyorlar.

Yeni konseptler süreci: Her kim bu aşamaya kadar geldiyse, hem ilişkisinde hem de kişisel yaşantısında değişiklikler yapmak zorunluluğunu görüyor ve bunu yapıyor. Burada çiftler aralarındaki iletişim şekli, yakınlık ve uzaklığın yanı sıra sevgi üzerine gelişen fikirlerin de yeniden tanımlanması söz konusu. Psikologlar, bu son adımı terapistlerin danışmanlığına başvurarak ya da kendi başlarını atan çiftlerin çok önemli şeyler öğrendiğinin altını çiziyorlar ve şöyle devam ediyorlar: "Krizler atlatılabilir, ancak bu, çok zorlu bir yol. Bunun mükafatı ise, yeni bir başlangıçtır."

Uzman yardımı almanın önünde duran engeller

Psikologlar, kadın ve erkek arasındaki günlük ilişkilerin ortaya çıkardığı sorunların bir çözümünün olmadığının göz önünde bulundurulması gerektiğinin önemine dikkat çekiyorlar. Çiftler arasındaki ufak ya da büyük anlaşmazsızlıkların gayet doğal olduğunu açıklayan uzmanlar, krizden krize çok şey öğrenildiğini ve çiftlerin tekrarlanan kriz durumlarında daha yapıcı olmaya çalıştıklarını dile getiriyorlar.

Uzmanlar, çoğu zaman çiftlerin birbirleriyle konuşmaları gibi şaşırtıcı ölçüdeki basit reçetelerle krizin atlatılabileceği konusunda birleşiyorlar. Ancak, kadın ve erkek arasında basit gibi görünen "sadece konuşmak gerekir" reçetesini uygulamak her zaman pek mümkün olmuyor. Bilhassa çiftler kavga ettiklerinde ve bir diğerinin sadece bir sözü dahi yanlış anlaşılıyorsa... Bir krizi atlatmak için doğru zamanı bulmak kolay olmasa gerek...

Psikologlar kriz zamanlarında, zor da olsa her şeyi yeniden düşünmek gerektiği ve bir uzmana danışmadan önce ilişkinin tamir edilemeyecek şekilde zedelenmemesine önem verilmesi gerektiği tavsiyesinde bulunuyorlar. Diğer yaşam alanlarında, örneğin sağlık sorunlarında doktor tavsiyesine başvurulduğunu, hukuksal sorunlarda ise bir avukata gidildiğini söyleyen psikologlar, "aile huzurunun tehlikede olduğu durumlarda ise kendilerine başvurulmasının olağan bir hadise olduğunun unutulmaması gerekir" diyorlar.

Ancak, kriz zamanlarında uzman yardımına ve desteğine başvuran çiftlerin sayısının fazla olmadığı da bir gerçek. Çiftler böyle bir girişimin yararlarına inansalar da, bu adımı kolaylıkla atamıyorlar. Zira psikologa gitmenin, ideal bir kadın erkek ilişkisi için kendilerini yeterli bulmadıklarını kabul etmek anlamına geldiğini düşünüyorlar ve çoğu kez bunu bir utanç duygusu şeklinde yaşıyorlar.


Konuşma sanatı

Sorunlar, güvensizlik, kavga... Hemen hemen her şey yanlış bir zamanda, yanlış bir söz ya da vurgulamayla başlıyor. İki insanın beraber yaşadığı bir ortamda, kişisel istekler ve karşılıklı saygı için her zaman açıklığa kavuşturucu konuşmalar yapmak gerekir.

Yapıcı konuşmalar için on önemli kural

1. Hayat arkadaşınız üzerinde olumlu bir şekilde konuşun. Sürekli onun yaptığı hatalardan bahsetmek ilişki için bir zehirdir.

2. Dinlemek için kendinize zaman tanıyın. Hayat arkadaşınız konuştuğu zaman sözünü kesmeyin, söylemek istediklerini sonuna kadar dinleyin.

3. Konuştuğunuz zaman açık bir şekilde "ben" ifade şeklini kullanın. Örneğin, "Ben kendimi iyi hissetmiyorum, eğer sen..." ya da "Sen her zaman bunu yapıyorsun..." şeklindeki genel ifadeler karşınızdaki kişinin savunma pozisyonuna girmesine neden olur ve bu kavganın başlanıcı olur.

4. Karşınızdaki kişinin "ben" ifade tarzını, kendinize yönelen bir eleştiri olarak algılamadan onun bakış açısı olarak değerlendirin. Bu şekilde yapıcı bir konuşma mümkün olur.

5. Eşinize davranışlarından dolayı kompliman yapın ve sürekli "çorbada saç teli" aramayın.

6. Hangi noktalarda hemfikir olduğunuzu ön plana çıkarın. Varolan farklılıkların büyümesine izin vermeyin

7. Konuşmak istediğiniz konuları kısa ve net bir şekilde masaya yatırın. Gerilere giderek olayı dramatikleştirmenin bir faydası olmaz.

8. Başladığınız konudan sapmayın. Eski hikayeleri yeniden konuşma konusu yapmayın.

9. Günlük yaşantıda eşinize hafif dokunarak ya da kompliman yaparak ona olan ilginizi gösterin. Bilhassa başka insanların yanında hayat arkadaşınızı mizahi ya da küçük düşürücü bir tarzla eleştirmeyin.

10. Samimi olun, ama saygıyla ve ölçüyü kaçırmadan davranmaya alıştırın kendinizi. Karşınızdaki kişinin yüzüne her şeyi patavatsızca söylemek barışa hizmet etmez.




ALINTI
 
Öğrenimin sağlıklı ve bakımlı mekanlarda görülmesi, sorunları ortadan kaldırmıyor...



Büyüyen tehlikeye dikkat



İsviçre eğitim sistemi mercek altında



Araştırmalar, dünya çapında en iyi eğitim sistemi olarak gösterilmeye alışık olan İsviçre'nin, bu öncü rolünü kaybetmeye başladığını ve sorunların giderek ağırlaştığını gösteriyor.

snc/ ali yılmaz

İsviçre'de ulusal bir araştırma programının (NFP43), eğitim ve meslek yaşamı arasındaki ilişkiyi konu alan bilimsel bir çalışması, dikkatlerin yine eğitim sistemiyle ilgili sorunlar üzerinde odaklanmasına yol açtı. Araştırmaya göre, gençlerin yaklaşık yüzde 15'i dokuz yıllık zorunlu okul dönemi sonrası eğitimlerini sürdürmüyor ve eğitim sistemi de pek çok yönüyle zamanın gereklerine cevap vermekten uzak görünüyor.

Sistemin geleceği güvence altında değil

Eğitim sisteminin geleceğinin güvence altında olmadığı sonucuna varılan araştırmada, zorunlu okul döneminden sonra herhangi bir meslek eğitimi görmeden çalışma yaşamına atılan gençlerin durumuna özel olarak dikkat çekilirken, öğretim programlarının da yenilenmesinin gereğine işaret edildi. Çalışmada, zorunlu okul yıllarında öğrencinin lisan, matematik, bilgisayar ve toplumsal beceriler alanlarında asgari düzeyde de olsa gerekli donanıma sahip olmasının önemi vurgulanırken, eski meslek öğretimi anlayışına da artık veda edilmesi zamanının geldiğine değinildi. Araştırma programınca yayımlanan raporda, çalışma yaşamının bugünkü ihtiyaçlarının, mesleki alanda tek yönlü şekillenme yerine, yeni sorunlara çözüm arayışı gösterme becerisi, yeni teknolojilere uyum sağlayabilme ve proje yöneticiliği konusuna yabancı olmama gibi kriterleri aradığı da kaydedildi.

Fırsat eşitliği de zedeleniyor

İstatistiklere göre, İsviçre'de zorunlu okul yıllarından sonra eğitime devam eden gençlerin yüzde 60'ı çoğu uygulamalı meslek okullarında istihdam edilirken, kalan kısım henüz meslek tercihine bağlı olmayan okul yaşantısını sürdürüyor. İkinci bölümdeki gençler, ya kendilerini doğrudan üniversitelere, ya da sağlık, sosyal hizmetler, eğitim ve sanat gibi alanlarda yüksek öğrenim görebilecekleri okullara hazırlayan liselere devam ediyorlar.

Uzmanlara göre, lise öğrencileri, zorunlu dokuz yıllık eğitimdeki eksikliklerini daha sonraki yıllarda yine okul aracılığıyla tamamlayabilmek şansına kısmen de olsa sahip olmalarına karşın, meslek okullarına devam edenler bu noktada genellikle aynı fırsata sahip olamıyorlar. Bu nedenle, zorunlu okul döneminde edinilenlere kuşkuyla bakan pek çok işyeri, çıraklık için kabul edeceği meslek okulları öğrenci adaylarını ayrıca sınavdan geçirmeyi tercih ediyor. İsviçre'de meslek okulları büyük bir çoğunlukla sadece teorik eğitim veriyor; uygulamaya yönelik bilgi ise işyerlerinde çıraklık yapılarak öğreniliyor. Bu bakımdan, bir öğrencinin çırak olarak çalışacağı bir işyeri bulmaksızın meslek eğitimi görmesi de çoğunlukla mümkün değil. Zorunlu okul döneminde elde edilen bilgi ve becerinin önemi, sadece meslek eğitimi açısından bakıldığında da kendiliğinden ortaya çıkıyor.

Eğitim sisteminin, fırsat eşitliğini de zedeleyici karakterinden en fazla zarar görenleri ise, zorunlu okul eğitiminde yeterli başarıyı gösteremeyenlerle, göçmen kökenli gençler ve cinsiyete göre bakıldığında da kız öğrenciler oluşturuyor. Bu öğrenciler, çok erken yaşlarda telafisi zor önemli dezavantajlara sahip olarak geleceklerini oluşturmaya çalışıyorlar.

İsviçre, dünyanın neresinde?

İsviçre eğitim sisteminin eğitimcilerce mercek altına alınması için uyarı niteliğindeki bir çalışma da geçtiğimiz yıl yayımlanmıştı. Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) şemsiyesi altında İsviçre'yi ele alan bilimsel bir çalışma, 15 yaşındaki gençlerin okuma yazma gibi temel bir alanda sorun yaşadıklarını göstermişti. Dünya çapında en iyi eğitim sistemi olarak gösterilmeye alışık olan İsviçre'nin, son araştırmalara göre artık matematik dışında bu öncü rolünü kaybetmeye başladığı, Danimarka, Japonya, Polonya, Almanya ve Finlandiya'nın gerisine düştüğü ortaya çıkmıştı. (snc)



ALINTI
 
Merhaba arkadaslar
Iki hafta önce Türkiye de bir evlilik gerceklestirdim.
Esimi buraya almam ne kadar sürüyor bu konuda saglikli bilgiye sahip olaniniz var mi?
Her kafadan bir ses cikiyor ve bu beni cok üzüyor, kimi 2 ay, kimi 6 kimide 1 yil sürer diyorlar.
Bilginiz varsa yorum yazarsaniz sevinirim tesekkürler.
 
hayirli olsun, tebrikler. bu konuda bir fikrim yok sen en iyisi yabancilar polisine sor onlar sana yardimci olacaklardir
 
:uhm: BUDA BENDE ISVICRE YASAMINA AYET OLDUNU DÜSÜNDÜM VE ONUN ICIN BU SAYFAYA ALDIM ARKADASLAR
şutarafagitti



KIZINI ZORLA EVLENDİREN TÜRK BABA VE DAMADIN SINIR DIŞI EDİLİYOR


İsviçre'de mahkeme, kızını zorla evlendiren Türk baba ve damadın sınır dışı edilmesine karar verdi. 05 Eylül 2007 Çarşamba 00:02CEMİL BAYSAL
ST. GALLEN - İsviçre'de mahkeme, kızını zorla evlendiren Türk baba ve damadın sınır dışı edilmesine karar verdi.



21 yaşındaki Türk kızın babası tarafından zorla evlendirilmesi haberi, İsviçre basınında geçtiğimiz yıl günlerce gündemi meşgul etmişti. Türk baba ve genç kızın eşi aleyhine açılan dava sonuçlandı.


Mahkeme, baba ve damadın sınır dışı edilmesine, ayrıca 10 yıl İsviçre'ye girememelerine karar verdi. Savcılık, 21 yaşındaki genç kızın zorla evlendirilmesi suçunun sabit olmadığını; fakat "dindar" babanın eşi ve kızlarının özgürlüklerini kısıtladığını ileri sürerken, St. Gallen İdari Mahkemesi önceki gün verdiği kararda, Türk baba ve damadının sınır dışı edilmesini haklı buldu.


Mahkeme ayrıca, Türk babanın İsviçre toplumuna uyum sağlamadığını ve temel değerlerini ihlal ettiğini de açıkladı. Mahkeme ayrıca babanın 26 yıldır İsviçre'de ikamet etmiş olmasına rağmen yok denecek kadar az Almanca bildiğini, uzun yıllardır işsiz olduğunu ve yeterince ülkeye entegre olamamasının da sınır dışı olmasında etken olduğunu belirtti.



Geçtiğimiz yıl Mayıs ayında St. Gallen şehrinde 21 yaşındaki bir Türk kızının, "Ailem beni zorla evlendirdi, ölümle tehdit ediliyorum" diye şikayette bulunması üzerine polis, 26 yıldır İsviçre'de yaşayan öz babasını ve kocasını apar topar sınır dışı etmişti. Şimdiye kadar benzer bir olayda hiç sınır dışı yaşanmaması sebebiyle, uygulama ülke genelinde büyük şaşkınlığa yol açmıştı.



Kızının şikayeti üzerine sınır dışı edilen 46 yaşındaki babanın St. Galler Mahkemesi'ne yaptığı itiraz kabul edilmeyerek, St. Gallen Yabancılar Dairesi'nin 18 Mayıs 2006 tarihinde aldığı kararı destekledi.



Damat Davut Türkgüldü konuyla ilgili yaptığı açıklamada, "Öncelikle benim adım kullanılarak gazetelerde 'zorla evlilik sınırdışı getirdi' gibi haberlerle Türkler'e yüklenilmesi ve Türk imajına zarar verilmesi sebebiyle Avrupa'da yaşayan tüm Türkler'den özür dilerim" dedi.



Gazetelerde yer alan iddiaların kesinlikle doğru olmadığını belirten Türkgüldü, "Biz birbirimizi seviyorduk. 2000 yılında tanıştık, 2005 yılında evlendik. Düğün davetiyelerimizi bile kendisi beğendi" derken, her ilişkide olduğu gibi kendilerinin de bazı sorunlar yaşadığını dile getirdi.



St. Gallen polisine göre, eşini kayın pederiyle birlikte ölümle tehdit ettikleri gerekçesiyle sınır dışı edilen Davut Türkgüldü, "Bu olayla birlikte hayatım altüst oldu. Ellerime ilk defa kelepçe takıldı. Hücreden farksız dört duvar arasında 20 gün tutuldum. Tam 11 kilo zayıfladım. Bana bunları yaşatmaya kimsenin hakkı yoktu. Bana bunları yaşatanları asla affetmiyorum. Bu dünyada olmasa da öbür dünyada adalet yerini bulacak. Konuşulacak çok şey var; ancak olayla ilgili daha fazla konuşmak istemiyorum"
dedi.

ya inanamıyorum ben tanıyorum damadı yıllardır görmedim
şok olmuş durumdayım:1shok:
 
Merhaba sevgili banalar

Lozan da yaşayan varmı aranızda? Lozan nasıl biryer yaşam nasıl bilen varmı internette pekte bilgi bulamadım bununla ilgili
Paylaşırsanız sevinirim

Şımdiden teşekkürleryerimseniben
 
snow.jpg

Isviçre'de yasam...


Genel anlamda insanin; dogup büyüdügü yerleri terkedip baska yerlere gitmesinin beraberinde getirmis oldugu sorunlar,gerek ayni ülke içinde gerekse ülke disinda hepimizin malumudur.Bu sorunlari indirgeme de kisinin kendisine tabii ki bazi görevler düsüyor.Bu kendisinin çevresiyle olabilecek problemleri azaltabilecegi gibi çevresinin de onunla olabilecek muthtemel problemleri azaltacaktir.
Isviçre'de yasayan her 5 kisiden biri yabancidir.Yani isviçre vatandasi olmayip isviçrede yasayan kisi olmaktadir.Yabancilarin orani yerlesim birimlerine göre farkliliklar göstermektedir.Örnegin bu oran Cenevre'de % 35, italyan kantonu Ticino'da % 26 iken,daglik bir yöre olan ve endüstrisi fazla olmayan kanton Uri'de % 8 'lere düsmektedir.Bu oran Zürich'te % 20'lerin üstündedir. Önce yabanci,avrupali olmayan yabanci olmak,diger avrupa ülkelerinde oldugu gibi;isviçre'de de bir büyük dezavantaj.Bu ne anlama geliyor?Mesela issizligin günah keçileri neden yabancilar oluyor?Ama kimse bu "yabancilar" deyiminin içinde bati veya kuzey avrupali yabancilari kastetmiyor.Bazi yerlesim birimlerinde vatandaslik basvurulari,basvuranlarin milliyetine göre degerlendiriliyor, buna göre de oylama sonuçlarinin nasil olacagi malumdur herhalde?
Bilinen odur ki, bir ülkede ekonomik,siyasi sorunlar oldukça yada büyüdükçe bunun faturasinin çikarilanilabilecegi "günah keçiler" aranir.Bu o ülkedeki etnolojik duruma göre degisir.
Yabancilarin yaptiklari isler,genellikle yerli halkin yapmadiklari,yapmak istemedikleri islerdir.Söz ödevlere gelince,hersey istenebilir ama haklar sözkonusu olunca dislanma basliyor!Yerli yabanci herkesin üzerinde düsünmesi gereken konu bu aslinda.Kimse bu konu beni ilgilendirmez diyemez,degilmi?
Isviçredeki ekonomik ve is pazarindaki durum genel olarak eski senelere onaran düzelmis gibi görünsede,yabancilar için,bilhassa bati ve kuzey avrupali olmayan yabancilar için durum daha da kötülesmektedir.Isçi ve yabanci haklarinin savunulabilmesi için gerçekten iyi çalismalara,organize edilmis çalismalara ihtiyaç vardir.Avrupa sebest dolasim kararinin hayata geçecegi 2006 senesinden sonra;isviçrede Türkiyeli yasayanlar için sorun daha agirlasacaktir.Bilhassa kalifiye olmayan kisilerin is bulmalari daha da zor olacaktir.Federal hükümetin yürürlüge koymak istedigi " Çember Modeli'nde" yabancilar 3 kategoriye ayiriliyor.Bu Çember modelinin en son halkasinda ise türkiyelilerde bulunmaktadir.Bunlar zor entegre olan kisiler kategorisine,yani istenmeyen kisiler kategorisine konuluyor.Is bulmalari cok zor,ailelerini yanlarina getirmeleri cok zor hale getiriliyor.
Göze batan en büyük adaletsizliklerden biri; farkli maas durumu.Ayni isi yapan kisiler degisik maaslar almaktadirlar.Bu maas farkliliklari yabancilar arasinda daha da belirgindir. "Milliyete göre maas ".Yaz 2000 itibari ile Isviçre'de takriben 1 milyon yabanci uyruklu çalisan yasamaktaydi.Isviçrede çalisan nüfusun 4/1'i yabanci.Tipik yabanci isçi "40 yasin altindaki erkek isçi" karakterini çiziyor.
Gastronomi bransinda hizmet görülen her 2 is saatinin 1'ini yabancilar yerine getirmektedirler.Saglik bransinda çalisanlarin 3/1 'ini yabancilar olusturmaktadir.
Yabancilar arasindaki en büyük sorun "egitim ve kalifiye eleman olma" sorunudur.
Isviçrede yasayan bati ve kuzey avrupalilarin yarisi üniversite diplomasina sahiptirler.Isviçrelilerde bu oran % 25 ve güney avrupalilarda (italyan,ispanyol,portekiz) ise % 10 civarindadir.Bu oran türkiyeden gelenlerde daha da düsüktür. Kuzey ve bati avrupalilar genellikle yönetici kademesinde çalisiyorlar.EU ülkelerinden gelmeyenler isviçrelilere göre % 46 daha az maas aliyorlar.Bu kimsenin yapmak istemedigi "kötü" isleri yapan yabancilarin daha da az ücret karsiliginda yinede bu isleri yapmak zorunda kaldiklarindan kaynaklaniyor.Çünkü baska alternatifleri olmadiklari içindir.Bundan dolayi egitime,mesleki egitime çok önem verilmelidir.Birkaç sene içersinde dönecegiz hesabi yapan aile büyüklerinin,çocuklarina yaptiklari en büyük kötülük bence bu olmaktadir.Bu tutum çocuklarin da baba ve anneleri gibi zincirin en son halkasini olusturmalari anlamina geliyor.Agir ve kötü ise düsük ücret. Ama son senelerde üniversite bitiren yada üniversite ögrenimi gören türkiyelilerin sayisi gitgide artmaktadir,bu da gayet sevindirici bir gelismedir.Bu olay ailelerin kültür ve egitim seviyelerinden kaynaklanmaktadir.Isviçre'de zorunlu egitim 9 yillik-egitimdir.

Alintidir...
merhaba. Ben bir şey sormak istiyorum da yardımcı olursanız sevinirim. Anneöin yeşil pasaportu var şu anda İsviçrede. Türkiyeye giriş yapıp tekrar İsviçreye dönmek istiyor. Türkiyede ne kadar süre kalması gerekiyor acaba? Şimdiden teşekkürler
 
X