- 21 Temmuz 2006
- 9.312
- 21
- 45
ARKADAŞLAR dönem ödevlerini haftaya vermemiz gerekiyor.”
“Ben bir tanesini hazırlayamadım henüz.”
“Şimdiye kadar ne yaptın? Son günlere bırakılır mı hiç?”
“Kütüphaneye gitme fırsatım olmadı. Aslına bakarsan tek başıma o yolu göze alamadım. Yarın birlikte gitmeye ne dersin?”
“Anneme bir sorayım. Seninle daha sonra haberleşiriz.”
Bilgisayar ve diğer bilgi kaynaklarının günümüzdeki kadar yaygın olmadığı dönemlerde ödev hazırlamak gerektiğinde ilk akla gelen adres kütüphanelerdi. O günlerde ulaşım imkanlarının bugüne nazaran yetersizliği nedeniyle olsa gerek, şehir içi mesafeler bile çocukların gözlerinde büyürdü. Bunda büyük şehirde doğup büyümüş olsalar da fazla kalabalıklara ve farklı ortamlara girmemiş olmalarından kaynaklanan çekingen yapılarının da etkisi vardı. Kütüphaneye gidip gelmekle sadece ödev hazırlamadıklarını, küçük dünyalarına yolculuk adabı, toplu çalışma ortamında uyulacak kurallar, kaynak araştırma, işbölümü, paylaşım, vakti iyi kullanma gibi hayata dair pek çok hususu kattıklarını şimdi daha iyi anlıyordu.
GÜNÜMÜZ bilgi iletişim çağı olarak adlandırılıyor. Son yıllarda evlerde ve okullarda bilgisayar kullanımının oldukça yaygınlaştığını biliyoruz. Özellikle internet sayesinde bilgiye ulaşmak son derece kolay hale gelmiş durumda. Birey esaslı hayat görüşü temeline dayanan modern hayatın içinde yetişen çocuklar artık ödev deyince kütüphaneden çok interneti hatırlarına getiriyorlar. Başkaları ile işbirliği yapma ihtiyacı duymadan sanal dünyanın kendilerine sunduğu imkânları tek başına kullanarak başarı merdivenini tırmanıyorlar.
ARAŞTIRMA, inceleme, özetleme gibi çok vakit alacak çalışma metodu da pek cazip gelmiyor hız çağının çocuklarına. İnternette sörf yapıp ulaştıkları bilgileri kopyala-yapıştır komutuyla yeni bir Word sayfasına geçirmenin ve de print etmenin yeterince zamanlarını aldığını düşünüyorlar çoğu kez. Bilginin hayatın içinde kullanılmak üzere özümsenmesinden çok taşınması söz konusu sanki. Kitaplardan bilgisayar ortamına oradan tekrar kağıtlara aktarılan yığınla bilgi, dolaplar dolusu kağıt evrak. Bu süreçte insanın aktif bir öğrenme öznesi olduğu söylenemez artık. Kendisini “taşıyıcı” rolüne mahkum ettiği için de öğrenme, bir yenilenme ve artı değer yüklenme özelliğini kaybediyor ister istemez. Bilgiye, öğrenmeye böyle bir yaklaşım eğitim ve öğretim gibi hayatı anlamlı ve lezzetli kılan büyük bir imkanın heba edilmesi değil de nedir?
Geleceğin kurucu özneleri olacak yeni nesilden beklentilerimiz ve onları hayata hazırlarken sahip olduğumuz bakış açımızı yeniden gözden geçirmeliyiz. Hayatın tek boyutuyla ele alınıp iyileştirilmeye yönelik tedbirlerin sadece bu alana hasredilmesi eksik kalacaktır. Öğrencilik hayatları boyunca sürekli rekabet ve başarı duyguları körüklenmiş olan çocukların sosyal uyum konusunda zorluk çektiklerini görüyoruz. Aile sorumluluğu yüklenme, iş ilişkilerini sağlıklı bir zeminde sürdürme, hayatın bütünlüğü içinde dengeli bir duruş sahibi olma gibi bizzat yaşanarak öğrenilecek şeylere tahammülleri kalmamış oluyor çoğu kez.
Çünkü okul bittiğinde tüm sorunların bitmiş olacağını, hayal ettikleri hayata tam istedikleri şekilde bir başlangıç yapacakları beklentisi ile tahammül gösteriyorlar onca koşturma ve strese. Hayatları erteleyen bir sistemin içinde sürekli “a-b-c-d” seçenekleri arasında tercih yaparak “başarısını” kanıtlayan gençler, okul sonrası tek seçeneğe mahkum ediliyorlar ne yazık ki. Bu gerçekleşmediği takdirde de şok ve hayal kırıklığı yaşıyorlar. Ellerinde diploma “Ne olacak şimdi?” sorusuyla hayat karşısında şaşkın şaşkın bakakalan bir gençlik kalıyor geriye. Buna bir de sevgi güven ortamı hazırlamayı esas alması gereken aile yapısı yerine, parasını bastırınca her şeyi satın alarak çocuğunun önüne koymayı marifet sayan, başarısızlık durumunu da yaptıklarını başa kakma fırsatı bilen dengesiz aile yapılarını ekleyin. İşte hal-i pür melâlimiz. Kendi ellerimizle ortaya koyduğumuz eser.
DOĞRUSU, geniş bir sorgulama yapmaya ihtiyacımız var. Öncelikle eğitimin sadece kurumlarla değil hayatın kendisiyle doğrudan ilgili bir olgu olduğu kabul edilmeli. Beşikten mezara devam eden bu muhteşem süreçte amacı bir etiket sahibi olup para kazanmaya indirgemek büyük bir yanlış. Çünkü bu süreç insana yaraşır bir duruşla hayat nimetine şükredebilmek için daha insan olma yolunda adım adım yürümenin diğer adıdır. Yani mesele, yoldan hızlı geçmek değil, güzel geçmek! Zahmetine de, neşesine de katlanarak…
alintidir ...
“Ben bir tanesini hazırlayamadım henüz.”
“Şimdiye kadar ne yaptın? Son günlere bırakılır mı hiç?”
“Kütüphaneye gitme fırsatım olmadı. Aslına bakarsan tek başıma o yolu göze alamadım. Yarın birlikte gitmeye ne dersin?”
“Anneme bir sorayım. Seninle daha sonra haberleşiriz.”
Bilgisayar ve diğer bilgi kaynaklarının günümüzdeki kadar yaygın olmadığı dönemlerde ödev hazırlamak gerektiğinde ilk akla gelen adres kütüphanelerdi. O günlerde ulaşım imkanlarının bugüne nazaran yetersizliği nedeniyle olsa gerek, şehir içi mesafeler bile çocukların gözlerinde büyürdü. Bunda büyük şehirde doğup büyümüş olsalar da fazla kalabalıklara ve farklı ortamlara girmemiş olmalarından kaynaklanan çekingen yapılarının da etkisi vardı. Kütüphaneye gidip gelmekle sadece ödev hazırlamadıklarını, küçük dünyalarına yolculuk adabı, toplu çalışma ortamında uyulacak kurallar, kaynak araştırma, işbölümü, paylaşım, vakti iyi kullanma gibi hayata dair pek çok hususu kattıklarını şimdi daha iyi anlıyordu.
GÜNÜMÜZ bilgi iletişim çağı olarak adlandırılıyor. Son yıllarda evlerde ve okullarda bilgisayar kullanımının oldukça yaygınlaştığını biliyoruz. Özellikle internet sayesinde bilgiye ulaşmak son derece kolay hale gelmiş durumda. Birey esaslı hayat görüşü temeline dayanan modern hayatın içinde yetişen çocuklar artık ödev deyince kütüphaneden çok interneti hatırlarına getiriyorlar. Başkaları ile işbirliği yapma ihtiyacı duymadan sanal dünyanın kendilerine sunduğu imkânları tek başına kullanarak başarı merdivenini tırmanıyorlar.
ARAŞTIRMA, inceleme, özetleme gibi çok vakit alacak çalışma metodu da pek cazip gelmiyor hız çağının çocuklarına. İnternette sörf yapıp ulaştıkları bilgileri kopyala-yapıştır komutuyla yeni bir Word sayfasına geçirmenin ve de print etmenin yeterince zamanlarını aldığını düşünüyorlar çoğu kez. Bilginin hayatın içinde kullanılmak üzere özümsenmesinden çok taşınması söz konusu sanki. Kitaplardan bilgisayar ortamına oradan tekrar kağıtlara aktarılan yığınla bilgi, dolaplar dolusu kağıt evrak. Bu süreçte insanın aktif bir öğrenme öznesi olduğu söylenemez artık. Kendisini “taşıyıcı” rolüne mahkum ettiği için de öğrenme, bir yenilenme ve artı değer yüklenme özelliğini kaybediyor ister istemez. Bilgiye, öğrenmeye böyle bir yaklaşım eğitim ve öğretim gibi hayatı anlamlı ve lezzetli kılan büyük bir imkanın heba edilmesi değil de nedir?
Geleceğin kurucu özneleri olacak yeni nesilden beklentilerimiz ve onları hayata hazırlarken sahip olduğumuz bakış açımızı yeniden gözden geçirmeliyiz. Hayatın tek boyutuyla ele alınıp iyileştirilmeye yönelik tedbirlerin sadece bu alana hasredilmesi eksik kalacaktır. Öğrencilik hayatları boyunca sürekli rekabet ve başarı duyguları körüklenmiş olan çocukların sosyal uyum konusunda zorluk çektiklerini görüyoruz. Aile sorumluluğu yüklenme, iş ilişkilerini sağlıklı bir zeminde sürdürme, hayatın bütünlüğü içinde dengeli bir duruş sahibi olma gibi bizzat yaşanarak öğrenilecek şeylere tahammülleri kalmamış oluyor çoğu kez.
Çünkü okul bittiğinde tüm sorunların bitmiş olacağını, hayal ettikleri hayata tam istedikleri şekilde bir başlangıç yapacakları beklentisi ile tahammül gösteriyorlar onca koşturma ve strese. Hayatları erteleyen bir sistemin içinde sürekli “a-b-c-d” seçenekleri arasında tercih yaparak “başarısını” kanıtlayan gençler, okul sonrası tek seçeneğe mahkum ediliyorlar ne yazık ki. Bu gerçekleşmediği takdirde de şok ve hayal kırıklığı yaşıyorlar. Ellerinde diploma “Ne olacak şimdi?” sorusuyla hayat karşısında şaşkın şaşkın bakakalan bir gençlik kalıyor geriye. Buna bir de sevgi güven ortamı hazırlamayı esas alması gereken aile yapısı yerine, parasını bastırınca her şeyi satın alarak çocuğunun önüne koymayı marifet sayan, başarısızlık durumunu da yaptıklarını başa kakma fırsatı bilen dengesiz aile yapılarını ekleyin. İşte hal-i pür melâlimiz. Kendi ellerimizle ortaya koyduğumuz eser.
DOĞRUSU, geniş bir sorgulama yapmaya ihtiyacımız var. Öncelikle eğitimin sadece kurumlarla değil hayatın kendisiyle doğrudan ilgili bir olgu olduğu kabul edilmeli. Beşikten mezara devam eden bu muhteşem süreçte amacı bir etiket sahibi olup para kazanmaya indirgemek büyük bir yanlış. Çünkü bu süreç insana yaraşır bir duruşla hayat nimetine şükredebilmek için daha insan olma yolunda adım adım yürümenin diğer adıdır. Yani mesele, yoldan hızlı geçmek değil, güzel geçmek! Zahmetine de, neşesine de katlanarak…
alintidir ...