P
pessimist.kız
Ziyaretçi
- Konu Sahibi pessimist.kız
- #1
Gün geceye vardı, hüzün yağdı kentin üstüne. Ellerimde, bir zamanlar tutmaya korktuğum acının kırıntıları durmakta. İçimde yangınlar çıkmakta, yağmurun hüznü yansırken bakışlarıma.
Yorgun bir şarkı çalıyor gramofonda. Sevdalar çiziyor bir kalem, elimde tuttuğum sayfalara.
Suskundu günlerin terkisine attığım kelimelerim. Hayata karşı durmaktan, ayrılıklara boyun eğmekten, arta kalan sevgilere kucak açmaktan bıkkındı. Kınından çekilmeye hazır bir kılıç gibiydi, en keskin yerinden kesmek için sancıları.
Uzayıp giden yolların özleminde kalmıştı anıları. Gidip gelmeyenlerin gölgelerine takılmıştı. Ufuk çizgisinde başlayan bir umudun, yine oracıkta tükenmesine alışamamıştı. Sınır ötesi bir harekatın heyecanına kaptırmıştı en hassas yanını. Olmayacağını bilse de, ufkuna hiçbir kızıllık getirmese de, onu boş yere oyaladığını görse de günlerce, bir dilek tutmuştu kuyuya bir taş atıp.
Kimi zaman uykuyu özleyen gözleri kimi zaman yenik düşebiliyordu bu hain pusuya. Vuruluyordu bir gece yarısı düşlerinin tam ortasından. Kanayabiliyordu düşleri, kanatabiliyordu yüreğini en koyusundan. En koyusunda, kendine yıllanmış acılar bulabiliyordu ve düşmüyordu yakasından.
Geçtiğim sokaklardan yeniden geçemiyordum, düşlerimi kanatan gecelerin ardından. Tanıdık bir rüzgar yolumu keser diye… Tanıdık bir kokuyu getirip de acıları depreştirir diye… Eski bir şarkıyı fısıldar diye…
Limanlarıma sığınamaz olmuştum. Durgun sularında dinlenemez, fırtınalarda koynunda geçinemez olmuştum.
Kuşkuyu fısıldamıştı bir ses, eskiden barındığım mekanlarda. Balıkçı lokantalarında, sarhoş denizciler arasında ölü bir hasret yapışmıştı yakama ve de hırçın bir dua.
Duaların arasında huzuru buluyordu ruhum, bir nebze de olsa. Birine sığınabilmenin, birine içini dökebilmenin, birinden umut dilenebilmenin mutluluğunu yaşıyordu gözyaşları arasında. Anlatamamanın, anlaşılamamanın acısını taşırken içinde, anlatmadan da anlaşılabilmenin en büyük kırıntılarıydı bunlar.
Zira günler geçerken, acılar da üst üste yığılıyorlardı bir köşede. Birikiyorlardı sevdayı öldürmek istercesine. Sevdadan intikam alırcasına, günleri gri bir renge boyuyorlar, gökkuşağının renklerini çalıyorlar, kara kara bulutları getiriyorlardı üstümüze.
Duaların rengi solduğundaysa ve gün ışığı süzülmemeye başladıysa penceremden içeri, geriye sadece kendi içime sığınmak kalıyordu.
Halbuki öyle soğuk bir mahzendi ki içim bana ne havasını solumak ne de duvarlarının arasında soluklanmak istiyordum. Öyle boğuluyordum dinlediğimde sessizliğini. Kimsesizliğini gördüğümde bitirmek istiyordum her şeyi.
Yaşamı bir kalemde silmek, bir yıldız gibi gökyüzünden kaymak, bir nehrin sularıyla beraber engin denizlere dökülmek istiyordum.
Yüreğimi sevmek istiyordum. Sevdalanmak, aşkın iklimlerinde açıp ışığa ellerimi uzatmak, soldurduğum kan kırmızı gülleri yeniden açtırmak istiyordum ama imkansızı başaramıyordum.
Çünkü sevmek eski bir şarkıydı yüreğimin kuytularında.
Sevmek, ulaşılması zor bir ışık, tutulması zor bir damla, anlaşılması zor bir duyguydu. Anlatabilmesi de zordu onu.
Kordu, kıvılcım misali tutuşturabilirdi insanı. Aklını başından alabilirdi ve ayaklarını hiç yere bastırmayabilirdi.
Tüketebilirdi hiç acımadan en saf duygularını ve imkansızdı işte.
İmkansızdı, çünkü sevmek eski bir şarkıydı
Yorgun bir şarkı çalıyor gramofonda. Sevdalar çiziyor bir kalem, elimde tuttuğum sayfalara.
Suskundu günlerin terkisine attığım kelimelerim. Hayata karşı durmaktan, ayrılıklara boyun eğmekten, arta kalan sevgilere kucak açmaktan bıkkındı. Kınından çekilmeye hazır bir kılıç gibiydi, en keskin yerinden kesmek için sancıları.
Uzayıp giden yolların özleminde kalmıştı anıları. Gidip gelmeyenlerin gölgelerine takılmıştı. Ufuk çizgisinde başlayan bir umudun, yine oracıkta tükenmesine alışamamıştı. Sınır ötesi bir harekatın heyecanına kaptırmıştı en hassas yanını. Olmayacağını bilse de, ufkuna hiçbir kızıllık getirmese de, onu boş yere oyaladığını görse de günlerce, bir dilek tutmuştu kuyuya bir taş atıp.
Kimi zaman uykuyu özleyen gözleri kimi zaman yenik düşebiliyordu bu hain pusuya. Vuruluyordu bir gece yarısı düşlerinin tam ortasından. Kanayabiliyordu düşleri, kanatabiliyordu yüreğini en koyusundan. En koyusunda, kendine yıllanmış acılar bulabiliyordu ve düşmüyordu yakasından.
Geçtiğim sokaklardan yeniden geçemiyordum, düşlerimi kanatan gecelerin ardından. Tanıdık bir rüzgar yolumu keser diye… Tanıdık bir kokuyu getirip de acıları depreştirir diye… Eski bir şarkıyı fısıldar diye…
Limanlarıma sığınamaz olmuştum. Durgun sularında dinlenemez, fırtınalarda koynunda geçinemez olmuştum.
Kuşkuyu fısıldamıştı bir ses, eskiden barındığım mekanlarda. Balıkçı lokantalarında, sarhoş denizciler arasında ölü bir hasret yapışmıştı yakama ve de hırçın bir dua.
Duaların arasında huzuru buluyordu ruhum, bir nebze de olsa. Birine sığınabilmenin, birine içini dökebilmenin, birinden umut dilenebilmenin mutluluğunu yaşıyordu gözyaşları arasında. Anlatamamanın, anlaşılamamanın acısını taşırken içinde, anlatmadan da anlaşılabilmenin en büyük kırıntılarıydı bunlar.
Zira günler geçerken, acılar da üst üste yığılıyorlardı bir köşede. Birikiyorlardı sevdayı öldürmek istercesine. Sevdadan intikam alırcasına, günleri gri bir renge boyuyorlar, gökkuşağının renklerini çalıyorlar, kara kara bulutları getiriyorlardı üstümüze.
Duaların rengi solduğundaysa ve gün ışığı süzülmemeye başladıysa penceremden içeri, geriye sadece kendi içime sığınmak kalıyordu.
Halbuki öyle soğuk bir mahzendi ki içim bana ne havasını solumak ne de duvarlarının arasında soluklanmak istiyordum. Öyle boğuluyordum dinlediğimde sessizliğini. Kimsesizliğini gördüğümde bitirmek istiyordum her şeyi.
Yaşamı bir kalemde silmek, bir yıldız gibi gökyüzünden kaymak, bir nehrin sularıyla beraber engin denizlere dökülmek istiyordum.
Yüreğimi sevmek istiyordum. Sevdalanmak, aşkın iklimlerinde açıp ışığa ellerimi uzatmak, soldurduğum kan kırmızı gülleri yeniden açtırmak istiyordum ama imkansızı başaramıyordum.
Çünkü sevmek eski bir şarkıydı yüreğimin kuytularında.
Sevmek, ulaşılması zor bir ışık, tutulması zor bir damla, anlaşılması zor bir duyguydu. Anlatabilmesi de zordu onu.
Kordu, kıvılcım misali tutuşturabilirdi insanı. Aklını başından alabilirdi ve ayaklarını hiç yere bastırmayabilirdi.
Tüketebilirdi hiç acımadan en saf duygularını ve imkansızdı işte.
İmkansızdı, çünkü sevmek eski bir şarkıydı