• Merhaba, Kadınlar Kulübü'ne ÜCRETSİZ üye olarak yorumlar ile katkıda bulunabilir veya aklınıza takılan soruları sorabilirsiniz.

Huzuru bulma yolunda uzunca bir yol benimkisi…

siyahzeytin

Guru
Kayıtlı Üye
19 Ağustos 2009
29
1
286
İstanbul
Huzuru bulma yolunda uzunca bir yol benimkisi…

Hayata nereden baktığına bağlı sükunetin. İç sesinin azaldığı, başının düşünmekten ağrımadığı bir duygu durum hali belkide huzur. Ne garip değil mi, hep onu ararız, gayemiz tektir yaşamak sürecinde; huzurlu olmak.

Her şeyi isteriz, devamlı bir açlık halidir huzursuzluğumuz. Işık hızıyla tükettiklerimiz açlığımızı daha da arttırır, iştahımızı kabartır etrafımızdaki allı morlu jelatinli hayatlar. Aslında huzursuzluğumuz da devamlı bir keşke halidir. Bitmeyen keşkelerimizin katma değeri olarak hayatımıza kıskançlık giriverir. Masum iç çekişlerimiz olmaktan çıkıverince keşkelerimiz, beyin kanallarımızda temassızlık başlar. En başlarda arıza durumuna geçişimiz anlıktır, tirbülans gibi. Seyrek arızalar esnasında beynimizden damarlarımıza ufak ufak işleyen kıskançlık zehrini hissetmeyiz. Zehirli sarmaşık köklenmeye başlamıştır, tehlike hissettirmeden gelmektedir. En sevdiklerimize bile hasetlenmeye başlarız, bu hissi hisseder ama iç sesimizle bile dillendirmeyiz asla. İşin en garip tarafı alışkanlık yapar bu his. Bugün sevdiğin bir arkadaşının arabasını kıskanırken, yarın bir bakarsın arkadaşının mutluluğunu kıskanıyorsun.

Ama zaten süreçte böyledir aslında. Açlığımıza yenik düşerek başladığımız yolda karşımıza çıkan keşkelerimize sarılıverir, iç çekişlerimizle kanka oluruz, daha ne olduğunu anlamadan kıskançlığımızla kol kola mutsuzluğumuzu bulmaya gideriz. Ne yazık ki mutsuzluğumuz bizi sabırla beklemektedir huzursuzluğumuzun koynunda.

Dedim ya, hayata nereden baktığına bağlı sükunetin. Ama galiba sükunet huzurlu olmak da değil her defasında. Bazen de çöküntü hali olabiliyor, vazgeçmişliğimize uzanan yolculuğumuzun başlangıç noktasındaki sessiz düşmanımız sükunet.

Bazen her kapıyı çalan, yılmadan yoluna devam eden, her koşulda ayakta kalmaya yeminli, dimdik bir duruşumuz olur hayatta. Sürekli bir depar halindeyizdir. “Asla” bu durumlarda başucu kelimemizdir. Asla vazgeçmem, asla susmam, hakkımı asla yedirmem.... Uzar gider mutlaka yapacaklarımızın, ağzının payını vereceklerimizin listesi. Kafamızda kırk tilki, kırkının da kuyruğu dik. Felç haline bir adım kalmış, haberimiz yok. Domino taşından dizilmiş bir hayattır aslında o an yaşadığımız. Ilık bir meltemle tarumar olacak kadar korunaksızdır, güvensizdir çelik zırhlar giydirdiğimiz o dimdik duruşumuz. Nitekim beklenen son da kaçınılmazdır. Hiç durmadan ne kadar koşabilirsin ki? Bir soluklanayım dediğimiz an bitiverir her şey. Bir bakarız yerle bir o “asla”larla dolu korunaklı hayatımız. Neresinden tutacağımızı bilemeyiz, toparlayamayız, toparlamaya çalıştıkça başka bir yerinden yıkılır elimizde kalıverir. Acımasız bir kısırdöngü içinde saçmalarken sen, mutsuzluğun kapını çalar, seni kolundan tuttuğu gibi kadim dostu huzursuzluğun koynuna atıverir.

Benim bahsettiğim sükunet aslında dinginlik halidir. Susmak değil, hayata kapıları tümüyle kapatmak değil. Bir çeşit safra atmak, yükseldikçe daha çok safra atmak. Gerçekten önemli olan ne erdemin varsa insan olmaya dair sadece onları yanına almak. Yükseldikçe görünen resim ise aşikar; insan olarak ne kadar küçük olduğun yukarıdan bakınca sır değil. Her yaşamın ne kadar özel, ne kadar büyük olduğu şüphesiz doğru. Ancak kıyas götürebilir mi aldığın bir nefesin, başka bir nefese göre önemi? Ölüm döşeğindeki hasta bile son bir nefes daha alabilmeyi dilerken yüce Allah’tan, senin yaşamın kimin yaşamından daha değerli olabilir ki?

Ne kadar küçük ve aciz olduğumu kabullenerek başladım kaf dağının ardında beni bekleyen huzuruma doğru bilinmezlikler içinde yürümeye. “Asla”lardan biraz uzaklaşıp, “tercih etme”yi denedim. Her zaman dosdoğru yapamasam da gayret etmeyi öğrendim. Hüznü çok çabuk öğrenmiştim, hüznü unutmayı öğrenmeye çabalıyorum şimdi. Hesaplarım vardı bitmeyen, makro ekonomik denklemlerim vardı iç dünyamda, veresiye defterimi yırttım attım. Kendimi biliyorum sanırdım, içime baktıkça boğuldum dehlizlerimde. Meğer ben neymişim, neler hisseder, neler düşünür, neler yapabilirmişim. Patronum, müdürüm, annem, arkadaşım bilmesin ne yazar, ben biliyorum. Ben kendimi bildikçe iç çekişlerim azaldı, hasetlerim silindi, kalbimde taşıdığım gereksiz yüklerimden kurtuldum. Sükut kalabilmeyi öğrendim bağıra çağıra savaştığım hayatımda. Evet, hesaplarımı kapadım ancak kendimle olanlar hariç. Havale merciim daha büyük eş dost meclislerinden, adalet sisteminden. Hesap vakti geldiğinde ben nasıl hesap vereceksem, herkes verecek hesabını yüce huzurda. Kendi bacağımdan asılacağım gün verilemeyecek hesabım olmasın, bunun derdindeyim. Ağzının payını veremediklerim, hakkımı yiyenler, beni üzenler biliyorlardır zaten her şeyin farkında olduğumu. Gerektiğinde sesimi yükseltebilmeyi, dengemi bozmadan mücadele edebilmeyi öğreniyorum şimdi. Matematik yapmadan, sükunet içinde yaşayabilmek güzel geliyor ruhuma.

Sükunetim yanlış anlaşılmasın sakın; demek istediğim artık sürekli sustuğum, dünyadan vazgeçtiğim değil. Demek istediğim suyu akışına bıraktığım, bazen bir kenara geçip fırtınanın dinmesini beklediğimdir. Körü körüne fırtınanın kucağına atmıyorum kendimi artık. Sakinleşiyorum önce, suçlayacak birilerini, bir şeyleri aramaktansa çözüm yolu arıyorum. Sorunlarımı çözdükten sonra gerisi. Boş vermişlik değil, umursamamazlık değil, sadece bir denge problemi hayat ve yaşanmışlıklarımla ilgili.

Bu yola yeni çıktım, çıkar çıkmaz hissettim kalbimdeki hafifliği. Hafifledikçe, sağımdaki solumdaki gereksiz tüm teferruattan daha da çok kurtulasım geldi. Aslolan ne, önemli olan ne bunun derdine düştüm. Ruhumu sadeleştirmek bana çok iyi geldi. Sükunetim uzun yolculuğumda koluna girip başımı yasladığım, en azılı fırtınalarda canım kurtarmak için sığındığım bir liman oldu bana.

Ve ben bu uzun yolculuğumun başındayım biliyorum. Hamdım piştim oldum demeye ömür vefa etmez bunu da biliyorum. Ama çabalamanın lezzetini de artık biliyorum. Yolumda daha birçok engel olacak, daha sayısız taşa takılacak ayağım, daha binlerce kez canım yanacak bunu da biliyorum. Kaf dağının ardında bekleyen huzuruma doğru giderken ben yolumdaki gülleri kokluyorum. Ara sıra batıyor elime dikeni, canımı da yakıyor ama olsun. Ben gül kokulu yollar yaptım ruhumda, gülü de gönlüme hoş, dikeni de gönlüme hoş…
 
insan denen varlık ne kadar da karışık... aslında suyun bulanmış hali gibi. o kadar ufak şeylerden o kadar bulanıyor ki ruhu, çözüme giden her deneyiş yeniden daha da bulanık bir hal oluveriyor düşünce ve yaşam denizinde. aslında gereken sadece biraz denizin kuru tarafına geçmek ve beklemek. denizi bulandıran son damlanın, dalgayı çıkaran son rüzgarın da geçip gittiği, bulanıklığın yavaş yavaş dibe çöktüğü o sıfır noktasını yakalamak. ne göreceğin ve ne kadar bekleyebileceğin,; ihtiyacın olan biraz cesaret çokça sabır...
her daim başa dönenlerden, her daim yeniden yola çıkanlardan biri... siyahzetinden sevgilerle...
 
Back