Düşün ki, sevdiklerinden, doğup büyüdüğün topraklardan çok uzaklarda bir yerdesin. Akşam olur kapanırsın dört duvarına... Konuşursun... Ağlarsın... Anlatırsın... Bağırırsın... Sesin yankısını yitirir duvarlarda... Halini bir soran, sesini bir duyan olmaz... Sonra ey der, hey der susarsın... Kıvrılıp yüreğinin içine büzülürsün bir köşede... Kıvranırsın... Kanarsın... Geldiğin yerler gelip çakılır usuna... Düşünürsün... Düşünür üzülürsün. Üzülür büzülürsün...
Bir dost ararsın, elini uzatırsın elin havada kalır... Gözlerin tavanda, sözlerin ağzında çaresiz kalır... Uzun ince bir ah gibi, bir sızı gelip saplanır kalbinin tam orta yerine burgulu bıçak gibi... Ne kadar sevgi varsa kanar içinde, ne kadar özlem varsa yanar... Oturup ağlamak istersin şöyle doya doya ama akmaz bir damla yaş gözlerinde... Yüreğinin ağladığını hissedersin o an, yüreğinle beraber geçmişin de ağlar içinde... Ömrünce hep kırılırsın, kanarsın, durduramazsın kanamayı... Kırgın, kızgın, yorgun, bir o kadar da yaralısın... “ Hayat ki, hakkını hep başkalarına vermiştir ama yinede haklı çıkan hep başkaları olmuştur ”.
Anlatamazsın derdini kimselere hep içine atarsın. Acıların dehşetli dalgalarında yolunu yitirmiş bir gemi gibi kalakalırsın tanımadığın denizlerin ortasında, şaşkın bitkin, bir o kadar da çaresiz...
Unutursun içindeki ışıkların beyazlığını, bütün renkler siyaha çalmıştır artık. Dalgın dalgın bakarsın sulara, Umut yaralı bir kuş olmuş uçmuş elinden... Ayrılık sözleri su olup sızı sızı akar dilinde, içindeki bütün pınarlar kanamaya başlamıştır...
Kar yangını bir gecedir zaman artık, kahrolası ıssıs sokaklarda... Akşam şehire her gelişinde, hüzünle gelir. Acılarını alıp gitmez... Kanadı kırılmış yavru bir kuş gibi sığınacak bir dal ararsın... Ve sessizce solursun bir hazan yaprağı gibi. Önünde çocukluğun geçer, ilk gençliğin geçer yıl yıl. Gömülürsün karanlığın en derin dehlizlerine... Hüzün kokar rıhtımlar, yalnızlık kokar. Yalnızlık ölüm kokar... Bazen karanlıkta kalır tükenir nefesin....
Bazen gözpınarlarından akan damlalar, bir nehir gibi süzülerek Ren’in kirli sularına karışır. Daralırsın, çıkıp bir dağbaşına haykırmak geçer içindeki ateşi, yankılı kayalara... Koşarsın doruklara, ayakların kırık, dikenler acımasız, yüreğin kanrevan... Hasretle sarılmak gelir son bir defa sevdiklerine.
İhanetin, kalleşliğin, göğsünden vurulmuşluğun acısını taa iliklerinde duyarak yürürsün ıslak caddelerde. Ne şarkıların, ne de şiirlerin bir tadı kalır dilinde. Yanıp kavrulursun hasretin ateşiyle, bir çöle döner yüreğin. Bir yanın Leyladır artık bir yanın Mecnun... Başını önüne eğer yürürsün... Adım adım ölüme götürür seni adımların ...
Alıntı..