Hüseyin Nihal Atsız

roxett

Popüler Üye
Kayıtlı Üye
12 Temmuz 2006
2.280
60
47
HAYATI

Hüseyin Nihal ATSIZ Bey´in babası, Gümüshane ilinin Dorul ilçesinin Midi köyünden 'Çiftçioğulları' ailesine mensup (Deniz Makina Önyüzbaşısı) Hüseyin Ağa´nın oğlu (Deniz Güverte Binbaşı) Mehmet Nail Bey olup; annesi ise, Trabzon´un kadıoğulları ailesinden (Deniz Yarbayı) Osman Fevzi Bey´in kızı fatma Zehra Hanım´dır

Atsız´ın babası Mehmet Nail Bey (1877-1944) donanmaya girer ve Deniz Güverte Binbaşılığına kadar terfi eder.1903 yılındaYüzbaşı iken ilk esi Fatma Zehra Hanım´la evlenir. Bu evlilikten,12 Ocak 1905´de Hüseyin Nihal,1 Mayıs 1910´da Ahmet Necdet (SANCAR) ve Aralık 1912´de de Fatma Nezihe (ÇİFTÇİOĞLU) olmak üzere üç çocuğu olur.

Atsız, ilkokula, altı yaşında, Kadıköy´de ki Fransız okul´unda başlar. Fakat çok geçmeden, çıkan bir yangında okulun yanması sonucu aynı semtteki Alman Okulu´na verilir (1911) . Bir süre sonra, Kızıldeniz´de bulunan Malatya ganbotunun süvarisi olan babasının yanına gider. Bu arada Türk-İtalyan savaşı çıkar ve ganbotun İstanbul´un emri ile Süveyş´e sığınması üzerine Atsız´da bir kaç ay Fransız okuluna devam eder.

İstanbul sultanisi´nin onuncu sınıfında iken (1922) , imtihanla Askeri Tıbbiye ´ye girer. Tıbbiyeden sonra Kabataş Lisesi´nde üç ay kadar yardımcı öğretmenlik yapar. Bilahere Deniz Yolları´nın 'Mahmut Şevket Paşa' adlı vapurunda katip olarak çalışır ve birkaç seferde katılır. Ancak bu işten tatmin olmaz ve 1926 yılında İstanbul Darülfünunu´nun (üniversitesinin) Edebiyat Fakültesinin yatılı kısmı olan Yüksek Muallim Mektebi´ne kaydolur.

Atsız fakülteden mezun olduktan sonra, Hocası Köprülü, Maarif Vekaleti nezdinde Atsız için aracılık eder ve sekiz yıllık mecburi hizmetlerini affettirerek, kendi yanına asistan olarak alır. (25 Ocak 1931)

15 Mayıs 1931´de 'ATSIZ MECMUA' yı çıkartmaya başlar. Yazı kadrosuna M. Fuat Köprülü, Zeki Velidi Toğan, Abdulkadir İnan gibi ilim adamlarının da dahil bulunduğu bu 'Türkçü ve Köycü' dergi, Ziya Gökalp´ten sonra Cumhuriyet döneminde Türkçülük çığrını açar. Dergi,25 Eylül 1932 tarihine kadar 17 sayı çıkar. Atsız, ORHUN dergisinin 1 Mart 1944´tarihli 15. sayısında, İsmail Hakkı Baltacıoğlu´nun 1944 Şubat´ında Halkevinde verdiği konferansta komünistlerin küstah hareketleri ve sözleri nedeniyle, devrin başkanı Şükrü Saraçoğlu´na hitaben bir 'Açık Mektup' yayınlar. Bir yıl önceki Türkçe sözleri hatırlatılarak 'solculuğun müsamaha ve kayıtsızlıktan faydalanarak sinsi sinsi ilerlediğini' açıklar. Bunu ikinci Mektup takip eder. Yurdun her yerinden ilgi gören açık mektuplar, kısa zamanda ülkenin gündemini meşgul etmeye başlar. Bu durumdan tedirgin olan zamanın Milli Eğitim Bakanı tarafından, Atsız´in Boğaziçi Lisesin´deki Edebiyat öğretmenliği görevine 7 Nisan 1944 tarihinde son verir. Dergi kapatılır ve Atsız hakkında dava açılır.

Atsız İstanbul´da oturduğu için, trenle Ankara´ya gider, garda binlerce genç tarafından karşılaşılır. Birçok genç tutuklanır. Mahkeme, Atsız´i 4 ay hapis cezasına mahkum ederse de daha önce mahkumiyeti olmadığı ve iyi hali gözetilerek, cezalarının teciline karar verir.

'Irkçılık-Turancılık' davası,7 Eylül 1944 den itibaren haftada 3 gün olmak üzere 65 oturum devam eder,29 Mart 1945 tarihli duruşmada, Atsız 6,5 yıla arkadaşları da muhtelif cezalara mahkum edilirler. Temyiz üzere Askeri Yargıtay kararı esastan bozar. Atsız,1,5 yıl kadar tutuklu kaldıktan sonra 23 Ekim 1945 tarihinde tahliye edilir.

1950-1951 öğrenim yılının başında Haydar Paşa Lisesi Edebiyat Öğretmenliğine getirilen Atsız, burada iki yıl görev yaptı. Bu defa da,3 Mayıs´in kutlamaları için Ankara´da verdiği ilmi bir konferans bahane edilerek öğretmenlikten alındı ve Süleymaniye Kütüphanesindeki eski görevine iade edildi. (1952) . Burada 17 yıl çalıştıktan sonra 1969´da emekliye ayrıldı.

1950-1952 yıllarında yayınlanan haftalık Orhun dergisinin başyazarlığını yaptı.1962´de kurulan Türkçüler Derneği´nin genel başkanlığını üstlendi.1964´den vefatına kadar Ötüken dergisini yayınladı. Ötüken´de bölücülük hareketlerine karşı dikkatleri çeken yazıları sebebiyle kendisi 'bölücülük' iddiası ile suçlanarak yargılandı.

Fikir hareketini yürütmek, Allah´tan başka kimsenin önünde eğilmemeyi, Allah´tan başka kimseden korkmamayı, dünya ile ilgili arzu ve ihtiyaçlara tenezzül etmemeyi gerektirir ki, her zaman saygı ve hayranlıkla andığımız Atsız; baş eğmeyen, diz çökmeyen ve bütün baskılara rağmen susmayan, susturulamayan bir dava adamı olarak, arkasından silinmez izler bırakarak tarihe geçmiştir.

Nihal Atsız son derece mütevazı imkanlar içinde yaşamasına rağmen, Türk Edebiyatı´nın ve Türk fikir hayatının en değerli eserlerine dev boyutta eserler katmış ve tek başına Türk Milliyetçiliği´nin akademisi haline gelmiştir.
 
Ey gözlerinin rengi,bütün ruhumu sarsın
Kalbimde bugün açtı siyah renkli çiçekler
Bir gün beni rüzgarlara kalbinle sorarsan
''Can verdi senin ruhuna çoktaan''diyecekler!

Taa kalbe giren gözlerinin şulelerinden
Gel sevgili gel,sen bana bir semli kadeh sun
Hiç titrememiş kalbimi tiretti yerinden
Oynattı evet,sendeki baş döndüren efsun.

Ey gözleri hançer gibi keskin,dişi kaplan
İster bana aşkın bütün alamını çektir
İster beni öldürmek için sineme saplan
Ölsem bile aşkım seni takib edecektir...

Hüseyin Nihal Atsız
 
Afşin’a Ağıt



Ne ümitlerle gelip dünyaya
En güzel ismi takındın: Afşın!
Böyle erken bırakıp gitme neden?
Kaç bahar, kaç yılı doldurdu yaşın?
Kaldı senden bize bir gamlı seda...
Bir vedadır o seda, sade veda’

*******************************


AĞIT



Gönlümde yazdığım bu son ağıta
Nazire yaparak coşan dalgalar!
Hastası olup da geç vakit hekim
Arayanlar gibi koşan dalgalar!

Sizin de elbette var bir sızınız,
Bundan mı geliyor korkunç hızınız?
Benide beraber alır mısınız?
Kederle kabarıp şişen dalgalar?

Sizile paylaşsak bu korkunç gamı,
Bitmiyor bu sonsuz ecel akşamı.
Bilmem ki bundan mı titriyor gemi?
Ey dalgakıranı aşan dalgalar?

Hey ATSIZ çöküyor eski bir direk.
Baksan da dünyaya titremeyerek,
Hepimiz beraber haykırsak gerek
Ey bela dehrinde pişen dalgalar! ..
 
Aşkınla



Aşkınla senin bunca gönül etmede nale...
Uğrunda akan gözyaşımız oldu şelale.
Onmaz kara sevdamızı kan söndürecektir...

O füsunkar ve güzel gözleri her kalbi deşen
Öyle bir nazlı kızın aşkına düştüm ben ki...

Ey bir eşi bulunmaz fedakar,mert arkadaş!
Kıskandırdın bizi sen,bak ölümün ne kadar şanlı!

Arkadaşımızın mert ve şan dolu göğsünde
Şehitliğin nişanı kızıl bir gül açıldı....

 
Ay Yüzlü Güzel Konçuy



Mestim bugün aşkınla ay yüzlü güzel konçuy,
Gönlümde esip çınla, ay yüzlü güzel konçuy.
Şevkinle serab ettin, aşkınla harab ettin,
Payında türab ettin,ay yüzlü güzel konçuy.
Sensiz yaşamak boştur, birlikte ölüm hoştur,
Coştum, daha çok coştur, ay yüzlü konçuy.
Sevginle geçip serden, bildim yaralar nerden;
Eyvah kara gözlerden, ay yüzlü güzel konçuy.
Zulmetteki mahımsın, gönlümdeki ahımsın,
Ömrümde günahımsın, ay yüzlü güzel konçuy.
Lebler sücü, bir tas ver; hem neş'e ve hem yas ver;
Hançer mi o kirpikler, ay yüzlü güzel konçuy.
Almış beni albızlar, gönlümde yaran sızlar,
Kurban sana Atsızlar, ay yüzlü güzel konçuy...

 
Ayrılık



Sevdiğim, kemençede titretiyorken yayı,
Bülbül sustu, unuttu o eski ağlamayı.
Öyle sandım ki gökte kızıllık sardı ayı,
Sevdiğim, kemençede inletiyorken yayı...

Ağaçların dalları saygılarla eğildi,
İçimden çarpıntıyı, gözümden yaşı sildi,
Böceklerin sesleri birdenbire kesildi,
Sevdiğim, kemençede söyletiyorken yayı...
Ayın on dördü gökte yavaşça yükselince,
Bir bağlama başladı önceden ince ince ...

Birdenbire gürleşip kemençeye karıştı,
Biri coşkun bir öfke, biri bir yalvarıştı.
Birini inletirken bir kadının elleri,
Birinde bir erkeğin kırılmış emelleri...
Sonra kemençe sustu... Yalnız kaldı bağlama,
Çalkalanarak diyor ki: “Boşunadır, ağlama!
Kemençen, bağlamam ve ... Gönüllerimiz kırıktır;
Her tatlı sevişmenin sonu bir ayrılıktır...

Gök onun kadar derin , o gök kadar berraktı,
Biraz sonra nazik ay bizi yalnız bıraktı...
Bu ayrılık çağının hicranını bir düşün,
Beni hala yakıyor tadı en son öpüşün!?..

Hazin hıçkırıkları bırakılmış bir kızın,
Hatırlattı bütün o eski ayrılıkları.
Söndürür neşesini gönlümüzdeki hızın,
Bırakılmış bir kızın hazin hıçkırıkları...



 
Bahtiyarlık



Bahtiyarlık ne zafer kısrağına binmektir;
Ne yaşarken dünya uçmağına inmektir.
Şekli olmaz, rengi yok, belirsizdir ve tektir.
Bahtiyarlık: Ömründe bir kere sevinmektir.

Bir karanlık geceye akıyorken bu varlık
Bulunur mu dünyada ebedi bahtiyarlık?
Mükafatın, yapsan da en büyük bir yararlık
Nihayet zafer adlı bir kısrağa binmektir.

Dört hecelik söz olan “bahtiyarlık”... O bir sır...
Bilmeyecek insanlık bunu daha bin asır.
Bilgi, bolluk, din, para... Hepsi boş, hepsi kısır...
En fazlası bir dünya uçmağına inmektir.

Her şeyin bir şekli var, her derdin bir ilacı...
Türlü türlü yemişler verir dünya ağacı.
Zafer çetin, ilim güç, bozgun kötü, aşk acı.
Halbuki bahtiyarlık: Belirsizdir ve tektir.

Bahtiyarlık: Boraca yüce dağları aşmak
Varılmadan ölünen uzak yerlere koşmak,
Tanrı’nın sofrasında mest olarak konuşmak
Ve ömründe bir kere, bir kere sevinmektir...


 
Bütün Türk Gençliğine



I
Yer bulmasın gönlünde ne ihtiras, ne haset.
Sen bütün varlığınla yurdumuzun malısın.
Sen bir insan değilsin; ne kemiksin ne de et;
Tunçtan bir heykel gibi ebedi kalmalısın.

Iztırap çek inleme... Ses çıkarmadan aşın.
Bir damlacık aksa da bir acizdir göz yaşın;
Yarı yolda ölse de en yürekten yoldaşın,
Tek başına dileğe doğru at salmalısın.

Ezilmekten çekinme ... Gerilemekten sakın!
İradenle olmalı bütün uzaklar yakın,
Dolu dizgin yaparken ülküne doğru akın,
Ateşe atılmalı, denize dalmalısın.

Ölümlerden sakınma, meyus olmaktan utan!
Bir kere düşün nedir seni dünyada tutan?
Mefkuresinden başka her varlığı unutan,
Kahramanlar gibi sen ebedi kalmalısın...


II
Sen ne elde ve dilde gezen billur bir sağrak,
Ne de sıska bir göğse takılan bir çiçeksin;
Seninde bu dünyada nasibin var savaşmak!...
Kayalarla güreşip dağlarda öleceksin.

Yoldaşlık ederekten gökte güneşle, ayla,
Aşarsın tepe, ırmak; yürürsün ova ,yayla...
Hayata ne biçimde geldinse bir borayla
Daha sert bir kasırga içinde biteceksin.

KIZIL ELMA uğruna kılıç çekince kından,
Bahtiyarlık denen şey artık geçmez yakından.
Mesut olup gülmeyi sök, çıkar hatırından.
Belki öldükten sonra bir parça güleceksin.

Yüz paralık kurşunla gider “HAYAT” dediğin;
“ Tanrı yolu” uzaktır; erken kalk sıkı giyin.
Yazık, bütün ömrünce o kadar özlediğin
Güzel Kızıl Elma’na varmadan öleceksin.


III
Belki bir gün çöllerde kaybedersin eşini,
Belki bir gün ağlarsın kaçtı diye karına.
Işıksız kulübende boranın esişini
Dinleyerek çıkarsın bir ümitsiz yarına.

Gün olur ki mertliğin uğrar kahpe bir hınca;
Namert bir el arkandan seni vurur kadınca;
Bir gün sabrın tükenir... Silahını kapınca
Haykırarak çıkarsın yurdunun dağlarına...

Hayatın kamçısıyla sızar derinden kanlar,
Senin büyük derdinden başkaları ne anlar?
Vicdanını “Paris”e, “Moskova”ya satanlar,
Küfür diye bakarlar senin dualarına.

Hey arkadaş!.. Bu yolda bende coşkun bir selim,
Beraberiz seninle, işte elinde elim.
Seninle bu hayatın gel beraber gülelim,
Ölümüne , gamına, tipisine, karına...


IV
Atandan kalmış olan kılıcı iyi bile,
Onu bütün gücünle vuracaksın çağında.
Savaş... Bunu tadını ey Türk sen bulamazsın,
Ne sevgili yanında, ne baba ocağında...

Savaşmaktan kaçınır, kim varsa alnı kara,
Kan dökmeyi bilenler hükmeder topraklara...
Kazanmanın sırrını bilmiyorsan git, ara
“Çanakkale” ufkunda, “Sakarya” toprağında.

Siyasette muhabbet... Hepsi yalan, palavra...
Doğru sözü “Kül Tegin” kitabesinde ara...
Lenin’den bahsederse karşında bir maskara,
Bir tebessüm belirsin sadece dudağında.

Yatağında ölmeyi hatırından sök, çıkar!
Döşeğin kara toprak, yorganındır belki kar...
Sen gurbette kalırsan, ben ölürsem ne çıkar?
Ruhlarımız buluşur elbet “Tanrıdağı”nda...


V
Mukadderat isterse seni yoldan çevirsin ,
Sen hele bu yollarda yıpranarak aşın da,
Varsın bütün ömrünce bir an nasip olmasın,
Yorgunluğu gidermek serin bir su başında.

Bir gülüşten ne çıkar, ne çıkar ağlamaktan?
Kullar kancıklık eder, bela bulursun Hak’tan.
Gün olur ki bir yudum su ararsın bataktan,
Gün olur ki bir tutam tuz bulunmaz aşında.

Bir çığ gibi yürürsün bir lahza durmaksızın,
Bir ilahi kaynaktan geliyor çünkü hızın.
Duyguların ölmüştür... Tapınılan bir kızın,
Bir füsun bulamazsın gözlerinde, kaşında.

Iztırabı kanına kat da göz kırpmadan iç!
Varsın gülsün ardından, ne çıkar, bir iki piç...
Bu varlık dünyasında yalnız senin hiç mi hiç,
Bir şeyin olmayacak hatta mezar taşında....

 
Davetiye



Ey Benito Musolini! Ey gayet yüce,
italyanlar başvekili muhterem Düce!
Duydum ki, yelkenleri edip de fora
Gelecekmiş orduların yeşil Bosfora.
Buyursunlar... Bizim için şavaş düğündür;
Din Arab'ın, hukuk sizin, harp Türk'lüğündür.
Açlar nasıl bir istekle koşarsa aşa
Türk eri de öyle gider kanlı savaşa.
Hem karadan, hem denizden ordular indir!
Çarpışalım, en doğru söz süngülerindir!
Kalem, fırça, mermer nedir? Birer oyuncak!
Şaheserler sungtilerle yazılır ancak!
Çağri Beg'le Tuğrul Beg'in kurduğu devlet
Italyalı melezlerden üsttündür elbet;
Bizim eski uşakları alda yanına
Balkanlardan doğru yürü er meydanına;
Çelik zırhlı kartalları göklere saldır...
Fakat zafer sizin için söz ve masaldır...
Dirilerek başınıza geçse de Sezar
Yine olur Anadolu size bir mezar.
Belki fazla bel bağladın şimal komşuna,
Biz güleriz Cermenliğin kuduruşuna,
Tanıyoruz Atilla'dan beri Cermeni,
Farklı mıdır Prusyalı yahut Ermeni?
Senin dostun Cermanyaya biz Nemşe deriz,
Bir gün yine Bec onünde düğün ederiz.

Soyle, kara gömlekliler etmesin keder;
Olum-dirim savaş bir gün mukadder!
Gerçi bugün eskisinden daha çok diksin;
Fakat yine biz Osmanli, sen Venediksin!
Tarihteki eski Roma hoş bir hayaldir,
Hayal bütün insanlarda olan bir haldir.
Bu hayaller zamanları hızla asmalı,
Gök Türklerle Romalılar karşıIaşmalı!
Görmüyorsan gönIlumüzün içini, korsun!
Kılıçlarımız kınlarından çıkmayagörsün!

Top sesleri, bomba sesi bize saz gelir;
17'ye karşı 44 milyon az gelir.
Arnavud'u yendim diye kendini avut,
Yiğit Türkle bir olur mu soysuz Arnavut?
Kayalara çarpmalıdır korkunç türküler!
Dalmalıdır gövdelere çeIik süngüler!
Sert dipçikler ezmelidir nice başları!
Ecel kuşu ayırmalı arkadaşları!
En yiğitler serilmeli en önce yere!
Kızıl kanlar yerde taşıp olmalı dere!
Ülkü denen nazlı gelin erde şan ister!
Büyük devlet kurmak icin büyük kan ister.

Damarında var mi senin böyle bol kanın?
Türkün kanı bir eşidir lavlı volkanın!
Tarihteki eski Roma hoş bir hayaldir,
Kurulacak yeni Roma boş bir hayaldir,
Karşısında olmasaydi şanli 'Türk Budun'
Belki gerçek olacaktı bir gün umudun,

Insan oğIu ümitlerle dolup taşmalı,
Aryalarla Turanlılar karşılamalı.
Tabiatın yürüyüşü belki yavaştır;
Hız verecek biricik şey ona savaştır!
Keskin olur Iikörlerden ayranla kımız,
Karnera'yı yere serer Tekirdağ'lımız.
Yurdumuzun çok tarafı olsa da kuru
Makarnadan kuvvetlidir yine bulguru...
Biz guleriz Façyo'ların felsefesine,
Dayanır mı kırkı bir tek Türk efesine?
Bizim yanık Fuzuli'miz engin biz deniz!
Karşisinda bir göl kalır sizin Dante'niz!
Bizler ulu bir çınarız, sizler sarmaşik!
'Generaller 'Paşalarla atamaz aşık! ..
Ey İtalyan başvekili! Ey Musolini!
iki ırkın kabarmalı asırlık kini...
Hesabınıi göreceğiz elbette yarın
Yedi yüzlü, yedi dilli Italyan'ların!

Irkınızı hiçe saydı Hazreti Fatih.
Biraz daha yasasaydi Hazreti Fatih
Ne Venedik kalacakti, ne Floransa...
Hoş geldiniz diyecekti bize Fransa!
Haydi, hamle kafirindir... İlkönce sen gel
Ecel ile zaman bize olmadan engel!
Burda tanklar yürümezse etme çok tasa;
Sungtilerle çarpışmadır şavaşta yaşa.
Olma boyle sinsi çakal, yahut engerek!
Bozkurt gibi, kartal gibi doğüşmek gerek!

Kılıç Arslan öldü sanma, yaşıyor bizde!
Atila'nin ateşi var içimizde!
Kanije'nin gazileri daha dipdiri!
Sınırdadir Pilevne'nin kırk bir askeri!
Edirne'de Sükrü Paşa bekliyor nöbet!
Dumlupınar denen şeyi bilirsin elbet!
Şehitlerden elli milyon bekAçisi olan
Asılmaz bir kayadır bu ebedi Vatan!

Hüseyin Nihal Atsız
 
Dosta Sesleniş



od düşmüş gönlüme
söndürde derdine yan
muhanne yolu kesmiş
çöldeki merdine yan
yarınlar kalleş dolu
mert olan her düne yan


********************

Dün Gece



Sayın zevcin senin gayet yamandır
Yaman kılgan anı elbet zamandır

Anın kahvaltısı çay birle ekmek
Reisicumhurun yalnız samandır

Ufukta gördüğün sis, sis değildir
Benim ahımla çıkmış bir dumandır

Başım ta fecredek ağrıyla yandı
İlacı vehmile hülya ve zandır

Güven olmaz hayata çünkü en son
Amandır ah amandır ah amandır

 
Ebedi Yiğit



Adı yok,şehit!
Kefenin; Vatan,
Tabutun; Cihan,
Düşünüp övün,
Yaşıyor ünün...

Damarında kan,
Bir alev midir?
Yaşaman; roman,
Ölümün; şiir.
Sana yok ne taş,
Nede bir mezar,
Bu hayat; savaş,
Ebedi uzar...

Eşit olduğun,
Şu güneş; Tuğun,
Tabutum; Vatan,
Mezarın; Cihan
Adı yok yiğit,
Ebedi şehit...

 
El Yazısı İle Yazdığı



'Yürür gün doğmadan yollarda her gün

Sakat, sessiz ve aksak bir hayalet...

İçerden: Bir ziyan olmuş ömürdür;

Dışardan: Neymiş artık var, hayal et...


******************************

Eski Bir Sonbahar



Sonbahardı... Seninle geçiyorduk o yoldan;
Topraklardan, havadan bir hüzün taşıyord
Bize yaklaşıyordu

Gönlümüzde yepyeni bir duygu yaşıyordu.
Rüzgarların değildi bu musiki, bu hüzün;
Hatırladın değil mi? Kuşlar ağlaşıyordu...
Havada bir serinlik... Tatlı bir hayal gibi...
Torak nasıl meçhuldü tıpkı istikbal gibi?
O gün tabiat başka bir türlü yaşıyordu.
Kalbin acı, gözlerin yaşla dolmuştu senin;
Yapraklar gibi yere dökülüyordu enin;
O nağme mesafeyi, zamanı aşıyordu.
O bir beste değildi: Kuşlar ağlaşıyordu.
En hazin şey muhakkak öksüz kalan ocaktır.
Bu ocak hüzünlerle dolup boşalacaktır.

Eski bir sonbaharı, küçük kuşları anmak
Belki veda etmektir sana birkaç satırla...
Yine bir sonbaharda ordan yalnız geçersen
Beraber geçtiğimiz serin günü hatırla!..

 
Gel Buyruğu



Tanrının 'gel' buyruğu tatlılıkla erince
Ona doğru can kuşu nice uçmasın, nice?
Ne yaşamak tasası, ne dünyanın yasası,
Ne de bir kaygı kalır can yükünü derince.
Bu dirlik bir kılıçsa ölüm onun kınıdır;
İkisini birlikte verirler bir verince.
Ecel dedikleri şey erlerin kevseridir;
Gözünü kırpmadan iç, içme çağı erince.
Bir yumunca gözünü, kaybedince özünü
Çalamazsın sazını öyle inceden ince
Ne güneş kalır, ne ay; ne ırmaklar akar, ne çay;
Dünyaya gelmedin say yağız yere girince.
Bildiğin, neyse unut, Tanrı'ya kavuştun tut,
Bir gün ölüm meleği seni yere serince.
Şu gördüğün ne varsa birer birer küçük damladır,
Bir denize akıyor hepsi yerli yerince
Bir gördüğün baştır, mezar beşiğe aştır,
Ölü diriye eştir, düşün biraz derince.
Atsız! Ölüm gerekmek teninde can yaşarken,
Sen burada olmazsın ölüm kanat gerince...


 
Geri Gelen Mektup



Ruhun mu ateş, yoksa o gözler mi alevden?
Bilmem bu yanardağ ne biçim korla tutuştu?
Pervane olan kendini gizler mi hiç alevden?
Sen istedin ondan bu gönül zorla tutuştu.

Gün, senden ışık alsa da bir renge bürünse;
Ay, secde edip çehrene, yerlerde sürünse;
Herşey silinip kayboluyorken nazarımdan,
Yalnız o yeşil gözlerinin nuru görünse...

Ey sen ki kül ettin beni onmaz yakışınla,
Ey sen ki gönüller tutuşur her bakışınla!
Hançer gibi keskin ve çiçekler gibi ince
Çehren bana uğrunda ölüm hazzı verince
Gönlümdeki azgın devi rüzgarlara attım;
Gözlerle günah işlemenin zevkini tattım.
Gözler ki birer parçasıdır sende İlahın,
Gözler ki senin en katı zulmün ve silahın,
Vur şanlı silahınla gönül mülkü düzelsin;
Sen öldürüyorken de vururken de güzelsin!

Bir başka füsun fışkırıyor sanki yüzünden,
Bir yüz ki yapılmış dişi kaplanla hüzünden...
Hasret sana ey yirmi yılın taze baharı,
Vaslınla da dinmez yine bağrıdaki ağrı.
Dinmez! Gönülün, tapmanın, aşkın sesidir bu!
Dinmez! Ebedi özleyişin bestesidir bu!
Hasret çekerek uğruna ölmek de kolaydı,
Görmek seni ukbadan eğer mümkün olaydı.

Dünyayı boğup mahşere döndürse denizler,
Tek bendeki volkanları söndürse denizler!
Hala yaşıyor gizlenerek ruhuma 'Kaabil'
İmkanı bulunsaydı bütün ömre mukabil
Sırretmeye elden seni bir perde olurdum.
Toprak gibi her çiğnediğin yerde olurdum.

Mehtaplı yüzün Tanrı'yı kıskandırıyordur.
En hisli şiirden de örülmez bu güzellik.
Yaklaşması güç, senden uzaklaşması zordur;
Kalbin işidir, gözle görülmez bu güzellik...

 
Hâtıralar



Bir anda uzun yıllar aşar hâtıralarla;
İnsan ona derler ki yaşar hâtıralarla,
Mâzideki kanlar, düşünüşler ve sadâlar
İnsan denilen fertleri birbirine bağlar!
Geçmişle bütün bağları çözmek ne ağırdır,
Hayvanların ancak, dünü, mâzisi sağırdır.

Mâziyi unutsak bile mâzi kökümüzdür,
En tatlı gülen yüz bize mâzideki yüzdür.
Geçmişte yatar şanlı zaferler, nice haklar!
Tuğrul Beğ'i, Alp Arslan'ı mâzi bize saklar!
Mâzideki bir şanlı fasıldır Kılıç Arslan!
Kâfirlere bir sor ki nasıldır Kılıç Arslan!
İnsanları yüksekte tutan: Hâtıralardır!
Can verdiğimiz şanlı vatan: Hâtıralardır!
Bilmezsen eğer geçmişi, toprakları git, kaz;
Otlarla böceklerde dünün yâdı bulunmaz,
İnsansa bütü yâdı aşar hâtıralarla.
İnsan ona derler ki yaşar hâtıralarla...

Hüseyin Nihal Atsız


 
Kader



Dünyada gerçi olmadı bir şeyde kârımız
Ukbâda belki olsa gerek itibârımız.
Ağyâr gül kopardı dikenden demet demet,
Hâr oldu bağrımızda çiçek yüzlü yârımız.
Yükseldi arşa neşvesi dünun, esâfilin;
Toprakta gizli kaldı bizim âh ü zârımız.
Baş eğmedik edâniye ikbâl ü câh için;
Mâziye, ırka, sancağadır iftihârımız.
Şâd olmamak olur mu, Kızıl Elma semtine
Bir gün dönerse râyet-i âli-tebârımız.
Hiçbir emel gönülde karâr etmiyor bugün,
Ermektedir, şitâya hazin sonbahârımız.
Hakanların dikilmeli Altay’da tuğları,
Varsın cihanda olmayagörsün mezârımız.

 
Kağanlığa Doğru



Çekildi mi kılıçlar
Türk'ün gönlü hoşlanır
Kağanlığı kurmaya
Yeni baştan başlanır

Gözler ayda güneşte
İlteriş Kağan başta
Yazlar geçer savaşta
Ötüken'de kışlanır

İçelim kımızları
Yosma Gök Türk kızları
Esritirken bizleri
Yavuzlar yavaşlanır


 
Kahramanların Ölümü



(İşaf)
(Şehit tayyareci Kurmay yüzbaşı Kami’nin büyük hatırasına)

Gerilir zorlu bir yay
Oku fırlatmak için;
Gece gökte doğar ay
Yükselip batmak için.
Mecnun inler, kanını
Leyla’ya katmak için.
Cilve yapar sevgili
Gönül kanatmak için.
Şair neden gam çeker?
Şiir yaratmak için.
Dağda niçin bağırılır?
Feleğe çatmak için.
Açılır tatlı güller
Arılar tatmak için.
Tanrı kızlar yaratmış
Erlere satmak için.
İnsan büyür beşikte
Mezarda yatmak için.
Ve...........................
Kahramanlar can verir
Yurdu yaşatmak için...
1931

Hüseyin Nihal Atsız


 
Kahramanlık



Kahramanlık ne yalnız bir yükseliş demektir,
Ne de yıldızlar gibi parlayıp sönmektir.
Ölmezliği düşünmek boşuna bir emektir;
Kahramanlık; saldırıp bir daha dönmemektir.

Sızlasa da gönüller düşenlerin yasından
Koşar adım gitmeli onların arkasından.
Kahramanlık; içerek acı ölüm tasından
İleriye atılmak ve sonra dönmemektir.

Yırtıcılar az yaşar... Uzun sürmez doğanlık...
Her ışığın ardında gizlidir bir karanlık.
Adsız sansız olsa da, en büyük kahramanlık;
Göz kırpmadan saldırıp bir daha dönmemektir.

Kahramanlık ne yalnız bir yükseliş demektir,
Ne de yıldızlar gibi parlayıp sönmektir.
Bunun için ölüme bir atılış gerekir.
Atıldıktan sonra bir daha dönmemektir...


 
Karanlık



Son ışık söneli nice zamandır;
Rüyalar! Yeniden önüme düşün!
Yardan ayrı geçen uzun yıllarda,
Hülyası bulunmaz bir anlık düşün.

Yayını kalbime Ayzıt asalı,
Başka bir eldenim katı yasalı.
Burda koskoca bir gönül masalı
Kaybolur içinde bir damla yaşın.

Aşk için verince bu kadar emek,
Varlıktan sıyrılıp ruh olmak gerek.
Ey zaman, ey dünta! Geri gelmemek
Üzere sizlerde benimle koşun!..



 
X