Hayvanlar tarafından büyütülen vahşi çocuklar ve Öğrenme

pskfatma

Geçici Olarak Hesap Pasiftir !
tek ayak cezası
Sahte Profil
Kayıtlı Üye
29 Haziran 2008
19
0
İnsanı insan yapan etkenlerin çevre mi yoksa kalıtım mı olduğu tartışıla gelmiştir. Psikoloji ve eğitim kökenli bilim adamları insan kişiliğinin ve davranışlarının oluşumunda çevrenin önemine dikkat çekerken, tıp ve biyoloji kökenli bilim adamları kalıtıma vurgu yapmışlardır. Sanırım iki tarafı da uzlaştıracak ve memnun edecek saptama; “insan, kalıtımın belirlediği sınırlar içerisinde çevrenin şekillendirmesiyle insan olur” şeklinde olur.

İnsanların yalnız başlarına yaşayıp yaşayamayacakları hep merak konusu olmuştur. Doğduğu andan itibaren yalnız başına yaşayan ya da bir süre insanlarla yaşadıktan sonra bir şekilde toplumdan uzak kalan insanların anlatıldığı pek çok roman ve öykü yazılmış, filmler çekilmiştir.

Bu konuda ilk diyebileceğimiz eser İslam filozoflarından İbn-i Tufeyli’nin Hayy bin Yakzan adlı eseridir. Roman tarzında yazılan bu felsefi eserde bebekliğinden itibaren bir adada yaşayan Hayy bin Yakzan’ın hakikati arama çabası anlatılmıştır. Hiçbir insanla karşılaşmamış Hayy’ın gerçeği arama macerası yazarın hayal gücü çerçevesinde şekillenmiştir.

Yine İngiliz yazar Daniel Defoe’nin “Robinson Cruso” adlı romanında da bir deniz kazası sonucu ıssız bir adaya düşen denizcinin başından geçenler anlatılır. Gerçek bir olaydan esinlenerek yazılmış bu romanda Robinson Cruso’nun tek başına hayatta kalmak ve ıssız adadan kurtulmak üzere verdiği uğraşlar günlük tarzında yazılmıştır.

Başrolünde Jodie Foster’in oynadığı “Nell” adlı filmde ise Nell bebekliğinden beri konuşma özrü olan annesiyle izole bir şekilde bir ormanda ufak bir kulübede yaşayan bir genç kızdır. hayatında annesinden başka hiç bir insanla karşılaşmamış, annesi de konuşamadığından kendi dilini geliştirmiştir. annesi öldüğünde kasaba doktoru nell'i korumak ve onu incelemek üzere sahip çıkar, olaylar gelişir.

Yakın dönemde başrolünü Tom Hanks’in oynadığı “Cast Away (Yeni Hayat)” adlı filmde ise bir uçak kazası sonucu hayatta kalan ve bir adaya sığınan bir insanın öyküsü ve kurtuluşu anlatılmaktadır.

Tarzan efsaneleri ve hikayeleri de bu tür olayların örneklerindendir.

Peki bunlar sadece hayal ürünü bir takım senaryolar mı? Yoksa gerçekte de bu tür vakalar var mıdır? Buna cevabımız “Evet, hem de pek çok” şeklinde olacaktır. Kaybolan ve hayvanlar tarafından büyütülen çocuklar, anne-babası tarafından bir yerlere bağlanan ve insanlardan bihaber yaşamını sürdüren çocuklar. Vahşi ya da yabani çocuklar olarak nitelendirilen bu çocuklara değişik türde pek çok hayvan anne-babalık yapmıştır. Bu hayvanlar arasında kurt ve maymun cinsleri başta olmak köpek, ayı, koyun, keçi, devekuşu, ceylan, çakal, panter, leopar gibi hayvanlar var.

Bu yabani çocuklardan önemli birkaç tanesinden bahsetmek istiyorum.

Türkiye’de bulunan ayı-kız…

Adana’da iki avcı bir dişi ayıyı öldürür ve aniden uluyan uzun saçlı bir yaratık tarafından saldırıya uğrarlar. Bu yaratığı güçlükle zaptederler ve bağlarlar. Sonradan onun küçük bir kız olduğunu anlarlar. Daha sonra bu küçük kızla ilgili yapılan araştırmada 8 yıl önce Musalılar isimli köyden bir kadının ormanda çalı çırpı toplarken çocuğunu kaybettiği anlaşılır. Daha sonra bu kız Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne götürülmüştür. Sonrasında ne olduğuyla ilgili hakkında fazla bilgiye ulaşamadım…

Kurt ininde bulunan kızlar Amala-Kamala

Beklide yabani çocuklarla ilgili olarak en popüler olanlar kurtlar tarafından büyütülen Amala ve Kamala’dır. 1920’de J.A.L. Singh dişi bir kurt ve matlaşmış, uzun saçlı, insan görünümlü yavrularını görür. Ciddi bir plan ve hazırlıktan sonra bu iki yavru yakalanır. Sırasıyla bu kızlardan birisi 8 yaşında diğeri ise bir buçuk yaşındadır. Bir yetimhaneye bırakılan bu çocukların davranışları ve görünümleri kurt gibidir. Dört ayak üzerinde hareket ediyorlar ve dizleriyle avuç içleri nasır bağlamış durumdadır. Çiğ ete bayılmakta ve fırsatını bulduklarında çalmaktadırlar. Suyu dilleriyle içmekte ve yiyeceklerini çömelmiş vaziyette yemektedirler. Dilleri kalın ve kırmızı dudaklarından dışarı sarkmış ve kurt gibi solumaktadırlar. Geceyarısı asla uyumamakta, sinsi sinsi av arar gibi dolaşmakta ve ulumaktadırlar. Bir sincap gibi çok hızlı hareket etmektedirler ve onlara yetişip yakalamak çok güçtür. İnsandan tümüyle uzak durmakta ve eğer yaklaşılırsa dişlerini göstermektedirler. İşitme duyuları çok duyarlı ve bir etin kokusunu çok uzaklardan duyabilecek kadar koklama hisleri gelişmiştir. Gündüzleri çok iyi göremezken geceleri daha iyi görebilmektedirler. 1921’in Eylülünde ikisi birden hastalanır ve küçük olan Amala ölür.

Sing Kamala’yı elinden geldiğince eğitmiştir. İki yılda ona yürümeyi ve tuvalet eğitimini vermiştir. Yinede heyecanlandığında ya da korktuğunda dört ayak üzerine gelmiştir. Yaklaşık üç yıl sonra Kamala yaklaşık bir düzine kelime öğrenebilmiştir. İlerleyen yıllarda kelime dağarcığı kırka kadar ulaşmıştır. Bununla birlikte kelimeleri telaffuzunda yaşıtlarına göre çok geridir. Genellikle kelimelerin yarısını söylemektedir. Örneğin Hintçe kedi (biral) demek için bil, tabak (thala) demek için tha demektedir.

Aveyron’un vahşi çocuğu Victor

Fransa’da 1797’de bulunmuştur. Bulunduğunda 12 yaşlarındadır ve bu yaşa kadar ormanda yalnız olarak yaşamıştır. Victor yakalanmış fakat kısa süre sonra kaçmıştır. Daha sonra tekrar yakalanmıştır. Konuşamıyordu hayvan gibi hırıltılar çıkarıyordu. Gerek yiyecek tercihleri gerekse vücudundaki yara izleri onun yaşamının önemli bir kısmının vahşi ortamda geçtiğini gösteriyordu. Paris’e getirilen Victor farklı bilimsel ve medikal gruplarca incelendi. Psikolog Philippe Pinel çocuğu inceledi ve eğitilemez idiot olarak tanı koydu. Buna rağmen sağır ve zihinsel engelli çocukların öğretmeni J.M.G. Itard çocuğun eğitimini üstlendi. Victor okumayı, birkaç kelime söylemeyi ve emirlere itaat etmeyi öğrendi ama düzenli olarak konuşmayı asla öğrenemedi. 1828 yılında öldü.

İnsan yavrusu dışında diğer canlıların yavruları bir şeyleri bilerek, programlanmış olarak dünyaya gelmektedirler. Çoğunluğu doğduktan kısa süre sonra ayağa kalkar ve yürümeye başlar. İnsan yavrusu ise doğduktan yaklaşık bir buçuk yıl sonra yürümeye başlar. Bir kedi yavrusu köpekler ya da aslanlar tarafından büyütülse bile yine kedi olarak yapması gerekenleri yapacaktır. Ya da bir ördek yavrusu hiç su görmeden uzun yıllar tavuklar tarafından büyütülse bile suyu ilk gördüğü anda zorlanmadan yüzebilecektir. Yani kısacası diğer canlılar dünyaya bir takım becerileri öğrenmiş olarak gelirken, insan yavrusu öğrenmek üzere gelmektedir. Dünyaya gelen insan yavrusu ne görürse, ne duyarsa, ne hissederse bir kamera gibi kaydeder. Doğduğunda bembeyaz bir sayfa gibi olan çocuk ya kirletilir, ya da bir sanat eseri gibi işlenir.

Şimdi bu bilgiler ışığında düşünmek lazım. Suçlu çocuk mu suçlu toplum mu? Başarısız çocuk mu başarısız çevre mi? Uyumsuz çocuk mu, beceriksiz anne-baba mı? Psikolojik hastalıklarımızda, mutsuzluğumuzda, başarılı olup olmamamızda öğrenmenin etkisi ne kadardır?

Elbette ki çöplükte de gül yetişir ama her zaman güzel kokmaz. Sevgili Cüceleoğlu hocamızın bir tespiti tam da konuya uyuyor aslında diyor ki” Akvaryumda ki su hastalıklı ise siz balığı iyileştirseniz de o suya girince tekrar hastalanacaktır”

Tayfun Doğan

www.turkpsikoloji.com
 
X