Hatay

Kuzey

Popüler Üye
Kayıtlı Üye
30 Ocak 2007
2.027
13
Hatay ve çevresi genel bilgiler



Anadolu'nun güneyinde, Türkiye Cumhuriyeti'nin sınır vilayetlerinden biri olan Hatay ilinin yönetim merkezi Antakya, 36 10' kuzey enlemi ve 36 06' doğu boylamı ile yurdumuzun en güneyinde yer alan kent niteliğindeki yerleşme merkezidir.

Akdeniz iklim bölgesinin doğu ucunda, kıyıdan 22 km. kadar içerde olar kentin denizden yüksekliği yaklaşık 80 m.dir. Kuzeyde Amanos Dağları (Nur Dağları) ile güneyde Kel Dağ (Cebel-i Akra) arasında kalan Aşağı Asi Vadisi'nin başlangıcında, Kel Dağı'nın kuzeydoğusunda, 440 m. rakımlı Habib-i Neccar Dağı'nın eteklerindedir. Kentin kuzeydoğusuna doğru gelişen ve Hatay çöküntü alanının ortasında yer alan Amik Ovası, zirai potansiyeli çok yüksek kalın bir alüvoyal toprak tabakası ile kaplı olup, aynı zamanda ilin en büyük toprak düzlüğünü oluşturur.
Başta Asi Nehri olmak üzere, Karasu ve Afrin Çayı ile beslenen Amik Ovası'nda, yakın zamanlara kadar Amik Gölü adı ile bilinen bir göl vardı. Ancak uzunluğu 16 km., genişliği 10 km. olan gölün ve göl çevresindeki bataklıklarla beraber 310 km2'yi bulan arazinin bir bölümünün kurutulması ile göl kayboldu. DSİ tarafından yürütülen ve 1955 yılında başlayıp 1980 yılında tamamlanmış olan kurutma işlemi sonucunda elde edilen zirai verimi yüksek topraklar çiftçilere dağıtılarak tarıma açılmıştır.



Antakya'nın ortasından geçen ve ovanın kurutulması çalışmaları sırasında nehir yatağının kentin içinden geçen kısmı ıslah edilerek düzgün bir kanal haline getirilmiş, Antik Çağ'ın Orontes'i olan günümüzün Asi Nehri'nin kaynağı, Lübnan Dağları'dır.
Amanoslar ile Keldağ arasında bir yatak oluşturan Asi Nehri'nin toplam uzunluğu 380 km. olup, nehrin büyük bölümü Suriye toprakları içinde bulunmaktadır.
Kuzey yönünde yaklaşık 30 km. boyunca Türkiye-Suriye sınırını oluşturacak şekilde akan Asi Nehri, topraklarımıza girdikten sonra batıya döner ve bugün hemen hemen tümü kurutulmuş olan Amik Gölü'nün ayağı Küçük Asi ile birleştikten sonra güneydoğu doğrultusuna yönelir ve yaklaşık 40 km. sonra Samandağ'ın güneyinde bir delta oluşturarak Akdeniz'e kavuşur. Antik çağda küçük tonajlı nehir gemilerinin seyrüseferine imkan veren ve Antakya'yı asırlar boyu Akdeniz'e bir su yolu ile bağlanmış olan Asi Nehri'nin bugün akıttığı ortalama su miktarı, kentin içinde 5.04 m3/sn.dir. Asi'nin Antakya içinden geçen ve bir kanal haline getirilmiş olan yatağı, yaklaşık 2 km. uzunluğunda ve 30-35 m. genişliğindedir.
Kentin kuzeydoğusunda, üzerinde Demir Kapı'nın yer aldığı, St. Piyer Kilisesi yakınından geçen ve bir sel yatağı niteliğinde olan Hacı Kürüş Deresi ile güneybatıdaki Hamşen Deresi (Memekli Köprü'nün altından ve kışlanın yanından geçen) Habib Neccar Dağı'ndan doğarak Asi'ye doğru akan iki önemli su yatağıdır.

XIX. yüzyıldan beri nehrin karşı tarafında, kuzeybatıdaki düzlüklerde kurulan yeni mahallelerle büyüyerek kendi mimari karakteri içinde gelişen Yeni Antakya'yı nehir ile Habib Neccar Dağı arasında kalan Eski Antakya'ya bağlayan dört köprüden üçü, bulundukları yer ve malzemeleri itibariyle tamamiyle yeni köprülerdir. İçlerinde en eskisi olan dördüncü köprü ise asırlarca yaya ve araç trafiğine hizmet etmiş olan eski köprünün bulunduğu yerde, modern malzeme kullanılarak inşa edilmiş, yeni bir köprüdür.
Amik Gölü'nün Asi Nehri aracılığı ile kurutulması projesi çerçevesinde, Asi'nin genişletilmesi ve yatağının taranması çalışmaları sırasında kentin Roma Çağı'ndan beri ayakta duran bu ünlü taş köprüsü (ki Diocletian zamanında yapıldığı tahmin edilir), 1972 yılında yıkılarak yerine bugünkü betonarme köprü inşa edilmiştir.



Tepelerin zirvelerine tırmanarak kenti çepeçevre saran sur kalıntıları ve kalesiyle kentin adeta simgesi olan ve eteklerinde Antakya'nın kurulu olduğu Habib Neccar Dağı, kenti güneybatı-kuzeydoğu istikametinde sınırlayan bir dizi tepelerin oluşturduğu doğal bir engeldir.



Antik Çağdaki ismi Silpius olan Habib Neccar Dağı'nı da içine alan Keldağ sırası, altyapı serpantin ve gabro gibi yeşil renkli kütlelerin oluşturduğu, üst kısımlarda ise bazalt ve kalkerin hakim olduğu jeolojik bir yapıya sahiptir. Habib Neccar'ın kuzeybatı yamaçları, genç fayların dik basamaklar oluşturduğu parçalanmış, arızalı yüzeyler halindedir.

Antakya ve civarında Akdeniz iklim tipi egemendir. Bu nedenle kentte yazlar sıcak ve kurak, kışlar ılık ve yağışlı geçer. Ancak, kıyı şeridi ile dağların arka kısımları ve yükseltisi fazla olan yerler arasında iklim koşullarındaki bölgesel farklar nedeniyle Antakya'daki iklim koşulları kıyı şeridine kıyasla biraz farklılık gösterir. Bu nedenle sıcaklık, kıyılarda yüksek değerlerde kalır. Yazların, kıyı şeridine kıyasla daha serin geçmesinin bir nedeni de en sıcak ortalamaların kaydedildiği ayların aynı zamanda, Antakya'da rüzgarın en hızlı estiği ve en çok esme sayısına ulaştığı aylar oluşudur.
Antakya'da yıllık sıcaklık ortalaması 18.2 derecedir. En yüksek sıcaklık 26 Ağustos 1962'de 43.9 derece, en düşük sıcaklık ise 15 Ocak 1950'de -14.6 derece olarak kaydedilmiştir. Yılın 148.2 günü açık, 156.2 günü bulutlu, 60.5 günü kapalı geçmektedir. Antakya'da yaz günleri ortalaması yılda 172 gündür. Kış günü genellikle görülmez. Donlu günler yıllık ortalaması 7 gün, karlı günler yıllık ortalaması ise 0.9 gündür. Antakya'da yıllık ortalama nem oranı %69'dur.​
 
Hatay Tarihi

Seleucoslardan önceki çağ

Yapılan arkeolojik kazılar kuzey Suriye'de İÖ 4.binde ve 3. bin başlangıcında birbirine bitişik kültür çevrelerinin oluştuğunu ve İÖ 3. bin dolaylarında bu bölgede küçük kentler (kent devletleri) halinde bir yerleşmenin başladığını göstermektedir.
Amik Ovası'nın doğusunda Antakya-Halep yolu yakınında bulunan Tell-Tayinat ve özellikle Tell-Açana'da (Alalah), 1934 yılından bu yana yapılan kazılarda ortaya çıkarılmış olan avlulu, dikdörtgen planlı ve çok odalı evler ile tapınaklar, ön avlulu saraylar ve savunma yapıları, İÖ XVIII-XII. yüzyıllar arasında inşa edilmiş binalardır. Ayrıca Tell-Açana yerleşme höyüğündeki kazılarda ele geçirilen parçalar, buranın Kalkolitik Çağdan beri (İÖ 5000-4000) bir yerleşim bölgesi olduğunu göstermektedir.
Buluntulardın ortaya çıkardığı bir diğer sonuç da, İÖ 3. binde, Anadolu'dan Amik Ovası kanalıyla Filistin'e doğru bazı kavimlerin hareket ederek, Mısır'a kadar uzanan, güney-kuzey doğrultusunda bir ticaret aksını meydana getirmiş olduklarıdır.
Filistin ve Suriye sahillerini takriben güney Anadolu'ya gelen yollar ile bu yöne dik olan ve Mezopotamya'dan gelerek Akdeniz'e ulaşan yollar, bu bölgeden geçmek zorunda idi. Grekler, Makedonlar'ın bölgeyi istilasına kadar aynı ticaret yollarını kullanmışlardır. Ticari trafiğin zaman içinde giderek gelişmesi, bölgenin askeri yönden kontrol altında bulundurulması zorunluluğunu her dönemde gündemde tutmuştur.



İÖ. XVII. yüzyılın sonlarına kadar Mısır hakimiyetinde kalan bölge, bu tarihten itibaren Hurriler ve Hititler tarafından istila edilmiştir. Hitit İmparatorluğu'nun İÖ 1200 yıllarında parçalanmasından sonra güneyde kurulan Sam'al Prensliği'nin iki yüzyıl kadar bağımsızlığını koruması ve İÖ 700 tarihinde Asur egemenliğini kabul etmesi ile bölge Asur yönetimine geçmiştir.
Daha sonra Babil egemenliğine giren bölgede, büyük ünvanı ile bilinen Pers Hükümdarı II. Kuras'ın İÖ 539'da Babil İmparatorluğu'na son vererek Mezopotamya ve Suriye'yi alması ile başlayan Pers hakimiyeti, bir satraplık halinde Makedon istilasına kadar devam etmiştir. Büyük İskender ile başlayan Makedon istilasından önce Grek tacirler tarafından Antakya'nın bulunduğu yerin bir durak noktası olarak kullanılmış olması ihtimal dahilindedir. Antik Çağdaki adı Orontes olan Asi Nehri'nin o çağlarda küçük gemiler için seyrüsefere uygun olması ve Antakya'nın nehir yolu ile Akdeniz'e bir günlük mesafede oluşu bu ihtimali kuvvetlendiren faktörlerdir.
Antakya kurulmadan önce civarda kent olarak varolan Grek yerleşmeleri hakkında, Malalas ve Libanius'un naklettikleri menkibeler içinde üç isim geçer. Birincisi Silpius'da (Bugünkü Habib Neccar Dağı) Iopolis, diğeri Antakya'nın yakınındaki Daphne (bugünkü Harbiye) civarında Herakleia ve Silpius'un tepesinde Kasiotis.

Arap İstilası ve yeni bir dönem

Hz. Muhammed'in ölümünden bir kaç yıl sonra başlayan Arap fütuhatı, on yıl içinde İran'ın yanısıra Bizans'ın doğu eyaletlerini de Arap hakimiyeti altına aldı. Halife Ömer yönetimindeki Araplar'ın 634 yılından itibaren Bizans topraklarına girmesi ile başlayan Suriye ve Filistin'in istilası, Heraclius döneminde 20 Ağustos 636'da yapılan Yermük savaşında, Bizans kuvvetlerine karşı kazanılan zafer sonucu Kudüs'e kadar uzanırken, bu arada Antakya hicretin 17. yılında (Miladi Mart 638) Ebü Ubeyde bin Cerrah kuvvetlerine karşı kısa bir direnmeden sonra teslim oldu.
Bu olay ile 9 asırdan bu yana devam eden ve Roma İmparatorluğu döneminde Doğunun Kraliçesi olarak anılan imparatorluğun doğu sınırında önemli bir askeri üs, bir kültür ve ticaret merkezi olan Antakya'nın tarihinde bir dönem kapanmış, asırlar boyu Roma ve Bizans kültürü yanında Hıristiyanlık ile yoğrulmuş olan mahalli özelliklerin İslam medeniyeti ile karışmasından meydana gelen bugünkü İslam kenti karakterinin oluşmasına neden olacak yeni ve uzun bir dönem açılmıştır.
Antakya, bundan sonraki yüzyıllarda da, Hıristiyan alemi için cazibisini daima korumuş, tekrar ele geçirilerek eski günlere dönmesi, her zaman gerçekleşmesi arzulanan bir rüya olmuştur. Bu rüya bir asır tekrar Bizans ve iki sıra yakın bir süre Haçlı Prensliği hakimiyeti sayesinde kısmen de olsa hakikat haline gelmiştir.
Araplar ile Bizans arasındaki ilişkilerde Antakya, tıpkı Roma-Pers ilişkilerinde olduğu gibi bir uç şehir olarak askeri önemini sürdürmüştür. Sugur adı ile anılan Arap-Bizans sınır kentleri arasında Antakya, Adana, Tarsus, Misis, Anazarba kent ve kaleleri, Arap topraklarının Suriye ucunu diğer adıyla Sugurü'ş-Şammiyye'yi oluşturmakta idiler.

BİZANS VE ARAP HAKİMİYETİ DÖNEMİNDE TİCARİ HAYAT

Antakya'nın son parlak yıllarını yaşadığı Bizans tarihinin en kudretli imparatorlarından biri olan İmparator Justinianus döneminde özellikle Suriye ve Filistin'de zanaat ve ticaret hayatında büyük bir canlılık yaşandı. Bu dönemde Avrupa ile Asya arasındaki mal akışında Akdeniz ticareti, Grek ve Suriyeli tüccarların elinde olup, ilişkilerindeki esas ağırlığı, Hindistan ve Çin ile yapılan ticaret teşkil ediyordu. Persler'in, Suriye ve Önasya'ya hakimiyetleri bu ticari faaliyetin büyük oranda aksamasına neden olmuştur.
Doğunun lüks tüketim malları içinde ipek, Bizans'ın özellikle ihtiyaç duyduğu bir meta idi. Bizanslı casusların ipeğin üretim biçimini ve ipek böceğini gizlice Bizans'a getirmeleri, ipek üretiminin kısa sürede özellikle Antakya ve İstanbul'da parlak bir seviyeye ulaşmasına ve devletin en büyük gelir kaynağı haline gelmesine imkan vermiştir.
Roma Çağında Suriye'nin siyasi ve kültür merkezi durumunda olan Antakya'nın bu görevini Arap hakimiyeti süresince Şam yüklendi. Hatta bu dönemde Arap fütuhatında kurulan ikinci derece önemi olan bazı askeri karargahlar bile (Cabiiye ve Dabık gibi) zaman içinde gelişerek birer kent haline gelirken, merkez durumundaki eski şehirleri geride bıraktılar.
IX-X. yüzyıllarda Şam ile beraber Harran ve Bağdat yanında, Halife Ömer zamanında inşa edilmiş olan Basra ve Küfe, Arap alemindeki ilim hayatının merkezleri haline gelirken Antakya eski ihtişamını kaybetti ve giderek islam aleminin küçük ve önemsiz bir kenti haline geldi.
Bu çağda kentte inşa edilen yapılan, yeni kurulan mahalleler açılan sokaklar gibi imar faaliyeti olarak ifade edilebilecek çalışmalar hakkında Roma dönemindekine benzer şekilde detaylı bilgilere hemen hemen hiçbir kaynakta rastlanmamakta, askeri ve siyasi olaylar içinde Antakya, yeri geldikçe sadece isminden bahsedilen bir kent olarak yer almaktadır. Bunun sebebi, yüzyıllar içinde değişmiş olan koşullar nedeni ile kentin artık askeri, siyasi ve ekonomik bir merkez olma niteliğini eskiye nazaran bir hayli yitirmiş olmasıdır.
Roma ve onu takip eden Bizans döneminde, asırlarca devam eden huzur ve emniyeti, tüccarların denizden ve karadan korkusuzca ticaret yapmalarına imkan verirken, VII. yüzyıldan itibaren başlayan Bizans-Pers mücadelesi ve hemen sonrasındaki Arap fütuhatı, bu bölgede yer alan kentlerdeki huzur ve emniyetin kalkmasına ve bunun tabi bir sonucu olarak ticari hayattaki canlılığın azalmasına neden olmuştur.
Halbuki VII. yüzyılda Hindistan ve Çin'den gelen malları pazarlayan Suriyeli tüccarlara Akdeniz'in hemen her limanında İstanbul'da, İskenderiye'de ve hatta Marsilya ve Napoli'de rastlamak mümkündü. Batılı tacirler de doğunun cazip ürünlerini İskenderiye, Sur, Beyrut ve Antakya gibi Doğu Akdeniz kentlerinde kurulan pazarlarda kolaylıkla bulunabilmekte idiler.
Bizans döneminde imparatorluğun en mamur ve zengin eyaletlerinden biri olan Suriye'nin merkezi Antakya'dan bahseden Procopius, kentin zenginliği, yüzölçümü, nüfusu, güzelliği ve anıtları ile doğudaki Roma kentlerinin başında geldiğinden bahseder. Antakya'nın 570 seneleri civarındaki lüksü ve ihtişamı karşısında S. Antonin Martyr, hayretler içinde kaldığını ifade etmiştir.
X. yüzyılda doğudan gelerek Suriye'nin ticari merkezi durumunda olan Haleb'e varan emtianın bir kısmının Akdeniz'e ulaştırılmasında Antakya adeta bir antrepo görevi yapıyordu. Bu yüzyılda Arap tacirler ile batılı tacirler arasında mal değiş-tokuşunun yapıldığı önemli pazarlar arasında Antakya, Trabzon ve İskenderun yer almakta idi. Arap, Bizanslı ve Vedenikli tacirlerin yanısıra Yahudi tacirleri de Asi'nin denize kavuştuğu yerden Asya topraklarına girip Antakya ve Haleb'i geçerek Fırat yatağını Bağdat'a kadar izledikleri ve oradan Basra Körfezi yoluyla Hind Denizi'ne çıktıkları bilinmektedir. Bu seferlerde batıdan doğuya hadımlar, kadın ve erkek esirler, Bizans'tan ipek ve ipekli mamuller, kürkler ve kılıçlar, doğudan batıya misk, sarısabır, kafur, tarçın ve buna benzer ürünler sevketmekte idi.
Abbasi Halifeliği hakimiyetindeki Antakya'da Halife Mutasım devrine rastlayan 840 yılında Bizanslıların, deniz yoluyla kenti basarak tacirleri soymaları ve halkı esir etmeleri üzerine Mutasım'ın emri ile bir kale inşa olundu. 865 yılında vukubulan büyük zelzele, Lazkiye ile birlikte Antakya'da da büyük zarara neden olurken, 1500 bina tahrip oldu ve surlar üzerindeki 90 kule yıkıldı.

Büyük İskender ve Antakyanın Kuruluşu

Antakya'nın Seleucuslar tarafından kurulduğu bilinmekle beraber Libanius, kentin kurucusunun Büyük İskenderun olduğundan bahseder. İÖ. 333 yılı Ekim ayında Arbela (Erbil) yöresinde Gavgamela Ovası'nda Pers hükümdarı Dara'yı (Büyük Dairus) mağlup eden Büyük İskender, fetihlerine devam etmek üzere güneye, Fenike'ye doğru ilerlerken, Antakya'nın doğusunda suyu çok tatlı olan bir pınarın başında durur ve kaynaktan çıkan suyun annesinin sütü kadar tatlı olduğunu söyleyerek pınara annesinin ismini verir: Olympias.
Orada bir çeşme yaptıran İskender, yörenin güzelliğine hayran olur ve bu yerde bir kent kurmayı arzular. Fakat fetihlerine devam etmek zorunda olduğu gerçeği karşısında buna vakit bulamaz ve sadece bir mabed ile bir hisarın inşasına başlanır. Bu rivayeti, Büyük İskender'in (başka yerlerde benzer şekilde yaptığı gibi) stratejik önemi olan bir bölgede, Makedonlar'dan oluşan bir garnizon teşkil etmiş olduğu şeklide düşünmek, dana gerçekçi bir yaklaşım olacaktır.



Antakya'nın Seleucus I. Nicator (İÖ. 312-280) tarafından kuruluşuna ait Libanius ve Malalas'ın rivayet şeklinde naklettikleri olaylar birbirinden farklıdır.
Büyük İskender'in İÖ 323'te ölümünden sonra imrapatorluğun yönetimini ve topraklarını paylaşan generallerinden Antigonos ve Seleucus I. Nicator arasındaki iktidar mücadelesinde, bu iki kumandanın, İÖ. 301 yılı Ağustos ayında İpsus'da (Puhut yöresinde bir düzlük) yaptıkları savaş Antigonos'un mağlubiyeti ile sonuçlanınca, Suriye ve Mezopotamya, Seleucus yönetimine geçti. Bu savaş sırasında Seleucus'un yönetim merkezi Tigris (Dicle) kenarındaki Seleucia, Antigonos'un yönetim merkezi ise Antakya'nın 5 km. kadar kuzeyindeki Antigonia isimli kentlerdi.
İpsus savaşından sonra Mezopotamya'dan Akdeniz'e kadar uzanan çok geniş bir bölgenin kontrol altında tutulmasının getirdiği zorunluluk, Seleucia'nın yeri bakımından çok içerilerde olması nedeniyle artık krallığın yönetim merkezi olarak kalmasını imkansız hale getirmişti.
Bu durum Seleucus'un, krallığın merkezini daha batıya taşımasını, kendine oralarda uygun bir yerde yeni bir başkent kurmasını gerekli kıldı. Bu amaçla Akdeniz'in en güzel limanlarından biri olan Seleucia Pieria'nun bulunduğu yer, topoğrafyası, deniz ulaşımına açık oluşu, zaptedilmesi zor bir akrepole sahip olması gibi özellikleri nedeniyle uygun bulundu ve İÖ 300 yılı Nisan ayında Seleucia Pieria (bugün Antakya'nın kazası olan Samandağ, daha eski ismi ile Süveydiye) başkent olarak kuruldu. Krallığın yönetimi Tigris kenarındaki Seleucia'dan, deniz kenarındaki Seleucia'ya taşındı.
Makedonlar'ın Grek mirasını, iç kısımlara kıyasla sahillerde daha iyi koruyup kontrol edebilmeleri ve buralardan yayılmaları, yönetim merkezinin sahilde yer almasının nedenleri arasındadır.
Seleucos, mağlup ettiği Antigonos'un yönetim merkezi olan Antakya yakınındaki Antigonia'yı tahrip ederek halkını kendi adına kurduğu bu yeni başkente naklettirdi. Ancak kısa bir süre sonra yeni başkentin Seleucus krallığı için sahip olması gereken bazı niteliklerden yoksun olduğu gerçeği ortaya çıktı. Krallığın egemenliği altında bulunan Küçük Asya, Fırat Havzası, merkezi ve güney Suriye ile Amik Gölü civarının kontrol altında tutulmasında, Seleucia Pieria'nın bu hakimiyetin sağlanması için başkent olarak uygun yerde olmaması ve denizden gelecek saldırılara açık bulunması, daha içeride bir kent kurulmasını zorunlu hale getirdi. Bu kentin Antakya sahasında olmasına karar veren Seleucus'un, yeni bir kent kurmak veya bu civarda b ulunan Antigonos'un başkenti Antigonia'yı ihya etmek seçeneklerinden, yeni bin kent kurma fikrini benimsemesinde, mağlup ettiği bir kumandanın tahrip ederek ahalisini de Seleucia Pieria'ya naklettiği başkentini yeniden canlandırmasının prestij açısından uygun olmayacağı düşüncesinin ağır basmış olduğu kuvvetli bir ihtimaldir.



Antigonia'ya kıyasla su kaynakları açısından son derece zengin olan Daphne'ye (Harbiye) 6 km. mesafede bulunan müstakbel Antakya kentinin bulunduğu alan, Orontes (Asi Nehri) kıyısında olup denizden 22 km. mesafede, bir günlük nehir yolculuğundan sonra Akdeniz'e ulaşılabilen bir bölgede idi. Ayrıca denizden gelecek saldırılara karşı emniyet açısından yeteri kadar içeride bulunuşu yanında Seleucia Pieria ile arasındaki mesafenin, bir askeri birlik için bir günde kattedilebilir oluşu yer seçimini etkileyen diğer avantajlar arasındaydı.
 
ANTAKYA'NIN KURULUŞU

Kentin kuruluş merasimleri İÖ 300 yılının Mayıs ayının 22'sinde, Seleucus hükümdarlığının 12. yılında, Seleucia Pieria'nun kuruluşundan tam bir ay sonra yapılmış ve kentin inşasında tahrip edilmiş olan Antigonia kentinin taşları yapı malzemesi olarak yeniden kullanılmıştır.
Antik kentlerin bir çoğunda olduğu gibi, kuruluşunda dini bir temele dayanıldığı görüşü dikkate alınırsa Antakya'nın kuruluşu Malalas'a göre şöyle olmuştur: İÖ 300 yılı 23 Nisanında Casius Dağı'na çıkan Seleucus I. Nicator yeni kuracağı kentin yerini göstererek bir işaret vermesi dileği ile Zeus'a bir kurban keser. Bir kartal kurban etini kapar ve bir süre uçtuktan sonra eti bırakır. Böylece Seleucia Pieria'nın kurulacağı yeri Zeus'un gösterdiğine inanılır.



Aynı inanç ile Antakya için de bir işaret arayan Seleucus, Antigonia'ya giderek, Antigonos'un yaptırdığı mabedde Zeus'a bir kurban daha keser ve ondan kendisine yol göstermesini diler. Yeni bir kent mi kurmalıdır, yoksa Antigonia'yı yeniden imar ederek ismini değiştirmekle mi yetinmelidir? Kartal kurban etini kaparak uçar ve Antigonia'dan başka bir yere konar. Zeus'un yeni kurulmasını istediği kentin yerinin burası olduğuna inanılır ve İÖ 300 senesi 22 Mayısında Iopolis'in karşısında Silpius eteğinde kentin temelleri atılır ve yeni kente Seleucus'un babası (ya da oğlu) Antiochus'un adı verilir: Antiocheia.
Hemen Zeus için bir mabed inşasına başlanır ve kentin himayesi (Seleucia Pieria'da olduğu gibi) Zeus'a verilir. İkinci koruyucu tanrı Apollo'dur. Seleucus I Nicator'un Apollo'nun oğlu olduğuna inanılır ve bu tanrı için Harbiye'de bin mabed inşa edilir.
Krallığı, Suriye'den Hindistan'a kadar uzanan topraklar üzerine yayılmış olan Seleucus I Nicador tarafından 16 tane Antiocheia, 5 tane Laodiceia, 9 tane Seleucia, 3 tane Apameia kurulmuştur. Seleucia, kendi adı Antiocheia, babasının adı Apameia, karısının adı ve Laodiceia, annesinin adı verilerek kurulan kentlerdir.
Anadolu'daki diğer ünlü Antakya'lar: Isparta'nın kazası Yalvaçda bulunan ve Hıristiyanlığın yayılma döneminde havarilerin faaliyet gösterdiği bir diğer önemli merkez olan Pisidia'daki Antakya ile Denizli-Nazilli arasında Menderes Nehri kenarında bulunan Caria'daki Antakya'dır. (Antioch-ad-Maeandrum)

Hataya Kisa Bakis

İl merkezi Antakya olmakla beraber ilin en büyük kenti İskenderun’dur.

Hatay Türkiye’nin en önemli eski yerleşim yerlerinden biridir. Yapılan arkeolojik araştırmalarda milattan önce 100.000 ile 40.000 yılları arasına tarihlenen bulgulara ulaşılmıştır. İl toprakları ilk tunç çağından itibaren Akat beyliği ve M.Ö. 1800-1600 yıları arasında Yamhad krallığına bağlı bir beyliğin sınırları içerisinde yer almıştır. Daha sonra M.Ö. 17. yüzyıl sonlarında Hititler’in ve M.Ö. 1490 yıllarında Mısır’ın egemenliğine girmiştir. Ardından Urartular, Asurlular ve Persler’in egemenliğine girdi.

M.Ö. 300 yılında Antakya kurulmuş ve kent hızla gelişmiştir.kent M.Ö. 64 yılında Roma İmparatorluğu’na katılmış ve imparatorluğun Suriye eyaletinin başkenti olmuştur.

İl toprakları M.S. 638 yılında islam ordusu tarafından fethedilmiş, Emevi ve Abbasi egemenliğinde kalmıştır. Daha sonra 877 de Tolunoğulları’nın fethettiği topraklar sırayla Ihşitler ve Selçuklular tarafından yıkılan Halep merkezli Hamdanoğulları (Beni Hamdan) egemenliğine girdi. 969 yılında Bizans İmparatorluğunun topraklarına katılan il Haçlı seferleri sırasında da önemli rol oynamıştır.

Antakya Memluklar tarafınmdan Haçlıların elinden alınmıştır(18 Mayıs 1268). 1516′da Yavuz Sultan Selim bu toprakları ele geçirmiş ve Osmanlı dönemi başlamıştır.


Hatay Cumhuriyeti Bayragi


Hatay Cumhuriyeti Hükümet Meclisi

I. Dünya Savaşının ardından Fransızların işgal ettiği il topraklarında 2 Eylül 1938′de günü Hatay Cumhuriyeti kurulmuştur. Cumhurbaşkanı Tayfur Sökmen, başbakanı Abdurrahman Melek, milli marşı İstiklal Marşı olmuştur.

26 Haziran 1939 yılında Türkiye’ye ilhak kararı alınmıştır.

İlin yüksek öğretim merkezi Mustafa Kemal Üniversitesi’dir. Çok uzun bir süre boyunca bir arada yaşamayı öğrenmiş etnik kökenleri, dinleri farklı birçok topluluğa ev sahipliğ yapan Hatay ili UNESCO barış kenti seçilmiştir.

Tarihi ve turistik mekanlar açısından da zengin olan ilde dünyanın ikinci büyük mozaik kolleksiyonunu barındıran Hatay Arkeoloji Müzesi bulunmaktadır.

Dünyanın ilk mağara kiliselerinden biri olan Saint Pierre Kilisesi hristiyanlarca hac yeri olarak kabul edilmekte ve her yıl burada 29 Haziran günü Katolik Kilisesince ayin düzenlenmektedir.

Hatay, Türkiye Cumhuriyeti’nin en kozmopolit illerinden birisidir. Çok kültürlü yapısını tarih boyunca korumuş olan ilde aynı ulusa mensup birden fazla dini cemaat bulunmaktadır. En büyük nüfusa sahip alevi araplar ve sünni türklerin yanında, alevi türkler,azda olsa sünni araplar,Hristiyan Ortodoks ve Hristiyan Protestan Araplar, Maruni Araplar, Ermeniler ve diğer küçük topluluklar Hatay’ın çokkültürlü yapısının dinamiklerini oluştururlar. Barindirdigi dinler, kültürler acisindan Hatay Medeniyetler Sehridir.
 
Hatay Arkeoloji Müzesi



Antakya’da Cumhuriyet Alanı’nda, Asi ırmağı kenarında ve köprü yakınındadır. Hatay’da bilimsel kazı çalışmaları 1932 yılında başlamıştır. Çalışmaların ilk yıllarında çeşitli ve kıymeti büyük olan tarihi eserlere rastlanması bir müze kurulması fikrini doğurmuştur. O yıllarda Fransız idaresinde bulunan Hatay’da M. Mişel Booşer tarafından hazırlanan bir proje ile çıkan eserlere göre bir müze hazırlanmıştır. 1939 yılında tamamlanan müzede 3 ayrı bilim heyetinin yaptığı hafriyatlar sonucunda çıkan eserler toplanmıştır.

Mozaik müzesi olarak planlanan binanın yapımına 1934 yılında başlanmış, Hatay Devleti zamanında tamamlanmış, düzenlemesi uzun sürdüğünden 23 Temmuz 1948’de Hatay’ın Kurtuluş Bayramı’nda ziyarete açılmıştır. Müzenin genişletilebilmesi için yapılan ek inşaat 1974’te tamamlanmıştır. Hitit, Helenistik ,Roma ve Bizans dönemlerine ait olan ve Harbiye, Antakya, Atçana , Seleukeia Pieria ile İskenderun’da bulunmuş eserlerin sergilendiği müze mozaik koleksiyonlarının zenginliği yönünden dünyada ikinci sırayı almaktadır.



Müzede. 18.100 parça arkeolojik eser, 1.050 etnografik eser, 13.820 sikke, 1.347 mühür olmak üzere toplam 34.317 eser bulunmaktadır.

1999 yılı sonu itibariyle müze ve ören yerlerini 103.233’ü yerli. 14.476’sı yabancı toplam 117.709 kişi ziyaret etmiştir. Toplam 21 milyar 498 milyon TL gelir sağlanmıştır.

Müzedeki mozaikler, Bizans ve Roma dönemlerini kapsayıp. Mitolojik olaylar ve kişiler sembolize edilmektedir.

 
ANTAKYA LAHİTİ



Hatay ili. Antakya ilçesi. 2. mıntıka 487 parsel sayılı taşınmazda yapılan bir temel hafriyatı sırasında bulunmuştur.5 gün süren bir çalışma ile lahit çıkartılarak müzeye getirilmiştir. Sidamara tipi (sütunlu) lahit için Hatay Arkeoloji Müzesi’nde özel salon yapılmıştır.

Lahitin uzunluğu 2.47 m., genişliği 1.22 m.. yüksekliği 1.20 m.dir.



Antakya Lahiti’nin M.S. 265-270 yılları arasında yapıldığı tahmin edilmektedir. Bu tarihlemeyi destekleyen önemli bir delil içinden çıkan Roma İmparatorlarından 2. Gordianus (M.S. 238) ile İmparator Gallienus ve karısı Salonina’nın (M.S. 253-268) altın sikkeleridir. Gallienus sikkes M.S. 260-270 yıllarında Roma’da basılmış olan, Lahtin tarihlenmesinde önemli delildir.
 
Titüs Vespasianus Tüneli, Beşikli Mağara ve Dor Mabedi. TİTUS (VESPASİANUS) TÜNELİ



Samandağ ın 5 Km. kuzeyinde denize hakim yamaçlarda M.Ö. 300 yıllarında Seleuykos Nikator tarafından kurulan ve kurucusunun adı ile anılan şehirdir. Şehrin, dağın hemen bitiminde , dağdan gelen derelerin ağzında bir iç limanı vardı. Sellerin bu limanı Doldurması tehlikesi ortaya çıkınca imparator Vespasianus zamanında dağ delinerek bir tünel açılması kararlaştırıldı tünel Titus zamanında tamamlandı ve derenin önü bir duvarla kapatılarak sel suları , yüksekliği 7 mt. genişliği 6 mt olan bu tünel vasıtası ile uzaklara akıtıldı , böylece limanın dolması engellenmiş oldu. 130 mt si tünel , kalanı açık kanal halinde olan tünelin uzunluğu girişten Çevliğe kadar 1380 mt. dir

Tünelin deniz tarafındaki girişine göre sağ tarafta , 100 Mt. kadar uzaklıkta kaya mezarları vardır burada kayalara oyulmuş mağaraların içinde bulunan çok sayıda mezarın en çok ilgi çekeni , çukurun tabanındaki geniş mağaradır. içinde çok sayıda mezar bulunan bu mağara diğerlerinden farklı yapılmış yüksek ve gösterişli bir mezar yüzünden halk arasından ''Beşikli Mağara'' olarak anılmaktadır

Antik şehrin yerleşim yerinin yukarı kısımlarında tapınak kalıntılarına da rastlanır , bunlardan başka , Mağaracık köyü civarında da çok sayıda mağara vardır.

KAYA MEZARLARI

Vespasianus-Titus tünelinin yakınındadır. Roma dönemine ait olan ve kalker oyulmuş 12 kaya oyulmuş 12 kaya mezarı vardır. Bunlardan Beşikli Mağara adıyla anılan mezarın bulunduğu mağara en geniş ve en ünlüsüdür.

 
St. Pierre Kilisesi



Kentin kuzeydoğusunda. Reyhanlı çıkışının yakınında bulunan bu mağara-kilise, Antakya’da Hıristiyanlığın yayılma döneminden kalan tek yapıdır. Stauris (Hac) Dağı’nın eteğinde, eni 9.5 m, derinliği 13 m., yüksekliği 7 m. Olan bu mağarada, St. Paul. St. Pierre ve Barnabas ilk Hıristiyan cemaat ile toplanıp onlara vaaz vermişlerdir.

Döşemesinde. V. Yüzyıla ait mozaik parçaları ile sunağın sağındaki duvarda bir zamanlar duvarı tümü ile kaplayan fresklerden kalan izler bulunmaktadır. Sunağın sol tarafında kilisenin içine açılan tünel, bir baskın sırasında cemaatin dağa kaçarak gizlenmesine yarıyordu.

Haçlılar döneminde birkaç metre daha uzatılan kilise. İki kemerle ön cepheye bağlandı. Doğulu bir ifade taşıyan ve yerel malzeme ile yapılmış olan ön cephe, 1863 yılında Papa IX. Pius’un isteği ile Kapuçin rahipleri tarafından restore edilmiş, bu faaliyete III. Napolyon da yardımda bulunmuştur.

Eskiden bir cephesinin bir revak ile korunduğu sol taraftaki izlerden anlaşılmaktadır. Öndeki bahçe birkaç yüzyıl mezarlık olarak kullanılmıştır. Kilisenin içinde, sunağın çevresinde de mezarlar bulunmaktadır. Dünyanın ilk katedrali kabul edilen ve 1963 yılında Papa IV. Paul tarafından Hıristiyanlar için Hac yeri olarak ilan edilen bu mağaracıkta, özellikle her yıl 29 Haziran günü, civardan ve uzak illerden gelen din adamları ve kalabalık bir cemaatin katıldığı ayin yapılır. Her yıl yapılan bu törenlere Vatikan’dan temsilci katılmaktadır.

Müzedeki mozaikler, Bizans ve Roma dönemlerini kapsayıp. Mitolojik olaylar ve kişiler sembolize edilmektedir.

HARON (Cehennem Kayıkçısı)



Haron, St. Pierre Kilisesinin 20 m. uzağındadır. Burada kayalara oyulmuş dev bir büst bulunmaktadır. Büst, başında örtü bulunan tamamlanmış kabartma bir insan portresidir. Ba kabartma Antiochus zamanında bir veba salgını sırasında yapılmıştır. Çok sayıda insanın ölümüne yol açan salgını önlemek için bir kahine danışılmış ve onun tavsiyesi üzerine dağa şehre yüksekten bakan bir mask oyularak üzerine ölümleri önleyecek sözler yazılmıştır. Günümüzde bu yazılar mevcut değildir.
 
Harbiye (Defne)



Harbiye, il merkezine 7 km. mesafede olup, Yayladağı ilçesi üzerinden Suriye ve dolayısıyla Ortadoğu’ya bağlayan E-91 karayolu üzerinde bulunmaktadır. Suriye hududuna 55 km mesafededir. Harbiye belediye teşkilatı Hatay’ın Anavatana katılış tarihi olan 1939 yılında kurulmuş bir beldedir. Ayrıca Harbiye, tarihi Daphne olarak adını tüm dünyaya duyurmuştur. Yalnız Hatay’ın değil, belki de Güney Anadolu bölgemizin en şirin ve en seçkin yerlerinin başında gelmektedir. Konumu itibari ile Ortadoğu’yu Türkiye’ye bağlayan yol üstünde bulunduğundan bu ülkelerden gelen turistlerin hem uğrak yeri, aynı zamanda konaklama ve eğlence yeri olmakla birlikte bölgenin en güzel piknik yeridir. Her taraf yeşillik ve bol suları ile adeta cenneti andırır. Bir defa gelenin kolay kolay ayrılmayacağı ve tekrar gelmesi için güzellikleri ile ona davetiye sunar.



Her türlü sebze ve meyvelerin bol yetiştiği Harbiye, son yıllarda Ortadoğu ülkeleri olmak üzere gittikçe artan turist akınına uğramaktadır. Lokantaları, turistik otelleri, pansiyonları ve eğlence yerleri büyük bir gelişme göstermiştir. Çok sayıda aile tipi pansiyon mevcut olup, 2 tanesi işletme belgeli olmak üzere 5 adet oteli bulunmaktadır. Yaz aylarında otel ve pansiyonların haricinde halkın bir kısmı, yabancı turistlere evlerinin bir bölümünü kiraya vererek artan turist potansiyelini karşılamaya çalışmaktadır. Konaklama ve yeme-içme tesislerinin haricinde Harbiye şellaleler bölgesinde yazlık olarak yeşillikler ve çağlayanlar arasında yeme-içme tesisleri mevcuttur.

Harbiye el sanatları bakımından da adını tüm Türkiye’ye duyurmuştur. Heykelcilik bir hayli ileri durumdadır. Hakan Turizm Bakanlığının bir çok siparişleri buradan karşılanmaktadır. El tezgahlarında üretilen ipekçilik tüm Türkiye’de kabul görmüştür. Turistik eşya üretimi ve sap örmeciliği ile Türkiye çapında önemli bir pazara sahiptir.

DAPHNE (Harbiye) EFSANESİ

Zeus’un oğlu Işık Tanrısı Apollon, ırmak kenarında genç ve güzel bir kız görür. Bu eşsiz güzelin adı Defne’dir. Apollon’un içinde arzular uyandırır. Onunla konuşmak ister. Fakat Defne, Işık Tanrısı’nın içinden geçenleri anlamıştır. Kaçmaya başlar. O kaçar, Apollon kovalar. Çapkın Tanrı bir taraftan “kaçma seni seviyorum” diye bağırır. Defne ise Tanrılarla sevişen kadınların başlarına neler geldiğini bildiği için korkuya kapılır ve kaçmaya devam eder. Apollon’a gelince, bu güzel periyi mutlaka yakalamak istemektedir. Aralarındaki mesafe gittikçe kısalır ve bir an gelir ki Defne, Apollon’un sıcak nefesini saçlarının arasında duyar. Artık kurtuluş imkanı kalmadığını anlayan Defne, birden durur ve ayağı ile toprağı kazıyarak şöyle bağırır:
-“Ey toprak ana, beni ört, beni sakla, beni koru.”

Bu içten yalvarış üzerine Defne organlarının ağırlaştığını, odunlaştığını hisseder. Olgun göğsünü gri bir kabuk kaplar, kokulu saçları yapraklara dönüşür, kolları dallar halinde uzar, körpe ayakları kök olup toprağın derinliklerine dalar, bir defne ağacı oluverir.

Bu manzara karşısında şaşıran Apollon, Defne’nin ağaç oluşunu hayret ve üzüntü ile seyreder. Sonra da sarılır ve sert kabukları altında hala çarpmakta olan kalbinin sesini duyar ve şöyle seslenir:

-“Defne, bundan sonra sen, Apollon’un kutsal ağacı olacaksın. O solmayan ve dökülmeyen yaprakların, başımın çelengi olacak. Değerli kahramanlar, savaşlarda zafere ulaşanlar, hep senin yapraklarınla alınlarını süsleyecekler. Şarkılarda, şiirlerde adımız yanyana geçecek.

Bu tatlı sözler üzerine Defne, dallarını eğerek Apollon’u saygı ile selamlar.

İşte bu öykünün geçtiği yer bugünkü Harbiye’dir.

Apallon teessür ve heyecan içinde o ağacı amblem olarak aldı ve parlak yapraklarından başına bir taç yaptı. İşte o zamandan beri şiir ve silah zaferi Defne dalı ile ödüllendirilir ve Defne’nin gözyaşları bugün hala Harbiye’de şelaleler meydana getiriyor.

Kızlar Kalesi



Kızlar Halesi Reyhanlı-Halep asfaltı üzerinde (Tampon bölgede) bulunmaktadır. Bu sarayın bölgeyi kontrol altında tutan bir merkez olduğu ve Bizans devrine ait olduğu sanılmaktadır. Saray girişine iki taraflı kesme iri blok taşlardan oluşan geçitten girilmektedir. Giriş kısmı yıkılmıştır. Orta kısmında yüksek kare planlı bir kule bulunmaktadır. Kule yıkılmaya yüz tutmuştur. Kulenin kuzey tarafında çeşitli oda kalıntılarına rastlanmıştır.

Bu odaların sarayı koruyan askerler tarafından kullanıldığı düşünülmektedir. Kulenin doğu tarafından nişler içerisine yerleştirilmiş 8 adet sonradan tahrip edilmiş mezar kısımları ile su deposu alanı mevcuttur.

Bu kısmın örtü sisteminin düz dam olduğu taşlar üzerindeki ahşap atıl deliklerinden anlaşılmaktadır. Kulenin güney tarafından kilise kalıntısına rastlanmıştır.

Kızlar Sarayının bütününde malzeme olarak kesme büyük blok taşlar kullanılmıştır. Ayrıca mezarlık kapısı girişinde bir Latin Haçı ile rozet motifi yer almaktadır. Kilisenin güney cephesindeki kapı üzerinde alçak kabartma halinde akanthos yaprağı motifi vardır.​
 
Barlaam Manastırı



Barlaam Manastırı Yayladağı ilçesi Keldağ üzerindedir. Keldağ hem Selevukos döneminde, hem de Roma döneminde kutsal yerlerden biriydi. O dönemlerde burada bir Dorik tapınak vardı. (M.Ö. 3. yy) M.S. 4. yüzyılda St. Barlaam buraya gelerek Zeus heykelini yıkmış ve bir keşişler topluluğu oluşturmuştur. 6. yüzyıl balarında manastırın güneydoğu köşesinde bir kilise yapılmış, 526 depreminde bu kilise yıkılmıştır. 950-1050 arasında yeniden yapılan manastır, 1268 yılına kadar faaliyetin sürdürmüş, daha sonra da terkedilmiştir.

Barlaam Manastırına gitmek için Yayladağı ilçesinin Bezge nahiyesinden sonra yaya olarak 2.5 saat dağa tırmanmak gerekmektedir. Küçük patika yol sarp kayalıklar arasından geçmektedir. Hudut Karakolu yakınındaki tepenin düzlüğü üzerinde bulunan harabe M.S. 9. asırda Gürcü papazları tarafından yapılmış, Barlaam’a ithaf edilmiş manastır ve kiliseye aittir.

ORTODOKS KİLİSESİ (AZİZ PİYER VE AZİZ PAUL KİLİSESİ)



Antakya’da Hürriyet Caddesinde bulunan kilisenin yapımına 1860’lı yıllarda başlanmış,ancak 1872 depreminde büyük hasar görmüş,tekrar başlayan yapım çalışmaları 1900 yılında tamamlanmıştır

İssos Harabeleri

Issos Harabeleri Dörtyol-Erzin arasındadır. İskenderun-Adana karayolunun sol yakasında yer alır. Yoldan görülür. Çevrede su depoları, kemerler, tapınak ve Cenevizlerden kaldığı sanılan bir kale ve liman kalıntıları vardır.



Payas, Antik dönemde Baias adıyla bilinmektedir. 2. Selim, Sokullu Mehmet Paşa’yı burada derbent yönetimi kurmakla görevlendirmiştir. Evliya Çelebi, Hac yolu üstündeki Payas’ta 850 ev bulunmaktadır. Burada, Cenevizlilerden kaldığı sanılar bir kale ve liman kalıntısı bulunmaktadır.

Han ve Hamamlar

Antakya içinde en eski ve sayıca çok olan yapılar hanlar ve hamamlardır. Bunların hemen hepsi vakıf eserleridir. Cindi Hamamı (Memluk dönemi) halen çalışan tarihi hamamlar ve Kurşunlu Han, Sokullu Hanı,(Saka Hamamı yanındadır ve18.yüzyıldan itibaaren saabunhane olarak kullanılmıştır.) dönemlerinin nadide birer eseri olan hanlardır. Sokullu Bedesteni de kısmen ayaktadır. (Ulucami yanında).

HABİB-İ NECCAR CAMİİ



Kurtuluş caddesi ile Kemalpaşa caddesi kavşağında bulunan camii, Hz. İsa’nın havarilerine ilk inanan ve bu uğurda canını veren bir Antakyalının adını taşımaktadır. Caminin kuzeydoğu köşesinde 4 m. Derinde Habib Neccar türbesi vardır.

Bugünkü cami Osmanlı dönemi eseridir. Etrafı medrese odaları ile çevrili cami avlusundaki şadırvan 19. Yüzyıl eseridir. Habib-i Neccar Camii Habib-i Neccar Camii

HABİB-İ NECCAR EFSANESİ:

Habib-i Neccar , Ms. 40 lı yıllarda Antakyada yaşamıştır. Roma döneminde antakya halkı putperest olduğu için, Cenab-ı Hak Hz. İsa 'ya Antakya halkı için iki resul göndermesini emreder. Hz. İsa antakya halkı için 2 resul, daha sonrada bir resul daha gönderir. Resulların halkı İrşada devam etmesine ilk inanan Habib-i neccar olur. Antakya lılar bu olaya inanmayarak, resulleri taşlayarak öldürmeye karar verirler. Habib-i neccar uzaklardan koşup gelerek, resullerin doğru söylediklerini ve onlara inanmaları gerektiğini söyler. Burada bulunan putperestler Habib-i neccar 'a bunlar seni kandırmışlar, ya eski dinine dönersin yada ölürsün şeklinde tehdide başlarlar. bu müritler dediklerini yaparak. Habib-i neccar ı öldürürler, Habib-i neccar ın şehit edilmesi ile ilgili bir çok rivayet vardır. Bunların en yaygın olanı ve halkın anlattığı olay şöyledir:

Habib-i neccar ın başı Silpiyus dağında ayrılır. vücuttan ayrılan baş, yuvarlanarak bugün cami ve türbesi bulunan yere gelir (bugün vücudu şehit edildiği mağarada başı ise caminin yanında bulunan türbededir)

Başka bir rivayete görede ,Habib-i neccar kopan başını koltuğu arasına almış, Kur'an dan ayetler okuyarak bir süre dolaşmış ve bugün türbesi bulunan yere kadar gelerek, buraya düşmüştür.​
 
Ulu Camii

Köprü yakınında bulunan ve yapıldığı dönem itibariyle Antakya’nın en eski camisi olan Ulu Cami’nin Memluk dönemi eseri olduğu sanılmaktadır. Kitabelerden, caminin ve minaresinin çeşitli dönemlerde tamir edildiği anlaşılmaktadır.

Antakya’da bunlardan başka Mahremliye Camii ( girişindeki tünel ve mihrap etrafındaki sütünceler ile ilgi çekicidir). Nakip Camii,Yeni Camii,Civelek Camii,Meydan Camii ( Giriş kapısı minarenin altındadır.

Şeyh Ali Camii gibi hepsi de Osmanlı dönemi eseri olan camiler vardır. Bunlar kubbeli ve ahşap çatılı olmak üzere iki ayrı tipte inşa edilmişlerdir. Camilerde bazıları kalın gövdeli ve şapkalı, bazıları ince gövdeli, şerefeli ve külahlı olmak üzere iki tip minare dikkati çeker.

Şeyh Ahmet Kuseyri Camii ve Türbesi

Antakya-Yayladağı güzergahında Antakya’ya 25 km. uzaklıkta bulunan Şenköy’ dedir. Osmanlı döneminde yaşamış bir veli olan Şeyh Ahmet Kuseyri ’nin türbesi ve aynı avluda bulunan cami 16. Yüzyıl eseridir.

Su Kanalları

Selaukos ve Roma dönemlerinde Harbiye çağlayanlarından Antakya’ya su getirmek için yapılan 10 km uzunluğundaki kanalların ve köprülerin kalıntılarını bugün de görmek mümkündür. Bunların en belirgin bölümleri Harbiye-Antakya arasındaki kalıntılar ile Antakya’da Devlet Hastanesi yakınlarında bulunan “Memekli Köprü”dür.

Çeşmeler

Antakya içinde yere yer bazı binaların bitişiğinde yada duvarlarına yapışık olarak yapılmış eski taş çeşmelere rastlanır. Bunlardan bir kısmı 19. Yüzyıldan kalmıştır. Büyük bir kısmı ise 20. Yüzyıl başlarında yapılmıştır. Ve “Zugaybe Çeşmesi” adıyla anılırlar. Suyu 1. Dünya savaşı yıllarında Dursunlu köyü yakınlarından imece usulüyle getirilen bu çeşmeler şahıslar tarafından yaptırılmıştır.

Surlar

Eski devirlerde Antakya’nın etrafı yüksek surlarla çevriliydi. Seleukos ve Roma dönemlerinde yapılan surlar üzerinde 360 nöbetçi kulesi ve Habib Neccar Dağı’nın en yüksek ve sarp tepesi üzerinde bir iç kale bulunuyordu.

Bugün surların sadece Hacıkürüş deresine bakan yamaçlardaki bölümü ile dere üzerinde aynı zamanda baraj ve köprü görevi de yapan Demirkapı bölümü sağlamdır. Dağ üzerinde yıkılmış sur ve burç kalıntıları ile iç kalenin kalıntılarını görmek mümkündür. Yıkılmadan önceki dönemlerde bu surlar üzerinde çeşitli yönlere (İskenderun, Halep, Defne, Kuseyr...gibi) açılan kapılar vardı. Bunlardan en önemlisi, şehre kuzeyden gelen yolların tek giriş yeri olan ve Asi Irmağı üzerinde bulunan Köprü Kapısıydı. Kapı 19.yüzyıl sonlarında kaldırılmış, taş köprü 1971 yılında yıkılarak yerine yenisi yapılmıştır. (Ata Köprüsü).

Demirköprü

Antakya-Reyhanlı yolunun 20. Kilometresinde aynı adla anılan köyde, Asi Irmağı üzerinde bulunan bu taş köprü yıkılan Antakya Köprüsü’nün bir benzeridir. Orta çağda bu köprü bölgenin en önemli geçitlerinden ve Antakya’nın savunmasında büyük rol oynayan yerlerden biriydi. Köprünün iki ucunda da kuleler ve kapılar vardı. Osmanlı döneminde burada derbent teşkilatı vardı ve geçiş ücretliydi. Kuleler 1837 yılında depremde yıkılmıştır. Köprü halen sağlamdır.

Atçana (Alallah) Hitit Saray Harabeleri

Antakya-Reyhanlı karayolunun 22. km.sinde yolun sağında yer almaktadır. M.Ö. 19 ve 15. yüzyıllara ait iki saray kalıntısı mevcuttur. Aççana Höyüğü antik şehrinin kalıntısıdır. İlk iskan M.Ö. 3400 yılında başlamıştır. Mısırlılar, Mitaniler, Mezopotamya devletleri ve Etiler gibi kavimlerin de yerleşim alanı olarak kullanıldığı 17 yerleşme tabakası mevcuttur. 4., 7. tabakalarında büyük saraylar vardır. En eski saray 7. tabakada yer alan Babil kralı Hammurabi ile çağdaş Yamhat ve Hitit Prensi Yarım-Lim tarafından inşa edilmiş olanıdır. Bu saray M.Ö. 18. yüzyıla aittir.

M.Ö. 15. yüzyıla ait 4. tabaka sarayı bu sarayın hemen bitişiğindedir. Kral Nigme-Pa’ya aittir. Saraylar taş temeller üzerine kerpiçle inşaa edilmiş olup daireler bir iç avlunun etrafında sıralanan mekanlar dizini halindedir

Antakya Kalesi ve Surlar

Antakya Kalesi İstanbul surlarından sonra yurdumuzda en uzun surları oluşturmaktadır.



Antik kenti çevreleyen duvarlar Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerinde yapılmıştır. Surlar, Silpius (Habib-i Neccar) Dağı’ndan Orontes (Asi) Irmağına kadar uzanıyordu. Evliya Çelebi 44.000 adım uzunluğundaki duvarların büyük blok taşlarla örüldüğünü, çok sağlam ve sık mazgallı olduğunu, 70-80 adımda bir burç bulunduğunu yazmaktadır. Buna göre duvarlar 30.000 metre uzunluğundaydı ve 360 burçla desteklenmişti. Burçlar 5 katlıydı. Tepedeki iç kaleyi IV. yy.da Bizans İmparatoru Nikefhoros Fokas yaptırmıştır, ancak çok yıkıktır. Surların Habib-i Neccar Dağı yamaçlarındaki bölümü sağlamdır.

DEMİRKAPI

Kent surlarındaki 4 kapıdan en büyüğü olup, Halep kapısı da denilmektedir. VI. yy’da Justinianus döneminde sellerin akışını kontrol etmek için yapılmıştır. Günümüzde hala sağlam olarak ayakta durmaktadır.

TRAJAN SU KEMERLERİ

II. yy.da Roma İmparatoru Trajan tarafından Harbiye’den (Daphne) kente su getirilmesi amacıyla yaptırılmıştı. 9 km. uzunluğunda olan bu kemerlerin bir bölümü ayaktadır. Bir kısmı Antakya –Harbiye arasında, bir kısmı da Antakya Devlet Hastanesi yakınındadır. Halk dilinde Memekli Köprü olarak anılmaktadır.

Bakras Kalesi



Bakras Kalesi Bakras Kalesi, Antakya-İskenderun yolu 27. km.si üzerinde bulunan Bakras Köyü’nün üst tarafındadır. Kale köy yolunun batısında, dağların arasında sarp bir tepe üzerinde yapılmıştır. Strabon’un bu kaleden bahsettiğine bakılırsa, tarihi çok eski olmalıdır. Kale önceleri Belen geçidinin girişini, Antakya kurulduktan sonra ise Seleukos başkentini koruma gayesine hizmet etti.

Haçlılar döneminde de Antakya Prensliği’nin kuzeyde en önemli savunma noktasıydı. Birkaç defa el değiştirdikten sonra Templier Şövalyeleri’nin eline geçen kale 1268 yılında Baybars tarafından kuşatılarak zaptedildi. Birkaç katlı ve bir alay askeri barındıracak büyüklükte olan kale genel olarak harap olmaya yüz tutmuş olmakla birlikte bir çok mekanı sağlam durmaktadır.

KARAMURT HANI

Antakya-İskenderun yolunu Bakras’a bağlayan yolun ortasına rastlar. Osmanlı döneminde kullanılan anayol üzerindedir. Kanuni Sultan Süleyman. Belen ile birlikte burada da bir han yaptırmıştı. Zamanla bu han harap oldu.

1704 yılında Enişte Hasan Paşa aynı yerde büyük bir han yaptırdı, derbent teşkilatı kurdurdu. Hanın yaşaması için kendi adına bir de vakıf oluşturdu. Bu handan günümüze sadece birkaç duvar kalmıştır. Han yakınındaki tek gözlü köprü ise halen kullanılmaktadır.

Koz (Kürşat) Kalesi



Koz Kalesi Altınözü’ne bağlı Koz Köyü’nün yakınındadır. Eski çağlarda kullanılan ve Altınözü tarafından gelip Harbiye’den geçerek Antakya’ya gelen Kuseyr yolu üzerindedir.

Bu kalenin Antakya’nın güney bölgesini emniyet altına almak amacıyla Antakya Prensliği döneminde yapıldığı sanılmaktadır. Antakya Latin Patriğinin de ikamet ettiği yer olan kale, 1268 yılında Baybars tarafından kuşatma sonucunda teslim alındı. Bir tepeyi içine alacak şekilde yapılan kalenin sadece büyük blok taşlarla inşa edilmiş olan yarım daire şeklindeki iki burcu ayakta olup, diğer kısımları harap ve belirsiz durumdadır.

Payas Kalesi



Payas Kalesi Payas’ta Sokullu Külliyesi’nin batısındadır. Burada eskiden harap bir kale vardı. Sahilde inşa edilen Payas Limanı ile tersanenin güvenliği için 1567 yılında kale ve hendeği tamamen sökülerek yeniden yapıldı. Yapımı 1571 yılında tamamlandı. Son yüzyıl içinde hapishane olarak kullanıldı.
 

İLÇELER

Hatay ilinin ilçeleri; Altınözü, Belen Dörtyol, Erzin, Hassa, İskenderun, Kırıkhan, Kumlu , Reyhanlı,Samandağ ve Yayladağı'dır.


İskenderun


Belen
Amanos Dağları üzerinde Akdeniz'i Amik Ovası'na bağlayan en önemli geçitte kurulmuştur. 1550'li yıllarda Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılan kervansaray, cami ve hamam etrafında gelişmiş bir ilçedir. Soğukoluk (Güzelyayla) ve Atik yaz aylarında büyük ilgi gören yaylalardır.

Dörtyol
İskenderun Körfezi ile Nur Dağları arasında kurulmuştur. Dörtyol narenciye üretimi, plajları ve Botaş Boru Hattı Tesisleri ile tanınır. Kuzuculu'da bir orman içi dinlenme parkı vardır.

Erzin
Adana, Osmaniye, Dörtyol ve İskenderun Körfezi ile çevrilidir. Erzin'de narenciye üretimi ve plajları ile tanınır. İlçe yakınında bir orman içi parkı ve Başlamış Köyü'nde bir kaplıca ile madensuyu kaynağı ve bu kaynağın bulunduğu yerde sağlık turizmine yönelik tesisler bulunmaktadır.

Kırıkhan
Amik Ovası'nda Nur Dağları ile Suriye sınırı ve Hassa ile Kumlu İlçeleri arasında yer alır. Karasu, ilçe sınırları içinden geçer. Hatay'ın tek doğal gölü olan Gölbaşı Gölü (Balık gölü), Kırıkhan sınırları içindedir.


YEREL ETKİNLİKLER

St. Pierre Günü 29 Haziran / HATAY
İskenderun Uluslararası Turizm Ve Kültür Festivali 5 -9 Temmuz / HATAY
Antakya Turizm Ve Kültür Festivali 21-23 Temmuz / HATAY

NE YENİR

Hatay'da yörenin güzellikleri, şekilleri, tatları, renkleri mutfağa yansıtılmış olup, oldukça zengindir. Bunlardan Oruk, Öcce, Ekşili Börülce, Beyaz Kabak Boranisi, Cevizli Biber (Muhammara), Bakla Ezmesi, Humus, Nazlı Et Yemeği ile Peynirli Künefe ve Taş Kadayıf tatlıları damak zevkinizin çeşitliliğini arttıracaktır.


YAPMADAN DÖNME

Arkeoloji Müzesi, St. Pierre Kilisesi, Habib-i Neccar Camii, Antakya Kalesi, Çevlik Ören yeri, Titus Tüneli, St. Simen Manastırı, Eski Antakya evleri Harbiye Mesire yeri, Sokullu Mehmet Paşa Külliyesi, Arsuz Sahil şeridi, Bakras Kalesi, Koz Kalesi'ni gezmeden,

İçli Köfte, Aşur, Ekşi Aşı, Humus, Cevizli Biber, Kaytaz Böreği, Katıklı Ekmek; Tatlı olarak: Künefe, Taş Kadayıf, Kabak Tatlısı, Kereviç yemeden,

Defne sabunu, İpek dokumacılık, Biber Salçası, Nar Ekşisi almadan

...Dönmeyin
 
UYARI!!!!begendikleriniz icin rep ve tesekkur butonlarini kullanalim bölümümüze resim ve bilgi harici paylasimlar yapmayalim lutfen
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…