- 16 Temmuz 2007
- 1.849
- 18
- 46
Beslenme Danışmanı ve Diyetisyen Banu Kazanç ve Endokrin ve Metabolizma Uzmanı Prof. Dr. Kubilay Karşıdağ son zamanlarda Türkiye’de de ön planda tutulan ve önemi vurgulanan Metabolik Sendrom ile ilgili soruları yanıtlıyor. İnsulin Direnci Sendromu olarak da bilinen bu sendrom, çeşitli nedenlerle ortaya çıkarak, toplumda çok sık görülen ve sıklığı giderek de artar bir hastalık… İşte Metabolik Sendrom nedir, belirtileri nelerdir, tedavisi mümkün müdür?gibi soruların cevaplarını…
Metabolik Sendrom Nedir?
İnsulin Direnci Sendromu ya da Sendrom X adlarıyla da bilinen Metabolik Sendrom, vücutta şeker ve insulin dengesindeki bir bozukluk sonucu kan yağlarında artış, bel çevresinin fazlalaşmasıyla ön planda olan kilo fazlalığı, tansiyon yüksekliği ve şeker dengesizliği başta olmak üzere aynı anda birçok organda çeşitli sorunlarla kendini gösteren, toplumda çok sık görülen ve sıklığı giderek artan bir hastalıktır.
Metabolik Sendrom tanısı nasıl konulur?
Metabolik Sendrom’un 4 temel öğesi vardır: Bel çevresinin fazlalığı, trigliserid düzeyinin yüksekliği, kötü huylu (LDL) kolesterol düzeyinin yüksekliği, kan basıncının yüksekliği ve kan şekerinin olması gereken rakamların üzerinde bulunması. Bunlar arasında olmazsa olmaz faktör ise bel çevresinin yüksek oluşudur. Son olarak 2005 yılının Nisan ayında Uluslararası Diyabet Federasyonu tarafından Berlin’de düzenlenen “1. Uluslararası Metabolik Sendrom Kongresinde”, Metabolik Sendrom tanı kriterlerine son şekli verildi. Buna göre;
Bel çevresinin erkeklerde 94 cm, kadınlarda 80 cm’den fazla bulunmasına ek olarak aşağıda belirtilen 4 faktörden ikisinin varlığı tanı koymak için yeterli kabul edildi
Trigliserid düzeyinin 150 mg/dl’dan fazla oluşu veya bunu sağlamak için bir ilaç kullanılıyor olması…
HDL-Kolesterol düzeyinin erkeklerde < 40 mg/dL, kadınlarda < 50 mg/dL oluşu veya bunu sağlamak için bir ilaç kullanılıyor olması
Büyük tansiyonun 130 mmHg veya küçük tansiyonun 80 mmHg düzeyine eşit veya üzerinde olmaları veya daha önce hipertansiyon tanısı konulup ilaç kullanılıyor olması
Açlık kan şekerinin 100 mg/dl üzerinde bulunması veya daha önce tip 2 diyabet tanısı konulmuş olması…
Yeni tanı kriterlerinde en çarpıcı değişiklik bel çevresi için daha önce erkeklerde belirtilen 102, kadınlarda 88 cm rakamlarının değişmesidir. Bel çevresinin varlığı toplumdan topluma farklılık gösterir. Bir Çinli ile İsveçlinin fiziki yapısı aynı olamaz. O nedenle her toplum için bel çevresi belirlenip, kriterler ona uygunluk gösterecek şekilde düzenlenmelidir. Ülkemizde bu konuda yapılmış kabul edilebilir bir çalışma olmayıp, Avrupa için belirlenmiş, yukarıda belirlenen rakamlar kabul edilmektedir.
Nasıl oluşur?
Genetik eğilimi olan kişiler metabolik sendrom gelişimine karşı daha fazla yatkındırlar. Eğer kişinin ailesinde kilo fazlalığı, tansiyon yüksekliği, kan yağlarında dengesizlik gibi sorunlar var ve çevresel faktörler de eklendiyse Metabolik Sendrom gelişmesi kaçınılmazdır. Burada mutlaka vurgulanması gereken, sendromun ortaya çıkmasını belirleyen en önemli faktörün çevresel faktörler olduğudur. Çevresel faktörler denildiğinde iki kavram akla gelir:
1. Harcanabileceğinden çok daha fazla kalorijenik ve vücut yapısına uygun olmayan gıda alımı
2. Egzersiz yokluğu veya yetersizliği.
Bu iki faktör bir araya geldiğinde, genetik uygunluk yoksa bile Metabolik Sendrom oluşabilir. Başka bir açıdan bakıldığında, genetik açıdan riskli bir kişi düzenli egzersiz yapıyor ve sağlıklı besleniyorsa Metabolik Sendrom gelişmeyebilir.
Sıklığı nedir?
Tüm dünyadaki verilere bakıldığında sıklığın yüzde 25-35 arasında değiştiğini söylemek mümkün. Toplumun hareketliliğine ve yeme biçimine göre oranlar değişebiliyor. Örnek vermek gerekirse Çin’de düşük, ama aynı Çinli Amerika’daki yaşam şartlarına uyduğunda oran birdenbire değişiyor. Aynı şekilde Okyanusya bölgesinde “Vahşi, medeniyetin girmediği” bölgelerde oran son derece düşük, ancak “Batı yardımı alan, medeni” bölgelerde oldukça yüksek. Özetle Metabolik Sendrom sıklığı yaşam stili ile çok yakın bir ilişki gösteriyor.
Ülkemizde farklı çalışmalar yapılmış olmakla birlikte en etkin çalışmanın METSAR olduğu söylenebilir. Bir önceki kriterler temel alınarak yapılan bu çalışmada en dikkati çeken sonuç, kadınlarda Metabolik Sendrom riskinin daha fazla oluşudur. Türkiye genelinde yüzde 35 olan Metabolik Sendrom sıklığı erkeklerde yüzde 28.8, kadınlarda yüzde 41.1’dir.
Çalışmada dikkati çeken sonuçlardan biri de, ilerleyen yaşla birlikte metabolik sendrom sıklığının artmasıdır. 20-29 yaş grubunda yüzde 10’lar civarında seyreden risk, 30-39 yaş grubuna gelince yüzde 30’lara çıkıyor. 40-49 yaş grubunda her iki kişiden biri Metabolik Sendrom tanımına uyuyor. Sonraki yaş gruplarında ise yüzde 60’lar civarında görülme oranı var. Yaş grupları tablosu ayrıntılı değerlendirildiğinde, kadınların erkeklere göre daha az risk altında olduğu yaşlar sadece 20-29 diliminde. Yıllar geçtikçe risk faktörü her üst yaş diliminde daha da belirginleşerek hep kadının aleyhine çalışıyor. Bu sonuçlar kadınların yaşam stillerini çok ciddi bir şekilde gözden geçirmeleri gerektiğini söylüyor.
Tedavisi var mıdır?
Metabolik Sendromun en etkili tedavisi önlemektir. Bir hastalığın maddi-manevi en ucuz, başarılı ve etkin tedavisinin onun oluşmasını engellemek olduğunun en iyi örneklerinden biri Metabolik Sendrom Önleme Çalışmalarıdır. Henüz hiçbir hastalık belirtisinin ortaya çıkmadığı riskli kişiler en erken evre Metabolik Sendromu olan kişiler olarak kabul edilmelidir. Bu dönemde yapılan ayrıntılı laboratuar tetkikleri insuline karşı vücutta direnç olduğunu gösterir. Bu evrede yapılacak işlem egzersiz, yaşam stilini düzeltme ve tıbbi beslenme tedavisidir. Egzersiz söz konusu olduğunda ayrıntılı- karışık programlar yapmak zor, pahalı ve bir zaman sonra terk edilecek yaklaşımlardır. Günde 30-45 dakika ara vermeksizin devam eden yürüyüşler tüm gereksinimi karşılayacak kadar yeterlidir.
İlerleyen evrelerde basit laboratuar tetkiklerinde düzensizlik, hafif tansiyon ve kan şekeri düzensizliği belirdikçe, bu tedbirlere ek olarak ilaçların kullanımı düşünülebilir. Daha geç evreler organ sorunlarının başladığı, özellikle kalp-damar hastalıklarının, şeker hastalığının yaşamı tehdit eden boyutlara ulaştığı dönemlerdir. Su safhaya gelindiğinde yalnızca yaşam stil değişikliği yetersiz kalacaktır. O nedenle kan yağlarının düşürülmesi, şeker düzeyinin ayarlanması, tansiyonun düzenlenmesi gibi ilaçla yapılan tedaviler devreye girecek, bazen bunlar da yetersiz olup anjioplasti, stent, by-pass gibi girişimlerin de uygulanması gerekebilecektir.
Banu Kazanç
Beslenme ve Diyet Uzmanı
0 212 224 40 17 – 0 212 224 33 98
Metabolik Sendrom Nedir?
İnsulin Direnci Sendromu ya da Sendrom X adlarıyla da bilinen Metabolik Sendrom, vücutta şeker ve insulin dengesindeki bir bozukluk sonucu kan yağlarında artış, bel çevresinin fazlalaşmasıyla ön planda olan kilo fazlalığı, tansiyon yüksekliği ve şeker dengesizliği başta olmak üzere aynı anda birçok organda çeşitli sorunlarla kendini gösteren, toplumda çok sık görülen ve sıklığı giderek artan bir hastalıktır.
Metabolik Sendrom tanısı nasıl konulur?
Metabolik Sendrom’un 4 temel öğesi vardır: Bel çevresinin fazlalığı, trigliserid düzeyinin yüksekliği, kötü huylu (LDL) kolesterol düzeyinin yüksekliği, kan basıncının yüksekliği ve kan şekerinin olması gereken rakamların üzerinde bulunması. Bunlar arasında olmazsa olmaz faktör ise bel çevresinin yüksek oluşudur. Son olarak 2005 yılının Nisan ayında Uluslararası Diyabet Federasyonu tarafından Berlin’de düzenlenen “1. Uluslararası Metabolik Sendrom Kongresinde”, Metabolik Sendrom tanı kriterlerine son şekli verildi. Buna göre;
Bel çevresinin erkeklerde 94 cm, kadınlarda 80 cm’den fazla bulunmasına ek olarak aşağıda belirtilen 4 faktörden ikisinin varlığı tanı koymak için yeterli kabul edildi
Trigliserid düzeyinin 150 mg/dl’dan fazla oluşu veya bunu sağlamak için bir ilaç kullanılıyor olması…
HDL-Kolesterol düzeyinin erkeklerde < 40 mg/dL, kadınlarda < 50 mg/dL oluşu veya bunu sağlamak için bir ilaç kullanılıyor olması
Büyük tansiyonun 130 mmHg veya küçük tansiyonun 80 mmHg düzeyine eşit veya üzerinde olmaları veya daha önce hipertansiyon tanısı konulup ilaç kullanılıyor olması
Açlık kan şekerinin 100 mg/dl üzerinde bulunması veya daha önce tip 2 diyabet tanısı konulmuş olması…
Yeni tanı kriterlerinde en çarpıcı değişiklik bel çevresi için daha önce erkeklerde belirtilen 102, kadınlarda 88 cm rakamlarının değişmesidir. Bel çevresinin varlığı toplumdan topluma farklılık gösterir. Bir Çinli ile İsveçlinin fiziki yapısı aynı olamaz. O nedenle her toplum için bel çevresi belirlenip, kriterler ona uygunluk gösterecek şekilde düzenlenmelidir. Ülkemizde bu konuda yapılmış kabul edilebilir bir çalışma olmayıp, Avrupa için belirlenmiş, yukarıda belirlenen rakamlar kabul edilmektedir.
Nasıl oluşur?
Genetik eğilimi olan kişiler metabolik sendrom gelişimine karşı daha fazla yatkındırlar. Eğer kişinin ailesinde kilo fazlalığı, tansiyon yüksekliği, kan yağlarında dengesizlik gibi sorunlar var ve çevresel faktörler de eklendiyse Metabolik Sendrom gelişmesi kaçınılmazdır. Burada mutlaka vurgulanması gereken, sendromun ortaya çıkmasını belirleyen en önemli faktörün çevresel faktörler olduğudur. Çevresel faktörler denildiğinde iki kavram akla gelir:
1. Harcanabileceğinden çok daha fazla kalorijenik ve vücut yapısına uygun olmayan gıda alımı
2. Egzersiz yokluğu veya yetersizliği.
Bu iki faktör bir araya geldiğinde, genetik uygunluk yoksa bile Metabolik Sendrom oluşabilir. Başka bir açıdan bakıldığında, genetik açıdan riskli bir kişi düzenli egzersiz yapıyor ve sağlıklı besleniyorsa Metabolik Sendrom gelişmeyebilir.
Sıklığı nedir?
Tüm dünyadaki verilere bakıldığında sıklığın yüzde 25-35 arasında değiştiğini söylemek mümkün. Toplumun hareketliliğine ve yeme biçimine göre oranlar değişebiliyor. Örnek vermek gerekirse Çin’de düşük, ama aynı Çinli Amerika’daki yaşam şartlarına uyduğunda oran birdenbire değişiyor. Aynı şekilde Okyanusya bölgesinde “Vahşi, medeniyetin girmediği” bölgelerde oran son derece düşük, ancak “Batı yardımı alan, medeni” bölgelerde oldukça yüksek. Özetle Metabolik Sendrom sıklığı yaşam stili ile çok yakın bir ilişki gösteriyor.
Ülkemizde farklı çalışmalar yapılmış olmakla birlikte en etkin çalışmanın METSAR olduğu söylenebilir. Bir önceki kriterler temel alınarak yapılan bu çalışmada en dikkati çeken sonuç, kadınlarda Metabolik Sendrom riskinin daha fazla oluşudur. Türkiye genelinde yüzde 35 olan Metabolik Sendrom sıklığı erkeklerde yüzde 28.8, kadınlarda yüzde 41.1’dir.
Çalışmada dikkati çeken sonuçlardan biri de, ilerleyen yaşla birlikte metabolik sendrom sıklığının artmasıdır. 20-29 yaş grubunda yüzde 10’lar civarında seyreden risk, 30-39 yaş grubuna gelince yüzde 30’lara çıkıyor. 40-49 yaş grubunda her iki kişiden biri Metabolik Sendrom tanımına uyuyor. Sonraki yaş gruplarında ise yüzde 60’lar civarında görülme oranı var. Yaş grupları tablosu ayrıntılı değerlendirildiğinde, kadınların erkeklere göre daha az risk altında olduğu yaşlar sadece 20-29 diliminde. Yıllar geçtikçe risk faktörü her üst yaş diliminde daha da belirginleşerek hep kadının aleyhine çalışıyor. Bu sonuçlar kadınların yaşam stillerini çok ciddi bir şekilde gözden geçirmeleri gerektiğini söylüyor.
Tedavisi var mıdır?
Metabolik Sendromun en etkili tedavisi önlemektir. Bir hastalığın maddi-manevi en ucuz, başarılı ve etkin tedavisinin onun oluşmasını engellemek olduğunun en iyi örneklerinden biri Metabolik Sendrom Önleme Çalışmalarıdır. Henüz hiçbir hastalık belirtisinin ortaya çıkmadığı riskli kişiler en erken evre Metabolik Sendromu olan kişiler olarak kabul edilmelidir. Bu dönemde yapılan ayrıntılı laboratuar tetkikleri insuline karşı vücutta direnç olduğunu gösterir. Bu evrede yapılacak işlem egzersiz, yaşam stilini düzeltme ve tıbbi beslenme tedavisidir. Egzersiz söz konusu olduğunda ayrıntılı- karışık programlar yapmak zor, pahalı ve bir zaman sonra terk edilecek yaklaşımlardır. Günde 30-45 dakika ara vermeksizin devam eden yürüyüşler tüm gereksinimi karşılayacak kadar yeterlidir.
İlerleyen evrelerde basit laboratuar tetkiklerinde düzensizlik, hafif tansiyon ve kan şekeri düzensizliği belirdikçe, bu tedbirlere ek olarak ilaçların kullanımı düşünülebilir. Daha geç evreler organ sorunlarının başladığı, özellikle kalp-damar hastalıklarının, şeker hastalığının yaşamı tehdit eden boyutlara ulaştığı dönemlerdir. Su safhaya gelindiğinde yalnızca yaşam stil değişikliği yetersiz kalacaktır. O nedenle kan yağlarının düşürülmesi, şeker düzeyinin ayarlanması, tansiyonun düzenlenmesi gibi ilaçla yapılan tedaviler devreye girecek, bazen bunlar da yetersiz olup anjioplasti, stent, by-pass gibi girişimlerin de uygulanması gerekebilecektir.
Banu Kazanç
Beslenme ve Diyet Uzmanı
0 212 224 40 17 – 0 212 224 33 98