Son kullanma tarihi geçmiş, bayatlamış bir tarayıcı kullanıyorsanız. Mercedes kullanmak yerine tosbaya binmek gibi... Websiteleri düzgün görüntüleyemiyorsanız eh, bi zahmet tarayıcınızı güncelleyiniz. Modern Web standartlarını karşılayan bir tarayıcı alternatifine göz atın.
Allah her şeyden haberdardır, sanmayın ki size yapılan haksızlığa kayıtsız kalıyor. O, size bir annenin evladına yaklaştığı merhametten daha fazla merhamet duyandır. Duanın karşılığını takip etmeden "Allah de ötesini bırak". Kul Rabbini imtihan etmez. Ona tevekkülle yaklaştığında rahmetini tüm hücrelerinde hissedeceksin.
Karşında o kadar çok maskeli insan var ki onları tanımak için yoruluyorsun. Şayet dikkat edersen güzel olan bir şey var; o senin hakkını aldıkça, sen onun sevaplarından kazanıyorsun. O halde kaybettim diye üzülme, biraz daha derin bakarsan, aslında kazandığını fark edeceksin!..
Aşık olcaksın evet ama kalbini Allah aşkıyla yakacaksın... Dünyanın geçici olduğunu, biteceğini İDRAK edeceksin; sadece sonsuz kudrete bağlanacaksın. Allaha bağlı yaşayacaksın. İşte Uğur Koşar bu kitap da sana herkes gibi Allahı anlatmıyor Onu adeta hissettirip yaşatıyor!.. Psikolog Cavidan Ebru Kızıl
Yirmi yıldır terapi deneyimlerimde elde ettiğim sonuçlardan biri şudur ki; eksik olan parçaları yitirdiğini düşünen ve bunları arayarak çıkmazlara giren ve bunun da dışarıda olduğunu sanan çok büyük bir çoğunluk çeşitli psikolojik sorunlarla ruh sağlıklarını bozmuştur. Bu büyük çoğunluğa eserlerinde ve görüşlerinde öze dönüş yolunda katkı sağlayan, aradıklarını bulabilme cesareti ve ışığı olan Uğur Koşar Dostuma "Allah De Ötesini Bırak" ile özlerine dönebilmesi adına ışık olan eserinden dolayı en içten teşekkürlerimi sunuyorum... Uzm. Psikolog Abdullah Topal
Sıcacık bir kahveden yükselen güzel kokular eşliğinde keyifli bir okuma vaat ediyor Soğuk Kahve.
İronik ve mizahi olduğu kadar keskin bir dil. Belki de çoğumuzun gündelik hayatında olan konuları anlatırken sizi ters köşeden bir bakış açısına yatırıp golü ustalıkla atıyor. Hınzır bir zekânın ürünü olan cümleleri sizi gülerken duygulandıracak, çoğu zamansa hayretler içinde bırakacak. Kahraman Tazeoğlu
Batman kendi deyimiyle numune bir adam. En azından yazdıkları öyle. Kolay kolay kimseden duyamayacağınız, cesaret isteyen şeyleri açıkyüreklilikle söylüyor okura. Özellikle kadın erkek ilişkilerinin üzerindeki pembe tozu üfleyip altında yatan siyahları ve beyazları soğukkanlılıkla gösteriyor. Ne her erkek bir Romeo, ne de her kadın bir Juliet. Ertürk Akşun
Topuklu ayakkabı mı yoksa ben mi?
Bir kadını zorlayan bir soru olabilir.
Çikolata mı ben mi? sorusu kadar olmasa da zorlar.
Ben doğmadan çok önce, sen buralardan göçüp gitmiştin, hayatımın kahramanı olacağını bilmeden, kendi ölümünü kendin seçip isteyerek, geride derin yaralar açıp terk etmiştin her şeyi ve herkesi... Çocukluğumdan beri annemden ve anneannemden dinlediğim bütün masalların kahramanları arasında benim en hayran olduğum sadece sendin. Senin harika bir öykü kahramanı olacağını düşünürdüm, hakkında anlatılan onca şeyi dinlerken... Küçük, camekânlı büfenin üzerinde, çerçeve içinde duran sepya fotoğrafın, başkalarından dinlediklerimin çok ötesinde uzun öyküler anlatırdı bana sessizce.
İskemleyi büfenin önüne çeker, dirseklerimi dayayıp uzun uzun seyrederdim; çarlık üniforman, çizmelerin, kılıcınla çektirdiğin o fotoğrafı. Seni, daha üç yaşındayken ve inan bana o yaşında hiçbir çocuğun dedesini sevemeyeceği kadar çok seviyordum, sadece bana fısıldadıklarından dolayı. Sen benim için, artık ulaşamayacağım, kaybolmuş bir zamanın, sınırları değişmiş, o gün için hiç gidemeyeceğim bir ülkenin, kitabı hiçbir zaman yazılmamış isimsiz bir kahramanıydın. Hem uzak bir masal zamanda kalmış, hem de kendime çok yakın hissettiğim, hüzün veren bir kayıptın...
Erkeklerin kadınlarını baş tâcı ettikleri, kadınların erkeklerinin sevgi dolu yoldaşları oldukları bir aile geçmişimin masalsı kahramanı dedem Kurt Seyitle beraber yaşadığım ruhsal yolculuğun hikâyesi… Benim Matruşka zamanlarım… (Tanıtım Bülteninden)
Eskiden inanılmaz olaylara genellikle polisiye romanlarda veya filmlerde rastlardık. Günün birinde benzer olayları ülkemizde yaşayabileceğimizi, örneğin sahte dijital verilerle kitlesel tutuklamalar yapılabileceğini, bakire kadınlardan fahişe, körlerden ve okuma yazması olmayanlardan casuslar üretilebileceğini hiç düşünemezdik. Yaşadığımız coğrafyanın en caydırıcı donanmasına sahip olan, milli gemisini ve denizaltısını üreten Deniz Kuvvetlerimizin, gün gelip, küçük bir römorkörü denize indirirken 10 şehit verecek kadar aciz duruma düşürebileceğini aklımızın ucundan bile geçiremezdik.
Ama ne yazık ki bunların hepsi oldu. Türk Silahlı Kuvvetlerinin Genelkurmay Başkanı başta olmak üzere çok değerli generalleri, amiralleri, pırıltılı subayları, biliminsanları gazetecileri ve yurtsever aydınları, akıl almaz suçlamalarla tutsak edildi. Tarihe "Kumpas Davaları" olarak geçen yargı süreçlerinde sahte deliller ve gizli tanık (!) ifadeleriyle müebbete kadar uzayan hükümler verildi.
Büyük acılar, yürek yakan dramlar yaşandı, yuvalar dağıldı, hayatlar söndü. Ama hakikatin topallayarak da olsa günün birinde mutlaka hedefine ulaşacağından emin olanların inançları hiçbir zaman kaybolmadı. Değerli Yılmaz Özdil kardeşimin "Maltepedeki Arkadaşlarım" dediği tutsak subaylar için başlattığı mektup kampanyasına hakikati arayanların verdiği destek, inanılmaz boyutlara ulaştı. Ve çok geçmeden tünelin ucundaki umut ışığı oldu.
Yarınların özgür ve aydınlık günlerinde hep birlikte olabilmek dileğiyle…" -UĞUR DÜNDAR-
"Balyoz adı verilen davanın, millet vicdanında beraat ettiğinin kanıtıdır bu mektuplar." -YILMAZ ÖZDİL- (Tanıtım Bülteninden)
Güzellik, bakmayı bilen gözdedir sevgilim. Artık kendime layık olanı seçebiliyorum sayende. Bir insanın gözlerine bakıp, kalbini görebiliyorum her seferinde. Eskisi gibi değilim. Neden mi senden çok daha öndeyim? Herkesin dünyası kendi gördüğü kadardır sevgilim. Sen önüne bakarken, ben uzakları ezberledim. Sen olup bitenlerle ilgilenirken, ben olmayanın izindeydim.
Çivi çiviyi sökermiş, yalnızlığı kanatan hüzünlü şarkılar, yalnızlığa iyi gelirmiş. İşte ben bu şekilde hayata karşı direndim. Keşke bana akıl vereceğine, aklımı alacak kadar beni sevseydin. Ben, bir çocukluk edip büyüdüm işte! Sen büyümüşsün ama doğmamışsın bile. Ben, senin doğrundum sevgili. Ötekiler gelip geçerdi. Sen doğru olanı değil, geçerli olanı seçtin. Terk etmek kazanan olmaya yeter zannettin.
Bana, bir veba busesi bırakıp gittin; bak şimdi yerini başkaları aldı. Bu aşkın vebası sende, busesi bende kaldı. Seçtiğin yolda sana mutluluklar diliyorum. Unutmak alışmaktır. Unutursun demiyorum… Ama alışacaksın biliyorum. (Tanıtım Bülteninden)
Türkiye Cumhuriyeti 26. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, 13. Ağır Ceza Mahkemesinde savunma yapmayı reddetmiştir.
Çünkü Cumhuriyet tarihinde ilk kez bir Genelkurmay Başkanı görevi başında iken terör örgütü yönetmekle suçlanmıştır.
Bu tarihi süreçte yargı, aldığı kararlarla sınıfta kaldı. Siyaset, sadece konuşarak ve seyrederek sınıfta kaldı. Medya, gerçeklere dokunmaktan çekinerek sınıfta kaldı. Türk silahlı kuvvetleri, muvazzafı ve emeklisiyle silah arkadaşlığına vefasızlık göstererek sınıfta kaldı. Cezaevlerinde bulunanlar ise aileleri ve sevenleriyle hep dimdik ayakta kaldılar. Ne eğildiler ne de büküldüler.
İlker Başbuğ, bu kitapta iki yıldır şahsına ve Türk silahlı kuvvetlerine yöneltilen suçlamalara yanıt vererek savunmasını Türk milletinin takdirine sunuyor. (Tanıtım Bülteninden)
Tarihimizin en önemli ve çalkantılı dönemlerinden biri olan 16. yüzyılda İstanbul… Hindistandan gelen beyaz bir fil ve onun sırlarla dolu bakıcısı: Çota ile Cihan. Filbaz aynı zamanda bir üstadın çırağı. Ustası ise Sinan. Bu toprakların yetiştirdiği en büyük mimar. Elif Şafakın muazzam hayal gücü ve zengin diliyle Osmanlı tarihinin derinliklerine doğru şaşırtıcı bir yolculuğa çıkıyoruz. Karşılıksız bir aşk, iktidar kavgaları, yobazlığın ortasında yeşeren sanat ve beklenmedik bir ihanet… Bir tarafta bilime ve öğrenmeye inananlar, bir tarafta gelişmeyi durduranlar... Ustam ve Ben, tarihi kişiliklerin, camilerin, kütüphanelerin, türbelerin, köprülerin resmigeçit yaptığı, rengârenk, canlı, sürprizlerle dolu bir dönem hikâyesi…
Öyle bir hayal dünyası ki içindeki konular ve tartışmalar günümüze dair de çok şey söylüyor. Uzun süre hafızalardan silinmeyecek, çok konuşulacak bir roman.
"İstanbul dediğin unutkanlıklar şehri. Orada her şey suya yazılmış. Ustamın eserleri hariç, onunkiler taşa kazınmış. O taşlardan birine bir sır sakladık. Çok zaman geçti üzerinden, nice alametler birikti ama hâlâ orada olmalı, bıraktığımız noktada. Bilmem bulan çıkar mı? Bulsa bile anlar mı? Ustamdan geriye kalan yüzlerce eserden ve binlerce, binlerce taştan bir tanesi var ki, altında gizli Arzın Merkezi."
Serenad fırtınasından sonra Livaneliden nefes kesen bir roman
Sakin bir balıkçı köyünde genç bir kadının cinayete kurban gitmesiyle başlar her şey. Dünyadan elini eteğini çekmiş emekli inşaat mühendisiyle genç, güzel ve meraklı gazeteci kızın tanışmasına da bu cinayet vesile olur. Kurguyla gerçeğin karıştığı, duyguların en karanlık, en kuytu bölgelerine girildiği hikâye, daha doğrusu hikâye içinde hikâye de böylece başlar. Modern bir Binbir Gece Masalının kapıları aralanır. Ancak bu kez Şehrazad erkektir.
Kardeşimin Hikâyesi aşkın mutlulukta ulaşılacak son nokta olduğuna inananları bir kez daha düşünmeye davet eden, aşka, aşkın karmaşıklığına ve tehlikelerine dair nefes kesen bir roman. Her sayfada yeni bir gerçekliği keşfedecek, kuşku ile kesinliğin sınırlarında dolaşacaksınız.
Mantıksız gibi geliyor ama o sabah uyandığımda tuhaf bir haber alacağımı biliyordum. Karadenizin lacivert dalgalarıyla baş başa kalmış olan bu ıssız köyde geçen her gün birbirinin aynısı olduğu için burada insanların heyecanla konuşacağı olaylara pek sık rastlanmazdı. O günün de ötekiler gibi sessizce akıp gitmesi gerekirdi ama galiba başka şeyler olacaktı. O mahmur sabah saatlerinde bir cinayet haberi alacağımı bilmiyordum elbette ama bir haber gelecekti. Daha yataktan çıkmamıştım, gözlerim kapalıydı, arkalarında fosforlu çizgiler bırakarak yıldırım hızıyla hareket eden mor tavşanları izliyordum.
Ferzan Özpetek, doğup büyüdüğü şehir olan İstanbulu yıllardır uzaktan gözlemliyor. Bu sevginin ve hüznün romanı olan İstanbul Kırmızısı, sanatçının sinema eğitimi için İtalyaya gidişine kadarki İstanbul yaşantısından izler taşıyor. Mesafelerle ölçülebilen uzaklığın kişiyi bir şehre ait olmaktan alıkoyamayacağını, önemli olanın şehirde yaşamak değil, şehri yaşatmak olduğunu gösteriyor.
Filmleriyle tüm dünyada adından söz ettiren Ferzan Özpetek, romancılıkta da bir o kadar iddialı. (Tanıtım Bülteninden)