- 23 Mayıs 2009
- 891
- 0
- 45
okudugum güzel bi yazıyı sizinle paylaşmak istedim..
Bugün evimin büyük terasını renklendirmek istedim. Gidip çeşit çeşit tohumlar, saksılar ve toprak aldım. Kalbimin bu koyu yalnızlığına neşe katsınlar istedim. Aşk içimi kavururken ve bütün umutlarım tükeniyorken, hiç olmazsa onlarla avunayım dedim.
Ebegümeci, papatya, fesleğen, nane ve bir çok tohumum aldım. Mevsimi olmayabilir ama sevgiyle bakılırsa, tomurcuk vereceklerini umuyorum. Aşk da böyle değil mi? Önce gidip bir tohum beğeniyorsunuz. Gönül evinizde açmasını istediğiniz bir çiçek seçiyorsunuz. Sonra onu ekiyorsunuz. Her gün sulayıp, sevgi, ilgi gösteriyorsunuz. Zaman geçiyor, bir sabah uyandığınızda bakıyorsunuz ki, küçük bir uç görünüyor. Aman, sizden mutlusu yok! Sabırla bekliyorsunuz. Hiç bıkmadan, sıkılmadan, her gün bekliyorsunuz.
İlişkiler de çiçek yetiştirmek gibi, çok emek ve sabır istiyor. Sonunda renk renk çiçek açacağına güveniyorsanız, emek vermek zor değil, hatta keyifli de; ancak benim gönlüme döndüyse kalbiniz, aşka tutunmak zor oluyor.
Aşk denilen duygu, esareti sevmiyor. Kontrol etmek mümkün değil. Kime gideceğini önceden bilsek, önlem alınır belki ama olayın kumandası elimizde durmuyor. Bir anda, hatta çoğunlukla fark etmeden, uçup konuyor kuş misali kalbiniz, başka bir kalbin üstüne.
İyi de, bakalım karşıdaki kalp buna hazır mı? Tohumu ektin ama zamanı mıydı?
Benim gibi biraz deli olanların, mevsim, zaman umurunda olmaz. Aşka aşık olmak böyle bir vurgundur. Toprağı bulmuşum, tohumu da ekmişim, düzenli olarak da suluyorum; sanıyorum ki, mutlaka filiz verecek. Bazen vermiyor, inatla direniyorum, yok, mutlaka verecek! Ben onu açtırıp, gönlümün balkonunda mutlaka seyredeceğim.
İnsan sadece kendi için seviyor, kim ne derse desin! Aşk, kalbinizden başka kimsenin sorunu değil. Birini sevmek, ona sizi sevme zorunluluğu getirmez ki, değil mi? Elma hikayesi yani, ancak problemin başladığı yer, sevdiğimiz zamanlar değil. Karşılık gördüğümüze inandığımız vakit, olayın şekli değişiyor. Adı, aşk değil de ilişkiyse, beklentiler oluşuyor.
Aşkı da, ilişkileri de yiyip bitiren hisler var. Beklenti, kıskançlık, sahip olmak. Bunlar, çiçeklere dadanan böcekler gibi, sevgiyi çaktırmadan kemirirler. Çözümü var mıdır? Elbette vardır ancak biraz zorlanırsınız. Bu durumu çözmek için, önce hayata bakışınızı kökten değiştirmeniz gerekir. Egonuzdan, hırslarınızdan sıyrılarak, sade ve farklı bir hayata geçiş yapmak lazım. Tam olarak açıklamak için, bir örnek vereyim:
Kilo sorunu olanların, diyete girip zayıfladıktan sonra geri almalarının altında yatan neden, diyetin bir süre olduğunu düşünmeleridir. Aylar süren sıkı perhizler bitip, tekrar özgür hayata başladıklarında, daha önce kilo almalarına sebep olan her besini tüketmeye başlarlar. Bu şartlar altında da, tarih tekerrürden ibarettir. Tekrar kilo alıp, sonra yeniden diyete başlarlar. Sonunda metabolizma bozulur ve hiç kilo veremez hale gelirler.
İşte, ilişkilerde de bizi yanıltan, diyete girilen süre gibi, ilk başlarda içimizdeki bir çok duyguya gem vurarak, sevgimizi sunmaya çalışmaktır. Zaman geçtikçe, tüm bastırdıklarımız teker teker ortaya çıkar. Sonuçta, ilk sevgili olduğumuz gün ile ayrılığa uzanan süre arasında fark ederiz ki, egomuz tavana vurmuş, beklentilerimiz limite dayanmış ve sahip olmak isteğimiz, tüm benliğimizi kaplamış. Herkesin aynı düşünüp, aynı şekilde davranması elbette ki mümkün olamaz. Ancak burada sır, geçmiş ilişkilerdeki hatalardan yola çıkarak, doğruyu bulmak. Bunu da diyet süresi gibi görmek yerine, yaşam tarzı haline getirmek. Mutluluğa giden yol budur.
Ben bugün, terbiye etmeyi öğrenmeye çalıştığım beklenti duygumu, sevgilim yerine çiçeklere ektim. Umutla bekliyorum. Mutlaka filiz verecekler. Dünden farklı bir şey yaptım. Eğer bir tek tomurcuk bile görürsem, emeklerim boşa gitmemiş olacak. Peki, siz bugün gönül bahçenize ne ektiniz?
Bugün evimin büyük terasını renklendirmek istedim. Gidip çeşit çeşit tohumlar, saksılar ve toprak aldım. Kalbimin bu koyu yalnızlığına neşe katsınlar istedim. Aşk içimi kavururken ve bütün umutlarım tükeniyorken, hiç olmazsa onlarla avunayım dedim.
Ebegümeci, papatya, fesleğen, nane ve bir çok tohumum aldım. Mevsimi olmayabilir ama sevgiyle bakılırsa, tomurcuk vereceklerini umuyorum. Aşk da böyle değil mi? Önce gidip bir tohum beğeniyorsunuz. Gönül evinizde açmasını istediğiniz bir çiçek seçiyorsunuz. Sonra onu ekiyorsunuz. Her gün sulayıp, sevgi, ilgi gösteriyorsunuz. Zaman geçiyor, bir sabah uyandığınızda bakıyorsunuz ki, küçük bir uç görünüyor. Aman, sizden mutlusu yok! Sabırla bekliyorsunuz. Hiç bıkmadan, sıkılmadan, her gün bekliyorsunuz.
İlişkiler de çiçek yetiştirmek gibi, çok emek ve sabır istiyor. Sonunda renk renk çiçek açacağına güveniyorsanız, emek vermek zor değil, hatta keyifli de; ancak benim gönlüme döndüyse kalbiniz, aşka tutunmak zor oluyor.
Aşk denilen duygu, esareti sevmiyor. Kontrol etmek mümkün değil. Kime gideceğini önceden bilsek, önlem alınır belki ama olayın kumandası elimizde durmuyor. Bir anda, hatta çoğunlukla fark etmeden, uçup konuyor kuş misali kalbiniz, başka bir kalbin üstüne.
İyi de, bakalım karşıdaki kalp buna hazır mı? Tohumu ektin ama zamanı mıydı?
Benim gibi biraz deli olanların, mevsim, zaman umurunda olmaz. Aşka aşık olmak böyle bir vurgundur. Toprağı bulmuşum, tohumu da ekmişim, düzenli olarak da suluyorum; sanıyorum ki, mutlaka filiz verecek. Bazen vermiyor, inatla direniyorum, yok, mutlaka verecek! Ben onu açtırıp, gönlümün balkonunda mutlaka seyredeceğim.
İnsan sadece kendi için seviyor, kim ne derse desin! Aşk, kalbinizden başka kimsenin sorunu değil. Birini sevmek, ona sizi sevme zorunluluğu getirmez ki, değil mi? Elma hikayesi yani, ancak problemin başladığı yer, sevdiğimiz zamanlar değil. Karşılık gördüğümüze inandığımız vakit, olayın şekli değişiyor. Adı, aşk değil de ilişkiyse, beklentiler oluşuyor.
Aşkı da, ilişkileri de yiyip bitiren hisler var. Beklenti, kıskançlık, sahip olmak. Bunlar, çiçeklere dadanan böcekler gibi, sevgiyi çaktırmadan kemirirler. Çözümü var mıdır? Elbette vardır ancak biraz zorlanırsınız. Bu durumu çözmek için, önce hayata bakışınızı kökten değiştirmeniz gerekir. Egonuzdan, hırslarınızdan sıyrılarak, sade ve farklı bir hayata geçiş yapmak lazım. Tam olarak açıklamak için, bir örnek vereyim:
Kilo sorunu olanların, diyete girip zayıfladıktan sonra geri almalarının altında yatan neden, diyetin bir süre olduğunu düşünmeleridir. Aylar süren sıkı perhizler bitip, tekrar özgür hayata başladıklarında, daha önce kilo almalarına sebep olan her besini tüketmeye başlarlar. Bu şartlar altında da, tarih tekerrürden ibarettir. Tekrar kilo alıp, sonra yeniden diyete başlarlar. Sonunda metabolizma bozulur ve hiç kilo veremez hale gelirler.
İşte, ilişkilerde de bizi yanıltan, diyete girilen süre gibi, ilk başlarda içimizdeki bir çok duyguya gem vurarak, sevgimizi sunmaya çalışmaktır. Zaman geçtikçe, tüm bastırdıklarımız teker teker ortaya çıkar. Sonuçta, ilk sevgili olduğumuz gün ile ayrılığa uzanan süre arasında fark ederiz ki, egomuz tavana vurmuş, beklentilerimiz limite dayanmış ve sahip olmak isteğimiz, tüm benliğimizi kaplamış. Herkesin aynı düşünüp, aynı şekilde davranması elbette ki mümkün olamaz. Ancak burada sır, geçmiş ilişkilerdeki hatalardan yola çıkarak, doğruyu bulmak. Bunu da diyet süresi gibi görmek yerine, yaşam tarzı haline getirmek. Mutluluğa giden yol budur.
Ben bugün, terbiye etmeyi öğrenmeye çalıştığım beklenti duygumu, sevgilim yerine çiçeklere ektim. Umutla bekliyorum. Mutlaka filiz verecekler. Dünden farklı bir şey yaptım. Eğer bir tek tomurcuk bile görürsem, emeklerim boşa gitmemiş olacak. Peki, siz bugün gönül bahçenize ne ektiniz?