Gitmek geliyor içimden… Belli bir mekâna değil, belli bir zamana. Teknoloji bu kadar gelişirken, uzayın derinliklerine gidilip, kim var kim yok diye araştırılırken, neden zamanı geriye alma girişiminde bulunmaz ki bilim adamları.
Bu mucizenin gerçekleşebileceğini düşününce heyecanlanıyorum. Bir an ne kadar geriye gitmek istediğimden emin olamıyorum.
Acaba anne karnına mı geri dönsem? Yoksa cinsiyetimi belirleyen babamın hayalarına mı? Galiba hiç doğmamış olmak istemek biraz fazla kaçar, kaderi değiştirmek olurdu. Eyvah! Kader, yazgı! Ben bunları geriye dönüş heyecanı içinde atlamışım. Onlar devreye girince yaşanmışlık aynı olacak. Fotokopisi gibi. Ama bu geri dönüşlüğün, aynı şekilde bir yaşanmışlığı olacaksa; acısı, hüznü, hayal kırıklığı çok, sevinci, mutluluğu az…
Ya bir de kaybettiklerim ve kazandıklarım. Geçmişe intikal eden akrabalarım, arkadaşlarım, eşim, dostum. Kaybettiğim değerlerim, gururum, umutlarım. Ya kazandıklarım? Nerdeyse yarım asra ulaşacak yaşım her şeye rağmen beklemeyi ve umut etmeyi öğrenmek ve çocuklarım.
Hayır hayır! Artık emin değilim, başımı alıp gitmekten. O yorgunluğu bir daha yaşamaktan. Yaşanmışlığın terazisini ayarlamak zor. Ne yaparsak yapalım kaybettiklerimizin kefesi ağır geliyor.
Galiba en güzeli kahvemi elime alıp, bir de sigara yakıp Hüsnü Şenlendirici’den ‘Kimseye etmem şikayet ağlarım ben halime’ klarnet taksimini dinleyerek geçmişe yolculuk yapmak. Hüznü, sevinci, heyecanı, ayrılıkları anımsarken o günlere geri dönmek ve özeleştiri yapıp geleceğe yön vermek. Yolculuk uzun sürse de eminim buna değecek. Çünkü işin içinde gelecek için beklentiler, umutlar, geçmişteki keşkeler var.
Umarım keşkelerin olmadığı bir yön bulurum geleceğime. Kahveler, sigaralar ve klarnetten yayılan ses bir çok kez tekrarlansa da…