Gezegenimizi Kurtarmak/Lester R.BROWN / Christopher FLAVİN, Sandra POSTEL (Sinem GÜL)

Elif

Onur Üyesi
Pro Üye
12 Temmuz 2006
35.025
30.401
60

I NCİ BÖLÜM

Çevre bilincinin gelişmesine rağmen, gezegenimizin sağlığı benzeri görülmemiş bir hızla bozulmuştur. 1972’ den bu yana Dünya, yaklaşık 200 milyon hektar ağaçlık alanı kaybetmiştir. Bitki ve hayvan türlerinin binlercesi yok olmuştur. Stockholm’ deki toplantıdan bu yana insan nüfusu 1,6 milyar artmıştır; bu sayı 1900’ deki toplam insan nüfusuna eşittir.

Çağdaş toplumlar, teknolojideki gelişmelere rağmen, doğaya bağımlıklarını yadsıyarak kendilerine zarar vermektedir. Gezegenin sağlığı sonuçta, üzerinde yaşayan insanların sağlığını da etkiler. Bu bakış açısına göre son yirmi yılda zararlı eğilimler görülmektedir. Ekonomik çıktının büyük bir hızla yükselmesine rağmen, dünyadaki yoksulların sayısı artmıştır.Üçüncü dünya ülkelerinde iş sayısındaki artışın nüfus artışının altında kalması nedeniyle, on milyonlarca insan işsizdir ve yüz milyonlarcası da yetersiz işlerde çalışmaktadır. Bundan çok daha fazla insan ise temiz sudan, yeterli sağlık hizmetinden ve dengeli beslenmeden yoksundur.

Rüzgar ve su erozyonu nedenleriyle toprağın üst tabakasının kaybolması ve bunun yol açtığı toprak bozulması da aynı derecede kaygı vericidir. Üçüncü dünya ülkelerinde yaygın olarak görülen ormansızlaşma ve aşırı otlakçılık ta toprağın bozulmasına neden olur.

Hava kirliliği tüm dünyada yüzlerce şehirde ve pek çok kırsal alanda sürekli bir sorun haline gelmiştir. Dünyanın pek çok yerinde hava kirliliği ve asit yağmurları ekinlere ve ormanlara zarar vermektedir. Atmosferde huzursuz edici bir hızla gelişen başka değişimler de söz konusudur. Bilim adamları, büyük oranda sanayileşmiş ülkelerin ürettiği karbon ve diğer sera gazlarının yoğunluğunun giderek artmasının, önümüzdeki yirmi otuz yılda ortalama küresel sıcaklıklarda hızlı bir artışa yol açacağını tahmin etmektedirler.

Yeryüzünün fiziksel durumunda yerel, bölgesel ve küresel düzeylerde yaşanan bütün bu değişimler, gezegendeki biyolojik çeşitlilik üzerinde korkunç bir etki yaratmaktadır. Kitabın bu ilk bölümünde ele alınan mücadele kaynağı temelde, sürdürülebilir bir toplumun taslağını çizmek, bu toplumun neye benzeyeceğini ve nasıl işleyeceğini tanımlamaktadır.

II NCİ BÖLÜM

Sürdürülebilir bir ekonomi yaratmanın en açık ön şartlarından biri, dünyanın temel enerji kaynakları olarak petrol ve kömürün kullanılmasından vazgeçmektir. Bu yakıtlara bağımlılığı azaltmanın en kolay, en hızlı ve ucuz yolu enerjiyi daha etkin şekilde kullanmak yani daha azla daha çoğunu yapmaktır.

Çeşitli ülkelerde sürdürülen araştırmalara göre bina, fabrika ve ulaşım sistemlerinde enerji kullanımının azaltılması, yalnızca karbon yayımını düşürmekle kalmaz, maliyetinden daha yüksek miktarda para tasarrufu yapılmasını da sağlar.

Dolayısıyla enerji kısıtlamaları büyük olasılıkla evlerin ve dükkanların yürüme ya da bisiklet mesafesinde yer aldıkları daha sıkışık topluluklar yaratacaktır. Enerji etkinliğinin artırılması potansiyeli özellikle, sanayileşmiş ülkelerdeki teknolojik ilerlemelere yetişmeyi geçmişte başaramamış olan üçüncü dünya ülkelerinde yüksektir. Bu ülkeler gelecekte sanayileşmiş ülkeleri hızla yakalayabilirler.

Yeni binaların güneş ışığını hem ısınma hem de elektrik için mümkün olduğunca çok kullanacak şekilde inşa edilmesi ve belki de ileride bodrumlara, hidrojen kullanılarak elektrik ve sıcak su üreten bir kojenaratör yerleştirilmesi yararlı olacaktır.

Ama genelde, sürdürülebilir bir enerji ekonomisinde kirlilik oranı daha düşük ve ekonomi Orta Doğu’ daki politik karışıklıkların yarattığı ekonomik krizlere karşı daha dayanıklı olacaktır.Enerji kaynakları daha pahalı olsa da, bir bütün olarak enerji sistemi çok daha ekonomik olabilecektir.Etkinliğin artması enerji faturalarının düşmesini sağlayacak ve kirlilik kontrolüne sürekli yatırım yapma zorunluluğunu ortadan kaldıracaktır. Sanayileşmiş ülkelerde fosil yakıtlara bağımlılığın azalması, refah düzeyinin sürdürülebilmesini sağlayacaktır.

III NCÜ BÖLÜM

Gücünü büyük oranda, gün ışığından ve jeotermal enerjiye dayalı güneş kaynaklarından alan, bir dünya enerji sisteminin gerekli teknolojisi kurulmaya hazırdır. Böylece fosil yakıtlarının rolü marjinal düzeye indirilebilir. Fakat son zamanlarda yaşanan gelişmelerin getirdiği ekonomik ve çevresel yükler nedeniyle toplumların nükleer gücü reddettiği görülmektedir.

Başta, biyokütle ve su gücü olmak üzere yenilenebilir enerjilerin daha şimdiden dünya enerjisinin yaklaşık %20’ ini sağladığını öğrenmek pek çok kişiyi şaşırtacaktır. 1970’ lerin ortalarından bu yana, dünyada yenilenebilir, kaynak kullanımının artması için gerekli pek çok enerji teknolojisinde sürekli ilerlemeler kaydedilmektedir. Güneş enerjisinden enerji sağlayabilecek makine ve süreçlerin pek çoğu daha şimdiden fosil yakıtlarla rekabet edebilecek durumdadır. Bu teknolojilerin daha da gelişmesiyle birlikte, önümüzdeki on yıl içinde maliyetin daha da düşmesi beklenir.

Sürdürülebilir bir dünya enerji sisteminin dönüm noktası büyük olasılıkla güneş enerjisinin doğrudan dönüştürülebilmesi olacaktır. Geleceğin güneş ısısı teknolojileriyle daha da ucuza elektrik üretilmesi beklenmektedir.

Güneş enerjisinin diğer bir şekli olan rüzgar gücü de, güneşin, yeryüzünün atmosferini düzensiz şekilde ısıtmasından kaynaklanan hava akımının yarattığı enerjiyi kullanmaktır. Rüzgar gücü pek çok ülkede enerjinin beşte birini veya daha fazlasını üretebilmektedir.

Su gücü şu anda, dünya elektriğinin beşte birini sağlar. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde bu alanda büyük bir artış potansiyeli olsa da çevre kısıtlamaları bu gelişmeye sınırlama getirmektedir. Hangi su gücü kaynağının kullanılacağına karar verilmesinde kara taşkınları,tuzlanma ve yerlerinden edinmesi gerekecek insan sayısı etkili olacaktır. Bu kaygılar büyük bir olasılıkla, çoğu ülkede potansiyelinin tamamının kullanılmasını engelleyecektir. Yenilenebilir enerji sisteminin diğer önemli bir unsuru da jeotermal enerji, başka bir deyişle yeryüzü çekirdeğinin ısısıdır.. Biyokütlede olduğu gibi jeotermal kaynakların da yenilenebilir olmaları için dikkatle işlenmeleri ve yönetilmeleri gerekmektedir. Yanlış yönetim yerel ısı kaynağının boşalmasına yol açabilir.

Yenilenebilir enerji sisteminin şekli şimdiden ortaya çıkmaya başlamıştır. Mevcut kaynakların son derece bol ve çok yönlü olduğu görülmektedir. Güneş ekonomisinde çok çeşitli teknolojilerin birleşimi kullanılacak, yararlanılan enerji kaynakları bölgenin iklimine ve doğal kaynaklarına göre değişecektir.

IV NCÜ BÖLÜM

20 yy.’ da Batı toplumlarında yerleşen kullan-at anlayışı nedeniyle o kadar çok enerji tüketilmekte, o kadar çok karbon yayılmakta ve o kadar çok hava kirliliği, asit yağmuru, su kirliliği, zehirli atık ve çöp üretilmektedir ki toplum adeta kendi kendini boğazlıyor gibidir. Çevresel açıdan sürdürülebilir bir ekonomide, günümüzün çöp toplama ve çöpleri yok etme şirketlerinin yerini atıkların azaltılması ve geri dönüştürme endüstrileri alacaktır. Böyle bir ekonomide malzeme kullanımı, bir seçenekler hiyerarşisine göre yönlendirilecektir. Öncelikle ele alınacak konu elbette, temel olmayan malzemelerin kullanımından kaçınılmasıdır.

Kullan-at ekonomisinden uzaklaşma amaçlı ilk adımlar geri dönüşüm konusu üzerinde yoğunlaşmışsa da uzun vadeli sürdürülebilirlik, atık akışlarının yok edilmesine bağlıdır. Özellikle de sanayide üretilen atık hacmi azaltılmalıdır. Sanayide imalat süreçlerinin yeniden yapılandırılmasıyla, atık miktarı en az üçte bir oranında azaltılabilir.

Bir diğer olası atık azaltma yöntemi de, gıda ambalajlarının basitleştirilmesi olabilir. Çok boyutlu ya da şekilli içecek ambalajlarının yerini de pek çok kez kullanılabilecek camdan yapılmış ambalajlar alabilir. Bu tür bir sistem büyük oranlarda enerji ve malzeme tasarrufu sağlayacaktır.

Gezegenimizin giderek çoğalan nüfusunun gereksinimlerini, atık akışını sistematik olarak azaltarak ve geriye kalan malzemelerin çoğunu yeniden kullanarak ya da yeniden dönüştürerek yaşamamızı destekleyen sistemleri yok etmeden karşılayabiliriz.

V NCİ BÖLÜM

Fosil yakıtlar ve mineraller gibi iki önemli istisna hariç, besin maddelerimizin tamamını ve sanayinin hammaddesinin büyük bölümünü dört biyolojik sistem – ormanlar, otlaklar, balık yatakları ve tarım alanları – sağlar.

Ormanlarda, aşırı hasadın sonucunda gözle görülür bir ormansızlaşma yaşanmaktadır. Pek çok ülkede insanlar, doğanın, faizin yanı sıra sermayesini de tüketmektedirler. Tarım öncesi döneme göre şimdiden üçte bir azalmış olan ormanlar her yıl 17 hektardan fazla küçülmektedir.

İkinci biyolojik sistem olan otlaklar da, sürdürülebilir bir dünyada farklı bir şekilde yürütülecektir. Saban işini tamamladıktan sonra ormansızlaşmış toprakların büyük bölümü ancak otlak olarak kullanılabilir. Ekim yapılamayacak kadar kurak ya da eğimli tarım alanları neredeyse hiç istisnasız besi hayvanlarının beslenmesinde kullanılmaktadır. Yeryüzünün kara yüzeylerinin %24’ ü, ekin alanlarının kabaca iki oranında bir kısmı bu amaca ayrılmıştır. Yaklaşık 3 milyar evcil geviş getiren hayvan beslenmektedir.

Üçüncü doğal biyolojik sistem olan balık yatakları da küresel ekosistemde ve insanların beslenmelerinde çok önemli bir yere sahiptir. Okyanus ve tatlı su balık yataklarından elde edilen hasat, 1980’lerin sonlarında, yılda 90 milyon tonu aşmıştır. Daha da önemlisi, düşük gelirli ülkelerin çoğunda temel hayvan proteinini balık oluşturmaktadır.

VI NCI BÖLÜM

8 milyar insanı yeterli şekilde doyurabilmek, sürdürülebilir bir dünya kurmanın en zorlu işi olabilir. Beslenmemiz için gerekli hayvan proteininin çoğu balık yatakları ve otlaklardan sağlansa da yiyeceğimizin büyük bölümü ekili alanlardan ve özellikle de bu alanlarda yetiştirilen tahıllardan elde edilmektedir.

İnsanların çoğunun toprakta kalmadığı ve dolayısıyla ekonominin tarımsal temellerinden yalıtılmış olarak yaşayan modern sanayi sonrası toplumlarda, toprağın kapasitesini garanti altına alınmış olarak görme eğilimi söz konusudur. Timothy Weiseke’ nin çok doğru şekilde belirttiği gibi;”Tarım sonrası toplum diye bir şey yoktur.” 8 milyar insanı çevresel açıdan sürdürülebilir bir şekilde doyurmamız, tarıma şu andakinden çok daha fazla zaman ve sermaye ayırmamıza bağlıdır. Yani, tarıma hakettiği önceliği vermemize bağlıdır.

VII NCİ BÖLÜM

Gelişmekte olan ülkelerde her yıl nüfusa eklenen yeni insan sayısı bile çevreye ve çevrenin nüfusları destekleme kapasitesine karşı giderek büyüyen bir tehdit oluşturur. Hızla katlanan nüfuslarla yaşamlarını destekleyen sistemler arasındaki ilişkiler istikrara kavuşturulmadıkça, kalkınma politikaları ne denli yaratıcı olursa olsun başarısızlığa mahkum olacaktır.

Aile planlaması harcamalarının maliyet açısından aslında ne denli etkin olduğu, sağlık konusunda ulaşılacak kazançlar göz önüne alındığında daha iyi anlaşılabilir. Aile planlamasına ulaşma olanağının artması, kadınların üreme sağlıklarında büyük gelişme sağlayacaktır.

Sürdürülebilir bir dünyada, aile boyutu kararları ile sonuçta oluşan nüfus artışı oranlarının, çevresel, ekonomik ve sosyal sonuçları arasındaki ilişkiye dair bilgilere yaygın olarak ulaşılabilecektir. Dolayısı ile, etkin bir ulusal nüfus eğitimi programının başlangıç noktası dolayısıyla, geleceğe dikkatle bakmak ve çeşitli nüfus artışı oranlarının devre destek sistemleriyle ve ekonomik eğilimlerle ilişkilendiren bir dizi alternatif projeksiyon oluşturmaktadır. Geleceğe dair yararlı bir bakış ancak, bu ürünün birleştirilmesiyle edinilebilir.

VIII NCİ BÖLÜM

Sürdürülebilir enerji kullanımı, gıda üretimi, ormancılık ve demografi modellerine doğru ilerleme, geniş kapsamlı toplumsal sorunlar yaratmaktadır. Genellikle ekonomik büyümenin yalnızca bir eki olarak görülen adalet, temel gereksinimleri karşılarken çevreyi de korumayı amaçlayan bir dünyanın en temel hedeflerindendir.

Politik ve sosyal değişimlerin yanı sıra, ekonomik sistemlerin de radikal şekilde elden geçirilmesi gerekmektedir. Bedenin kendi bağışıklık sisteminin sağlıklı bir dokuya saldırmasına yol açan ve oto immün adı verilen bir hastalık gibi ekonomimizde işlemesini sağlayan destek kısımlarına saldırmaktadır.

Ekonomik göstergelerden çıkan anlam ne olursa olsun refaha gelecek kuşaklar pahasına ulaşan ve yoksulların sayısının arttığı bir ekonomiye başarılı denemez. Şu anda, miras bırakacağımız dünyanın, çocuklarımızın gereksinimlerini, bizim gereksinimlerimizi karşıladığı gibi karşılayıp karşılayamayacağı sorusuyla karşı karşıyayız.

IX NCU BÖLÜM

Günümüzde yaygın olarak kullanılan tek gösterge gayri safi milli hasıla (GSMH)’ dır. Bir ekonomideki toplam mal ve hizmet çıktısının ölçeği olan GSMH ülkelerin zenginden yoksula doğru sıralanmasında temel alınır. Yükselen bir GSMH neredeyse tüm dünyada, bir ülkenin sağlığındaki gelişmenin ve insanların ekonomik durumlarındaki iyileşmenin kanıtı olarak görülür.

Ama GSMH’ nin üretilmesinde kullanılan hesaplama sistemi dikkatle incelendiğinde, uzun vadeli ilerlemeyi saptama konusunda bazı önemli hatalar içerdiği görülür. Bir ülkenin ekonomik bilançosu, toplandığında GSMH rakamını veren gelir hesaplarından ve zenginlikteki değişmeleri izleyen sermaye hesaplarından oluşur.

Ekonomik ilerlemenin birincil göstergeleri olarak geleneksel GSMH’ nin ve gelirin ele alınmasındaki yaklaşımdaki kusurların giderek daha da anlaşılması, alternatif ölçü çubuğu geliştirilmesini sağlamıştır. Bu konuda yakın zamanlarda gündeme gelen çabalar arasında Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’ nın hazırladığı Beşeri Kalkınma Endeksi (HDI) ve ekonomist Herman Daly ile ilahiyatçı John Cobb’ un geliştirdikleri sürdürülebilir Ekonomik Refah Endeksi (ISEW) yer almaktadır. Üçüncü bir gösterge olan kişi başına düşen tahıl oranı da, daha gelişmiş endekslerin hesaplanması için gerekli verilerin yıllık bazda genellikle toplanamadığı düşük gelirli ülkelerde refah düzeyi değişimleri için yararlı bir ölçek sunmaktadır.

Bilgi içinse, yetişkin okur yazarlığı ve ortalama öğrenim süresi kullanılır. Kaynaklar üzerindeki hakimiyet, satın alma gücüne göre uyarladıkları kişi başına gayri safi yurtiçi hasıla (GSYİH) temel alınarak belirlenir.

X NCU BÖLÜM

Devletler, tarım zehiri maliyetini düşük tutarak çiftçilere, zararlıların yaptığı tahribatı azaltmalarında dolayısıyla ekin verimini artırmalarında yardım etmeyi amaçlamaktadır.Pek çok devlet aslında orman tahribatını sübvanse etmekte ve her yıl kamu hazinelerinde büyük miktarlarda harcamalar yaratmaktadır.

Bu tür sübvansiyonların azaltılması çevreye hızlı kazançlar sağlamaktan öte, sosyal bir eşitsizlik kaynağını da yok eder ve yoksulların yararlanacağı türden programlara fon ayrılabilmesini sağlar.

Özel yatırımları çevre yararına çalışmaya yönlendirecek pek çok yaratıcı yöntem bulunabilir. Kamu hizmetleri kuruluşlarının düzenlenme biçiminde reform yapılması doğal sorunların ortadan kaldırılmasında ve para tasarrufunda büyük yarar sağlayacaktır.

Ticaret politikalarının çevre üzerindeki etkilerine yakın zamanlara dek yeterince ilgi gösterilmemiş, ama bir çok önemli uluslararası ticaret düzenlemesinin söz konusu olmasıyla birlikte, ticaret politikalarıyla çevre arasındaki bağlantıları saptamaya duyulan ilgi son yıllarda artmıştır. Ticaret kural ve anlaşmaları, doğal kaynakların nasıl kullanıldığı vb. gibi konular yılda 3 trilyon dolara ulaşan büyük para çıkışlarından kimin yararlandığı konularında belirleyicidir.

XI NCİ BÖLÜM


Çevrede meydana gelen zararlar orta kesim halkın üzerine ağır bir yük getirir. Vergilendirme bu yanlışın düzeltilmesi için etkin bir yöntem ve ekonomilerin daha iyi bir çevre sağlığına doğru ilerlemelerini sağlayacak güçlü bir araçtır.Devletler, doğal sistemleri kirleten, bozan ürün ve faaliyetleri vergilendirerek, özel kararlarda çevre maliyetinin de göz önüne alınmasını sağlayabilir.

Bu vergilerin karşılığında gelir vergilerinin ve diğer vergilerin azaltılarak toplam vergi yükünün aynı düzeyde tutulması, hem ekonomi hem de çevre açısından yararlı olacaktır. Vergi yasal düzenlemenin alternatifi değil, tamamlayıcısı olacaktır. Çevre vergileri pazarın güçlü yönlerini korumaktadır. Fiyatları bir pazarın gerçek maliyetini yansıtacak şekilde düzenleyerek, pazarın işlemesini sağlar.

Gelir ve çevre vergilerinin birleştirilmesini gerektiren faktör üretim ve tüketim modellerinin, vergilendirilen faaliyetlerden uzaklaşmasıyla birlikte çevre vergisi gelirlerinin düşecek olmasıdır.

Çevre vergilerinin ulusal ekonomilerin yeniden şekillendirilmesine katkıda bulunmaktan öte çevresel sorunların çözümünde fon olarak kullanılması gerekir.

XII NCİ BÖLÜM

Küresel ekonomide mali dengenin yeniden kurulması, toplumların sürdürülebilir bir yola girmelerinde büyük önem taşır. 1990’ da üçüncü dünya ülkelerinin borcu 1,2 trilyon dolar gibi olağanüstü bir rakama ulaşmıştır ve bu toplam GSMH’ nın %44’ ü demektir. Bu borcun maliyeti 1990’ da 140 milyar dolardır ve bu yük, zengin ülkelerden yoksul ülkelere doğru geleneksel sermaye akışının tersine dönmesine katkıda bulunmuştur.

Günümüzdeki tek taraflı kredi veren ve en büyük kuruluş konumundaki Dünya Bankası’ nın tutarlı bir sürdürülebilir ekonomi görüşü yoktur ve kredi verme özellikleri de genellikle, böyle bir ekonomi yaratma hedefiyle çelişmektedir.1989’ da zengin ülkelerin yoksul ülkelere sağladığı askeri olmayan yardımlar 41 milyar dolara ulaşmıştır. Aynı yıl Dünya Bankası’ ndan ve bölgesel kalkınma bankalarından alınan krediler toplam 28 milyar dolar düzeyine çıkmıştır. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü yıllık yardım düzeylerinin her üyenin GSMH’ sinin %0,7’ ye ulaşmasını hedefler.

Dünya Bankası’ nın açıkça ifade edilmiş sürdürülebilir bir kalkınma stratejisi ve yeni bir yatırım öncelikleri dizisi saptaması, dünyanın acilen gereksindiği liderliği sağlayacaktır.

Küresel çevre bozulması sürecinin durdurulması için gerekli mali kaynakların bulunmasında dünya topluluğu şu ana dek ancak duraksamalı bir ilerleme kaydedilmiştir. Temel sorunlar arasında borç yükünün nasıl azaltılacağı, kalkınma yardımlarının nasıl artırılacağı ve yeni bir kanala sokulacağı ve Dünya Bankası ile diğer çok taraflı kredi kuruluşlarının kurumsal ön yargılarının ve ataletinin nasıl alt edileceği yer almaktadır.

XIII NCÜ BÖLÜM

Çevre açısından sürdürülebilir bir dünya kurmak, insan varlığının neredeyse her yönünde devrim yaratılmasını gerektirecektir. Tarım ya da sanayi devrimi gibi çevre devrimi de kaçınılmaz olarak, farklı ekonomik, sosyal, politik modeller yaratacaktır.

Sürdürülebilir toplum hedefine ulaşmamız “Ekonomik kalkınma” motorunun yönünün değiştirilmesine bağlıdır. Sürdürülebilir bir toplum için gerekli ön şartlar; toprağı koruyan bir tarım, kadınlara sağlık hizmetlerinin ve nüfus istikrarının kavuşturulması eğitimi, bireylerin doğal yaşama yakınlaşmalarının sağlanması, halk öğretmenlerinin sağlanması, buna bağlı olarak eylem planlarının oluşturulması, gelir seviyelerinin dengelenmesi, bu konular hususunda gerekli eğitim kurumlarının oluşturulması veya mevcut kurumların iyileştirilmesi, buna bağlı olarak halkın bilinçlendirilmesi.

Ulus-devletin ortaya çıkışından bu yana ilk kez tüm ülkeler, ortak bir tema çerçevesinde kenetlenmeye çalışma savaşımıyla karşı karşıyadır. Küresel gündem ideolojik olduğu kadar ekolojik olmaya ve doğayla aramızdaki ilişkiye göre yönlenmeye başlayabilir.

Eğer bunlar geçekleştirilemezse, kendimize, çocuklarımıza büyük bir olasılıkla ekosistemlerin çöktüğü, kanser salgınlarının görüldüğü, yaşam standartlarının düştüğü ve açlıkların arka arkaya yinelendiği bir dünya bırakacağız
 
X