• Merhaba, Kadınlar Kulübü'ne ÜCRETSİZ üye olarak yorumlar ile katkıda bulunabilir veya aklınıza takılan soruları sorabilirsiniz.

Erdoğan: Milyonda bir de olsa tehlike var

DatluCadu

5 dakkaya hazırım
tek ayak cezası
Kayıtlı Üye
12 Temmuz 2006
22.576
772
413
45
Türkiye ile Japonya arasında Sinop'a nükleer enerji santrali yapımı için anlaşma imzalandı
T24
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Japonya ile Sinop'a nükleer santral yapımı için imzalanan anlaşma sonrası yaptığı açıklamada 'risk' eleştirilerine değindi, "Milyonda bir de olsa tehlike var" dedi.

Başbakan Erdoğan ve Japonya Başbakanı Shinzo Abe, imza sonrası Dolmabahçe'deki Başbakanlık Ofisi'nde basın toplantısı düzenledi. Toplantıda nükleer satrale ilişkin bilgiler veren Erdoğan, "Milyonda bir de olsa tehlike var" dedi.

Erdoğan, Fukuşima'daki nükleer santralde kazalar yaşandığını hatırlatarak, şöyle devam etti:

"Şunu da biliyoruz ki 'Kaza hiçbir zaman yüzde 100 yoktur' denilemez, milyonda 1 de olsa böyle bir tehlike, böyle bir kaza olabilir. Bunları da görmemezlikten gelmek mümkün değil.

Onun için de biz şu anda böyle bir nükleer enerjinin olması gereğine inanıyorsak, bu adımı atarız. Nitekim birinci adımımızı, Rusya Federasyonu ile attık.

İkinci adımı da şu anda Japonya ile atıyoruz ve şu andaki bütün arzumuz, hızla bu yatırımı gerçekleştirebilmektir."



'Uçakta garanti var mı?'


Benzer tehlikenin uçaklarda da olduğuna işaret eden Erdoğan, "Uçaklara biniyoruz değil mi? Elimizde yüzde 100 garanti var mı? Her şey başımıza gelebilir. Ama burada adeta yüzde 100 güvenlik tedbirini, her marka, firma yatırımını yaparken almaktadır. Buna rağmen uçaklar da düşüyor; düşmez diye bir şey yok. Araçlara biniyoruz. Araçlar kaza yapıyor. Kaza yapıyor diye araca binmeyecek miyiz, uçaklara binmeyecek miyiz?" ifadelerini kullandı.



Abe: Önlemler alındı




Japonya Başbakanı Shinzo Abe ise Erdoğan'ın bahsettiği tehlike için gerekli önlemlerin alındığını söyledi.

Amaçlarının en yüksek emniyetin sağlandığı nükleer enerjiyi sağlamak olduğunu kaydeden Abe, "Fukuşimadan aldığımız dersleri tüm dünyayla paylaşarak nükleer enerjinin gelişmesine katkıda bulunmak bizim ülke olarak sorumluluğumuz" şeklinde konuştu.
 
Yalnız arada bir fark var;uçak ya da araba kazasına uğradığınızda sizden sonraki nesiller mutasyon geçirmiş halde dünyaya gelmez,kaza yaptığınız bölgedeki insanlar kanser vb. gibi radyasyonun sebep olduğu hastalıklardan ölmezler...Nükleer santral kazasında bunlar olur.
 
Yalnız arada bir fark var;uçak ya da araba kazasına uğradığınızda sizden sonraki nesiller mutasyon geçirmiş halde dünyaya gelmez,kaza yaptığınız bölgedeki insanlar kanser vb. gibi radyasyonun sebep olduğu hastalıklardan ölmezler...Nükleer santral kazasında bunlar olur.

Söyleyeceklerimi söylemişsiniz zaten, bana altına imza atmak kalıyor.
Araba, uçak kazalarıyla nükleer santrallerde yaşanan kazaları karşılaştırmak:44:

Çernobil faciasını Karadeniz'de yaşayan insanlara sorsunlar, insanlar kanser oluyor, facianın olduğu zaman Karadeniz'de bulunan bir tanıdığımız vücudunda oluşan yaralar yüzünden yıllarca tedavi gördü, tedavi de hastalığı geçirmedi, acıları hafifletmek için yapılan bir tedaviydi.
Karadeniz'de üretilen çayda radyasyon yok deyip kameralar karşısında içtiler, ki ODTÜ gerçekten bilim yuvası mıdır diyenlerin hafızalarını tazeliyeyim.
-----------
Çayda radyasyon

1980'li yılların sonunda gıda sektörünün gündeminde 2 konu vardı. Birincisi Çernobil faciasının Türkler'in vazgeçilmez içeceği çaya ve Karadeniz'e olası etkileri ve yediklerimizin içinde hormon olup olmadığı....
Tarih 26 Nisan 1986... Yer Ukrayna... Çernobil Nükleer Santrali'nde saat 01.23'te ardarda iki büyük patlama meydana geldi ve dünya tarihinin en büyük facialarından biri yaşandı. Radyasyon yüklü bulutlar önce Avrupa'ya, sonra Trakya ve Karadeniz Bölgesi'ne ulaştı. Türkiye Atom Enerjisi Kurumu'na (TAEK) göre, ilk etkiler 30 Nisan 1986'da Trakya ve Karadeniz kıyılarında çevresel doğal radyasyon düzeyindeki yükselmelerle görüldü. Normal koşullarda 8-10 mikro röntgen/saat olan doğal radyasyon düzeyi 4-5 Mayıs'ta 30-50 mikroröntgen/ saat düzeyine çıktı. En yüksek radyasyon düzeyi 150 mikro röntgen/saat olarak Batı Karadeniz'de ölçüldü. Bölgedeki et, süt ve mamülleri, sebze ve meyveler, baharatlar denetim altına alındı, ancak Türkiye en çok çayın içilip içilemeyeceğini tartıştı.

* 58 bin ton çay gömdük Doğu Karadeniz'de yetişen çay ve fındıklar laboratuarlarda incelendi ve bu ürünlerin imhasına karar verildi. Çay ürünlerinde, TAEK insan sağlığına zarar vermeyecek bir radyoaktivite limiti belirledi. Çay paketleme fabrikalarında kurulan sistemlerle çayların aktiviteleri ölçüldü, 12 bin 50 bg/kg'lık limiti aşan çaylar Çay Kurumu'- na ait depolarda TAEK'in gözetimi altına alındı. Bu miktarın 58 bin ton civarında olduğu, daha sonraki tarihte bu çayların çay fabrikalarının bahçelerinde toprağa gömüldüğü belirtildi.

* "Biraz radyasyon iyidir" Orta Doğu Teknit Üniversitesi'li (ODTÜ) bilimadamlarının yaptığı araştırma raporlarında, 'çayları imha edin' ibaresine yer verildi. Rapor, dönemin Sanayi Bakanı Cahit Aral başkanlığında kurulan Radyasyon Güvenliği Komitesi'ne sunuldu, ancak Komite'de yer alan TAEK Başkanı Prof. Dr. Ahmet Yüksel Özemre'nin, "Ölçümler hatalı, çaylar temiz" açıklaması üzerine, Aral canlı yayında radyasyonlu çayları içerek, "Biraz radyasyon iyidir" dedi. "

Alıntı

ÇAYDA RADYASYON

------
SABAH - 27 Nisan 2007, Cuma - Kenan Paşa'ya da radyasyonlu çay
AKTEL - Turkiye
-------

Ki kaynaklı yazılı metinleri özellikle ekledim, kafamdan uydurduğum zannedilmesin diye, tvde ODTÜ'lü profesörler ve çayda radyasyon yok, bakın ben içiyorum diyen bakanın katıldığı programı izlemiştim.
 
Elbette ki tehlikesi vardir.
Ama sadece ülkenizde nükleer santralin olmamasi sizi bu tehlikeden korumaz.
Bakin örnek cernobil.
Bizim ülkemizden cok uzaktaydi ama ülkemizde etkilendi.
Suan komsu ülkelerde dahil dünyanin bircok ülkesinde bu santraller mevcut.
Peki biz neden kendi santralimizi kurmayalim.
Ülke gelirinin büyük bir bölümü, gerekli enerjiyi karsilamak icin harcaniyor.
Kendi enerji santralimizi kurmak varken neden baskasindan alalim.
Tehlike ise zaten dünya üzerinde yüzlerce santral var ve bu santraller yüzünden tüm dünya olusabilecek bir tehlikede, etki altinda kalacak.
Neden sadece biz santral kurmamali ve santrali olan ülkelerden satin almaliyiz?
Ya tüm dünyada ki sanrtaller kapatilsin yada bizde kendi santralimizi kuralim!
 
Bizim burdan görebildiğimiz nükleer santralin milyonda bir denilen zararı, nükleer felaketler ve sızıntılar.
O felaket gerçekleşmese bile bu projelerin ne şartlar altında yapılacağını biliyormuyuz?
Kısa tutarak anlatmaya çalışayım.
Daha önce 2 kez böyle büyük projelerin ÇED den muaf olması için bakanlar kurulu karar çıkarttı, TMMOB tarafından mahkemeye verildi ve karar iptal edildi.
3 Ekim 2013 tarihinde resmi gazetede yayınlanan yeni ÇED yönetmeliğinde yine yeni yeniden dev projeler ÇED dışı bırakıldı.
Bu ne demek?
Bir balık üretim tesisi kurmak için bile işletmenin çevreye zararları, bu zararların nasıl bertaraf edileceği , çevredeki tüm ekosisteme etkileri, yöre halkının oluru, işletme sırasında oluşacak zararlı atık vs. nin nasıl ortadan kaldırılacağı bir raporla anlatılmak ve bu rapora olur almak şarttır.
Ve şuan trajikomik bir şekilde 3. Köprü, nükleer santraller, dev otobanlar için ÇED raporu istenmiyor.
Çevre ne hale gelirse gelsin biz bunları yapıcaz diyen bir anlayış içerisindeyiz malesef.
Ben ÇED raporsuz bir nükleer santralin hayalini sizlere bırakıyorum, çünkü ben hayal bile edemiyorum...



Türkiye ÇED ile 1993 yılında ÇED Yönetmeliğinin yürürlüğe girmesiyle tanıştı. Yönetmelik, yürürlüğe girdiği tarihten itibaren defalarca değişikliğe uğradı. Değişiklikler korumaya yönelik değil, istisnaları artırmaya yönelik oldu ve bir türlü koruma güvencesi oluşturamadı. Son yıllarda da siyasi iktidarların uyguladığı ekonomik politikaların sonucu yapılan yasal değişiklikler ve uygulamalarla koruma hukuku iyice aşındırıldı



ÇED yönetmeliğinin 6’ncısı da korumuyor;

Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) Yönetmeliği'nin altıncısı 3 Ekim 2013 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdi. Yapılan son değişiklikle yargı tarafından iptal edilen önceki düzenlemeler sözcük oyunlarıyla yeniden getirildi. Yönetmelik değişikliğinin, korumacı çevrelerin tüm uyarılarına rağmen torba yasa içine gizlenerek yasalaşan ÇED muafiyeti yasası düzenlemesi için yapıldığı anlaşılıyor. Yeni Yönetmelikle, ilk ÇED Yönetmeliğinin yayımlandığı "7.2.1993 tarihinden önce üretime ve/veya işletmeye başlayan Projeler" ile "23.6.1997 tarihinden önce kamu yatırım programına alınmış olup; 29.5.2013 tarihi itibariyle planlama aşaması geçmiş ve ihale süreci başlamış olan veya üretim veya işletmeye başlamış olan projeler ile bunların gerçekleştirilmesi için zorunlu olan yapı ve tesisler" ÇED kapsamı dışında tutuluyor. Böylelikle, İstanbul’a 3. köprü, 3. havaalanı, Gebze-İzmir otoyolu, Hasankeyf’i sular altında bırakacak Ilısu Barajı, nükleer santraller gibi çevresel olumsuz etkileri yoğun olan çılgın projeler ÇED kapsamı dışına çıkartılıyor. Daha önce maden, petrol, doğalgaz, kaya gazı veya jeotermal arama faaliyetlerine tanınan ve yargı tarafından iptal edilen ÇED muafiyeti, "ÇED gerekli değildir"e dönüştürülüyor, afet riski altındaki alanların dönüştürülmesinde ÇED süreci öngörülmüyor, ÇED Olumlu Kararı alan projelerin inşaat dönemine ilişkin izleme ve kontrolü, raporlama çalışmaları bakanlıkça yetkilendirilmiş kurum ve kuruluşlara verilerek, denetim özelleştiriliyor. ÇED'in koruma sağlayabilmesinin en önemli güvencesi halkın katılımıdır. Uygulamada halkın katılımı basit bir formalite olarak görülmektedir, yeni yönetmelikte de “halkın katılımı” da yüzeysel ve aldatmaca işlemler olarak düzenleniyor. Kısaca, ‘çılgın’lıkların önüne geçilmesi istenmiyor.
 
Dünya artık alternatif enerji kaynakları arayışında.Enerjietkin binalar yaygınlaşmaya başladı.(Kullandığı enerjinin tümünü ya da bir kısmını üreten binalar)
Biz doğal kaynaklar ve coğrafi konum açısından şanslı bir ülkeyiz.Madenleri saymıyorum,en önemlisi bolca güneş ışığına ve rüzgara sahibiz.Bunları enerjiye çevirecek teknolojiler üzerinde çalışmak yerine,hala çevreye ve insanlara çok büyük zararları olabilecek tehlikeli yatırımlar peşinde koşuyoruz.
Allahın güneş fakiri İsveç ve Norveç bile elektriğini çöpten üretiyor.Biz de "Aman nolacak canım arabalar bile kaza yapıyor" diye radyasyon yuvalarını böğrümüze dikelim böyle işte.
 
Kapitalizm insanin ruhunu ele gecirmeye görsün, insan nasil da rekabetci bir düzenin icinde kaybolup gidiyor. Alternatifi düsünmek aklina gelmiyor. Bazi insanlarin cidden yüreklerini para bürümüs.

Bu arada bir seye karsi cikilirken, saglam karsi cikilir. Ya söyle olsun, ya böyle olsunu yoktur bu konularin. Mesela terör konusunda da dünya anlasamiyordu, uluslararasi bir birlik saglanamamisti. Ne zaman ki ABD`ye saldiri oldu, dünya fikrini degistirdi. Bu konu da aynen öyle bir sey, ne zaman ki büyük gücler bir patlamadan etkilenir o zaman uluslararasi retciler cogalir.

Yasadigimiz dogaya zarar vermek yerine, daha az tüketmeyi ögrensek, bilinclensek, alternatif cözümleri gelistirsek olmaz mi? Olmaz.
Para, para, para lazim...

Kimse direnmez öbürleri yapiyor ben de yapayim derse ne olur bu dünyanin sonu? :)
 
Aslında sadece nükleer santraller değil, doğaya zarar verecek herşeyden kaçınmak lazım, ülke olarakta kısıtlamamak gerek böyle eleştirileri, tüm Dünya ülkeleri suçlu, denizler, akarsular, hava, toprak herşey kirlendi.
Fabrikalar kurdular, atıkları denizlere, sonradan arıtmalar kuruldu ama kirlettik bir kere, hem arıtma laf ola beri gele diye kurulsa ne olacak. Arıtmaların kaçı tam çalışıyor ki, falanca yerde sızıntı var gibi haberler okumuyor muyuz?

Göller bataklıklara döndü, akarsuların suları azaldı, ki ileride su savaşları çıkacak diye bir iddia var, az çok bu konuları takip edenler hatırlayacaktır.
Gelecekte Su Savaşları | KBT "Bilim ve Teknoloji" Blogu
http://www.ekovitrin.com/dergi2012/kasim/21.yuzyil.pdf
Dnyay bekleyen byk tehlike:SU SIKINTISI VE SU SAVALARI

Hava kirliliği zaten hepimizin malumu, küresel ısınmayı bilmeyenimiz yok, kutuplar eriyor, doğayı öyle bir hale getirdik ki ülkelerde yaşanan doğal afetler bile arttı, gün geçmiyor ki biryerde kasırga, hortum olmasın, nesli tükenmeye yüz tutmuş hayvanlara girmiyorum bile:((
Biz insanoğlu doğada denge bırakmadık.

Halbuki doğayı hunharca katletmeden, zarar vermeden, doğayla uyumlu yaşabilirdik.
Gelişmek doğaya zarar vermek olmasa gerek. Gelişmişlik bence herkesin yaptığına değil de yapmadığına imza atıp kendi ürettiğin enerjiye sahip olurken gürül gürül çağlayan akarsuyuna da sahip çıkabilmektir.

Akarsu dedim de, dere yataklarını bile değiştiriyor insanoğlu, doğaya müdahale etmek haddimizmiş gibi:50:
 
Enerji kaynağı açısından çok bağımlıyız
aslında çok lazım ve önemli bir kaynak ama aşırı ve çok pahalı güvenlik önlemleri gerektiriyor
fabrika baca filtrelerinin bile değişmediği ülkemizde düzgün işletileceğine asla inanmadığımdan ve işletecek firmanın muhtememelen maliyeti azaltmak için güvenlik önleminden kısacağını düşündüğümden hertürlü karşıt eyleme dahil olmayı planlıyorum.

Ermenistan 16 km dibimizde metasamoru işletiyor ( 7 şiddetinde deprem görmüş yangın çıkmış bir santraldir )
 
Son düzenleme:
Kendi ülkesinde nükleer santralleri yaşadığı felaketler sonrası yavaş yavaş kapatan Japonya, Sinop nükleer santralini yapacak:26::26:
 
Back