kızlar son yıllarda tiyatroya olan ilgi oldukça azaldı ve ben çok önemli bir sanat dalı olan tiyatronun yok olup unutulmasını hiç istemiyorum.
hadi bakalım bu başlık altında hangi oyunları izlediğimizi bağendiğimiz, beğenmediğimiz yönlerini konuşalım...
ilk ben başlayayım. Ankarada yaşıyorum ve düzenli olarak tiyatroya gidiyorum. ayrıca kendim de bir tiyatro klübünün üyesiyim oynuyorum mart ve nisanda oyunlarımız olacak onları tarihleri tam belli olunca burdan haberdar ederim
en son devlet tiyatrosunun hünkar ile mimar isimli oyununu izledim ve hiç beğenmedim. o yüzden size ondan bir önce izlediğim oyundan bahsetmek istiyorum.
2009 uluslararsı tiyatro festivalinde taşkışla oyuncuları'nın sahneye koyduğu "dikkat anarşist düşebilir" isimli oyunu... Dario Fo nun "bir anarşistin kaza sonucu ölümü" isimli oyunundan uyarlama yapmışlar ve bence mükemmel olmuş. oyuncuların ve oyunun temposu, özellikle başroldeki kızın ses tonu ve oyunculuğu çok etkileyiciydi. oyunun konusuna gelince kendileri şu şekilde tanımlamışlar:
Oyunun Konusu:
"Dikkat! Anarşist düşebilir! Dikkat! O, sen de olabilirsin!
Taşkışla Sahnesi, 2009 sezonunda Dario Fo’nun “Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü” adlı oyunundan uyarladığı “Dikkat! Anarşist Düşebilir” ile karşınızda...
Görmezden geldiklerimiz ve “göremediklerimiz” sahnede...
Topluluğumuz, Dario Fo’nun kalemine müdahale ederek; kalemi çoktan kırılmış “farklı”ları “koro” olarak oyuna eklemiştir. Korodaki mağdurlarımız artık bir dur ihtarı vermek isterler emniyet’in hiyerarşisine ve kim vurduya getirilen hikayelerine. Sözlerini söylemek ya da sıkıştıkları duvarlar arasından kurtulmak için – bir umut – kendilerini hafif kafadan kontak bir tiyatrocuya göstermeye karar verirler. Tiyatrocuyu sesleri yaparlar, mağdurların söylenmemiş sözlerini hiyerarşik yapının kendi diliyle ortaya koysun diye… Yargıç rolü oynamak için can atan tiyatrocumuz, sahnede polislere epey ter döktürür ve emniyet binasında hasıraltı edilen gerçekler polislerin ellerine yüzlerine bulaşır.
Öyleyse başlasın adalet arayışı…
Duvarların dili olsa neler anlatırdı? Ya da toprağın altında gömülü gerçekler ortaya çıksa neler olurdu? Ama dur, daha çok işimiz var! Peki, nereden başlamalı? Mesela şu nasıl: “Tak, tak!” – “Kim o?” – “Polis” – “Bam! Bam!”. Güzel, peki ya sonra? Yeter artık! Kardeşime dokunma! Bravo! Ama olmadı; yine harcadılar kardeşini. Ve birini daha, birini daha… Tamam, o zaman başlasın adalet arayışı. Mahkeme duvarı suratlar, adalet arayanı kovalar. Çaldığın kapılar teker teker yüzüne kapanırlar. Sonuç? “Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar”… Şimdi ne yapacaksın? Gerçeği gördüm bir kere, artık sessiz kalamam. Umudum var, perdeyi aralayacak kadar. O zaman vaktidir sahneyi kurmanın; adaleti tam da kaybolduğu yerde aramanın. O halde başlasın artık oyun; kovala, sorgula, hesap sor, çıkar ortaya!..
Bazen bir dokunuş her şeyi değiştirir ya, biz de dokunmak istedik; kardeşimize dokunmasınlar diye! Sürç-i lisan ettiysek, diyemiyoruz affola… Akıl dedikleri buysa eğer, yaşasın deliler!
İyi seyirler!"
alkisalkisalkis