Ve odur ki büyüklük
Şiir insanın içinden dopdolu bir hayat gibi geçerse
O zaman ölünce de şiirler yazar insan
Ölünce de yazdıklarını okutur elbett"
Şiirin ölüm ve zaman tanımayan sesinin geleceğe varışını; böyle anlatıyor "Gül Kokuyorsun" adlı şiirinde Edip Cansever. Şairin: elden ele dolaşan "Yerçekimli Karanfil"ini, "Umutsuzlar Parkı"nda gezdirdiği sıkıntısını, yollarda rastladığımız Ruhi Bey'ini, "Yakup"unu ve "eve dönüşlerimizde üstüne acılarımızı-özlem ve sevinçlerimizi koyduğumuz "Masa"sını yıllar öncesinden tanıyordum. Adam Yayınları'nın iki cilt halinde özenle hazırladığı Toplu Şiirleri'ni yeniden okuduğumda; ellisekiz yılının içine sığmayacak kadar çok imge ve dizeleriyle karşılaştım!.
"Dokunsam okşasam eski eski şeyleri
Arduvazdan bir damı, revaklı ahşap evleri
Sabahsa, bir uzun boyunlu haziransa kent
Kent bir uzun boyunlu haziransa
Aşklar da kayıpdaysa ne yer ne içer şimdi .. "
Şaşırtıcı şiir adlarıyla şiire başlayıp ilk dizeden itibaren, sıradan söylemleriymiş gibi şiir ağının içine çeker kişiyi. Sayfalar dolusu, bölüntüsüz -uzun dizelerle süren şiirlerinin büyüsü; renkler, kokular, görüntü ve ilginç kimliklerle nehir gibi sürükleyip götürür.
İlk şiirlerinden itibaren "bakma" eyleminin şiirde önemli yer edindiğine tanık oluyoruz. Nesneler, nesnelerin kokusu, duruşu, biçimi insana dair söyleyeceklerine dekor hazırlıyor. R. Tomris Uyar, “Edip Cansever, doğanın içinde insanı birim olarak almak eğiliminde, eşyaya can katsa bile insanı eşyalaştırmaya yanaştırmıyor pek. Eşya, doğanın içinde ve insanın karşısındaki yerini alırken birtakım özellikler yükleniyor ...”diyor 1966'da Papirüs dergisinde yazdığı yazısında.
"Belki de bir bilinci yoğunlaştırıyorum böylece
Doğarak acılarıma her an yeniden
Ve kendini kanatan bir bıçak gibi işte."
Şairin kendini bir bıçak gibi kanatışı çocukluk yıllarından başlar. Özgeçmişinden söz ederken; İkinci Dünya Savaşı yıllarında Fatih'te oturdukları günlerde kapıcıları İsmail Efendi'yi anlatır. Kapıcılığın yanı sıra dondurmacılık da yapan İsmail Efendi'dir "Beyaz" ı Cansever'e öğreten. "Arabası bembeyazdı. Kırmızılar, morlar bile bembeyazdı." der. Dondurma arabasının görüntüsü ve dondurmacının birey olarak sıkıntıları, istekleri şairin ta o günlerde ilgisini çekmeye başlamıştır. Fatih'teki Millet Kütüphanesi'ne giderek sanat dergileri alır, notlar çıkartır. Istanbul Erkek Lisesi'ne gittiği yıllarda da Yunan, Latin ve Rus klasiklerine merak sarar. Marquez, Sait Faik, Çehov ve Dostovevski onun başucu yazarlarıdır.
1947'de "Ne yazık ki “Bu gün bile yakamı bırakmayan bir kitap" dediği "İkindi Üstü"nü yayımlatır. "Edebiyat Dünyası" dergisinin kendisi için dönüm noktası olduğunu söyleyen şair; Asmalımescit'teki Elit kahvesine çekinerek gidişinden, Sait Faik, Oktay Akbal ve Salâh Birsel'le sohbetlerinden söz eder. Özellikle Salâh Birsel’le şiirle başlayan dostluk onun için önemlidir. "Masa da Masaymış Ha" şiirinin yayımlanmasından sonra bu şiirden bıktığını Ahmet Muhip Dıranas'a anlatırken, Dıranas da ona "Ben de Fahriye Abla'dan bıktım, ne yapalım, her şairin bıraktığı bir şiiri vardır" der. Bu yıllar şairin "Yeditepe" yıllarıdır. (Bak kay: 2)
"Biliyor musun az az yaşıyorsun içimde
Oysa ki seninle güzel olmak var
Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi
Bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda
Midemdi aklımdı şu kadarcık kalıyor."
1957'ye kadar yazdıklarını "Yerçekimli Karanfil" adlı kitabında toplayan Edip Cansever II. Yeni’yle ilgili şöyle diyor: "Şiiri bir akım olarak görmek, birlikte çıkış alışkanlığı sanmak kolaylığından vazgeçemeyenler şairleri adlandırmakta gecikmiyorlar…" ( II. Yeni… Kaynak:2 )
Mustafa Öneş Cansever’in şiirlerini üç bölüme ayırır: Birinci bölümde yer yer halk şiiri söyleyişine yaklaştığını, “Garip” şiiri etkisinde, üstten, alaycı,, bilimsel temelden yoksun şiirler yazdığını, bir yandan da II. Yeni’nin başarılı örneklerini oluşturduğunu yazar..
II. bölüm şairin II. Yeni dönemidir. Bu dönemde soyutlamalar, toplum eleştirileri ve insan görüntüleri sıkça göze çarpar….
Son şiirlerinde de: "Kendisi üzerine oluşturduğu bir yaşam tragedyasının yılları içeren bölümleri" gibi olduğunu belirtir. (K.: 3)
"Tragedyalar" Edip Cansever'in en ilginç çalışmalarından biri olduğu kadar, üzerinde en çok konuşulan ve eleştirilen ürünlerinden biri olmuştur. (Rauf Mutluay) "Yeni Ufuklar" dergisinde bu kitap hakkındaki görüşünü belirtirken: Şairin en çok bağlaçları, ulaçları kullandığını, fiillerden kaçındığını, isim fiil sözcüklerden yararlandığını, bunun nedeninin ise; özne karışıklığı, zaman belirsizliğinin olduğunu yazar. "Ozanlığına hayran oluyorum, şiirine değil" der. (K.: 4)
Şiir insanın içinden dopdolu bir hayat gibi geçerse
O zaman ölünce de şiirler yazar insan
Ölünce de yazdıklarını okutur elbett"
Şiirin ölüm ve zaman tanımayan sesinin geleceğe varışını; böyle anlatıyor "Gül Kokuyorsun" adlı şiirinde Edip Cansever. Şairin: elden ele dolaşan "Yerçekimli Karanfil"ini, "Umutsuzlar Parkı"nda gezdirdiği sıkıntısını, yollarda rastladığımız Ruhi Bey'ini, "Yakup"unu ve "eve dönüşlerimizde üstüne acılarımızı-özlem ve sevinçlerimizi koyduğumuz "Masa"sını yıllar öncesinden tanıyordum. Adam Yayınları'nın iki cilt halinde özenle hazırladığı Toplu Şiirleri'ni yeniden okuduğumda; ellisekiz yılının içine sığmayacak kadar çok imge ve dizeleriyle karşılaştım!.
"Dokunsam okşasam eski eski şeyleri
Arduvazdan bir damı, revaklı ahşap evleri
Sabahsa, bir uzun boyunlu haziransa kent
Kent bir uzun boyunlu haziransa
Aşklar da kayıpdaysa ne yer ne içer şimdi .. "
Şaşırtıcı şiir adlarıyla şiire başlayıp ilk dizeden itibaren, sıradan söylemleriymiş gibi şiir ağının içine çeker kişiyi. Sayfalar dolusu, bölüntüsüz -uzun dizelerle süren şiirlerinin büyüsü; renkler, kokular, görüntü ve ilginç kimliklerle nehir gibi sürükleyip götürür.
İlk şiirlerinden itibaren "bakma" eyleminin şiirde önemli yer edindiğine tanık oluyoruz. Nesneler, nesnelerin kokusu, duruşu, biçimi insana dair söyleyeceklerine dekor hazırlıyor. R. Tomris Uyar, “Edip Cansever, doğanın içinde insanı birim olarak almak eğiliminde, eşyaya can katsa bile insanı eşyalaştırmaya yanaştırmıyor pek. Eşya, doğanın içinde ve insanın karşısındaki yerini alırken birtakım özellikler yükleniyor ...”diyor 1966'da Papirüs dergisinde yazdığı yazısında.
"Belki de bir bilinci yoğunlaştırıyorum böylece
Doğarak acılarıma her an yeniden
Ve kendini kanatan bir bıçak gibi işte."
Şairin kendini bir bıçak gibi kanatışı çocukluk yıllarından başlar. Özgeçmişinden söz ederken; İkinci Dünya Savaşı yıllarında Fatih'te oturdukları günlerde kapıcıları İsmail Efendi'yi anlatır. Kapıcılığın yanı sıra dondurmacılık da yapan İsmail Efendi'dir "Beyaz" ı Cansever'e öğreten. "Arabası bembeyazdı. Kırmızılar, morlar bile bembeyazdı." der. Dondurma arabasının görüntüsü ve dondurmacının birey olarak sıkıntıları, istekleri şairin ta o günlerde ilgisini çekmeye başlamıştır. Fatih'teki Millet Kütüphanesi'ne giderek sanat dergileri alır, notlar çıkartır. Istanbul Erkek Lisesi'ne gittiği yıllarda da Yunan, Latin ve Rus klasiklerine merak sarar. Marquez, Sait Faik, Çehov ve Dostovevski onun başucu yazarlarıdır.
1947'de "Ne yazık ki “Bu gün bile yakamı bırakmayan bir kitap" dediği "İkindi Üstü"nü yayımlatır. "Edebiyat Dünyası" dergisinin kendisi için dönüm noktası olduğunu söyleyen şair; Asmalımescit'teki Elit kahvesine çekinerek gidişinden, Sait Faik, Oktay Akbal ve Salâh Birsel'le sohbetlerinden söz eder. Özellikle Salâh Birsel’le şiirle başlayan dostluk onun için önemlidir. "Masa da Masaymış Ha" şiirinin yayımlanmasından sonra bu şiirden bıktığını Ahmet Muhip Dıranas'a anlatırken, Dıranas da ona "Ben de Fahriye Abla'dan bıktım, ne yapalım, her şairin bıraktığı bir şiiri vardır" der. Bu yıllar şairin "Yeditepe" yıllarıdır. (Bak kay: 2)
"Biliyor musun az az yaşıyorsun içimde
Oysa ki seninle güzel olmak var
Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi
Bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda
Midemdi aklımdı şu kadarcık kalıyor."
1957'ye kadar yazdıklarını "Yerçekimli Karanfil" adlı kitabında toplayan Edip Cansever II. Yeni’yle ilgili şöyle diyor: "Şiiri bir akım olarak görmek, birlikte çıkış alışkanlığı sanmak kolaylığından vazgeçemeyenler şairleri adlandırmakta gecikmiyorlar…" ( II. Yeni… Kaynak:2 )
Mustafa Öneş Cansever’in şiirlerini üç bölüme ayırır: Birinci bölümde yer yer halk şiiri söyleyişine yaklaştığını, “Garip” şiiri etkisinde, üstten, alaycı,, bilimsel temelden yoksun şiirler yazdığını, bir yandan da II. Yeni’nin başarılı örneklerini oluşturduğunu yazar..
II. bölüm şairin II. Yeni dönemidir. Bu dönemde soyutlamalar, toplum eleştirileri ve insan görüntüleri sıkça göze çarpar….
Son şiirlerinde de: "Kendisi üzerine oluşturduğu bir yaşam tragedyasının yılları içeren bölümleri" gibi olduğunu belirtir. (K.: 3)
"Tragedyalar" Edip Cansever'in en ilginç çalışmalarından biri olduğu kadar, üzerinde en çok konuşulan ve eleştirilen ürünlerinden biri olmuştur. (Rauf Mutluay) "Yeni Ufuklar" dergisinde bu kitap hakkındaki görüşünü belirtirken: Şairin en çok bağlaçları, ulaçları kullandığını, fiillerden kaçındığını, isim fiil sözcüklerden yararlandığını, bunun nedeninin ise; özne karışıklığı, zaman belirsizliğinin olduğunu yazar. "Ozanlığına hayran oluyorum, şiirine değil" der. (K.: 4)