- 20 Haziran 2007
- 4.250
- 27
- 45
Empatik olmak ile 'paspas' olmak arasındaki çizgi çok ince, ucu kaçtığı zaman, empatik olayım derken, bir de bakıyorsun, kurtulmaya çalıştığın 'paspas' olmuşsun gene...”
Yukarıdaki satırları sevgili Dilek Taşçılar’ın sitemizdeki bir yazıya yaptığı yorumundan aldım. Sevgili Pınar Alp Çalışkan, “Vazgeçtim” başlıklı yazısına, “Vazgeçtim ben kendimi hırpalamaktan, duyarlı olmaktan, hayatı kısarak yaşamaktan...” diye başlıyor ve “Sıkıldım hep başkalarının yerine kendimi koyarak onları anlamaya çalışmaktan, onlara iyi davranıp beni üzseler bile görmemezlikten gelmekten” cümlesiyle de ruh halini özetliyor.
Pınar gibi, üretken (kısa zamanda sitemizde yazdığı yazıların çokluğuna bakarak bu saptamada bulundum) ve bireysel gelişimine önem veren bir yeteneğe bu sözleri yazdırtan ruh hali, bireysel gelişim yolculuğunda birçok kişiyi içine çeken bir girdap adeta.
Pınar’ın, pek çok kişinin hislerine tercüman olduğuna inanıyorum (Bireysel danışanlarım içinde benzer ruh hali içinde gelen öyle çok insan var ki… ve tabii Dilek’in yorumu altına imza atacak çok kişinin olduğuna da.
Dilek’in yaklaşımı denizdeki dalgalardan yorulmuş birine uzatılan bir can simidi gibi.
Ama uzun süre can simidiyle yaşayamayız ki... Peki, ne yapacağız?
Öncelikle, duyarlı olmakla empatik olmanın aynı şeyler olmadığının farkında olalım. Duyarlı olmak empatiyi içerir ancak empati duyarlı olmayı içermez.
Empati kurmak, karşınızdakini anlamaktır ama onun düşünce ve duygularına katılmak, davranışlarına onay vermek anlamına gelmez.
Ona katlanmak ve duygularının incinmemesi için onu korumak kollamak anlamına ise hiç gelmez.
Sadece onun “neden böyle davrandığını” anlar ve onu yargılamazsınız. Hatta onu anladığınız için, karşınızdaki uygun bir ruh hali içinde iken onun tutumuna objektif değerlendirme bile yapabilirsiniz.
Empati “ben seni anlayayım sen de beni anla” alışverişi değildir.
Duyarlılık da sadece başkalarının duygularını önemsemek, dikkate almak değildir.
Başkalarının duygularını dikkate aldığımız, önemsediğimiz kadar kendi duygularımızı da dikkate aldığımızda duyarlı olduğumuzu söyleyebiliriz.
Çok yaygınca içine düşülen bir yanlıştır empatinin duyarlılıkla aynı şey olduğunun sanılması. Başkalarının duygularına hassas olan insanlar kendi duygularını önemsemedikleri halde başkalarından kendi yaklaşımlarını beklerler ama beklentileri gerçekleşmez. Bu yüzden de öfke duyarlar. Kendilerini duyarlı başkalarını duyarsız kabul ederler.
Oysa burada bir çelişki yoktur; kendi duygularını, kendi ihtiyaçlarını önemsemeyen bir insanı başkaları neden umursasın ki?
Başkaları bize, en fazla kendimize verdiğimiz kadar değer verebilir. En fazla kendimizi umursadığımız kadar umursanırız.
İşin bir başka yanı da, kendini umursamadan başkalarını umursamanın empati olduğunun sanılmasıdır.
Bu yaklaşımın altında, kendi değerinin başkaları tarafından onaylanması ihtiyacı yatar.
Şöyle bir düşünün: Bir arkadaşınız sizin her dediğinizi yapıyor, sizin duygularınızı kendi duygularından daha çok önemsiyor, kendi zevkleri için zaman ayırmakta zorlansa bile size saatlerini ayırabiliyor, bir araya geldiğinizde hep sizin istediğiniz şeyler yapılıyor. Özetle; sizin istekleriniz onun isteklerinden daha önemli. Bu durumdan çok hoşnut olabilirsiniz ama bu arkadaşınıza ne kadar değer verirsiniz?
Başkalarını kendinden fazla düşünen insanlar bu yaklaşımlarını empatiyle açıklasalar bile burada gerçek bir empatiden bahsedemeyiz. Bu yaklaşımı fedakârlık sözü daha iyi açıklar. Ve sık sık altını çizdiğimiz gibi, yapılan “feda”dan beklenen “kâr” asla gerçekleşmez.
Üstelik bu yaklaşımda duyguların sorumluluğu da üstlenilmemiştir. Birileri bizi üzüyorsa hayatımızı birilerinin insafına terk etmiş olmuyor muyuz?
Bazı durumlarda üzülmeyi tabii ki seçebiliriz ama biliriz ki bu bizim seçimimizdir. Bu yüzden kimseye öfke duymayız.
Empatide beklenti yoktur. Gerçekte sadece karşındakini anlamaya odaklanmanın ne tür bir getirisi olabilir ki? Ama getirisi sizin de anlaşılmanız ise, dönüp kendinize “Ben kendimi anlamak için ne yapıyorum, kendime ne kadar anlayışla yaklaşıyorum?” sorularını sormak zorundasınız. Bu soruyu sorduğunuzda kendinize anlayışla yaklaşmadığınızı, kendinizle empati kurmadığınızı görürsünüz.
Özetle:
Empati karşınızdaki insana anlayışla yaklaşmak, duyarlılık hem ona hem kendinize empatiyle yaklaşmaktır.
Sizin duyarlılık olarak algıladığınızı başkaları paspaslık olarak algılıyorsa sorun sizde. Bunu değiştirecek olan da sizsiniz.
Başlangıç için kendi seçimlerinize, kendi fikirlerinize, kendi duygularınıza değer vermeye, “hayır!” demek istediğinizde “hayır!” demeye ne dersiniz?
sevgilera.s.
alıntıdır
Yukarıdaki satırları sevgili Dilek Taşçılar’ın sitemizdeki bir yazıya yaptığı yorumundan aldım. Sevgili Pınar Alp Çalışkan, “Vazgeçtim” başlıklı yazısına, “Vazgeçtim ben kendimi hırpalamaktan, duyarlı olmaktan, hayatı kısarak yaşamaktan...” diye başlıyor ve “Sıkıldım hep başkalarının yerine kendimi koyarak onları anlamaya çalışmaktan, onlara iyi davranıp beni üzseler bile görmemezlikten gelmekten” cümlesiyle de ruh halini özetliyor.
Pınar gibi, üretken (kısa zamanda sitemizde yazdığı yazıların çokluğuna bakarak bu saptamada bulundum) ve bireysel gelişimine önem veren bir yeteneğe bu sözleri yazdırtan ruh hali, bireysel gelişim yolculuğunda birçok kişiyi içine çeken bir girdap adeta.
Pınar’ın, pek çok kişinin hislerine tercüman olduğuna inanıyorum (Bireysel danışanlarım içinde benzer ruh hali içinde gelen öyle çok insan var ki…
Dilek’in yaklaşımı denizdeki dalgalardan yorulmuş birine uzatılan bir can simidi gibi.
Ama uzun süre can simidiyle yaşayamayız ki... Peki, ne yapacağız?
Öncelikle, duyarlı olmakla empatik olmanın aynı şeyler olmadığının farkında olalım. Duyarlı olmak empatiyi içerir ancak empati duyarlı olmayı içermez.
Empati kurmak, karşınızdakini anlamaktır ama onun düşünce ve duygularına katılmak, davranışlarına onay vermek anlamına gelmez.
Ona katlanmak ve duygularının incinmemesi için onu korumak kollamak anlamına ise hiç gelmez.
Sadece onun “neden böyle davrandığını” anlar ve onu yargılamazsınız. Hatta onu anladığınız için, karşınızdaki uygun bir ruh hali içinde iken onun tutumuna objektif değerlendirme bile yapabilirsiniz.
Empati “ben seni anlayayım sen de beni anla” alışverişi değildir.
Duyarlılık da sadece başkalarının duygularını önemsemek, dikkate almak değildir.
Başkalarının duygularını dikkate aldığımız, önemsediğimiz kadar kendi duygularımızı da dikkate aldığımızda duyarlı olduğumuzu söyleyebiliriz.
Çok yaygınca içine düşülen bir yanlıştır empatinin duyarlılıkla aynı şey olduğunun sanılması. Başkalarının duygularına hassas olan insanlar kendi duygularını önemsemedikleri halde başkalarından kendi yaklaşımlarını beklerler ama beklentileri gerçekleşmez. Bu yüzden de öfke duyarlar. Kendilerini duyarlı başkalarını duyarsız kabul ederler.
Oysa burada bir çelişki yoktur; kendi duygularını, kendi ihtiyaçlarını önemsemeyen bir insanı başkaları neden umursasın ki?
Başkaları bize, en fazla kendimize verdiğimiz kadar değer verebilir. En fazla kendimizi umursadığımız kadar umursanırız.
İşin bir başka yanı da, kendini umursamadan başkalarını umursamanın empati olduğunun sanılmasıdır.
Bu yaklaşımın altında, kendi değerinin başkaları tarafından onaylanması ihtiyacı yatar.
Şöyle bir düşünün: Bir arkadaşınız sizin her dediğinizi yapıyor, sizin duygularınızı kendi duygularından daha çok önemsiyor, kendi zevkleri için zaman ayırmakta zorlansa bile size saatlerini ayırabiliyor, bir araya geldiğinizde hep sizin istediğiniz şeyler yapılıyor. Özetle; sizin istekleriniz onun isteklerinden daha önemli. Bu durumdan çok hoşnut olabilirsiniz ama bu arkadaşınıza ne kadar değer verirsiniz?
Başkalarını kendinden fazla düşünen insanlar bu yaklaşımlarını empatiyle açıklasalar bile burada gerçek bir empatiden bahsedemeyiz. Bu yaklaşımı fedakârlık sözü daha iyi açıklar. Ve sık sık altını çizdiğimiz gibi, yapılan “feda”dan beklenen “kâr” asla gerçekleşmez.
Üstelik bu yaklaşımda duyguların sorumluluğu da üstlenilmemiştir. Birileri bizi üzüyorsa hayatımızı birilerinin insafına terk etmiş olmuyor muyuz?
Bazı durumlarda üzülmeyi tabii ki seçebiliriz ama biliriz ki bu bizim seçimimizdir. Bu yüzden kimseye öfke duymayız.
Empatide beklenti yoktur. Gerçekte sadece karşındakini anlamaya odaklanmanın ne tür bir getirisi olabilir ki? Ama getirisi sizin de anlaşılmanız ise, dönüp kendinize “Ben kendimi anlamak için ne yapıyorum, kendime ne kadar anlayışla yaklaşıyorum?” sorularını sormak zorundasınız. Bu soruyu sorduğunuzda kendinize anlayışla yaklaşmadığınızı, kendinizle empati kurmadığınızı görürsünüz.
Özetle:
Empati karşınızdaki insana anlayışla yaklaşmak, duyarlılık hem ona hem kendinize empatiyle yaklaşmaktır.
Sizin duyarlılık olarak algıladığınızı başkaları paspaslık olarak algılıyorsa sorun sizde. Bunu değiştirecek olan da sizsiniz.
Başlangıç için kendi seçimlerinize, kendi fikirlerinize, kendi duygularınıza değer vermeye, “hayır!” demek istediğinizde “hayır!” demeye ne dersiniz?
sevgilera.s.
alıntıdır