- 29 Şubat 2012
- 61.512
- 62.458
- Konu Sahibi Huy Meselesi
- #1
Fotoğrafçı Dan Banino 6500 kilometre yol yaparak üç ülke, 22 şehir dolaştı. Bu yolculuğunun sonunda Batı resminin usta isimlerine dair mükemmel bir çalışmaya imza attı: “The Eye of the Artist” (Sanatçının Gözü). Fotoğrafçı Van Gogh, Dali, Cézanne gibi büyük isimlerin ömürlerini geçirdikleri yerelere giderek, onlara ilham veren, onları efsane yapan şeyleri inceledi.
Güney Fransa’dan yola çıkan Banino üç aylık yolculuk sonunda büyük ressamların hayatlarından az bilinen anılara ulaşmayı başardı. Onların yürüdükleri sokaklardan geçti; yaşadıkları, sanatlarını icra ettikleri yerlerde zaman geçirdi. Bu araştırmanın sonucu niteliğindeki fotoğraf çalışması “The Eye of the Artist”sayesinde Banino, efsane ressamların gözünden dünyayı görmemizi sağlıyor. Üstelik fotoğraftaki sahneyi anlamlandırabilmeniz için, o sanatçıya dair az bilinen bir hikayeyi de aktarmayı unutmuyor.
Siz de dünyaya en sevdiğiniz ressamın gözünden bakmak istemez miydiniz?
Pablo Picasso: 1899, Barcelona. Genç Pablo Picasso sürekli “El 4 Gats” adlı restorana gitmeye başladı. Hatta ilk sergisini burada açtı. O yıllarda yeni bohem ve modernist Barcelona’nın entelektüelleri bu restoranda performanslar, konserler izlerler ve edebiyat toplantılarına katılırlardı. Yüz yıldan fazla süre geçmesine rağmen restoran hala açık. Hem de hala Picasso’nun kendi tasarladığı menü kapağı tasarımına sahipler.
Henry De Toulouse-Lautrec: Yemek yapmayı, ailesiyle ve arkadaşlarıyla yemek yemeyi severdi. Misafirleri gelmeden önce su dolu sürahilerin içine Japon balığı koyardı. Böylece herkesin kaçınılmaz olarak şarap içmesini sağlardı ve yemeğin sonunda kimsenin ayık olmadığından emin olurdu.
Henri Matisse: Önceleri, kağıttan kestiği parçaları başka materyaller kullanarak hazırlayacağı bir çalışmanın taslağını yapmak için kullanırdı. Bu parçaları tekrar tekrar yerleştirerek kompozisyonun, renklerin ve kontrastın etkisini planlayabiliyordu. Daha sonraki yıllarda, ilerleyen yaşı ve hastalıkları sebebiyle kağıtlardan kesip hazırladığı kompozisyonların kendisini bir sanat haline getirdi. Bu nedenle Matisse’in son çalışmaları kes-yapıştır kağıtlardan oluşan kolajlardı.
Pierre-Auguste Renoir: Pek az insan Renoir’in ömrünün son 25 yılında artritten (eklem iltihabı) muzdarip olduğunu bilir. 1915 yılından kalan, az bilinen bir çekimde, 74 yaşındaki ustayı tuvalinin karşısına geçmiş resim yaparken görüyoruz. Bu sırada 14 yaşındaki, en genç oğlu Claude, tuvali ve babasının kilitlenmiş elindeki fırçayı düzenlemek için Renoir’In yanında duruyor. Renoir tekerlekli sandalyedeyken onu gezdirebilmeleri için başkalarına muhtaçtı. Acı o kadar kötüydü ki neredeyse felç olacaktı. Ama hiçbir zaman resim yapmayı bırakmadı.
El Greco (Domenico Theotocopuli): Yunanistan’dan Toledo, İspanya’ya taşındı ve döneminin en başarılı, en zengin ressamlarından biri oldu. Kendine güvenli, müsrif ve asi olan El Greco, o yemek yerken çalsınlar diye müzisyenler tutardı ve müşterilerinin isteklerini geri çevirmekten gurur duyardı.
Salvador Dalì: İspanya’ya aşıktı. Özellikle de çocukluğunun geçtiği yerlere… Bu nedenle, bu havalı sanatçının 60 yıldan fazla, aynı yerde yemek yediğini hayal etmek zor değil. Dali bir gün, Duran’s adlı restorana varır ve yemek salonunun bir köşesinde yalnız yemeye karar verir. Sadece balık çorbası sipariş eder. Çorba geldiğinde ayakları üzerinde zıplayarak tabağa vurur. Masada kırılan tabağın içindeki kırmızı çorba her yere dağılır ve ünlü ressam bağırır: “Ben Dali’yim!”. Birkaç sessiz dakikadan sonra müşteriler kırılan tabağın parçalarını Dali’ye imzalatmaktadır.
Vincent Van Gogh: Kendi kulağını kesen ressam olarak tanınan Van Gogh’la ilgili son araştırmalar, ressamın kulağını arkadaşı Paul Gauguin’le girdiği bir kavga sonucu kaybettiğini öne sürüyor. Yerel bir gazetenin aktardığına göre, sol kulağı tamamen kopan Van Gogh aynı gece kulağını kağıda sarıp yanına alarak bir geneleve gitmiş.
Francisco Goya: Başarıyı ve ünü yaşarken elde eden sayılı ressamlardan biri. Kullandığı teknik birçok çalışmaya konu olmuştu. Keşfettiği sıradışı ve zekice teknik sayesinde başyapıtlarına son bir dokunuş ekleyebiliyordu. Gün ışığının kaybolmasını bekliyor, kafasındaki şapkayı çıkararak, şapkanın siperine mumlar diziyordu. Ardından her birini sırayla yakıyor, böylece karanlığı benimseyerek son fırça darbelerini bu ışığın altında ekliyordu.
Paul Cézanne: Paul Cézanne ve Émile Zola beraber büyüdü. “Aynı beşikte” diyor Zola. Birbirlerini kardeş gibi sevdiler. Zola için Cézanne bir ilham ve kaynaktı. 1886 yılında Zola yeni romanı L’Œuvre’u yazdı. Romanın ana kahramanı Lantier, açıkça Cézanne’dı aslında. Zola romanın müsveddelerini Cézanne’a yolladı. Bu olay ilişkilerine 16 yıllık bir küslük getirecekti. 4 Nisan 1886 aralarındaki son mektubun tarihiydi. 16 yıl sonra Cézanne arkadaşı Zola’nın ölüm haberini aldı. Kendini bir odaya kapatıp saatlerce ağladı. Kimse içeri girmeye cesaret edemedi.
nolm.us