• Merhaba, Kadınlar Kulübü'ne ÜCRETSİZ üye olarak yorumlar ile katkıda bulunabilir veya aklınıza takılan soruları sorabilirsiniz.

Dövizde neler oluyor: Sıcak paranın mumu...

AngryPenguin

Popüler Üye
Kayıtlı Üye
Döviz kurları aldı başını gidiyor. Türkiye'nin 420 milyar dolar döviz pozisyonu açığı var. Peki ne demek bu döviz pozisyonu açığı? En sade haliyle diğer ülkelerinden alacaklarımız ile borçlarımız arasındaki fark. Bu farkın tamamı 2014 yılında ödenmeyecek. Ancak bu yılda borç ve ticari kredi olarak ödenmesi gereken tutar yaklaşık 200 milyar dolar. 2013 Ocak ayı ile 2014 yılı Ocak ayı arasındaki dönemde dolar artışı ise yaklaşık yüzde 30. Bu durumda döviz kuru bu düzeyde kalırsa 200 milyar doları ödemek için borçluların kabaca 60 milyar TL daha fazla koyması gerekecek. Dolayısıyla birileri borçlarını ödeyemeyerek iflas edecek. İşsiz sayısı artacak.
Bu arada bugün yarın akaryakıta (benzin, motorin, LPG) zam gelecek. Bu nedenle ulaşım ücretleri artacak. Elektrik ve doğal gaz için şanslıyız. Mart seçimlerinden sonra gelecekler.
Artan ve daha da artması kaçınılmaz görünen faizler nedeniyle birçok şirketin kredi maliyetleri de artacak.
İthal ürünler ile içerdeki üretim için ithal girdi kullanılan ürünlerin fiyatları döviz kurlarındaki artış nedeniyle yükselecek.
Vatandaşın bir kısmına Temmuz ayına, bir kısmına ise gelecek yılın Ocak ayına kadar ücret zammı olmayacak.
Yani talep azalacak. Böylece hem enflasyon artacak hem de işsizlik. Stagflasyon diyorlar böyle durumlara. En kötüsü, enflasyonu bile aratır.
Tamam da hocam; bu ülkenin ekonomisi güçlü değil miydi? Sayın Babacan'ın deyimiyle Türkiye'ye güvendikleri için oluk oluk sıcak para getirmiyorlar mıydı? Biz krizdeki Avrupa'nın, bitemeyen savaşların içindeki Ortadoğu'nun ortasında parlayan bir yıldız değil miydik?
Ne oluyor? Neden oluyor?
Kısaca şöyle söyleyelim; 2002 seçimlerinden sonra mevcut Hükümetimiz ekonomiyi dipte iken devralmıştı. Yani başlamak için olabilecek en iyi noktadan. Sadece politik istikrarın sağlanması bile daha iyi bir ekonomi için yeterliydi.
Bu arada petrol fiyatları yükseldiği için petrol ihraç eden ülkelerde gidecek yer arayan çuvalla dolar vardı. ABD'de açık vermeye, dünyaya dolar pompalamaya devam ediyordu. Küresel para bolluğu, teknik deyimiyle likidite bolluğu vardı. Bu paranın bir yerlere gitmesi, daha çok kazanması gerekiyordu. İşte bu bol para döneminde, yani 2002-2013 döneminde, gelişmiş ülkelerden kat kat fazla faiz veren bir ülke vardı; Türkiye.
Yüksek faizi gören, bozdurduğu dövizi vade sonunda daha ucuza geri alacağını bilen küresel spekülatörler (paradan para kazanmayı iyi bilenler) Türkiye'ye akmaya başladılar. Öyle geldiler ki, 2002 yılında getirdikleri para 9 milyar dolar iken 2012 yılı sonunda bunu 155 milyar dolara yükselttiler. Mayıs 2013'te ise rekorlarının rekorlarını kırarak 170 milyar dolara ulaştılar.
Böylece döviz bollaştı. Elin paraları Merkez Bankasına gittikçe bazıları şu kadar rezervimiz var, rezervimiz bu kadar arttı diye televizyonlarda, gazetelerde büyük gururla anlattılar. Ancak 2002 yılı baz alındığında teknik gereklilikler çerçevesinde (satınalma gücü paritesinin değişmemesi) 2012 yılı sonunda 2,9 TL olması gereken doların 1,8 TL'de kalmasının yarattığı yan etkiler gözardı edildi.
Nitekim, iktisat yasalarına göre "bir şey bol ise ucuz, kıt ise pahalıdır." Bollaşan döviz nedeniyle döviz ucuzladı. Böylece yerlisi yerine ithal ürün ve girdi kullanmak cazip hale geldi. Dış ticaret açığımız, cari açık (diğer ülkelerle yapılan mal, hizmet ve gelir akımlarının bakiyesi) arttı. "Sorun değil", dediler. Haklıydılar!. Sıcak para artarak girdikçe sorun yoktu.
Bu süreçte hepimiz otomobilleri, telefonları, televizyonları, mobilyaları, bilgisayarları daha çok ithal olanlarla yeniledik. Üretmeden, el parasıyla bol bol tükettik. Vatandaşların 2002 yılında bankalara olan borcu sadece 2 milyar TL iken 2013 yılı sonunda 330 milyar TL'ye çıktı. Özel sektörün dış borçları ise 43 milyar dolardan 255 milyar dolara yükseldi.
Herkes, hepimiz daha, daha çok tükettik. Ancak bu düzeyde tüketimi hak edecek üretim yapmıyorduk. Gelecekte elde edeceğimiz gelirleri bugünden tükettik.
Bu devri saadet, bu tüketim çılgınlığı, bu yarınsız iklim devam edemezdi. Yol yanlış, yolun sonu uçurumdu.
Ekonominin kendi dinamikleri Türkiye'yi uçuruma doğru götürürken, birden gidiş hızı arttı. Önce gezi, sonra 17 Aralık yani sosyo-politik ve siyasi gelişmelerin yarattığı rüzgar uçuruma giden arabayı daha da hızlandırdı. Hukuk devletine ve onun gidişatına ilişkin endişeler ise Türkiye'den çok yabancıları ürküttü!.
Merak etmeyin henüz düşmedik. Düşmemek mümkün mü? Evet. Her derdin çaresi var. Yeter ki usta, gerçek usta olsun.
Gelelim bugüne. Dolar, döviz bugüne kadar neden düşüyordu ise, olanların tam tersi olduğu için yükseliyor. Yabancı spekülatörler Türkiye'den çıkıyor. Döviz borcu olan yerliler daha fazla artmadan döviz almak istiyor. Sonuç; düne kadar arz artışı, bugün ise talep artışı belirleyici oluyor.
İktisat bilimi fizik kurallarından beslenir. Düne kadar var olan etkiler ülkede hak edilmemiş tüketim ve bolluk (tepki) yaratmıştı. Bugün olanlar (para kaçışı=etki) o hak edilmemiş tüketimin bedelinin (fakirleşme=tepki) zamanının geldiğini ortaya koyuyor. Yani gün geldi, devran döndü. Ve masum değiliz hiçbirimiz...
Bu arada belki herkes ayakkabı kutularına koyduğu dövizleri ortaya çıkarırsa döviz düşebilir. Bu kardeşiniz katkı yapamayacağı için şimdiden özür diler.
Bu arada "demokratik, laik, sosyal hukuk devleti" ne sahip ülkemin güzel insanları; günaydın... Ve de çok geçmiş olsun...

Prof. Dr. Yaşar Uysal
http://milliirade.org/index.php/tem.../dovizde-neler-oluyor-sicak-paranin-mumu.html
 
Az önce ekonomik göstergelere toptan bir kez daha baktım. CDS'leri en fazla artan ülke olmanın dayanılmaz kriz hissiyatını yaşadım bir an. üçüncü sayfa haberlerinde bebek gelinleri, onlarla evlenmeyi düşünebilen insanımsıları, müsteşarla savcının telefon konuşması tutanağını okudum. Ayrıca bu tutanak haberinin altındaki yorumları ilgiyle ve hayretle okudum. Tutanağın içeriğiyle değil Kılıçdaroğlu ve CHP'nin dününe (ki ben dahil nüfusun yüzde 80'i chp'nin tek başına iktidar olduğunu görmedik) ilişkin yorumlardan oldukça bilgilendim. ssk'ya genel müdür olmanın aşağılanması gereken bir şey olması nedeniyle mevcut başkan adına oldukça üzüldüm. belge konusundaki yorumların eksikliğini-yandaşlığını tutunacak başka dalı olmamaya mı bağlayayım diye düşündüm. bu belgeyi yazan savcı ile 96 savcının daha görev yerinin değiştiğini öğrendim. sayın başbakanımızın brüksel'de güçlü hukuk devleti olduğumuz vurgusundan oldukça mutlu oldum. Suriye'nin iç işlerine karışmamız mı karışamamamız mı anlamına gelen tır'latma gelişmelerine göz gezdirdim. Sabah da sokağımızda çöpten geçinen güleryüzlü adamla selamlaşmıştım. Aklıma şu hikaye geldi bunlardan sonra. "Bir şarap yarışması yapılıyormuş. Ancak bu farklı şarap yarışmasında en iyi değil en kötü şarap belirlenecekmiş. 15 kadeh masada duruyormuş. bütün uzmanlar tadımlarını yapmış. en son işin piri gelmiş. ilk bardağı almış, koklamış, tatmış vs. ve hemen en kötüsü bu demiş. organizatörler ve diğer uzmanlar "ama üstat daha 14 kadeh var, onları tatmadın demişler. üstat ise kardeşim bundan daha kötüsü olamaz ki demiş". herkese selam ve sevgilerle; lütfen bugün yurdumuz ve yoksul insanlar için en az bir şey yapalım. unutmayın selam vermek de bunlara ve insanlığa dahil.

Prof. Dr. Yaşar Uysal
 
Son düzenleme:
Millî İrade Tüketim Tutsağı Mı Oldu?

Türkiye'de gerek ekonomik gerekse sosyal ve politik boyutta önemli gelişmeler/dönüşümler yaşanmaktadır. Toplumun ise bu dönüşümü destekleyenler ve endişe duyanlar olmak üzere neredeyse ortadan ayrıldığı görülmektedir. Bu ayrışma öylesi bir boyuta gelmiştir ki, yaşanan gelişmelere bakarken kullanılan gözler nerdeyse körleşmiş, ekonomik, politik, sosyal veya kültürel nitelikte olup olmadığına bakılmaksızın gelişmelerin herbiri siyasi referanslarla değerlendirilir olmuştur. Doğal olarak böylesi bir durum toplumsal yaşamda ortak değerleri/paydaları değil ayrıştırıcı olanlarını önplana çıkararak nereden ve nasıl olumsuzluk yaratacağı belli olmayan iklime girilmesine neden olmuştur.

Bu süreçte ayrıca birçok kavramın içi boşalmış, güzel değerler ve erdemler zayıflamış, küresel dünya düzeninin ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde tamamen ekonomik referanslarla hareket eden, tüketimi ideallerinin önüne koyan bir sosyal yapı oluşmuştur. Toplumsal konumlanmada ise; bilgi, yetenek, insaniyet, dürüstlük, hakkaniyet değil sahip olunan para ve tüketim standartları belirleyici olmaya başlamıştır. 59 yaşında kanserden vefat eden ve ömrünün 50 yılını kahvecilik yaparak geçirmek zorunda kalan Babamın deyişiyle; "önceleri öğretmenlerdi köyde en saygı duyulan, sonra karakol komutanları oldu. Şimdi ise parası olan en fazla saygı duyulanlar. Bu memlekette her şey para, herkes paracı oldu. Rabbim sonumuzu hayır etsin". İlkokul mezunu Babam kahvecilik yıllarına istinaden algıladığı değişimi kısa ve yalın olarak böyle özetlemişti. Bilmem bu özeti anlamlı bulur musunuz?

Bu ilk yazıda, yukarıda ifade edilen değişimlerin turbo hıza ulaştığı, ideallerin ve geleceğin bugünün tüketimine feda edildiği 2000 sonrası dönemde yaşanan ekonomik ve toplumsal değişime dair bazı değerlendirmelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

1. 2000 SONRASI DÖNEMDE EKONOMİ

1990’lı yıllarda yaşanan ekonomik ve politik sorunlar ve Türkiye’nin küresel spekülatörler için uygun bir kazanç bölgesi haline getirilmesi talebinin kesişmesi sonucunda IMF kontrolünde bir ekonomik program 2000 yılında uygulamaya konuldu. Bu 36 aylık program önce 2000 yılı Kasım ayında yaşanan likidite krizi, ardından da 2011 yılı Şubat ayında ortaya çıkan ekonomik/siyasi kriz sonucunda henüz 14. ayını doldurmadan çöktü.

Krizin ardından Kemal Derviş ekonominin başına getirildi ve “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı” adı altında yeni bir ekonomik program hayata geçirildi. Bu program IMF’nin desteği ve baskısı sonucu eksiksiz uygulanmış, zaten dibe vurmuş durumda olan ekonomi biraz programın etkisi biraz da ekonominin kendi yasaları gereği yavaş yavaş toparlanmaya başlamıştı.

Bu yeni programın uygulanması sırasında Koalisyon ortakları arasında yaşanan ilave yeni sorunlara bağlı olarak erken seçim kararı alınmış ve 2002 Kasım’ında yapılan seçimler sonucunda AKP hükümeti güçlü bir çoğunlukla iktidara gelmişti. 2002 sonrası dönemde Türkiye ekonomisinde yaşanan gelişmelerin gerisinde; siyasi istikrar, IMF ve AB çıpası ile 2001 krizi sonrası kesintisiz uygulanan ekonomi politikaları yanında küresel likidite bolluğu da büyük rol oynamıştı

Politik istikrarın sağlanmasından sonra, borç stokunun çok büyük boyutlara ulaşması nedeniyle yüksek reel faiz ödeyen kamunun ülkeye sıcak çekmesi sözkonusu olmuştu. Bu arada ülke içinde yüksek olan reel faizler nedeniyle dışarıdan borçlanmaya yönelen özel sektör de Türkiye’de bir döviz bolluğuna katkıda bulunmuştu. Böylece reel kurlarda yaşanan gerileme sonucunda ithal mal ve ithal girdi kullanmak cazip hale gelmişti. Bu şekilde dış ticaret açığı rekor düzeylere ulaşmış, büyüme ithalata dayalı olarak gerçekleşmişti. İthalata dayalı büyüme yeterince yeni istihdam imkanları yaratmada başarısız kalmış, yaşanan büyüme halka istihdam boyutundan yansımamış, işsizlik ve göreli yoksulluk artmıştır. Ekonomi bu şekilde dış kaynak girişine bağlı olarak büyürken, dış borçlarda büyük sıçrama yaşanmış, dış girdi ve kaynak bağımlılığı daha da artmıştır. Artan dışa bağımlılık sonucunda “sıcak para kaçarsa, kriz olur” şeklindeki söylem ve beklentiler ülkemiz çıkarları yerine küresel sermaye ve spekülatörlerin çıkarlarını önplana çıkaran ekonomi politikalarının devamına neden olmuştur. Böylece kriz gölgesi altında yaşayan bir ülke olarak Türkiye uzun süre yüksek faiz-düşük kur politikalarına mahkum edilmişti.

2. 2000 SONRASI DÖNEMDE VATANDAŞLAR

Yaşadığımız dönem küresel boyutlu tüketim toplumu özellikleri göstermektedir. Bunun anlamı sistemin ana motorunun talep ve tüketim olmasıdır. Nitekim bugün vatandaşların tüketim desenleri incelendiğinde daha çok küresel tekellerin ürünleri olan iletişim ve medya araçları talebinde çok hızlı gelişmeler yaşandığı görülmektedir. Ürün yenilenme sürelerinin 2 yıldan 3 aya kadar düştüğü bu alanda daha çok arz talebi yaratmakta, genç ve gösteriş merakı yüksek nüfusa sahip Türkiye’de bu ürünlere yönelik talep hızla artmaktadır.

Halkının yüzde 20’sinin yoksulluk sınırının altında gelire sahip olduğu bir ülkede bir yıl içinde 2 milyar dolara yaklaşan tutarda cep telefonu ithal edilmesi, teknoloji ve bilişim marketlerindeki kuyruklar, her yıl değiştirilmeye başlanan televizyonlar ve 6 ay sonrasına teslim günü verilmesine rağmen talebi gerilemeyen bazı otomobil markaları ile karşılaşmak olağan hale gelmiştir. Bu tür ürünleri ve teknolojisini üreten herhangi bir Türk markasının olmaması ise ayrıca değerlendirilmesi gereken bir konudur.

Bu arada 2002-2012 döneminde tüketici kredilerinde adeta bir patlama yaşanmıştır. Nitekim mevduatların sadece 5 kat arttığı bu dönemde tüketici kredileri (konut, otomotiv ve diğer ihtiyaç kredileri) 86 kat, kredi kartlarından kullanılan kredi miktarı ise 17 kat artış göstermiştir. Böylece 2002 yılında sadece 6,3 milyar TL olan 2012 yılı sonunda tüketici kredileri toplamda 265 milyar TL’ye yükselmiştir.

Kısaca ifade etmek gerekirse makro boyutta dış kaynak girişiyle büyüyen Türkiye ekonomisinde vatandaşın bu sürece verdiği tepki borçlanarak tüketim patlaması yapmak olmuştur. Dolayısıyla hem ülkemiz hem de vatandaşlar ciddi bir borç yükü altındadır ve gelirlerinin cari olarak en az ödenen faiz oranı düzeyinde artmaması halinde reel iç talepte yavaşlama kaçınılmaz görünmektedir.

SONUÇ YERİNE

Yukarıda yapılan değerlendirmeler çerçevesinde şu gerçeklerin dile getirilmesi gerekmektedir;

Türkiye 10 yıl öncesine göre daha fazla dış girdi ve kaynak bağımlısıdır.
Türkiye, küresel ekonomik dengesizliklerin getireceği fırtınalara her zamankinden daha açık bir ekonomiye sahiptir.
Türkiye; dünya pazarlarına yönelirken, pazar ararken arz fazlası ülkeler için iyi bir pazar haline gelmiştir.
2002 sonrası yaşanan olumlu ekonomik gelişmeler pahalı ve kısa vadeli dış kaynaklar sayesinde mümkün olabilmiştir. Buradaki esas sorun ise dış kaynak kullanmaktan çok bu kaynakların üretim yerine tüketime yönelmesiyle ilgilidir.
Bu düzeyde iç ve dış borç stokuyla ekonomik ve siyasi bağlamda küresel aktör olmak sanıldığı kadar kolay ve mümkün değildir.
Servet stokunu neredeyse eriten devletin 2012 yılı sonu itibariyle 386 milyar TL iç, 103 milyar dolar dış borcu bulunmaktadır. Özel sektörün ise 481 milyar TL iç ticari kredi borcu, 226 milyar dolar dış borcu vardır. Vatandaşın kredi borcu ise 265 milyar TL düzeyindedir. Yani herkes ve her kesim ciddi oranda borçludur.
Dolayısıyla hak edilmemiş, üretimle temellendirilmemiş bir tüketim ve refah artışı yaşanmıştır. Bu anlamda her kesim ciddi riskler taşımaktadır. Ancak, ödenmesi gereken bir bedel birikmiştir. Sözkonusu bedeli mevcut veya gelecek kuşaklar er yada geç ödeyecektir.
Bu bedeli ödemenin en doğru ve en az maliyetli yolu bir taraftan üretim altyapısını güçlendirmek diğer taraftan da tasarrufları yeniden artırmaktır. Aksi halde bu bedeller krizler yoluyla ödenmek durumunda kalabilecektir.
Geldiğimiz noktada ekonomi-politik perspektifli bir değerlendirme yaparak zihinlerde bazı soru işaretleri ve düşünme alanları yaratmak uygun olacaktır;

1984-91 dönemi Hükümetleri (Özal dönemi) ile 2002 sonrası Hükümetleri(AKP dönemi) arasında (hatta ilk Menderes Hükümeti dönemi) oldukça ilginç paralellikler bulunmaktadır. Bu paralelliği iki kavram oldukça iyi özetlemektedir; tüketim patlaması ve muhafazakarlaşma (veya söylemleri).

Bilindiği gibi gerek bireysel gerekse toplumsal düzeyde ekonomik faaliyetlerin nihai amacı refah artışıdır. Refah artışı ise tüketim artışı ile mümkündür. Bu bağlamda Türkiye dışarıdan elde ettiği kaynaklarla, geleceği ipotek altına alma pahasına, tüketimi artırmıştır. Herkesin evinde LCD televizyon, nitelikli buzdolabı bulunmakta, son model cep telefonları kullanılmakta, iyi kötü bir arabaya binilmektedir. Yani 2002 sonrası Hükümetler, tıpkı 1984-1991 döneminde olduğu gibi, halka istediğini, yani tüketim imkanını, borçlanarak da olsa, vermiştir. Halk ise bunun karşılığını “oy” olarak geri ödemiştir. Alan da, veren de memnundur. Mevcut Hükümetin sürekli oy artırması, artan tüketim ve refah ile yakından ilgilidir. Kuşkusuz din, dindarlık ve muhafazakarlaşma söylemleri ve uygulamaları da bu süreçte katalizör olmuştur. Ancak bu, mevcut Hükümetin oylarını artırarak iktidarda kalma başarısını tek başına açıklamaya yetmemektedir. Tüketimde ortaya çıkacak tıkanıklıklar ve artacak işsizlik, tıpkı konjonktürel olarak iktidara gelen DSP, MHP, ANAP Koalisyon Hükümetinin 2001 krizi sonrası yıkılması ve bu partilerin baraj altında kalması sürecinde görüldüğü gibi, mevcut Hükümeti de etkileyebilecektir. Kuşkusuz bu etkilenmenin düzeyi muhalefet partilerinin başarı ya da başarısızlıklarıyla olduğu kadar küresel senaristlerin tercihleriyle de ilgili olacaktır.

Diğer taraftan bu süreçte popülizm ekonomik zeminden siyasi zemine kaymış, siyaset projeler üzerinden değil daha çok değerler üzerinden yapılır hale gelmiştir. Bir taraf laiklik, bir taraf dindarlık söylemine sarılmış, ülke bu kez de bu bağlamda ayrışmıştır. Oy oranı yeterince yüksek olan mevcut iktidar partisi bu iklimde safları sıklaştırmak amacıyla değerler üzerinde siyaset yapmayı daha da derinleştirmiştir. Kanımızca bu, oldukça tehlikeli ve kontrol edilemez sonuçlar üretmesi muhtemel bir durumdur. Zira mevcut hükümet bu tür siyasi popülizm ile safları güçlendirerek iktidarını sağlamlaştırmaya çalışırken, sosyal boyutta geleceğin altına tehlikeli patlayıcılar yerleştiriyor olma ihtimalini görmezden geliyor olabilir. İdeolojik, etnik, mezhepsel boyutlarda oldukça karmaşık ve kaygan bir zemine sahip olan Türkiye’de böylesi bir siyaset tarzının insanlarımıza ve ülkemize ağır toplumsal bedeller ödetmek durumunda kalmaması ise en büyük temennimizdir.

Son söz: ürettiği ile değil de tükettiği ile övünen birey ve toplumlar tükenmeye,
barış ve kardeşlik değil de çatışmadan beslenen iktidarlar ise çatırdamaya mahkumdur.


Yaşar UYSAL
4 Eylül 2013
http://www.milliiradebildirisi.org/...üketim-tutsağı-mı-oldu-yaşar-uysal&Itemid=113
 
her şeyi özelleştirip satarsan, ekonomiyi sadece sıcak paraya endekslersen, ülkedeki en ufak karışıklıkta sıcak para uçar gider, dımdızlak kalırsın böyle.

faiz lobilerini, ekonominin direği yaparsan, faiz lobileri paralarını çektiğinde "vay bunların hepsi faiz lobilerinin işi" diye ağlamayacaksın.
 
her şeyi özelleştirip satarsan, ekonomiyi sadece sıcak paraya endekslersen, ülkedeki en ufak karışıklıkta sıcak para uçar gider, dımdızlak kalırsın böyle.

faiz lobilerini, ekonominin direği yaparsan, faiz lobileri paralarını çektiğinde "vay bunların hepsi faiz lobilerinin işi" diye ağlamayacaksın.

Sata sata kalmadı diyordum çokaz kalmış,yakında donumuza kadar satacaklar.
Enson Yatağan, Yeniköy ve Kemerköy Termik Santralleri ile kömür ocakları ve milli piyango idaresinin bile özelleştirileceği söylendi.
10 yıldır yok İMF borcu bitti,yok bu bitti diye türkü çığırıp duruyorlar tepemizde.Bu parayı sattıklarından elde ettiklerini,bundan sonra devletin nerden gelir elde edeceğini düşünen yoktu.
Arjantin in özelliştirme politikasının ülkeyi çöekrttiğini göre göre aynı politikayı izlemelerinin sebebi nedir acaba?
Amerikayla işbirliği yapıyor olmasınlar?Nasılsa kendi ceplerini doldurmuşlar,çeker giderler başka ülkede yaşarlar.Türkiye batmış,savaşa sürüklenmiş,Doğuda kürdistan kurulmuş,kimin umrunda?
Bugün geldiğimiz nokta daha iyi günlerimiz.
Önümüzdeki 10 yıl AKP,CHP veya MHP kim gelirse gelsin ekonomiyi düzeltme olasılığı yok.
Türkiyeyi çok büyük bir ekonomik kriz ve beraberinde kargaşa bekliyor.
Ülkenin içine ettiler,şimdi gitseler ne,kalsalar ne:ssz:
 
Dolar yeniden zıpladı. Merkez Bankası sert müdahale etti. Faizler artmadı deniyor. Aslında faizlerin de artması için kapı açıldı. Merkez Bankası, bankalara gecelik yüzde 7 faizle sattığı parayı, sıkışma günlerinde yüzde 9 ile geri alabileceğini açıkladı.
Ne güzel!
Herkes bankacı olsun!
Al Merkez Bankası’ndan parayı yüzde 7 ile sat aynı parayı geri Merkez Bankası’na yüzde 9 ile…
Euro da yeniden yükseldi.
Fiyatlar da yeniden artıyor.
Benzine, mercimeğe, doğal gaza, kuru fasulyeye yeniden zamlar gelecek beklentileri haber bültenlerinde ilk sıraları alıyor. Türkiye yeniden; “yüksek döviz-yüksek faiz-yüksek enflasyon” sarmalı duvarına bodoslama gidiyor.
Miras yedi, 11 yıl yedi.
Rant parası ile büyüme.
El parası ile gülme
Sıcak parayla kabarma.
O günlerin sonuna gelindi
* * *
11 yıl öncesine gidelim.
Uzakdoğu krizi çıkmıştı.
Nedeni pahalı üretimdi.
Türkiye’yi de etkiledi.
Rusya krizi patlamıştı.
Nedeni üretimsizlikti.
O da Türkiye’yi etkiledi.
Japonya krize girmişti.
Nedeni ürettiğini satamamaktı.
Avrupa krizi de uç vermişti.
Nedeni borçlu yaşamaktı.
Bütün bu krizlerden, kıymık kıymık, parça parça etkilenerek Türkiye de 2001 krizine girmişti. Çünkü borç bulup açığını kapatma ve borcunu borçla ödeme sarmalına düşürülmüştü.
* * *
Ecevit-Yılmaz-Bahçeli döneminde patlayan kriz; Kemal Derviş’in IMF’den getirip uyguladığı acı reçete ile bitmişti.
Halk seçimlerde; kendisini yoksullaştıran ve ülkeyi IMF reçetelerine muhtaç duruma getiren üç liderin üçünü de partileriyle sandığa gömdü. Tayyip Erdoğan’ı başbakan yaptı.
Atlamayalım.
Burası çok önemli.
Tayyip Erdoğan Başbakan olduğunda aslında ekonomi çıkışa geçmişti. Dünya ekonomisi canlanmış, dünyada yeniden çok fazla “sıcak para” dolaşıma çıkmış, soyacak mirasyedi arıyordu.
* * *
Sıcak para Türkiye’ye yöneldi.
Şımarık mirasyediyi buldu.
2002- 2014 Mirasyedi dönemi açıldı. Başbakan Tayyip Erdoğan ve ekonomik kurmayları, sıcak paranın yarattığı imkanla 11 yıl boyunca tüketimi kışkırttılar. Ülkeyi ithalat esiri yaptılar. 100 dolarlık ihracatın içinde bile 64 dolarlık ithal malı bulunuyordu. Bugün çocuklarının odalarından para kasaları, ayakkabı kutuları çıkan ekonomik kurmaylar, “devlet borçlanmıyor ki, özel sektör borçlanıyor…” diye halkı 11 yıl aldattı. Halk da her alanda bolca tüketim imkanına kavuştuğu için bu yalana inanmak işine geldi. Dünyada fiyatların dibe vurduğu bir dönemde Türkiye Cumhuriyeti’nin 80 yılda biriktirdiği ne kadar devlet fabrikası, limanı, arazisi, şirketi, mülkü, imtiyazı, markası varsa çok ucuz fiyata satıldı. Geriye bugün sadece satabilecek bir tek Milli Piyango imtiyazı kaldı.
* * *
Türkiye’nin “döviz yutan, cari açık veren değil döviz üreten cari fazla veren ekonomik modele atlaması” gerekiyordu.
Şımarmış mirasyediler 11 yılda bu gerçeği görmediler.
Türkiye inşaat manyağı oldu.
Şehirler rant delisi yapıldı.
Oğulları para kasalarını oyuncak yaptı. Devlet Bankası genel müdürlerinin evinde dolar dolu ayakkabı kutuları birikti. Rüşvetle alınmış şehir imar imtiyazlarıyla beslenen Tayyip Erdoğan zenginlerinin başları döndü. Rüşvetçiden kol saati hediye alıp bileğine takan bakanı ve oğlunun vakfına bağış yağdırılan Başbakan’ı dünyanın görüp göreceği ekonomi dehası ilan ettiler.
Mirasyedi 11 yılı böyle yedi.
İşte bugün doları sıçratan, faizi yükselten, enflasyonu kamçılayan mirasyedi krizi böyle doğdu.
* * *
Bugünkü krizin adı:
Mirasyedi krizidir.
Mirasyedi; Cumhuriyet’in gümüşlerini sattı, yedi. Şimdi yasama, yürütme, yargıyı kendine bağlayarak ve “savcılara oğulların, babaların, bacanakların üstüne gitmeyin emirleri” yağdırarak; “üstümüze geleni pişman ederiz korkusu” yaratıp yayarak krizden çıkmaya çalışıyor.
Mirasyedinin maskesi indi.
SÖZCÜ
 
Bunuda mı Tayyip den bildiniz evet Tayyip suçlu başbakan olarak geçmişe dönüp bakıp düzeneği görüp bu kadar para girişine izin vermeyecekti Tayyipe en fazla söylenebilecek söz buda başaramadıdır ama gerçek suçluyu es geçip her kriz döneminde iktidarda günah keçileri ararsanız asla çözüme odaklanamayacağız
 
Yani üretim artırılması gerek, elektrik aletleri kendimiz üretmemiz gerek sanayi üretimi az, nasıl olacak bu ?
 
Annemizin muhalefet sistemini kullanmaktan sıyrılıp nükleer santrale uluslararası hava yollarına vs. getiri sağlayacak girişimlere kolları sıvayan hükumetlere- sırf ideolojimize uymayan parti diye muhalefet edenlere sorgulamadan koşulsuz destek olmaktan sıyrılacağız ,
hükumet bazında da hizmetlerin yanında sokuşturdukları seçim kaygılarıyla gerçekleştirilen destekçi kayırmasından seçmen memnun edecek girişimlerden sıyrılacağız o zaman olacak
Ulusal bilinçle , bilinçli gerçekleştirilen siyasi reformla olacak şeyler bunlar Türkiyeyi düşününce pek mümkün gibi gözükmüyor

Daha başındayız önümüzde müteahhit batışları ve emlak balonunun patlaması var borsada otuzbinlere kadar düşüş ve iç savaş tehlikesi izlemede kalacaklar iç savaş çıkarsa karşıt gruplara silah para desteği ile karnımızı doyuramaz can mal güvenliğimizi savlayamaz hale getirecekler
bakacaklar iç savaş çıkmıyor rapel dozu verip düşen borsadan çok düşük fiyattan geri alınan hisselerle borsada yükseliş , dövizi bize aşırı pahalı bir fiyattan geri satma klasik gelişmekte olan ülkelerin başına gelenler .
 
Annemin muhalefet sistemi nedir bilmiyorum da ....akp gelir gelmez kalan üretim kalemlerini de durdurdu......biri bana açıklasın niye saman üretmiyoruz niye buğdayı dışardan alıyoruz niye aşı fabrikaları kapatılmış niye ilaçları şirketlerden toptan almaktan vazgeçtik............veeee niye nükleer santral ısrarla türkiyenin en verimli toprakları üzerinde............annemi bilmiyorumda son 11 senedir hiçbirşey üretmiyoruz
 
İspanya'ya da da her yer inşaat ve yeni binalar yapğıldı AVM 'ler açıldı
oda yurtdışındaki markaların satışı için ispanyanın kendiside üretmiyor, üretmeyince satamıyor, gençlerde işsiz ve mesleksiz , bir bölge gösterdiker ispanyada sıfır a?rtmanlar villalar sahipleri yok binalar boş ödeyemeyince sahipleri kovulmuş bankalara satılmış önemli sebep işsizlik ,üretim yok , yer gök yeni bina olsa ne yazar , üretim çarkları çalıştırmak lazım ,en büyük eksiklik bu yoksa sonumuz ispanya gibi olacak
 
Bu konuyu manga özetlemiş aslında, üretmeden tüketen bir milletiz. Her bakımdan. Şu durumda dolar aslında çok geç kalmıştı. Bunu ön görmek için ekonomist olmaya gerek yok.
[video=youtube;VmWCKeYQDXM]http://www.youtube.com/watch?v=VmWCKeYQDXM[/video]
 
Son düzenleme:
Dünya ve Türkiye ekonomisinde 2013'de ne oldu, 2014'de neler olabilir?
http://kisi.deu.edu.tr/yasar.uysal/site/sonYaptiklarim/ekonomikrapor2013-bensel.pdf

Bu konunun cevabı gerçekten yazmaya kalksan tablolarla sayılarla ifadesi anca 108 o bile özet aslında ama hoca son sözünde çok güzel ifade etmiş
çok anlamlı bir son söz yazmış ;
Son söz: sorunlar, sorunların kaynakları ve çözümleri bellidir. Ancak yol uzun, bedel ağırken
insanlar iyi niyetli, dürüst, çalışkan olmaya yeterince hazır ve razı değildir. Bu nedenle hem
yanlış yaptıklarımızın hem de yapmadıklarımızın sonuçlarından kaçmamız mümkün değildir.
 
en basitinden kanalistanbul u ele alalım ; boğazlardan Montrö gereği istedği gibi geçip giden ve bir kuruş dahi ödemeyen o koskoca tankerler yapılacak kanaldan geçerek tomarla para ödeyecekler ve boğaz ı mız tehlikesiz ve tertemiz bir yere dönüşecek hemde devletin kesesi dolacak aynen Panama kanalında olduğu gibi. ecnebi yapınca modern gelişmiş ülke derler bizimkiler yapınca ne gerek vardı . alın size işte üretim en kısa yoldan
 
Kanal İstanbul halkı mı doyuracak devleti mi ?
Üretim dediğiniz bir tek bu mudur ?
Benim üretim anlayışımda ilk aklıma gelen tarım ve sanayidir.
Kanla İstanbul bunu verecek mi ?
Çiftçi zar zor üretim yapar oldu her şeyimiz ithal oldu ithal alınan ham madde ile üretim yaparak yerli mal mı elde etmiş oluruz ?
 
Bildiğiniz kırmızı mercimek kanadadan geliyor , beyaz pirinç amerikadan ki bunlar GDO lu
Kanal İstanbul halkı mı doyuracak devleti mi ?
Üretim dediğiniz bir tek bu mudur ?
Benim üretim anlayışımda ilk aklıma gelen tarım ve sanayidir.
Kanla İstanbul bunu verecek mi ?
Çiftçi zar zor üretim yapar oldu her şeyimiz ithal oldu ithal alınan ham madde ile üretim yaparak yerli mal mı elde etmiş oluruz ?
 
Annemizin muhalefet sistemini kullanmaktan sıyrılıp nükleer santrale uluslararası hava yollarına vs. getiri sağlayacak girişimlere kolları sıvayan hükumetlere- sırf ideolojimize uymayan parti diye muhalefet edenlere sorgulamadan koşulsuz destek olmaktan sıyrılacağız ,
hükumet bazında da hizmetlerin yanında sokuşturdukları seçim kaygılarıyla gerçekleştirilen destekçi kayırmasından seçmen memnun edecek girişimlerden sıyrılacağız o zaman olacak
Ulusal bilinçle , bilinçli gerçekleştirilen siyasi reformla olacak şeyler bunlar Türkiyeyi düşününce pek mümkün gibi gözükmüyor

Daha başındayız önümüzde müteahhit batışları ve emlak balonunun patlaması var borsada otuzbinlere kadar düşüş ve iç savaş tehlikesi izlemede kalacaklar iç savaş çıkarsa karşıt gruplara silah para desteği ile karnımızı doyuramaz can mal güvenliğimizi savlayamaz hale getirecekler
bakacaklar iç savaş çıkmıyor rapel dozu verip düşen borsadan çok düşük fiyattan geri alınan hisselerle borsada yükseliş , dövizi bize aşırı pahalı bir fiyattan geri satma klasik gelişmekte olan ülkelerin başına gelenler .

Nükleer santral diyince gözüm döndü bi anda. Nükleer santrallere hayır dediğim için ülkemin gelişmesini istememiş oluyorsam, olayım, bununla da gurur duyarım! NÜKLEER SANTRALLERİ HİÇBİR ŞEKİLDE HİÇBİR YERDE DESTEKLEMİYORUM! Destekleyen insanlar da bana göre ya kördür ya da gözlerini para hırsı bürümüştür. Nükleer santral ne demek biliyo musunuz, peki siz ideolojisini desteklediğiniz partinin bu diretmesini hiç sorguladınız mı? Nükleer santralleri desteklemeyen insanlar sırf muhalefet için desteklemiyorlar öyle mi?

Peki neden hükümet ülkemizin gül gibi rüzgardan elde edebileceği enerji potansiyelini görmüyor da sonucu facia olabilecek Nükleer Santraller konusunda diretiyor??? Cevabı benim için basit: KENDİ ÇIKARLARI.
 
Nükleer santral diyince gözüm döndü bi anda. Nükleer santrallere hayır dediğim için ülkemin gelişmesini istememiş oluyorsam, olayım, bununla da gurur duyarım! NÜKLEER SANTRALLERİ HİÇBİR ŞEKİLDE HİÇBİR YERDE DESTEKLEMİYORUM! Destekleyen insanlar da bana göre ya kördür ya da gözlerini para hırsı bürümüştür. Nükleer santral ne demek biliyo musunuz, peki siz ideolojisini desteklediğiniz partinin bu diretmesini hiç sorguladınız mı? Nükleer santralleri desteklemeyen insanlar sırf muhalefet için desteklemiyorlar öyle mi?

Peki neden hükümet ülkemizin gül gibi rüzgardan elde edebileceği enerji potansiyelini görmüyor da sonucu facia olabilecek Nükleer Santraller konusunda diretiyor??? Cevabı benim için basit: KENDİ ÇIKARLARI.

Bende sizden bahsetmiştim gelmişsiniz...........
 
Back
X