- 12 Temmuz 2006
- 643
- 9
- 48
Doğru söyleyen hala dokuz köyden kovuluyor,
Hatta köylere sokulmuyor.
Hala ayırt edemiyoruz onları...
Çünkü kolay yalan söylüyorlar,
Çünkü kolay inandırılıyorlar.
Nerden çıktı diyeceksiniz biliyorum…
İçimdeki hislerimden ve gördüğüm manzaralardan çıktı desem…
Yâda yaşadığımız olaylardan…
Durup dururken yazmadığımı anlayan anlar…
Doğru söyleyenleri dokuz köyden kovdukları gibi bir de linç olayı var…
Linç ederler maazallah…
İftirada atarlar…
Her çeşit karalama kampanyası da başlar…
Bütün bunlar yalan üzerine kuruludur…
Çocukluğumuzun Pinokyo masalını anımsarsınız değil mi? Hani iyi kalpli yaşlı tahta ustasının yüreğini koyarak yaptığı bir kuklaydı Pinokyo. En belirgin özelliği yalan söylemesi ve her yalan söylediğinde de burnunun uzamasıydı.
Ben de dâhil pek çok çocuk o zamanlar her yalan söylediğimizde hemen aynaya koşardık; burnumuz uzadı mı diye...
Oysa günümüzde ortalık Pinokyolardan geçilmiyor. Aslına bakarsanız hepimiz birer Pinokyo’yuz.
Nefret ederken; seviyoruz diyoruz.
Beceremeyeceğimizi bile bile “ben hallederimi tercih ediyoruz.
Pembe yalanları, beyaz yalanları çoktan geçtik.
Şimdi yalanlarımız kapkara ve kuyruklu.
Kim demiş “Yalancının mumu yatsıya kadar yanar” diye...
Şimdi o mum hiç sönmüyor ki...
Herkes birbirini kandırmakla meşgul;
Öğrenci; öğretmenini,
Erkek; kadını,
Satıcı; müşteriyi...
Liste böyle uzayıp gidiyor.
Yönetenler halkı…
En çok da bizi yönetenler söylüyor yalanları.
Hak’tan, hukuktan, adaletten bahsediyorlar,
Vatandan, milletten dem vuruyorlar,
Bir söylediklerine bir de yaptıklarına bakıyorsunuz;
Arada uçurumlar var...
Dürüst olmak, erdemli olmak demode bir kavram şimdi.
Bu yüzyılı Pinokyolarının tahtadan burunları yok artık.
Donuk bakışları,
Sevgisiz yürekleri,
Duyarsız kişilikleri
Ve bitmek bilmeyen hırsları var.
Keşke her birimizin elinde ayna olsa da uzayan burunlarını görebilsek...
Hatta köylere sokulmuyor.
Hala ayırt edemiyoruz onları...
Çünkü kolay yalan söylüyorlar,
Çünkü kolay inandırılıyorlar.
Nerden çıktı diyeceksiniz biliyorum…
İçimdeki hislerimden ve gördüğüm manzaralardan çıktı desem…
Yâda yaşadığımız olaylardan…
Durup dururken yazmadığımı anlayan anlar…
Doğru söyleyenleri dokuz köyden kovdukları gibi bir de linç olayı var…
Linç ederler maazallah…
İftirada atarlar…
Her çeşit karalama kampanyası da başlar…
Bütün bunlar yalan üzerine kuruludur…
Çocukluğumuzun Pinokyo masalını anımsarsınız değil mi? Hani iyi kalpli yaşlı tahta ustasının yüreğini koyarak yaptığı bir kuklaydı Pinokyo. En belirgin özelliği yalan söylemesi ve her yalan söylediğinde de burnunun uzamasıydı.
Ben de dâhil pek çok çocuk o zamanlar her yalan söylediğimizde hemen aynaya koşardık; burnumuz uzadı mı diye...
Oysa günümüzde ortalık Pinokyolardan geçilmiyor. Aslına bakarsanız hepimiz birer Pinokyo’yuz.
Nefret ederken; seviyoruz diyoruz.
Beceremeyeceğimizi bile bile “ben hallederimi tercih ediyoruz.
Pembe yalanları, beyaz yalanları çoktan geçtik.
Şimdi yalanlarımız kapkara ve kuyruklu.
Kim demiş “Yalancının mumu yatsıya kadar yanar” diye...
Şimdi o mum hiç sönmüyor ki...
Herkes birbirini kandırmakla meşgul;
Öğrenci; öğretmenini,
Erkek; kadını,
Satıcı; müşteriyi...
Liste böyle uzayıp gidiyor.
Yönetenler halkı…
En çok da bizi yönetenler söylüyor yalanları.
Hak’tan, hukuktan, adaletten bahsediyorlar,
Vatandan, milletten dem vuruyorlar,
Bir söylediklerine bir de yaptıklarına bakıyorsunuz;
Arada uçurumlar var...
Dürüst olmak, erdemli olmak demode bir kavram şimdi.
Bu yüzyılı Pinokyolarının tahtadan burunları yok artık.
Donuk bakışları,
Sevgisiz yürekleri,
Duyarsız kişilikleri
Ve bitmek bilmeyen hırsları var.
Keşke her birimizin elinde ayna olsa da uzayan burunlarını görebilsek...