- 12 Temmuz 2006
- 35.025
- 30.401
- 60
Fil avını adeta bir tutku haline getiren ve ölümcül hastalığı nedeniyle yaşayacağı günleri sayılı olan, daha önceki fil avlarında başarılı olamayan bir avcı; uzun , masraflı ve çileli bir yolculuğun sonunda öldürmeyi hayal ettiği fili ormanda sıkıştırır. Yaşamının son arzusu olarak düşlediği bu karşılaşma anındaki duygularına gelin birlikte kulak verelim.
Önümdeki su birikintisine karanlık çökmüş, etrafı ürkütücü bir sessizlik kaplamıştı. Daha önce de burada sabahlamış, su içmeye gelen birçok hayvanla yakınlaşma fırsatını bulmuştum. Fakat vurmayı düşlediğim koca fili bir türlü denk getirememiştim. Kendime siper aldığım çalının arkasından, etrafı dikizlerken, koca filin açıklığın ucunda, atış menziline uygun yakın bir mesafeden, kocaman kulaklarını dikmiş vaziyette beni izlediğini farkettim. Sanki uzun zamandan beri birbirini görmemiş iki dostun karşılaşması gibi, gözlerimizi birbirimizden ayırmadan kenetlendik! Filin tek dişinin olduğunu fark edince ilk aklıma gelen öbür dişinin kırıldığı an duyduğu dayanılmaz acıdan çektiklerini düşünmek oldu. Tüfeğimin dürbününden burun buruna gelmiş, atışa hazır vaziyette on dakikaya yakın bir süre geçtikten sonra onu bu heyecan içinde daha fazla bekletmenin yanlış olduğuna karar verdim. Atış vaziyeti için çöktüğüm yerden doğrularak ayağa kalktım. Arkadaş ziyaretinden ayrılan bir dost gibi silahımı kayışından omuzuma astım. Koca fil de hiç telaşa kapılmadan, sanki veda edercesine arkasına dönüp, püsküllü kuyruğunu mendil gibi sallayıp, kendinden emin adımlarla yürüyerek kaybolduğu karanlık ormanın kapısını “Son kez yüzüme kapattı.”
Avcı hikayesini bitirdikten sonra, sallanan sandalyesinden öne doğru eğilerek, taşıma zorunda kaldığı bastonun ucu ile duvarda asılı tüfeğine dokunup, belki de bu bütün söylenen ve yapılanlardan sonra “Silaha sahip olmanın verdiği en büyük zevkin onu kullanmama hak ve onurunu keşfetmiş olduk” diyerek sözünü bitirdi. Yaralı av hayvanlarının da en az insanlar kadar acı çektikleri ve onlar kadar da yaşama hakkına sahip olduklarını aklımızdan çıkarmayalım. Yaban dünyasının şefkatli ve onurlu misafirleri olalım.
Metin Sertoğlu
Önümdeki su birikintisine karanlık çökmüş, etrafı ürkütücü bir sessizlik kaplamıştı. Daha önce de burada sabahlamış, su içmeye gelen birçok hayvanla yakınlaşma fırsatını bulmuştum. Fakat vurmayı düşlediğim koca fili bir türlü denk getirememiştim. Kendime siper aldığım çalının arkasından, etrafı dikizlerken, koca filin açıklığın ucunda, atış menziline uygun yakın bir mesafeden, kocaman kulaklarını dikmiş vaziyette beni izlediğini farkettim. Sanki uzun zamandan beri birbirini görmemiş iki dostun karşılaşması gibi, gözlerimizi birbirimizden ayırmadan kenetlendik! Filin tek dişinin olduğunu fark edince ilk aklıma gelen öbür dişinin kırıldığı an duyduğu dayanılmaz acıdan çektiklerini düşünmek oldu. Tüfeğimin dürbününden burun buruna gelmiş, atışa hazır vaziyette on dakikaya yakın bir süre geçtikten sonra onu bu heyecan içinde daha fazla bekletmenin yanlış olduğuna karar verdim. Atış vaziyeti için çöktüğüm yerden doğrularak ayağa kalktım. Arkadaş ziyaretinden ayrılan bir dost gibi silahımı kayışından omuzuma astım. Koca fil de hiç telaşa kapılmadan, sanki veda edercesine arkasına dönüp, püsküllü kuyruğunu mendil gibi sallayıp, kendinden emin adımlarla yürüyerek kaybolduğu karanlık ormanın kapısını “Son kez yüzüme kapattı.”
Avcı hikayesini bitirdikten sonra, sallanan sandalyesinden öne doğru eğilerek, taşıma zorunda kaldığı bastonun ucu ile duvarda asılı tüfeğine dokunup, belki de bu bütün söylenen ve yapılanlardan sonra “Silaha sahip olmanın verdiği en büyük zevkin onu kullanmama hak ve onurunu keşfetmiş olduk” diyerek sözünü bitirdi. Yaralı av hayvanlarının da en az insanlar kadar acı çektikleri ve onlar kadar da yaşama hakkına sahip olduklarını aklımızdan çıkarmayalım. Yaban dünyasının şefkatli ve onurlu misafirleri olalım.
Metin Sertoğlu