• Merhaba, Kadınlar Kulübü'ne ÜCRETSİZ üye olarak yorumlar ile katkıda bulunabilir veya aklınıza takılan soruları sorabilirsiniz.

Çocukluğumdan beri aklımdan çıkmayan Adaletin Böylesi

askitotomsu

Yiğit Aras_SMA destek
Kayıtlı Üye
31 Mart 2012
10.869
7.480
448
HZ. ÖMER'İN ADALETİNE BİR MİSAL

Ashab'tan Abdurrahman bin Avf, Hazreti Ömer (r.a.) halife iken onu makamında ziyarete gelmişti, selâm verip müsait bir yere oturdu. Hz. Ömer kendisiyle hiç meşgul olmuyor hattâ selâmını bile almıyordu. Hayretle neticeyi beklerken, Hazreti Ömer, işini bitirdikten sonra yanan mumu söndürdü; aynı onun gibi başka bir mum yaktıktan sonra: «Ve aleyküm selâm» deyip selâmını aldı. Ve konuşmaya başladılar.

Abdurrahman bin Avf Hazretleri, Ömer (r.a.) Hazretlerine niçin o mumu söndürüp başkasını yaktıktan sonra kendisiyle meşgul olmaya başladığını sormuştu.

Hazreti Ömer (r.a.):

— Ya Abdurrahman, evvelki mum devletin hazinesinden alınmış mumdu. O yanarken şahsî işlerimle meşgul olsaydım Allah indinde mes'ul olurdum. Sizinle devlet işi konuşmıyacağımız için kendi cebimden almış olduğum mumu yaktım ondan sonra sizinle meşgul olmaya başladım, deyince Abdurrahman bin Avf Hazretlerinin gözleri yaşarmıştı.

Ellerini kaldırarak şöyle dua etti:

— Ya Rabbi! Hattab oğlu Ömer'i bizim başımızdan eksik etme!

Devlet hazinesini har vurup - harman savuranlara ne güzel bir numune-i imtisal değil mi?...
 
Aklımdan çıkmaz bir türlü arkadaşlar çocukluğumdan beri, bir yerde okumuşum ya da duymuşum
Şöyle ki hz Ömer o kadar adildir ve hassastır ki hak hukuk konusunda, devletin işlerini devletin kalemiyle, kendi işlerini kendi kalemiyle yaparmış
 
Hz. Ömer’in halifeliği döneminde Şam valisi olan ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’in arkadaşlarından olan Sad b. Ebi Vakkas (r.a.) Şam’daki bir camiyi genişletmek ister.

Bu nedenle de caminin civarındaki arsaları kamulaştırır. Herkes arsasının bedelini alır ve isteyerek arsasını camiye devreder. Ancak Şam’da yaşayan bir Yahudi, arsasını satmak istemez. Vali arsaya el koyar ve bedelini adama gönderir.

Yahudi, komşusu olan bir Müslüman’a derdini anlatır. Bana zulmedildi, der. Müslüman vatandaş da kendisine, Medine’ye git. Orada halife Hz. Ömer vardır. Derdini anlat. Ömer,son derece adildir, elbette seni dinler, der. Şamlı Yahudi Medine’nin yolunu tutar. Medine’ye ulaşır. Halifeyi sorar. Vatandaşlar bir hurma ağacının gölgesinde dinlenen halifeyi gösterirler. Adam Hz. Ömer’in yanına gider. Derdini anlatır. Hz. Ömer adamı dinler. Sonra bulduğu bir deri veya kemik parçasının üzerine şu cümleyi yazar: “Bilesin ki, ben Nuşirevan’dan daha az adil değilim."

Yahudi bu yazıyı alıp ayrılır. Ama giderken kendi kendine konuşur: “Şam’daki idarecilerin giyim, kuşam ve oturdukları yerdeki ihtişam nerde, Medine’deki halifede bulunan tevazu nerde. Şam’dakiler şu mütevazı halifeyi ciddiye alırlar mı? Hiç sanmıyorum.”

Sonunda Şam’a varır. Valiye çıkar ve deri parçasını uzatır. Medine’deki halifenin size mesajıdır, der. Vali bu cümleyi okuyunca, sapsarı kesilir. Sonra endişe içinde, başını kaldırıp şöyle der; arsanız size geri verilmiştir.

Yahudi hayret eder. Lütfen bana bu cümlenin neden sizi bu kadar dehşete düşürdüğünü anlatır mısınız der. Şam valisi Hz. Sad, bak der, sana bu cümlenin hikayesini anlatayım. O zaman benim neden bu kadar ürperdiğimi anlarsın:

İslam’dan önce ben ve Hz. Ömer İran taraflarına ticaret için gittik. Yanımıza 200 deve almıştık. İran’a vardık. Orada cirit oynayan gençleri seyrederken, birileri zorla elimizdeki develere el koydu. Kalabalık bir çete grubuydu, bir şey yapamadık. Elimizde para da kalmamıştı. Üzgün bir şekilde, geceleyeceğimiz bir eski han bulduk. Hanın sahibine de sıkıntımızı anlattık. Adam bize yardım etti. Sonra da; gidip krala durumunuzu anlatın, o adil bir adamdır, mutlaka size yardım eder, dedi. Biz de sabahleyin kralın huzuruna çıkıp durumu anlattık. Şikayetimizi bir mütercim krala tercüme etti. Kral Nuşirevan dikkatle dinledikten sonra her birimize birer kese altın verdi ve olayı inceleteceğini söyledi. Bize de, memleketinize dönün, dedi.

Biz tekrar Han’a döndük. Ama doğrusu sonuçtan çok da memnun olmamıştık. Hancı sonucu öğrenince üzüldü ve burada bir hata var, dedi. Beraberce gidelim, ben size tercümanlık yapayım dedi. Biz de gittik.

Hancı durumu Nuşirevan’a anlattı. Develerimize el koyan kişilerin kıyafetini, halini, olayın geçtiği yeri anlattı. Nuşirevan’ın yüzü sapsarı kesildi.

Bir gün önceki mütercimi çağırttı, sorular sordu. Sonra her birimize ikişer kese altın verdi, akşama kadar develeriniz gelecek, develeri alın ve sabahleyin burayı terk edin dedi. Ama giderken biriniz doğu kapısından, diğeriniz de batı kapısından çıkın, talimatını verdi. Bizler de bir şey anlamadan huzurundan çıktık.

Akşamleyin 200 devemiz kapıya geldi. Durumu hancıya sorduk. Hancı: Sizin develerinize el koyan kişi Nuşirevan’ın büyük oğlu ile veziridir. Bunlar çete kurmuşlar. Garibanların mallarına el koyuyorlar. Siz ilk gittiğinizde, mütercim bunu anlamış. Ama sizin sözlerinizi Nuşirevan’a yanlış tercüme etmiş. Böylece kralın oğlunu ve veziri korumuş. Ben sizinle gidip durumu anlatınca Nuşirevan bu oyunu anladı. Ama neden ayrı kapılardan gidin, dedi, ben de anlayamadım. Hele yarın olsun anlarız, dedi.

Hz. Sad, anlatmaya devam ediyor: Ertesi gün ben doğu kapısından çıktım. Kapının çıkışında iki kişinin darağacına asılı olduğunu gördüm. Sordum kim bunlar ve suçları ne, diye. Dediler ki, bunlardan biri Nuşirevan’ın büyük oğlu diğeri de veziridir. Bunlar, buraya gelen iki Arap’ı soymuşlar. Ceza olarak Nuşirevan ikisini de asarak idam etmiştir. Nuşirevan kendi öz oğlunu idam etmişti.

Hz. Ömer’in çıktığı kapıda ise bizim şikayetlerimizi yanlış tercüme ederek, kralın oğlunu korumaya çalışan kişinin asılı olduğunu gördük.

İşte Hz. Ömer senin eline verdiği deri parçasının üzerine “Bilesin ki, ben Nuşirevan’dan daha az adil değilim” sözüyle bana bunu hatırlatıyor. Halkına zulmedersen seni darağacına çekerim diyor.

Senin gözyaşlarına bakmam, tıpkı Nuşirevan’ın öz oğlunun gözyaşına bakmadığı gibi. Şimdi anladın mı neden benim benzim sarardı?

Bu hadiseyi bire bir yaşayan Yahudi vatandaş, hem arsasını hibe etti ve hem de İslam’a girdi.

Fazla söze gerek var mı sizce? Bence hayır. Bir yerlere adam seçerken, birilerine yetki verirken, kul hakkı söz konusu olduğunda, ceza ve mükafat dağıtırken, acaba Hz. Ömer gibi kılı kırk yarabiliyor muyuz? Sözüm elbette sadece yetkililere değil, herkese ama başta kendi nefsim olmak üzere herkese.
 
Abdullah bin Ömer (r.a.), babası Hz. Ömer’le (r.a.) birlikte hacc’da idi. Bir ara adamın biri onlara yanaştı ve hiçbir şey söylemeden hüngür hüngür ağlamaya başladı. Hz. Ömer adama hitâben:

“Ne oldu? Eğer borçlu isen, yardım edelim. Bir şeyden korkuyorsan seni koruyalım. Fakat birini öldürdünse, elimizden bir şey gelmez, kısas yapılır. Komşularından memnun değilsen, seni başka bir yere gönderelim…” dedi.

Adam, Hz. Ömer’den bu samimi ilgiyi görünce, derdini anlatmaya başladı:

“Ben Teymoğulları’ndanım. Bazı taşkınlıklar yapıp bir takım suçlar işlemiştim. Vâlimiz Ebû Musa bana ceza olarak sopa attırdı. Fakat bu ceza ile yetinmeyip saçlarımı da kestirdi. Yüzümü siyah boya ile boyattı. Sonra da beni halk arasında dolaştırdı.

Halka, “Bununla beraber ne oturun, ne de yemek yiyin.” diye emretti. Halk, artık benim yüzüme bakmaz oldu. Şeref ve itibârım hiçe indi. Bu duruma son derece üzüldüm. Düşündükçe vâliye karşı öfkem de arttı. O hiddetle kendi kendime şu üç şeyden birini yapmayı düşündüm:

Ya silahımı alıp Ebû Musa’yı öldürecektim veya sana gelerek Şam’a gönderip orada beni yerleştirmeni isteyecektim. Yahut da düşman ülkeye sığınıp onların arasında dilediğim gibi hür yaşayacaktım. Birinci ile üçüncü şıkkı yapmayı îmânım engelledi. Sonunda size gelip durumu anlatmaya karar verdim.”

HZ. ÖMÜR, VALİSİNİ ÇAĞIRIYOR

Hz. Ömer adamın anlattıklarından çok duygulandı ve ağlamaya başladı. “Bu düşündüklerinden hiçbiri hoşuma gitmedi.” dedi. Sonra da vali Ebû Musa’ya şu mektubu yazdı:

“Allah’ın selamı üzerine olsun. Teym kabilesinden falan oğlu falana şöyle şöyle yapmışsın. Geldi bana anlattı. Vallahi, bir daha kanunların gerektirdiği ceza ile yetinmez, haddi aşarsan; ben de senin yüzünü boyar, halkın arasında dolaştırırım. Ne demek istediğimi anlarsın…

Halka emir ver, o adamla yiyip içsinler. Cezasını çektiği suçtan dolayı bir daha onu kınamasınlar. Eğer tövbe ederse, şahitliğini de kabul et.”

Hz. Ömer, bundan ayrı olarak, adama bir binek, 200 dirhem de para vererek, memleketine geri gönderdi.
 
Ey iman edenler, adil şahidler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır." (Maide Suresi, 8)
 
Hz. Ömer idarede görevlendirdiği memurlarının bir haksızlıkta bulunmalarına asla göz yummazdı. Halka karşı ise son derece şefkatle yaklaşır, onların varsa gizledikleri problemlerini dahi öğrenip çözümlemek için gece-gündüz uğraşıp dururdu. Bunun için nice geceler Medine sokaklarını arşınlarmış… Bununla yetinmeyip kimi zaman göçebe çadırlarını da dolaşmıştır. Kimsesiz yaşlı bir kadına ve küçük çocuklarına sırtında yağ ve un çuvalı taşıması dillere destandır.
 
Ömer (ra) kendi akrabalarından hiç kimseye memuriyet vermemiştir. Bir idareciyi tayin ettiği zaman mal varlığını kayıt altına almış, mal varlığında artış olursa bunu izah etmesini istemiştir. Hiçbir zaman kapalı kapılar arkasında iş görmemiş, asla hileye izin vermemiştir. Her şeyi halkın huzurunda ve şeffaf olarak yapmıştır. Hz. Ömer’in adaleti anlatmakla bitmez.O adaletin, eşitliğin, insanlığın sembolüdür. O bu hassasiyetini: "Fırat kıyısında bir deve helak olsa, Allah (cc) bunu Ömer'den sorar diye korkarım" sözü ile ortaya koymaktadır.
 
Son düzenleme:
Bir defasında Hz Ömer hastalanır. Doktorlar şifa için bal yemesini tavsiye ederler. O mevsimde çarşıda pazarda bal satılmaz. Ancak devletin depolarında çok miktarda bal vardır. Hz Ömer, bu balı sağlığı için kullanabilmek adına camiye gider, halkı toplar, tedavisi için hazineden bir miktar bal almasına izin verilmesini rica eder. İzin verilince bir miktar bal alıp tedavi olur. Ömer bu davranışıyla devlet başkanının devlet hazinesinden bir şey alamayacağını göstermek ister.
 
Hz Ömer’in oğlu Abdullah bir deve satın alır. Deveyi devletin develerini güden çobana verir. Devletin otlaklarında deve yer, içer, iyice semirir. Bir gün Abdullah satılması için pazara götürür. Hz Ömer deveyi pazarda görür, kimin olduğunu sorar. “Oğlunun” derler. Canı sıkılır. Oğlunu çağırır deveye nasıl sahip olduğunu ve nasıl böyle semirdiğini sorar. Oğlu, olanları anlatır. Bunun üzerine Ömer: “Vay, ne güzel. Hem halife oğlu olasın, hem böyle iş edesin. Deveni devlet çobanı otlatsın, devlet otlaklarında otlatılsın, satınca da kârı senin olsun. Olmaz böyle şey. Git deveyi sat. Deveyi aldığın tutarı sen al, gerisini götür, devlet hazinesine teslim et.” der.
 
Uzunca bir kuşatmadan sonra Kudüs teslim olmaya karar verir. Şehrin anahtarının bizzat Hz Ömer’e teslim edileceği söylenir. Hz Ömer, yanına kölesini alıp devesi ile yola koyulur. Yolda kölesinin yaya gitmesine gönlü razı olmaz. Belirli sürelerle değişerek binmeyi söyler. Kölesinin karşı çıkmasına karşın dediğini yapar. Tam Kudüs’e girileceği sırada deveye binme sırası köleye gelir. Köle kendi isteğiyle sırasını Hz Ömer’e vermek ister. Ancak kabul etmez. Hz Ömer yaya, köle deve üzerinde şehre girerler. Halk halifeyi yaya, köleyi deve üzerinde görünce ona hayran olur.
 
İran’ın fethinden sonra Ömer (ra) e Kisra’nın kılıcını getirdiklerinde şöyle demişti: “Şüphesiz Kisra kendisine verilen dünyalıkla ahiretinden oldu. Dünya ile meşgul oldu. Kendisi veya damadı için mal topladı ama şahsı için ahirette yararlı olacak bir şey yapmadı.”
 
Hazreti Ömer (r.a.) hilâfeti zamaninda, 400 dirhem paraya muhtaç olmus ve bu parayi da Abdurrahman b. Avf hazretlerinden istemisti. Abdurrahman b. Avf hazretleri, Hazreti Ömer'e, para yerine su telkinde bulundu: — Ya Ömer! Parayi benden mi istiyorsun? Halbuki Beyt'ül Mal senin elindedir... Parayi oradan al, sonra iade edersin... Hayati, adalet timsali olan hazreti Ömer, Abdurrahman b. Avf hazretlerine su cevabi verdi: — Ya Abdurrahman! Parayi senden istiyorum... Zira bir emri ilahî vukuunda veya borcu ödeyememe gibi bir durumda seninle helâllasmak kolay olur. Ya mirasimdan bir miktar ayirtirim, yahut helâllasiriz. Ama ben, bu borçlanmayi devlet hazinesine yaparsam, bütün Müslümanlarla helâllasmak lâzim gelir ki, bu da mümkün degildir. O takdirde, ne benim malim onu ödemeye kafi gelir, ne de sevabim, ahirette beni kurtarir. Bu kadar agir bir yükün altina girmeye edemedim, ya Abdurrahman!
 
Hazret-i Ömer'in Halifeliği (Devlet Başkanlığı) zamanıydı. Başkent Medine'ye yabancı bir kervan gelip konakladılar... Halife her zaman olduğu gibi, gece şehri dolaşmaya çıktı. Yolda, Eshâb'dan (Sevgili Peygamberimizin arkadaşlarından) Hazret-i Abdurrahman'a rastladı. Ona dedi ki:

- Ey Avfın oğlu! Gel, seninle bu gece misafirimiz olan kervanı bekleyelim.Onlar rahat uyusunlar. Çünkü yorgundurlar.Canları ve malları herhangi bir zarara uğramasın!... Birlikte kervanın etrafında göz-kulak olmaya başladılar. O sırada yakındaki bir evden çocuk ağlaması işitildi.Çocuğun sesi kesilmediği için, Halife evin kapısına gitti. İçeride bulunanlara, ''Küçüğü susturmalarını rica'' etti. Sonra dönüp geldi. Gece boyunca, çocuğun sesi işitildikçe, birkaç kere daha evin kapısına gitti. Çocuğun ağlaması bir türlü dinmiyordu. Seher vakti olunca, Hazret-i Ömer son defa oraya gitti. Çocuğun annesine:

- Sen ne biçim anasın! Bütün gece evlâdını ağlattın. Belli ki, açtı! diye çıkıştı. Kadıncağız cevap verdi:

- Halimi anlamadan niçin beni azarlıyorsun? Hazret-i Ömer, kendini tanıtmadan sordu:

- Haline ne olmuş?

- Çocuğu sütten kesmiştim..

- Sütün yoksa başka şeyler yedirseydin.

- Evde onun yiyeceği birşey yok ki, biz çok fakiriz...

- Çocuğun kaç yaşında?

- Daha yaşını doldurmadı. İşte bu cevap üzerine Hazret-i Ömer öfkelendi.

- Peki niçin bu kadar küçük bir yavruyu sütten kestin? Kadıncağız içini çekti:

- Halifemiz Hazret-i Ömer'e Cenâb'ı Hak insaflar versin. Çocuklar sütten kesilmeyince, bizim gibi bir fakire nafaka vermez. Fakirlik maaşı bağlamaz. Onun için yavrumu erkenden sütten kestim.Bunun üzerine Halife ağlayarak mescide girdi. Gözyaşları yüzünden namazı zorla kıldırdı. Selâm verdikten sonra cemâate döndü. Gene ağlayarak:

- Sizin Ömer'inize yazıklar olsun!.. Sizin Ömer'inize yazıklar olsun!.. diyerek kendini suçladı. Sonra bütün Medine halkına, tellallar (haberciler) çıkarttı. Onlar da bildirdiler ki:

- Hangi Müslümanın oğlu veya kızı dünyaya gelirse, hemen Halifeye bildirsin. Beytülmal'dan (hazineden) nafaka (maaş) verilecektir. Hiç kimse nafaka yüzünden evladını vaktinden önce sütten kesmesin!.. O günden sonra artık Medine'de, açlık sebebiyle ağlayan çocuk sesi işitilmedi. Bu hadiseden epeyce zaman sonra Medine'de kıtlık baş gösterdi. Hazret-i Ömer, hemen bir deve kestirdi ve ''Etini fakirkere dağıtın!'' diye emretti. Görevli, etlerin güzel bir parçasını da Hazret-i Ömer'e ayırdı. Yemek zamanı olunca, iyice pişirip Halifenin önüne getirdi.Hazret-i Ömer hayretle sordu:

- Bu yemek neredendir?

- Efendim, kesilmesini emir buyurduğunuz deveden size düşen paydır dedi....

- Devenin iyi yerlerini kendisi yiyip, artanı fakirlere vermek çok kötü bir şeydir, dedi. Hemen bu yemeği kaldır ve çocuk sahibi, fakir bir aileye götür. Az sonra önüne gelen ''Kuru arpa ekmeği ile zeytinyağını ''Bismillahirrahmanirrahim'' diyerek afiyetle ve gönül rahatlığıyla yedi.
 
Hz Ömer (ra) tayin ettiği valilerden biri, Cuma hutbesi esnasında Hz Ömer’i öyle över ki, bir Sahabi dayanamaz, kalkar, valiye müdahale edip, onu susturmaya çalışır. Namazdan sonra durum Hz Ömer’e iletilir Halifenin emriyle valiye karşı gelen adam yakalanıp bir suçlu gibi götürülür

Suçlu kabul edilen Sahabi, Hz Ömer’in huzuruna girince selam verir Hz Ömer (ra), hiddetinden selama mukabelede bulunmaz Onu azarlar Bunun üzerine sahabi:

- Ya Ömer! Ben bir suç işlediysem, sen iki suç işledin, diyince hiddeti birden kaybolan HzÖmer (ra):
- Nedir benim o iki suçum?
- Allah’ın selamını verdim de çok hiddetlendiğin için mukabelede bulunmadın Vacibi terk ettin, bu bir. Suçluyu dinlemeden tek taraflı hüküm verdin, bu da iki.

Hatasını anlayan Hz Ömer (ra) olayı anlatmasını isteyince, Sahabi:

- Tayin ettiğin vali, hutbede seni öyle övdü, öyle övdü ki bu söz, cemaatin üzerinde sanki fazilet yönünden senin Hz Ebubekir’den daha üstün olduğun izlenimini bıraktı İşte bu yanlış düşünceyi zihinlerden silmek için müdahale ettim Halbuki sen fazilet yönünden Hz Ebubekir’in yarısı kadarsın

Hz Ömer (ra)
- Neden?

Sahabi:
- Orduya yardım ediniz! emri-i peygamberi karşısında sen servetinin yarısını getirmiştin Hz Ebubekir ise servetinin tamamını getirmiş ve Ashabın gözlerini yaşartmıştı

Bunun üzerine Hz Ömer (ra), o zattan özür dileyip dua istedi ve onu serbest bıraktı Böyle konuşan valiyi ise hemen görevden azletti
 
Son düzenleme:
Halife Ömer misafirlerine her zaman bizzat kendisi hizmet ederdi. Bir gün sahabilerden biri O'nun bu güzel hareketinin sebebini merak etti ve sonra da,

"Ey Ömer, siz mü'minlerinizin hizmetlerini adamlarınıza da gördürtebileceğiniz halde, bizzat kendiniz görmekten zevk duyuyorsunuz. Bunun sebeb ve hikmeti ne ola?" diye sorar.

Hz. Ömer şöyle cevap verir:

Peygamber'i şöyle derken duydum: "Misafirin bulunduğu yerde melekler saygılarından ayakta dikilirler."

İşte ben de melekler ayakta dururken oturup çakılmaktan utanıyorum. Onun için misafire bizzat kendim hizmet ediyorum.
 
Ateşgede, İranlı bir köle, Hz. Ömer Efendimizi namaz kılarken sırtından hançerlemişti. Namazını tamamlamak için belini doğrultmaya çalışıyordu. Yanındakiler, "Sen namaz kılamazsın." dedikçe, o "namaz" diyor, Rabb'ine "namaz" diyerek yürüyordu. Kendini kaybetmeye başlamıştı. Adeta komaya girmişti. Uyandırmaya çalışıyorlar, bir türlü muvaffak olamıyorlardı.

Bir ara içeriye ashabın gençlerinden Misver İbn-i Mehrame girdi. "Emir-ül Mü'minin'i uyandıramıyoruz!" dediler. Yaşı gençti ama, Ömer'i çok iyi anlamıştı:

- Emir-ül Mü'minini namaza çağırın, dedi.

Birisi, ağzını kulağına doğru yaklaştırdı:

- Es salâh Ya Emir-ül Mü'minin,dedi. "Namaza ey mü'minlerin emiri!" diyordu.

Bıçak keser, ateş yakar, su ıslatır, Ömer namaza çağrılınca kalkardı. Uyuyan ve birkaç defa çağrıldıktan sonra "Geliyorum!" diyen bir insanın telaşıyla:

- Ha Allahi izen. "Tamam şimdi kalktım!" diyerek doğrulmaya çalıştı.

Hz. Ömer'deki namaz aşkı bu idi.
 
HZ. ÖMER'İN ADALETİNE BİR MİSAL

Ashab'tan Abdurrahman bin Avf, Hazreti Ömer (r.a.) halife iken onu makamında ziyarete gelmişti, selâm verip müsait bir yere oturdu. Hz. Ömer kendisiyle hiç meşgul olmuyor hattâ selâmını bile almıyordu. Hayretle neticeyi beklerken, Hazreti Ömer, işini bitirdikten sonra yanan mumu söndürdü; aynı onun gibi başka bir mum yaktıktan sonra: «Ve aleyküm selâm» deyip selâmını aldı. Ve konuşmaya başladılar.

Abdurrahman bin Avf Hazretleri, Ömer (r.a.) Hazretlerine niçin o mumu söndürüp başkasını yaktıktan sonra kendisiyle meşgul olmaya başladığını sormuştu.

Hazreti Ömer (r.a.):

— Ya Abdurrahman, evvelki mum devletin hazinesinden alınmış mumdu. O yanarken şahsî işlerimle meşgul olsaydım Allah indinde mes'ul olurdum. Sizinle devlet işi konuşmıyacağımız için kendi cebimden almış olduğum mumu yaktım ondan sonra sizinle meşgul olmaya başladım, deyince Abdurrahman bin Avf Hazretlerinin gözleri yaşarmıştı.

Ellerini kaldırarak şöyle dua etti:

— Ya Rabbi! Hattab oğlu Ömer'i bizim başımızdan eksik etme!

Devlet hazinesini har vurup - harman savuranlara ne güzel bir numune-i imtisal değil mi?...

nekadar da güzel bi r yazı
malesef şuanki yüzyılda bunu yapan yok çok acı ama yok. ben devlet dairesinde çalışıyorum ve malesef işler acısı....
 
ben de aynı konumdayım
kaynayan çay makinaları, tv, şarj makinaları, bilgisayarda oyun oynama, müzik çalar vs
niye çay içmiyorsun diyenlere açık açık diyorum: kamu malı

haklısın önemsemeyen çok kişi var, Allaha şükür önemseyenler de çok
ama kamu malı demek 76 milyon kişiyle mahşerde hesaplaşma demek
bir kişinin bile parasına el uzatmadım diyenler farkında olmadan milyonlarcasının hakkına el uzatıyor
biz de elimizden geldiğince "HAYIR İSTEMİYORUM, BU KAMU MALI" demeli ve farkındalık oluşturmalıyız
hz Ömerin bu tür birçok anısını anlatmalıyız
 
Back