Can Dündar Yazıları...

Che

Nirvana
Kayıtlı Üye
12 Temmuz 2006
2.706
26
OLGUNLUK
........20'li yaşlara kadar iyiylikle kötülüğün ülkesi, kalın sınır çizgileriyle ayrılıyor birbirinden.Sıkı dostları ve düşmanları oluyor insanın.Onları ölesiye seviyor ya da ölesiye nefret ediyor onlardan.

30'larında yalanı hakikatten ayırt etmeye başlıyor.İyi sandıklarının hiyanetiyle taşıyor, sırtında dost işi hançer darbeleriyle; ve en kötü zannettiği şefkatle imdadına yetişiyor.

Zaman katlanıp da 40'ına yaklaştığında insan, iyiyi kötüden ayıran hudut çizgilerini birbirine karıştırıyor.İyilere nakşolmuş kötüyü ve kötülerin içindeki iyiliği de kaşfediyor ademoğlu.Anlıyor ki, iyi insan/kötü insan yok;
insanın içinde iyilik ve kötülük var, kötüyle iyi panzehiri değil birbirinin; kankardeşi.İyilerle kötüler çekiştirmiyor ipi.İyilik ve kötülükten örülmüş ibrişimiz kendisi.

Bunu anlayınca şaşmıyorsun nefretin birden şehvete dönüşmesine; acı girdaplarının içinde hazzın raksetmesine.Tevazuyla gurur, haysiyetle onur el ele yürüyor.İnsan, şuur altındaki isyankarla sahtekarı, günahkarla tövbekarı birarada farkediyor.Benim, hükmeden ve boyun eğen, zulmeden ve acı çeken.Bunca şiddet kadar onca merhamet de benim eserim.Minneti nefrete, korkuyu cesarete, zaferi hezimete bulayan benim.
Kundak bezime tıpatıp benziyor kefenim, hayatım muhteşem ve sefil, mağrur ve rezil, hayasız ve asil.

İşte bu keşif kolaylaştırıyor yaşamı... Anlıyorsun ki toplumlar gibi insanlar da kanlı iç savaşlarına borçlu ilerlemesini...

O zaman, iyileri kötülerden ayırmak gibi nafile bir uğraşı bırakıp -başta kendin olmak üzere- insanların içindeki iyiliğin peşine düşüyorsun; kıymet bilmeyi ve -yine başta kendin olmak üzere- hekesi hoş görmeyi öğreniyorsun.

Tükendikçe pahalanıyor zaman; günler azaldıkça uzuyor.Saçların gibi, seyrettikçe değerleniyor dostların.Günahları ve zaaflarıyla da övünüyor insanlar; sevapları ve zaferleri kadar.

Önemli değil bir kaç kez yenildiğin; önemli olan, bir kaç yenilgiden sonra yeniden doğrulabildiğin.

Bu paramparça ruhlardan, çelişkili duygulardan, çatışmanın açtığı yaralardan mucizevi bir ahenk çıkıyor ortaya ki olgunluk diyorlar adına...

CAN DÜNDAR....
 
Bu paramparça ruhlardan, çelişkili duygulardan, çatışmanın açtığı yaralardan mucizevi bir ahenk çıkıyor ortaya ki olgunluk diyorlar adına...
Çok güzel bir yazı. Yine döktürmüş Can Dündar... :rolleyes: Ellerine sağlık canım. :KK66:
 
deryagmur .!.:
Çok güzel bir yazı. Yine döktürmüş Can Dündar... :rolleyes: Ellerine sağlık canım. :KK66:

Canım beğenmene sevindim.
can Dündar yazılarını çok severim bulduklarımı sizlerle paylaşmaya devam edeceğim.
sevgilerimle...
 
can dündarın muhteşem bir yazısı daha önce okumuştum teşekkürler canım :KK66:
 
ecitah .!.:
can dündarın muhteşem bir yazısı daha önce okumuştum teşekkürler canım :KK66:

Can Dündar ın yazılar harika oluyor.
ben bu adama bayılıyorum
hayranıyım.
buldukça yazılarını göndereceğim.
sevgilerimle...
 
EVLİLİK VE AŞK

Pırıl pırıl ütülü giysili, misler gibi parfüm kokulu, saçları taralı,
dişleri fırçalanmış adamı / kadını sevmek kolaydır.

Aslında aşk, aynı insanı, sabahın körü uykudan uyandırdığındaki en
Sinirli hali ile de kabul edebilmek, aynı tuvaleti bir dakika arayla
kullanabilmek,diz yapmış pijamalarla kanapede yastıklara sarılıp sızmışken bile şevkatle okşayabilmektir.

Buna katlanamayanlar zaten aşık değillerdir.

Bu durumda evlilik hoşlandığın insana karşı olan duygularını öldürüyor
diyebiliriz.

Zira aşıksan, aynı havayı solumak bile zevk verir. Hep beraber olmak
istersin. banyodan gelen su sesi bile onun evde olduğunun işaretidir ve
huzur verir.

Ütülediğin gömleğin ona ne kadar çok yakışacağını düşünürsün.

Pişirdiğin yemeği ne çok seveceğini hayal edersin.

Bin tane ayakkabısı varken binbirinciye sahip olmaktan mutlu olacak
diye,istediğin gömleği satın almaktan vazgeçersin.

Zamanla almaktan çok, birşeyler vermekten mutluluk duyduğunu
keşfedersin.

Eğer kadın evlilikte ikinize yemek pişirecek, dolabı düzenleyip ütüyü
yapacak bir anne olacak görülüyorsa, o kadının saçlarının hiç
yağlanmadığı ve adamın geceleri terlemediği düşünülüyorsa, asla kavga edilmeyecek ve lavabo tamir edilirken dahi gülüşüp öpüşülecek zannediliyorsa zaten beklenti bir evlilik değil, bir amerikan filmini yaşamaktır.

Bu hayallerle yola çıkıldığında, damat ilk gece gelinin saçlarından
onbinfirkete sökmeye çalıştığında, gelin ise damat firketeleri çıkaramayıp
"s.....m böyle kuaförü" diye söylendiğinde zaten evlilik sandıkları şey
çatırdamaya başlayacaktır.

Evlilik; sadece aşk değildir.

Evlilik; ev arkadaşlığı, kankalık, sırdaşlık, ortak hesaba sahip
mudilik, ayrı kökenlerin birleşmesi, başı hatırlanmayan
bir akrabalık ilişkisidir.

Aşk bu ilişkide tutkuyu sağlar ama zaten tek başına ayakta tutamaz.

Aşıksanız ateşli sevişmeler yaşarsınız ama kış akşamları evde konyak
İçip geyik yapamayabilirsiniz.

Hala canınız sıkıldığında onu değil de annenizi arıyorsanız, yalan
Olmuştur o evlilik.

Aşk evlilikte gider gelir. halıya kola döktüğünde aşk biter, ama o,
Halıyı temizleyebilirse gene aşık olunur.

O aradaki sinir evresini aşabilenler ellinci yıla kadeh
kaldıranlardır.

Tahammül edemeyenler ise ikinci evlilikten sonra artık evliliğin yalan
olduğuna inanacaklardır.

Zafer, direnenlerin olur.

CAN DÜNDAR...


evlilik üzerine yazılmış en güzel yazılardan biri bence...
 
"Evlilik; ev arkadaşlığı, kankalık, sırdaşlık, ortak hesaba sahip
mudilik, ayrı kökenlerin birleşmesi, başı hatırlanmayan
bir akrabalık ilişkisidir."

Angelim cok keyifle okudum emegine saglık
 
canım çok güzel bir Can Dündar yazısı, üstüne söylenecek söz kalmıyor.
paylaşımın için teşekkürler.
sevgilerimle...
 
Çok güzeldi.Teşekkürler Angelica...Can Dündar'ında beynine gönlüne ve ellerine sağlık.
 
Angelica bu Can Dündar'ın tüm yazıları süper... Daha varsa yine ekle... :KK66: Teşekkürler...
 
Eğer ;



O'nu hatırladıkta başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz... ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla O hüzünden bu neşeye konup kalkıyorsanız gün boyu nedensiz... ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsanız bu hislerin... O'nunlayken pervaneleşen yelkovanlar, O'nsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine, bir akrep kadar hain...



sınıfta, büroda, yolda, yatakta içiniz içinize sığmıyor, O'ndan söz edilince yüzünüz, sizden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor, mahcup somurtuyor veya muzip sırıtıyorsa,



ve O, her durduğunuz yerde duruyor,


her baktığınız yerden size bakıyor, siz keyiflendikçe gülüp,


hüzünlendikçe ağlıyorsa...


dünyanın en güzel yeri O'nun yaşadığı yer, en güzel kokusu


bedenindeki ter, en dayanılmaz duygusu gözlerindeki kederse...


hayat O'nunla güzel ve onsuz müptezelse... elmalar pembe, kiremitler pembe, gökyüzü, yeryüzü,


O'nun yüzü pembeyse, kışlar ilkbaharsa, yazlar ilkbahar, güzler ilkbahar...


her şiirde anlatılan O'ysa... her filmin kahramanı O...


her roman O'ndan söz ediyor, her çiçek O'nu açıyorsa...


bir anlık ayrılık, bir ömür gibi geliyor ve gider gitmez


özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa,


iştahınız kapanıyor, iştahınız açılıyor, iştahınız şaşırıyorsa...


iştahınız, hasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyorsa...


eliniz telefonda yaşıyor, işaret parmağınızla ha bire O'nu tuşluyor, dara düştüğünüzde kapıyı çalanın


O olduğunu adınız gibi biliyorsanız... mütemadi bir sarhoşluk halinde, her çalan telefona O diye atlıyor, vitrindeki her giysiyi O'na yakıştırıyor, konuşan birini dinlerken "keşke O anlatsa" diye iç geçiriyorsanız...


kokusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulağınızdan, teni aklınızdan silinmiyorsa bir türlü...


özlemi, sol memenizin altında tek nüsha bir yasak yayın gibi taşıyorsanız gün boyu...


hem kimseler duymasın, hem cümle alem bilsin istiyorsanız...


O'nsuz geceler ıssız, sokaklar öksüzse... ayrılık ölüme,


vuslat sehere denkse...


gamze gamze tebessüm de onun içinse, alev alev öfke de;


bunca tavır, onca sabır ve nihayetsiz kahır hep O'nun yüzü suyu hürmetine...


uğruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyecek yol, vazgeçilmeyecek konfor yoksa...


dışarıda yer yerinden oynuyor ve "içeri"de bu sizi zerrece ilgilendirmiyorsa, nedensiz küsüyor, sebepsiz affediyorsanız ve bütün bu hallerinize siz bile akıl erdiremiyorsanız kaybetme korkusu, kavuşma sevincinden ağır basıyorsa ve aşk, gurura baskın çıkıyorsa bu yüzden her daim... gece yarısı kadim bir dost gibi kucaklayan tanıdık bir şarkı,


bütün acı sözleri unutturmaya yetiyorsa...


Her gidişte ayaklarınız "Geri dön" diye yalpalıyorsa ve siz kendinize rağmen dönüyorsanız,


sınırsız, sabırsız, doyumsuz bir tutkuyla...


...o halde bugün sizin gününüz!..


"Çok yaşa"yın ve de "siz de görün"üz.



Can Dündar
 
yine mükemmel bir can dündar yazısı söylenecek söz bırakmayan bütün duyguları dilegetiren harika bir paylaşım. emeğine sağlık.
sevgilerimle...
 
Tükendikçe pahalanıyor zaman; günler azaldıkça uzuyor.Saçların gibi, seyrettikçe değerleniyor dostların.Günahları ve zaaflarıyla da övünüyor insanlar; sevapları ve zaferleri kadar.

ne kadar guzel yaziyor..gunlerce okusam hic sıkılmam..sagolasin checim:)
 
tek kelime ile harika ya ben bu can dündarın eğer varsa hayatındaki kadını merak ediyorum nasıl bir yürek var adamda resmen kelimelerle dans ediyor bayıldım :)
 
FIKRALARDA bile yoktur, yarım hamile olmak. Ama hayatta var.

Bu devirde kadin olmak, yarı hamile olmak gibi bir sey. Ayni anda
hem hamile olmak, hem olmamak, hem de olmak-olmamak
gibi yani...
Hem seksi ve erkeksi savasci Zeyna, hem de giyinip suslenip Ken'i
bekleyen Barbie Bebek olmak.
Hem erkeklerle, ayni okullarda esit sartlarda okumak. Hatta daha
iyi olmak. Hem de ise girebilmek icin patronlara 30'una kadar evlenmeme,
cocuk yapmama sozu vermek. Her sabah cocuklarinin anasi,sevdiginin kadini
olarak uyanmak. Tum disi
icgudulerinle aynada hos birini gorene kadar cabalamak. Ve ardindan
ekmegin pesine dusmek.
Erkek gibi calismak. Isinde mantikli.Disarda duygusal olmak.
Isinde atik, yirtici, tuttugunu koparan.
Evinde narin, hassas, sefkatli olmak.
Guzellik bir yere kadar deyip.
O bir yere bir turlu varamamak. Hic bitmeyen guzel, bakimli, ince, genc
kalabilme cabalari vermek. Kozmetiklere,estetik mudahalelere servet
yatirmak. Nice okullar, universiteler okumak.
Masterlar, doktoralar yapmak. Ama hayatin anlamini ille de bir erkekte
bulmak.
Hem saygideger es, muhtesem ev sahibi,basarili is kadini.
Hem de ***** olmak. Cok ciddi toplantilar, buyuk pazarliklar yapmak.
Bunlari yaparken giydigin ciddi pantolon takimlarin altina seksi jartiyer
giymeyi unutmamak. Ah seni becermek icin ne taklalar atan bu adamlarin,
senin namusunu korumak icin seferber olup kurallar koymasina gulmek.
Bu devirde kadin olmak. Ardi ardina degisimler gecirmek. Bitmek tukenmek
bilmeyen sizofreniler yasamak.
Bu devirde kadin olmak. Dedim ya.. Yarı hamile olmak gibi birsey.
Ayni anda hem hamile olmak, hem olmamak, hem de olmak-olmamak
gibi....

Can Dündar
 
Ben bitiyorum bu can dündarın yazılarına. Adam erkek olduğu halde nasılda anlamış kadınların yaşamlarını valla bravo
Bu arada angelica cığım ellerine sağlık
 
canım harika bir yazı ben bu adamın yazılarına hayranım çok güzel tesbitleri var. paylaşımın için teşekkürler. emeğine sağlık.
 
Bu konuda Ahmet Altan 1 numaraydı şimdi Can Dündar ona yetişiyor. Evet galiba bir ömrü hep böyle geçiriyoruz yarı hamile bazen 1,5 hamile
 
Artık eskisi gibi her haftasonu birileri ile dısarı çıkmak istemiyorum. Beni yoran iliskiler, yeni tanısmalar, yeni yüzler aramıyorum. Eski dostlukların da özetini çıkarmaya basladım.



Iliskilerde tasarrufa gidiyorsun her seyde oldugu gibi ve gereksiz insanlari hayatindan atmak istiyorsun.



Yapmacik, inanmadan konusmak istemiyorum artık. Beni anlamayanlarla konusmak cümle kirliliği yaratıyor ve hak edenlere saklıyorum enerjimi.



Istedigime istedigimi deme özgürlügüne sahibim, elestirme hakkını olusturan yasamislık ve yeterli yas faktörü artik bende de var.



"Ben demistim" ,"ben bilirim","ben zaten anlamıstım", sendromunda olanlarla arkadasliklari bir kez daha sorguluyorsun.



İliskilerini sadelestirmeye baslayinca sıra iyi ve kötü gün dostlarını ayıklamaya geliyor. Kötü gün dostlarını belirliyor ve onlara daha çok önem veriyorsun. Iyi gün dostu bulmak ne kadar kolaysa kötü gün dostu bulmak bir o kadar zor, biliyorum. Dostlar ihtiyaç oldugunda göçmen kuslar gibi sicaga uçuyor ve sadece seninle birlikte sürüden ayri düsenler kalıyor.



Zamanın ne kadar kıymetli oldugunu ögreniyorsun buralara kadar gelirken. Uzun düz otobanlardan oldugu gibi, kestirme bozuk yollardan da ulasabilirsin hedeflerine. Kestirmeleri de ögrendim gide gele.



Bos geçen her saniye degerli artık. Daha yapılacak çok sey var ama, kendimi çok yormaktan çok hırpalamaktan yana degilim.



Gerektiginde "HAYIR" demeyi ögrendim ve bu kelime basta karsındakine kırıcı gelse de senin için hayat kurtarıcı olabiliyor. Sevgiye önem vermek gerektigini, zamanı geldiginde elinde sadece sevginin kalacagını biliyorum.



Sevgi paylasildıkça olusuyor, olgunlasıyor. Aileme ve seçtigim tüm dostlarıma daha önce göstermedigim sevgi,anlayis ve ilgiyi gösteriyorum. Biliyorsun ki gidenlerin ardında sadece iyilikler kalıyor, ne kadar sevgi dolu oldugu hatırlanıp anılıyor.



Bana çok genç olduklarını hatırlatırcasına nedense tecrübelerimi, fikirlerimi sormaya basladılar. Verecegim cevaplar belki çok anlamsız geliyor ama yine de dinliyorlar ama ben biliyorum ki yasamadan hiçbir sey ögrenilmiyor. Yasamıslıgın olusturdugu bir alçakgönüllülükle gülüyorum içimden sadece.



Artık daha şık giyiniyorum, senelerle birikmis dolaplar dolusu kıyafet var ve bunları kendimle paylasmalıyım. Önce kendine güzel görünmelisin, kendi zevkime göre giyinmek istiyorum, böyle hissediyorum. Modaya uymak adına popomun sıgmadıgı düsük bel pantolonlara sıgmıyorum diye kendimi üzme tercihini de kullanabilirim. Ayıp, günah ya da ne derler korkuları çoktan geride kaldı .



Dostlarıma, kendimize yemek yapmak hosuma gidiyor. Mutfak eskiden bir zulüm iken simdi zevk aldıgım mekanlar arasına giriyor. Farklı lezzetler denemek güzel ve kendi lezzetimi kendimde yaratabilecegim belli bir damak zevkim ve mutfak kültürüm olustu.



Sonra Sezen'in sarkısındaki gibi anneni daha sık düsünüyorsun ve hatta anlıyorsun. Iste bu yeni alısmaya baslanan ve giderek hosa giden yeni duruma olgunluk deniyor.



Yasamıslıgın, görmüslügün, geride kalmıs üflenmis dogum günü mumlarının bir sonucu kendiliginden ortaya çıkıyor hayatın bir dönemecinde bu olgunluk.



Ne zaman dersen herkese göre, ne kadar dolu yasadıgına göre degisiyor bu olgunluk çagına ermek. Inanın bana hayattaki düsüsler, zor alınan virajlar bu zamanı hızlandırıyor.



Kendi dünyanın küçüklügünü kesfetmek ve buna ragmen kendinin kıymetini bilmek çok ise yarıyor. Bir gün hepimizin bu huzurlu olgunlugu bulmasını diliyorum.



CAN DÜNDAR
 
Öyle içimdesin ki. Yanağımda dolaşan rüzgardan daha gerçek dokunuşların. Küçük, ürkek, kesik dokunuşlarınla, belki de her zamankinden daha yanımdasın. Yani öylesine, o kadar bensin ki. Ah nasıl anlatsam. Boşuna bu çabalarım, doğru kelimeleri aramalarım. Ne kitaplar yazıyor, ne de sözlüklerde karşılığı var.

Yalnızca hissediyor insan, yaşıyor. Kelimeler eksik, kelimeler yaralı. Kelimeler cılız.


Taşımıyor, anlatmıyor, tanımlamıyor bu duyguyu. Ben de. Çok başka bir şey. Sevginin ortasında, derin acılar hisseder mi insan? Aydınlık gülümsemelerin içine, hüznü yerleştirir mi durup dururken? Gözlerine buğu, diline sitem, yüreğine burukluk, çöreklenir kalır mı asırlarca?



Gelmeyeceğini bildiği mektup için, posta kutusunu hep aynı heyecanla açar mı? Dedim ya, başka bir şey bu. Ne kadar yalnızsam, o kadar seninleyim şu günlerde. Belki de en başta, tutup seni en derinlere koydum diye oldu bunlar. Kimseler ulaşmasın diye, kimselerin bilmediği, bulamayacağı yollara götürdüm seni. En derinlerde tuttum. Bana sakladım. Derine, hep daha derine.



Seni yapayalnız, bir tek bana bıraktım. Paylaşamadım yanlış yaptım. Sana ulaşan yolları kaybettim diye bütün bu şaşkınlıklar. Kendimi oradan oraya vurmam. Sağımda, solumda, ne zaman dikildiğini bilmediğim duvarlara çarpmam, hiç görmediğim çukurlarla boğuşmam. Denizlerin, gürültüyle gelip vurduğu dehlizlerin, acılı duvarları gibiyim.



Duvarlarım yosunlu, duvarlarım kaygan, duvarlarımdan hiç tükenmeyen sular sızıyor. Tutunamıyorum. Renklerim, gün içinde değişiyor. Soluyorum, soğuyorum. Güneş ulaşmıyor içerilerime. Küfleniyorum, yaşlanıyorum. Yalnızlıklar peşimde. Dokunduğum her ıslak duvardan, pis kokulu bir yalnızlık bulaşıyor üstüme. Biliyorum, bütün bunlar, hep benim suçum.



Seni sakladığım yere ulaşamaz oldum. Yollar, gitgide uzadı ve karıştı. Ümidimi ısıtacak, parlatacak, kımıldatacak bir şeylere ihtiyacım var. Ah onun ne olduğunu biliyorum. Sonu sana geliyor her cümlenin. Her şeyin başında içinde ve sonundasın. Bu değişmiyor. Öyle içimdesin ki. Birden aklıma geldi, tuttum sana bir mektup yazdım dün.



Çok mutluydum. Gün içinde neler yaptığımı, nelere kızıp, nelerle mutlu olduğumu, tek tek anlattım. Mevsimlerin ve insanların nasıl karışık ve beklenmedik olduklarını yazdım.



"Yine zamansız yağmurlar" dedim, "Daha önce, hiç bu kadar zayıf değildi güneş ışınları" dedim, "Gerçekten buradaki şarkıları hiç öğrenmeyecek, bilmeyecek, söylemeyecek misin?" dedim. Çok uzun bir mektup oldu. Başından sonuna kadar okudum.



Neler yazmışım diye merakımdan.



Sonra çekmecemden bir zarf çıkarıp, adını yazdım. Büyük harflerle, yalnızca adını. Adresini bilsem gönderir miydim, bilmiyorum. Mektup cebimde. Cebim yüreğime yakın. Yüreğim sende. Sen yüreğime yakın. Öyleyse mektup sende.



Can Dündar
 
X