• Merhaba, Kadınlar Kulübü'ne ÜCRETSİZ üye olarak yorumlar ile katkıda bulunabilir veya aklınıza takılan soruları sorabilirsiniz.

Can Dündar Silivri’den seslendi: Asıl saray burası işte, içinde haram yok

okypete

Nirvana
Kayıtlı Üye
Can Dündar Silivri’den seslendi: Asıl saray burası işte, içinde haram yok
http://www.diken.com.tr/can-dundar-silivriden-seslendi-asil-saray-burasi-iste-icinde-haram-yok/
Yaptığı MİT TIR’ları haberi nedeniyle Erdem Gül ile beraber tutuklanıp Silivri Cezaevi’ne konulan Cumhuriyet ‘in yayın yönetmeni Can Dündar, cezaevinden kaleme aldığı yazısıyla içinde bulunduğu şartları anlattı.

can-dundar2.jpg

FOTOGRAF: ISTANBUL, (DHA)

Odalar küçük, yürekler büyük
‘Bizim Saray’ başlıklı bugünkü yazısında, “Umudu yitirirsen, kapana kıstırılmış bir sıçan gibi içine kapanıp orada ufalanman işten bile değil…” diyen Dündar, şöyle devam etti:“Hele adaletsizliğin tesellisini imanda arayanlardan değilsen… İyi ki hayal kurmayı öğretmişsin kendine… Havalandırma lambasından ay ışığı, florasan ıslığından yavuklu soluğu yapmayı biliyorsun. Ayazı, kokuyu, tecridi unutup semada aniden peydahlanan kuş sürüsüyle kanat çırpabiliyorsun. Ve üşüdüğünde haklılığınla ısınabiliyorsun. Asıl saray burası işte… İçinde haram yok. Odalar küçük, yürekler büyük..”

Ağır bir tecrit içerisinde olduğunu belirten Dündar, gelen mektupların, kendisine verdiği moralden bahsedip, “İşte, aslı değerli yalnızlık bu” ifadesini kullandı.

Peşinen cezalandırma
“Okuduğum tutsak hatıralarını geçiriyorum aklımdan: Hiçbirinde böyle ağır bir tecritten bahsedildiğini hatırlamıyorum. Belki Guantanamo’da vardır” diyen Dündar’ın, yazısının tecrit koşullarıyla ilgili bölümü şöyle: “Yıllar önce “Yalnızlığa Alışmalı” diye bir yazı yazmıştım. Ondan beridir alıştırdım kendimi, yalnızlığı severim. Ama buradaki, tecrit; hem de ağır bir tecrit… 24 saat hücremizde tek başımızayız. Erdem, hemen yanımdaki hücrede yatıyor. Kapısı kol mesafesinde.. Ama görüşmemiz yasak. Tecrit o kadar sıkı ki avukat görüşüne giderken bile, karşılaşmayalım diye önce birimizi içeri alıp sonra diğerimizi götürüyorlar. Dar koridora açılan demir kapının üstünde cep telefonu büyüklüğünde bir gözetleme deliği var. Ayak parmaklarının üzerinde yükselip birkaç saniye el sallamak mümkün oluyor ancak… Gardiyanlarımız ve avukatlarımız dışında kimseyi görmememiz isteniyor anlaşılan. Peşinen cezalandırma…”
 
Can Dündar Silivri’den seslendi: Asıl saray burası işte, içinde haram yok
http://www.diken.com.tr/can-dundar-silivriden-seslendi-asil-saray-burasi-iste-icinde-haram-yok/
Yaptığı MİT TIR’ları haberi nedeniyle Erdem Gül ile beraber tutuklanıp Silivri Cezaevi’ne konulan Cumhuriyet ‘in yayın yönetmeni Can Dündar, cezaevinden kaleme aldığı yazısıyla içinde bulunduğu şartları anlattı.

can-dundar2.jpg

FOTOGRAF: ISTANBUL, (DHA)

Odalar küçük, yürekler büyük
‘Bizim Saray’ başlıklı bugünkü yazısında, “Umudu yitirirsen, kapana kıstırılmış bir sıçan gibi içine kapanıp orada ufalanman işten bile değil…” diyen Dündar, şöyle devam etti:“Hele adaletsizliğin tesellisini imanda arayanlardan değilsen… İyi ki hayal kurmayı öğretmişsin kendine… Havalandırma lambasından ay ışığı, florasan ıslığından yavuklu soluğu yapmayı biliyorsun. Ayazı, kokuyu, tecridi unutup semada aniden peydahlanan kuş sürüsüyle kanat çırpabiliyorsun. Ve üşüdüğünde haklılığınla ısınabiliyorsun. Asıl saray burası işte… İçinde haram yok. Odalar küçük, yürekler büyük..”

Ağır bir tecrit içerisinde olduğunu belirten Dündar, gelen mektupların, kendisine verdiği moralden bahsedip, “İşte, aslı değerli yalnızlık bu” ifadesini kullandı.

Peşinen cezalandırma
“Okuduğum tutsak hatıralarını geçiriyorum aklımdan: Hiçbirinde böyle ağır bir tecritten bahsedildiğini hatırlamıyorum. Belki Guantanamo’da vardır” diyen Dündar’ın, yazısının tecrit koşullarıyla ilgili bölümü şöyle: “Yıllar önce “Yalnızlığa Alışmalı” diye bir yazı yazmıştım. Ondan beridir alıştırdım kendimi, yalnızlığı severim. Ama buradaki, tecrit; hem de ağır bir tecrit… 24 saat hücremizde tek başımızayız. Erdem, hemen yanımdaki hücrede yatıyor. Kapısı kol mesafesinde.. Ama görüşmemiz yasak. Tecrit o kadar sıkı ki avukat görüşüne giderken bile, karşılaşmayalım diye önce birimizi içeri alıp sonra diğerimizi götürüyorlar. Dar koridora açılan demir kapının üstünde cep telefonu büyüklüğünde bir gözetleme deliği var. Ayak parmaklarının üzerinde yükselip birkaç saniye el sallamak mümkün oluyor ancak… Gardiyanlarımız ve avukatlarımız dışında kimseyi görmememiz isteniyor anlaşılan. Peşinen cezalandırma…”
Offffff can ulkeni karıştırmayı ne kadar çok seviyorsun.. Merak ettim de sevmedigin erdoğan değilde sevdiğin bir lider olsaydı bu ulkeni bu kadar haber yapabilecek miydin..Sus ve hakliysan delillerini sun..avukatların halleder .hala karistirmaca. Hala acındırma arası kelimeler.. Offffff yaaaaaa.sıkıldim..senin gibilerden...
 
Offffff can ulkeni karıştırmayı ne kadar çok seviyorsun.. Merak ettim de sevmedigin erdoğan değilde sevdiğin bir lider olsaydı bu ulkeni bu kadar haber yapabilecek miydin..Sus ve hakliysan delillerini sun..avukatların halleder .hala karistirmaca. Hala acındırma arası kelimeler.. Offffff yaaaaaa.sıkıldim..senin gibilerden...

Doğru mağdur olmak sadece karşı tarafa özgüydü dimi. Bunlar mağdur olamazlar, acındıramazlar.
Bu adamların tutuklu olması bile ülkenin ayıbı..
 
Ne yapmış bu insanlar bu kadar ağır koşullarda tutulacak kadar?
Dogru soylemenin suc oldugu bir ulkede, dogrulari yazmislar...
Bu gazetecilerde, daha once bos yere hapis yatan gazeteciler ve askerler gibi bigun serbest kalacaklar. Ve biri cikip diyecekki bu karalel varya karalel (paralelin modasi gecti), bizi kandirdi, bu adamlar masum...
 
Dogru soylemenin suc oldugu bir ulkede, dogrulari yazmislar...
Bu gazetecilerde, daha once bos yere hapis yatan gazeteciler ve askerler gibi bigun serbest kalacaklar. Ve biri cikip diyecekki bu karalel varya karalel (paralelin modasi gecti), bizi kandirdi, bu adamlar masum...

Aynen... Ondan sonra bu adamların tutuklu olmasını savunan tayfa da bizimkiler kandırılmış diyecek. Sanki cumhurbaşkanı, başbakan değil beş yaşında çocuk bunlar habire kanıyorlar.
 
Aynen... Ondan sonra bu adamların tutuklu olmasını savunan tayfa da bizimkiler kandırılmış diyecek. Sanki cumhurbaşkanı, başbakan değil beş yaşında çocuk bunlar habire kanıyorlar.
Aslinda bu adamlarin ne dediginden cok, halkin neye inanip inanmadigi daha onemli. Ne yazikki karsimizda, kendilerine yalan soylenmesinden ve salak yerine konulmalarindan zevk alan, mazosist bir kitle var. Ne yazilsa boooos...:KK47:
 
Son düzenleme:
Resimde Can'ın arkasında duran sevgili arkadaşım CHP İstanbul milletvekili Gülay Yedekçi'ye buradan selam olsun.Kalbimiz sizinle .
 
Kolaydan, martavaldan para kazanmak her zaman in.
Okumak out. Bak biz oku oku oku canımız çıktı, ama biri sahneye çıkıyor bizim aldığımız 1 yıllık parayı 1 saatte süpürüp gidiyor.:KK59:
Bir kanıtı daha..
Tanıdık okkalı biri in..
Torpilsiz iş out..
Hükümeti desteklemek in..
Doğruları konuşmak out...
 
Vatanını sırlarını ifşa etmek suçtur. Onu yapmışlar ama nasıl olsa onlara sahip çıkacak vekillikle himaye edecek büyükleri var zaten. Hiç endişe etmesinler. Gazeteci olarak girdiler vekil olarak çıkarlar.
 
bu suç diyenler şunu bir okusunlar önce....
  1. http://www.haberdar.com/devlet-ve-gazeteci-makale,524.html
    DEVLET VE GAZETECİ
    2739.jpg

    Ahmet Altan
    1 Aralık 2015 Salı 23:42
    Devlet, toprakta yetişen nebatattan değildir, doğada bulunmaz.



    Tümüyle insan yapımıdır.



    Birbirini tanımayan milyonlarca insanın, enerjilerini bir arada ortaklaşa kullanabilmeleri için geliştirilmiş bir kurallar çerçevesinden oluşur.



    Doğada dağınık halde bulunan tek tek insanların ya da grupların kendi başlarına gerçekleştirebileceklerinden daha fazlasını elde edebilmek için insanlar tarafından on binlerce yıl içinde adım adım geliştirilmiştir.



    Hammurabi’den bu yana da yasaları yazılıdır.



    O yasalar zaman içinde değişir ama yasaların ve kuralların varlığı asla yok olmaz.



    Çünkü milyonlarca insanı bir yasa ve kural çerçevesi olmadan bir arada tutamazsınız.



    Şimdi AKP iktidarı, insanlığın binlerce yıllık birikimini tersine çevirmeye, kuralsız ve yasasız bir yönetim oluşturmaya çabalıyor.



    Böyle yaparak, yönetmeye talip oldukları devleti yokediyorlar.



    Bunca insanın içinde güvenle yaşamasını sağlayacak kurallar çerçevesini kırdığınızda, içinde toplanacakları bir çerçeve bulamayan o insanlar, gruplara bölünerek yeni kurallar oluşturacakları bir parçalanmaya giderler.



    O parçalanmanın yolu açılıyor.



    Bu yol açılırken, siyasi iktidar da yok ettiği kuralları zorbalık ve şiddetle ikame etmeye çalışıyor.



    Kurallar yok edildikçe şiddetin boyu artıyor.



    En son yaşadığımız kuralsızlık ve şiddet, kamuoyunun “MİT TIR’ları” dediği karanlık olay.



    Kimin kime yolladığı belli olmayan içi “silah” dolu kamyonlar yakalandı.



    Siyasi iktidarın çeşitli üyeleri bu kamyonların içinde önce “insani yardım” olduğunu söylediler, sonra bunların silah olduğu kanıtlarla ve fotoğraflarla ortaya çıkınca bu sefer de bu silahların “Bayırbucak Türkmenlerine” gittiğini söyledi bir kısmı, bir kısmı da “Özgür Suriye Ordusuna” gönderildiğini söyledi.



    İnsanlığın bugün vardığı aşamada oluşturduğu devlet düzeni içinde, hiçbir devlet görevlisi, parlamentonun onayı olmadan “yabancı” bir güce silah gönderemez.



    Yakalanan silahların “yabancı” bir güce kimin kararıyla gönderildiğini bilmiyoruz.



    “Yabancı” bir güce gittiğini biliyoruz ama “yabancı” gücün gerçek kimliği de bizim için meçhul.



    Sadece bizim için değil, parlamento için de meçhul… Sadece parlamento için değil “MİT bölge başkanı” ve “bölge jandarma komutanı” general için de meçhul.



    Bir yabancı güce parlamentodan habersiz silah yollamak suçtur.



    Devletin parlamentoda kesinleşmiş ve resmileşmiş bir kararı yok ortada.



    Zaten böyle bir “karar ve emir” olmadığı için bizzat “devletin” görevlileri bu kamyonları yakalayıp zabıt tutmuşlar.



    Şimdi, bu kamyonları yakalayan generalleri tutukladılar.




    O adamların görevi bu kamyonları yakalamak.



    Yakalamasalar suç işlemiş olurlardı.




    Devletin içinde bir grup örgütlenip “silah kaçakçılığı” yapsaydı, kaçakçılığı yapanlar “devlet görevlisi” diye yapılan iş suç olmaktan çıkacak mıydı?



    “Silah kaçakçılığı” ile “devlet görevi” arasındaki fark, bu silahların “yabancılara” gönderilmesi için parlamentonun karar vermiş olmasıdır.



    O karar olmadığına göre bu açıkça “silah kaçakçılığı” suçudur, suçu işleyenin devlet görevlisi olması suçun vasfını değiştirmez.



    Ayrıca, silahlar “yabancılara” gittiği için daha başka yasa maddeleriyle de değerlendirilebilir.



    Bunu, “yabancı güçlerle gizli işbirliği” faaliyeti olarak da kabul edebilirsiniz…




    Ki bu da çok ağır bir suçtur.



    Bu olayda bütün kuralları çiğneyen, suç işleyen ve bizzat “devlet görevlileri” tarafından yakalanan siyasi iktidar, suçluları yakalayanlarla birlikte bu suçun kanıtlarını yayınlayan gazetecileri de “casuslukla” suçlayarak tutukluyor.



    Burada eğer “casuslukla” suçlanabilecek biri varsa o da silahları parlamentodan gizli olarak yabancılara gönderenlerdir, bu silahları yakalayanlar ya da kanıtları yayınlayanlar değil.



    Ayrıca bu olay “devlet sırrı” kavramının ardına da saklanılamaz çünkü “suç” devlet sırrı olamaz.



    Birileri kendi çıkarları için bu silahları yollamış olabilir.



    Ya da bu yasadışı işin “devletin çıkarına” olduğuna hükmederek bu silahları yollamışlardır…



    İki durumda da yaptıkları suçtur.



    Bu suçu saklayabilmek için şimdi “hukuk” kılığında şiddet uyguluyorlar.



    Silahları yakalayan generalleri ve haberi yayınlayan gazetecileri tutukluyorlar.



    Can Dündar ve Erdem Gül, bu silahların haberini yaptıkları için hapisteler.



    Yaptıkları, gazeteciliğin tarifine tamamen uygundur.



    Ve kendisine “gazeteci” diyen herkes de bunu haber yapmak ve yayınlamak zorundadır.




    Gazeteciliğin görevi, böyle suçları ortaya çıkarmaktır.



    Suçu işleyenlerin “devlet görevlisi” olup olmaması gazeteciyi hiç ilgilendirmez, suçu işleyenlerin amacı da ilgilendirmez gazeteciyi, gazeteciyi saklanan suçun kanıtları ve belgeleri ilgilendirir.




    Zaten Dündar’la Gül de belgeleri ve kanıtları yayınladılar.



    Silahları gizlice yabancı bir güce yollayanlar “casusluktan” ya da silah kaçakçılığından yargılanmıyor ama bunun belgelerini yayınlayanlar “casusluktan” tutuklanıyor.



    İşte bu, yasaları, kuralları ve devleti yok etmektir.



    Zaten devletin yokedilişi “sistematik” olarak gerçekleştiriliyor.



    Yirmiden fazla “faili meçhul” cinayetten sorumlu olarak yargılananlar serbest bırakılıyor, darbeyle suçlananlar aklanıyor ama “kaçak silahları” yakalayan generaller tutuklanıyor.



    Faili meçhullerin sanıklarına ve darbecilere sahip çıkanlar bu generallere sahip çıkmıyor.



    Bu, kuralsızlığın siyasi iktidardan medyaya ve topluma da yayıldığını ve kurallar çerçevesinin her düzeyde parçalandığını gösteriyor.



    Bir darbe hazırlığının belgelerini yayınladığı için Mehmet Baransu’nun tutuklanması da bu kuralsızlığın ve yasasızlığın önemli parçalarından biriydi…



    Baransu da sahipsiz bırakıldı.



    Kanıtlanmış, belgelenmiş suçların sahipleri serbest bırakılırken, suçları ortaya çıkaranların, bunların kanıtlarını ve belgelerini yayınlayanların yakalanması, devletin yasal çerçevesinin parçalanması anlamına gelir.



    Biz aynı görüntüyü 17/25 Aralık yolsuzluğunda da gördük, sanıklar bırakıldı, sanıkları yakalayanlar, belgeleri ve kanıtları ortaya çıkaranlar cümbür cemaat içeri atıldı.



    Suçları ortaya çıkaranlara karşı uygulanan şiddet, siyasi iktidarın suçlarını yok etmiyor, aksine artırıyor…



    Yasaların ve kuralların çerçevesini parçalayan siyasi iktidarın meşruiyetini de yok ediyor.



    Yasalara, kurallara, hukuka uymayan hiçbir iktidar meşru olamaz.



    Bir iktidarın meşruiyeti ancak yönetmeye talip olduğu devletin kurallarına ve yasalarına uymasıyla gerçekleşir.



    Bugün karşılaştığımız tablo da iktidar o yasalara ve kurallara uymuyor.



    Bu gerçeğin söylenmesini engellemek için de gazeteciliğin ve dürüstlüğün gereklerini yerine getiren herkesi hapse atıyor.



    Hapishanedeki gazetecilerin, daha da artacağı anlaşılan sayısı büyüdükçe, iktidarın meşruiyeti daha da tahrip olacak ve uygulamaların şiddeti artacaktır.



    Toplumun parçalanması da hızlanacaktır.



    Bunu önlemek isteyenlerin yapacağı en önemli iş bir araya gelerek demokratik bir direnci ortaya koymaktır bence.



    Hiç ayrım yapmadan, kuralsız bir şiddetin kurbanlarına sahip çıkmaktır.



    Bu yapılmadığı takdirde, milyonlarca insanı bir arada tutmak için bulunmuş kurallar çerçevesi iyice parçalanacak ve toplum hiç beklenmeyen bir anda olmadık bir olayla kırılıp parçalara ayrılacaktır.



    İktidarın uyguladığı şiddet de bunu hızlandıracaktır.



    Gittiğimiz yol, bu yol işte.



    AHMET ALTAN / HABERDAR
 
Son düzenleme:
Altan'ın yazısı bana cevap olmuş :) O halde soruyorum altana ;

"Yabancı Güç" diye bir kavram var yazıda. Bu kavram uyuşmazlığın en bariz örneği. Siz zaten devletin ne olursa olsun ikna edemeyecği bir görüşe tabisiniz. Bu kavramdan bunu anlıyoruz. Zira Bayırbucak Türkmenleri gücü değil zayıflığı temsil ediyor. Devlet onların bu zayıflığını gidermek maksadı ile silah yardımı yaptığını izah etme derdinde. Oysa sizin bu tabirinize göre devlet aciz ve " yabancı bir güce" belki, korkudan , belki çıkarları dolayısıyla yardım ve yataklık ediyor.
Ayrıca şöyle bir ilginçlik daha var ; mesele silah gitmiş olması değil. Yazıyı okudukça öyle bir intiba uyanıyor ki bende o da şu. Hepinizin bu silahtan haberi vardı ama kime gittiğinden haberiniz yoktu. Zorunuza giden de bu. Yoksa içinde neden insani yardım yok diye sorgulardınız. halbuki siz inatla yabancı güç kim diye tutturmuşsunuz.
Ve iddianız o ki parlamentonun bundan haberi yokmuş. (?) Bölge Mit müsteşarının haberi yokmuş. Jandarmanın haberi yokmuş. (???)
Söylediğinize inanıyor musunuz?
Haberi olmayan "devlet" görevlileri, karar ve emri olmayan bu olayı kuşlar vasıtasıyla öğreniyorlar ve zabıt tutuyorlar. Yanlarında gazeteciler ile.
Acaba bu çok vatansever "devlet" görevlileri neden bu olağanüstü durumu, mit ile istişare etmek yerine doğrudan kamuoyu na servis ediyorlar?
Biz tesadüfen içi silah dolu bir tır bulduk şaştık kaldık, sizin bundan bilginiz var mı? Bu neyin nesidir, biz bunu açıklarsak devletimiz bu işten zarar görür mü? Uluslar arası arena da devletimizi zarar sokacak bir durum var mıdır?

Ve hatırlayın lütfen. Amerika muhaliflere silah yardımında bulundu. Bunu havadan yapmayı denedi. Ve ne ilginçtir ki silahlar muhalifler yerine ışid in eline geçti. Kimse bundan dolayı Abd yi suçlamadı. Türkiye acaba ışide silah yardımı yapmak için neden usulüne uygun böyle bir yol denemedi de gizli yollarla göndermeyi seçti?
neden türkmenler gizli kapaklı yollarla silah göndermeye çabalamadı? Halbuki böyle birşey yapsa parlamento bunu seve seve kabul ederdi.

Eğit Donat. Abd bu proje ile bölgedeki muhalif dengeleri kontrol altında tutmak istedi. Türkiye ile anlaşma sağlandı ama iki tarafında niyeti farklıydı. Abd hem muhalifleri hem bölgedeki silah alışverişini kontrol altında tutmak istiyor bir yandan da Türkiye yi PYD konusunda pasifize etmeye uğraşıyordu. Türkiye ise bu vesile ile Türkmen kanadını güçlendirmek niyetinde idi. Netice de iki tarafın çıkarları örtüşmediği için proje rafa kaldırıldı. Mit tırları bu projeden 2 ay önce yakalandı. Bu silahlar ışide gönderilseydi ABD buna itiraz eder miydi? Böyle bir projeye( eğit-donat) kalkışır mıydı?Yada böyle bir durum ABD istihbaratından ne kadar süre ile gizli kalırdı?
Herşey açık seçik ortada. Ama birileri Ptun gibi;
“Bence meşru olmayan yapılanmalara askeri desteğin sağlanması, günümüz uluslararası hukuk ve BM tüzüğü ilkeleri ile bağdaşmıyor. Biz ise kesinlikle meşru hükümet kurumlarını destek veriyoruz.” düşünüyor ve konuşuyor.
Tek dertleri var Erdoğan'ı takımı ile birlikte Uluslararası mahkemede savaş suçlusu ilan etmek.

Ve yine bunlara göre Türkiye hem Özgür suriye ordusuna hem ışide hem türkmenelre yardım ediyor. Tek rakibimiz ABD:)


Yazacak daha çok şey vara ama vakit yok....................
 
Back
X