“Bunu önceden hissetmiştim” duygusu
1. (Temmuz 1998)
Bakırköy’deyim,
kalabalık,
sıcak,
bunalmışım,
bir yerlere yetişmem lazım,
insan yığınları arasından kendime yol açmaya çalışıyorum.
Derken bir ses işitiyorum,
kavga eden birileri var gibi.
aldırmadan geçiyorum,
bir iki adım ilerliyorum,
sonra birden bir şeylerin ayrımına varıyorum,
adamın biri bas bas bağırıyor –burası normal-
ama acayip olan bir şey var
o insan kalabalığında hiç bir duraksama yok
Nasıl olur!
Neden insanlar kavgayı izlemek için durmamış?
oysa biz sokak kavgalarını izlemeye bayılırız.
Neden insanlar görmezlikten geliyor?
Şaşırıyorum,
yavaşlıyorum,
merakla sesin geldiği yere kafamı çeviriyorum,
gelip geçenlerin arasından bağıran adamı görmeye çalışıyorum,
derken görüyorum;
tekerlekli sandalyede
25-30 yaşlarında,
esmer, yakışıklı bir adammış bağıran.
Arkasındaki -sandalyesini iten-,
kan ter içinde kalmış –annesi olduğunu sandığım-
kadına bağırıyor.
İçim cız ediyor,
Kızıyorum;
ama kadına mı adama mı!
Hatırlamıyorum.
2. (Eylül 1998)
Havaalanındayım; ağır bir ortopedik ameliyatın ardından dinlenmek için bize gelen teyzemi karşılayacağım.
Teyzemi salondan arabaya kadar götürmek için görevlilerden tekerlekli sandalye alıyorum.
Sonra beklemeye başlıyorum.
Uçak biraz gecikiyor, sıkılıyorum, salon kalabalıklaşmaya başlıyor.
Yaşlı bir teyzenin ayakta durduğunu görünce yerimi ona vermek için kalkıyorum.
Yanımdaki tekerlekli sandalyeye oturmak için hamle yapıyorum.
Bir anda ürperiyorum!
Bakırköy’de tekerlekli sandalyede annesine bağıran adam geliyor aklıma.
O sandalyedeki kişi benmişim gibi hissediyorum.
Oturmaktan vazgeçiyorum.
Yanımdaki sandalyeye korkuyla bakıyorum.
Kaderin, sandalye ve beni ikinci kez yan yana getirdiğini düşünüyorum.
Oysa o güne kadar tekerlekli sandalyeli hiç bir anım yok;
ne sandalyeli birisini gördüğümü ne de sandalyeye dokunduğumu hatırlamıyorum.
Düşünmemeye çalışıyorum, öyle ya “ne alakası vardı ki!”
Ama olmuyor,
“sanki insanlar beni görmezlikten geliyor!”
Korkuyorum,
gerçekten..!
Aradan günler, haftalar hatta aylar geçiyor.
En alakasız zamanlarda dahi bu iki olay aklıma geliyor.
Hani çocukluğumuza dair bir iki görüntü kalır ya hafızamızda...
Hani yüz yaşına gelsek de aklımızdan çıkmaz...
Hani torunlarımıza; “biz çocukken...”le başlayan hikayeler anlatırken hep o görüntüleri hatırlarız...
işte öyle bir şey.
Yaşadığım bu iki olay da benim hafızamda öyle yer etmişti.
Nerdeyse her gün, sandalyede oturan adamı, arkasında üzüntü ve sabırla onu iten annesini ve havaalanında hissettiğim korkuyu hatırlıyordum.
Ta ki o güne kadar...
O gün(12 Mayıs 1999)
Ankara’dayım
mutluyum,
umutluyum,
yürekliyim,
...
...
...
...
kanlar içindeyim; yapış yapış,
kendimi “sıcağın altında bırakılmış eşek ölüsü gibi” hissediyorum
öldüğümü düşünüyorum,
sedye görüyorum,
ambulansa taşıyorlar,
ambulansın kapısına kolumu çarpıyorum; gülüyorum,
filimler geliyor aklıma, gene gülüyorum,
...
ameliyat masasındayım,
hemşire bir şeyler soruyor, gülüyorum,
“bir kere öpebilir miyim?” diyorum, hemşireye,
herkes gülüyor,
ama öptürmüyor.
...
yoğun bakımdayım,
sürekli narkoz veriyorlar,
arada uyandığımda hep aynı şeyi hatırlıyorum
-sandalyede oturan adamı, arkasında üzüntü ve sabırla onu iten annesini ve havaalanında hissettiğim korkuyu-
Gülmüyorum!
Bülent Küçükaslan
(Omurilik Felçli)