- 20 Kasım 2006
- 1.098
- 26
"Ben özel bir kadınım. Hem de çoğundan daha derin bakış açısı olan, daha rafine zevklere sahip, yaşama dair ipuçlarını yakalamaya çalışan, çok çalışan akıllı bir kadın. Çok güzel sayılmam. Ama öyle sevimliyim ki içinde bulunduğum ortamlarda insanlar benim aurama takılıp kalırlar. Yaptığım işte tanınan, başarıları kabul gören bir profesyonelim. Yabancı dil, genel kültür. Ne ararsanız var. Ama mutsuzum. Evliyim.
İlk erkeğimdi eşim. Elini ilk tuttuğum, ilk öptüğümdü. Gözlerinde ilk kaybolduğum, okşamalarına ilk teslim olduğumdu. Herşeyi ondan öğrendim ben.(Tam teslimiyetti anlayacağınız). Belki de kolayına kaçmıştım herşeyin: Evlenmek, bir anlamda sorumluluklarımın birazını ona yüklemekti. Artık sığınacağım, kendimi ellerine ve yüreğine bırakacağım bir kocam vardı. Dağlar gibi. Öylesine büyük bir konfordu ki bu. Dilediğimce şımarabilirdim; o beni öyle çok seviyordu ve bunu öyle tatlılıkla kabulleniyordu ki. Kararları almayı ona bırakıp, yaşamın azıcık da keyfini sürecektim. Kolay değildi tabii, yıllarca tek başıma çabalamıştım, ama artık kocam vardı. Yaşasındı! Güçlü bir kadın olmama gerek yoktu artık.(Bu çok çaba gerektiren, zor ve yorucu bir iştir. Erkeklerin merhamet duydukları ve kanatları altına aldıkları o narin, cici, kırılgan hanımlar bunu bildikleri için güçlü olmaya hiç yeltenmemişlerdir mesela. Bir erkeğe “ben sensiz ölürüm..kendi başıma kalırsam ne yaparım?” duygusunu yerleştiren kadınlardır bunlar. Erkekler de bu kadınların yanında kendilerini daha güçlü ve daha muktedir erkek hissederler ve bu kadınlara bayılırlar. Neyse, bu tümüyle ayrı bir konu.) Sadece eşini seven, cici bir kadın olmam yeterliydi! Yıllar sonra, bu benim için ne büyük bir nimetti!
10 küsur yıl sonra , kendimi bir anda görüverdim: O da ne? Ben artık eşi tarafından umursanmayan, algılanmayan, önemsenmeyen, sadece evin gereksinimlerini karşılayan, uzun saatler boyunca zor bir işte çalışmasına karşın çocuğuna ve kocasına iyi bakan, güvenilir, sadık bir ev kadını kılığındaydım. Mükemmel değil mi? Hayır, tabii ki değil! Yaptığım hiçbirşey artık yeterince iyi değildi. İşim (herkesçe takdir edilmesine rağmen) önemli değildi, ben artık iyi giyinemiyordum, pilavı iyi pişiremiyordum, çocuğu şişmanlatıyordum. Bana ne olmuştu böyle? Onun bana sarılmamasını neden sorun ediyordum? Ayda bir kez sevişmekle neden yetinmiyordum? Neden evdeki yaşama katılmasını istiyor ve bu yüzden konuşuyordum? Hiç olmazsa suyu şişelere doldurmasını istemekteki ısrarım neydi böyle? Neden sorumluluklarını hatırlatıp, bana yardımcı olmasını söyleyip kafa şişiriyordum? Haklıydı, BUNU BEN YARATMIŞTIM! Haftanın birkaç gecesini onun tanımadığı arkadaşlarıyla geçirebilen, eve dönme zamanı her zaman belli olamayabilen, çocuğu anneanne ve babaannenin büyüttüğü, maaşından fazlasını aksesuar ve terliğe yatıran, saçları sarı boyalı (lütfen kimse alınmasın!), hahaha hihihih kadınlardan biri olsaydım eğer varlığımın da farkında olacaktı!
Her akşamüstü evine koşup üç çeşit yemek yapan, yıkayan, toplayan, yakınmayan, herkes uyuduktan sonra işini evde gece yarılarına kadar tamamlamaya çalışan bir kadın olmuştum..Bu yük gün geçtikçe ağır gelmeye başlamıştı. Ve ben artık bu yükün altında eziliyordum. Yardım istediğimde, sadece gazeteyi indirip yüzüme öylece bakan ve “benim sorunum yok ki seninle!” diyen bir çift gözle karşılaşmıştım! Doğru, herkes hayatından memnundu. Ben yapılması gereken herşeyi yapıyordum çünkü. Keşke yüreğim yeterince geniş olsaydı ve hiç karşılık beklemeden yüzyıllarca yapabilseydim bunu; işte o zaman mutlu olacaktım.."
Alıntı
İlk erkeğimdi eşim. Elini ilk tuttuğum, ilk öptüğümdü. Gözlerinde ilk kaybolduğum, okşamalarına ilk teslim olduğumdu. Herşeyi ondan öğrendim ben.(Tam teslimiyetti anlayacağınız). Belki de kolayına kaçmıştım herşeyin: Evlenmek, bir anlamda sorumluluklarımın birazını ona yüklemekti. Artık sığınacağım, kendimi ellerine ve yüreğine bırakacağım bir kocam vardı. Dağlar gibi. Öylesine büyük bir konfordu ki bu. Dilediğimce şımarabilirdim; o beni öyle çok seviyordu ve bunu öyle tatlılıkla kabulleniyordu ki. Kararları almayı ona bırakıp, yaşamın azıcık da keyfini sürecektim. Kolay değildi tabii, yıllarca tek başıma çabalamıştım, ama artık kocam vardı. Yaşasındı! Güçlü bir kadın olmama gerek yoktu artık.(Bu çok çaba gerektiren, zor ve yorucu bir iştir. Erkeklerin merhamet duydukları ve kanatları altına aldıkları o narin, cici, kırılgan hanımlar bunu bildikleri için güçlü olmaya hiç yeltenmemişlerdir mesela. Bir erkeğe “ben sensiz ölürüm..kendi başıma kalırsam ne yaparım?” duygusunu yerleştiren kadınlardır bunlar. Erkekler de bu kadınların yanında kendilerini daha güçlü ve daha muktedir erkek hissederler ve bu kadınlara bayılırlar. Neyse, bu tümüyle ayrı bir konu.) Sadece eşini seven, cici bir kadın olmam yeterliydi! Yıllar sonra, bu benim için ne büyük bir nimetti!
10 küsur yıl sonra , kendimi bir anda görüverdim: O da ne? Ben artık eşi tarafından umursanmayan, algılanmayan, önemsenmeyen, sadece evin gereksinimlerini karşılayan, uzun saatler boyunca zor bir işte çalışmasına karşın çocuğuna ve kocasına iyi bakan, güvenilir, sadık bir ev kadını kılığındaydım. Mükemmel değil mi? Hayır, tabii ki değil! Yaptığım hiçbirşey artık yeterince iyi değildi. İşim (herkesçe takdir edilmesine rağmen) önemli değildi, ben artık iyi giyinemiyordum, pilavı iyi pişiremiyordum, çocuğu şişmanlatıyordum. Bana ne olmuştu böyle? Onun bana sarılmamasını neden sorun ediyordum? Ayda bir kez sevişmekle neden yetinmiyordum? Neden evdeki yaşama katılmasını istiyor ve bu yüzden konuşuyordum? Hiç olmazsa suyu şişelere doldurmasını istemekteki ısrarım neydi böyle? Neden sorumluluklarını hatırlatıp, bana yardımcı olmasını söyleyip kafa şişiriyordum? Haklıydı, BUNU BEN YARATMIŞTIM! Haftanın birkaç gecesini onun tanımadığı arkadaşlarıyla geçirebilen, eve dönme zamanı her zaman belli olamayabilen, çocuğu anneanne ve babaannenin büyüttüğü, maaşından fazlasını aksesuar ve terliğe yatıran, saçları sarı boyalı (lütfen kimse alınmasın!), hahaha hihihih kadınlardan biri olsaydım eğer varlığımın da farkında olacaktı!
Her akşamüstü evine koşup üç çeşit yemek yapan, yıkayan, toplayan, yakınmayan, herkes uyuduktan sonra işini evde gece yarılarına kadar tamamlamaya çalışan bir kadın olmuştum..Bu yük gün geçtikçe ağır gelmeye başlamıştı. Ve ben artık bu yükün altında eziliyordum. Yardım istediğimde, sadece gazeteyi indirip yüzüme öylece bakan ve “benim sorunum yok ki seninle!” diyen bir çift gözle karşılaşmıştım! Doğru, herkes hayatından memnundu. Ben yapılması gereken herşeyi yapıyordum çünkü. Keşke yüreğim yeterince geniş olsaydı ve hiç karşılık beklemeden yüzyıllarca yapabilseydim bunu; işte o zaman mutlu olacaktım.."
Alıntı